18 Eylül 2023 Pazartesi

Büyükada'da Begonviller ve Köşkler

Büyükada her zaman güzel. Her sokağı renklendiren begonviller harika. Evler ve köşkler zaten çok estetik. 
Ulaşım elektrikli araçlarla ve bisikletle. Tabi turistik bir yer olduğu için özellikle merkezi kalabalık.



*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

16 Eylül 2023 Cumartesi

Büyükada'da Taş Mektep

İbb Miras'ın yenilediği binalardan biri de Büyükada'daki Taş Mektep. 19. Yüzyılda İstanbul'da başka yapılarda da imzası olan Fransız mimar Alexandre Vallaury tarafından inşa edilen bu tarihi yapı restorasyonların ardından Haziran ayında ziyarete açıldı. İkinci katta İbrahim Akgün'ün 'Yok Olmadan' adlı sergisi 30 Eylül'e kadar görülebilir. İBB'nin tarihi binaları restore ederek kapsamlı kültür sanat merkezlerine dönüştürmesi sevindirici. Yapının ikinci kat pencerelerinden manzara harika.


*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

5 Aralık 2022 Pazartesi

The Museum Hotel Antakya ve Mozaikler


The Museum Hotel Antakya - Necmi Asfuroğlu Arkeoloji Müzesi 

İyi korunmuş bazı mozaiklerin de bulunduğu etkileyici bir mekan. Otelin bazı odaları bu mozaikli alana bakıyor. Sıradışı bir mimari. Otel ve müze iç içe. Mozaikler dışında az sayıda da olsa çeşitli buluntular da sergileniyor. Birdy kafede bir şeyler içip bu antik ve modern alanın birleşmesinden oluşan atmosferi izlemek mümkün.

Antakya ve Hatay ile ilgili daha fazla fotoğraf ve videolar için:  https://www.instagram.com/naylaky/

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

20 Kasım 2022 Pazar

17. İstanbul Bienali

 

17. İstanbul Bienali'nin Mekanlarından Müze Gazhane, Merkez Rum Kız Lisesi ve Pera Müzesi 
 
"Küratörlüğünü Ute Meta Bauer, Amar Kanwar ve David Teh’in üstlendiği 17. İstanbul Bienali’ne, sanatçı, düşünür, yazar, şair, araştırmacı, mimar, radyo programcısı, balıkçı, aktivist, stand-up komedyeni, şef, etnomüzikolog, ornitolog, deniz bilimci, kukla ustası, müzisyen ve daha pek çok başka alandan 500’ün üzerinde katılımcı, yerel topluluklarla bireysel veya kolektif çalışmalar yürüterek katkı sundu. " 

20 Ekim 2022 Perşembe

Meşher'de Ben Kimse Sen De Mi Kimsesin? Sergisi

İstanbul'un en güzel yanlarından biri sanatsal ve kültürel etkinlikler. Her türlü soruna rağmen -ki bu sorunlar hep var ve olacak- benim için onu vazgeçilmez yapan özelliklerinden biri bu. Kentte yürüyerek gezen flaneurlüğü -flaneuse- 🐢🚶🏻‍♀️ benimseyen biri olarak kent sokakları, tarihi dokusu, parkları, bahçeleri, kafeleri, panoramik manzaraları gibi müzeler ve sanatsal etkinlikler de ruhuma, zihnime, bedenime iyi geliyor. Aslında pek çoğuna gidilemese de gidebileceğini bilmek hissi bile yetiyor. Özgürsen, zamanın varsa sana bütün hazinelerini sunan İstanbul büyülü bir şehir. Birkaç dakika önce sinirlenirken birden insanı gülümsetebiliyor. Acele etmeden, bir kaplumbağa gibi yavaş ve farkına vararak, zıtlıklar içindeki uyumu görüp sakin kalabilmek, denge içinde yargılamadan ona teslim olmak... Sadece bu bile başka boyutlarını anlayabilmeyi sağlıyor.


10 Ekim 2022 Pazartesi

Abdülmecid Efendi Köşkü'nde İsmi Lazım Değil Sergisi


"Küratörlüğünü Brigitte Pitarakis ve Selen Ansen’in üstlendiği İsmi Lâzım Değil sergisi, 20 Eylül – 11 Aralık 2022 tarihleri arasında Abdülmecid Efendi Köşkü’nde sanatseverlerle buluşuyor. Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer M. Koç’un teşvîki ve Koç Holding’in desteğiyle düzenlenen sergi, Bizans döneminin doğaüstü ve bilinmez olana ilişkin sembolik dünyasından hareketle, güncel sanatta bilinmez olanın temsilini sorguluyor.
 
Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer M. Koç’un teşvîki ve Koç Holding’in desteğiyle düzenlenen İsmi Lâzım Değil sergisi, Abdülmecid Efendi Köşkü’nde sanatseverlerin beğenisine sunuldu. Küratörlüğünü Brigitte Pitarakis ve Selen Ansen’in üstlendiği sergi, 20 Eylül’den itibaren Pazartesi günleri hariç 11.00 – 19.00 saatleri arasında 11 Aralık 2022’ye kadar açık kalacak.
 

13 Haziran 2021 Pazar

Göztepe 60. Yıl Parkı Gül Bahçesi

Gül titreşimi en yüksek çiçek. Gül kokusu 320 mhz frekansa sahip. Beden-ruh-zihin bütünlüğünü ve bir olmayı simgelediği gibi sevgi, saflık ve sadelikle de özdeşleşir. Bütünsel bir şifa kaynağı olduğuna inanılır. Özellikle pembe Isparta gülünden doğal yöntemlerle elde edilen gül yağı bir mucize gibi görülmekle birlikte oldukça değerli.

 

Göztepe 60. Yıl Parkı - Gül Bahçesi - 11 Haziran 2021

3 Ekim 2020 Cumartesi

Barbizon Okulu ve Doğa Ressamları

Kent yaşamının zorluğundan, kalabalığından kırsal yerlere kaçan ve Paris’in dışında Barbizon köyü yakınlarında Fontainebleau ormanlarında doğa ile iç içe yaşayan bir grup Barbizon Okulu (1830-1870) sanatçıları olarak anılırlar. Jean Baptiste Camille Corot, Théodore Rousseau, Charles François Daubigny,  Narcisse Virgilio Diaz de la Peña, Jules Dupré, Constant Troyon ve Jean-François Millet gibi ressamlar açık havada dolaşıp notlar alır, eskizler yaparlar. Pek çok yönden farklı olmakla birlikte sanatçılar büyülendikleri doğa gezilerinin ardından, fikirlerini paylaşmak, teknik uygulamaları tartışmak ve manzaranın bağımsız bir konu olarak tanınması için bir araya gelirler. 17. yüzyıl Hollanda manzara  ve İngiliz ressam John Constable'ın resimlerinden etkilenerek romantik ışık altında manzara içinde ağaçlar, inekler, uzaklara giden yol gibi görüntülerle doğayı yüceltirken hoş görünen yanlarını idealize edilmiş olarak değil ama gerçekçi bir biçimde gösterirler. Fransız doğa ressamları manzara yanı sıra natürmort ve portre de çalışırlar. 19. yüzyıl sonlarında belli bir alıcı kitlesi olup evlere giren küçük ve orta boyutlu bu resimler Türkiye, Avrupa ve Amerika’dan giden diğer sanatçıların da ilgisini çeker.

15 Eylül 2020 Salı

Yunan Sanatında Grifon, Sfenks ve Kentauros

1997 tarihli  yüksek lisans tezim: Eski uygarlıkların mitolojilerindeki karışık yaratıklardan yola çıkarak Yunan Sanatında Grifon, Sfenks ve Kentauros. Konuyu seçme nedenim tamamen kişisel: sanat tarihi eğitimi alsam da mitolojiye* ve arkeolojiye olan ilgimden kaynaklanıyor. Kökenleri Mezopotamya ve Mısır'a dayanan üç efsanevi yaratık binlerce yıl çeşitli sanat eserleri üzerinde sıkça yer alır. Yunan'da sanat M.Ö. ikinci binden itibaren Girit ve Miken kültürleriyle başlasa da bu kültürlerin ortadan kalkmasından sonraki Karanlık Çağ'ın ardından M.Ö. 8. yüzyılda Doğu ile ilişkiler sonucu gelişir.  Bu dönemde  Mezopotamya, Mısır, Suriye, İran ve Anadolu'dan gelen etkilerle bazı motifler ve üsluplar Yunan Sanatı'na girer. Tezin amacı Doğu uygarlıklarının Yunan Sanatındaki etkilerini de göstermektir. 

İstanbul Teknik Üniversitesi - Sosyal bilimler Enstitüsü

Bu tez, YÖK tez merkezinde bulunmaktadır. Teze erişmek için tıklayın. Eğer tez bulunamazsa, YÖK Tez Merkezi'ndeki tarama bölümünde tez numarasını arayabilirsiniz. Tez numarası: 64202


1 Ekim 2019 Salı

İçimdeki Çocuk Sergisi

Bağlarbaşı'ndaki Abdülmecid Efendi Köşkü'nde 16. İstanbul Bienali'ne paralel etkinlik olarak 'İçimdeki Çocuk' sergisi görülmeye değer. İki yıl önceki 'Kapı Çalana Açılır' sergisi gibi yine Ömer Koç Koleksiyonu'ndan bir seçki sunuluyor. Göz alıcı tarihi köşkte alışılmamış, şaşırtıcı ve fantastik bir dünyaya adım atarken zamansızlığı da algılıyorsunuz. Köşkün Mısır ve Osmanlı izleri taşıyan iç ve dış mimari detayları ve tasarımıyla birlikte eserlerin sıradışılığı ve sosyal medyanın etkisiyle sergiye ilgi çok fazla. Hafta orrtası nispeten ziyaretçi sayısı daha az olsa da hafta sonu yoğunluk söz konusu. Eserleri daha iyi inceleyebilmek için mümkünse hafta ortası günlerde ziyaret edilmesini tavsiye ederim. 

20 Mayıs 2018 Pazar

Perge Antik Kenti

Antalya'da 2018 Perge Yılı ilan edildi. Pamfilya'da Geç Klasik, Hellenistik, Roma ve Bizans dönemlerinin önemli bir merkezi olan Perge Antalya'nın yaklaşık 18 km doğusunda Aksu ilçesinde yer alıyor. Stadyum, agora, tiyatro, Hadrian Takı, bazilika gibi anıtsal yapılar yanısıra akropolis, Hellenistik Kuleler, kapılar, surlar, hamamlar, çeşmeler, su kanalı ve sütunlu caddelerin de içinde bulunduğu antik kentte kazı ve restorasyon çalışmaları devam ediyor. 300 metre uzunluğundaki sütunlu caddenin tam ortasındaki bölmeli su kanalı kuzeydeki nymphaeumdan gelen suyu taşıyordu. 

Çok sayıda turistin ziyaret ettiği Perge Antalya'nın en yakınında olmakla birlikte kentin kültürel ve tarihi zenginlikleri açısından da ilk sıralardaki yerini koruyor. Buluntulardan Erken Tunç Çağı'nda kurulduğu düşünülen ve UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne eklenen antik kentten arkeolojik kazılar sonucu çıkarılan birbirinden değerli Roma dönemi heykelleri bugün Antalya Müzesi'nde sergileniyor.

8 Mayıs 2018 Salı

Adamlar

Bu grup çok çok iyi. Sözler, vokal, yorum, müzik harika, Sağlam sound, güçlü ses farklı yorum, sarsıcı, vurucu ve ironik sözler... Bu ülkede böyle bağımsız müzik yapan gençlerin olması iyi giden bir şeyler olduğuna dair de umut verici. The Doors sevdikleri öyle belli ki. -Favori gruplarımdan biri olan The Doors'u iyi ki seviyorlar.- 2013 yılında İstanbul'da kurulan Adamlar'ın üyeleri: Vokal ve gitarda Tolga Akdoğan, elektrik gitarda Emre Malikler, bas gitarda Can Aydemir ve davulda Berkan Tilavel. İki albümleri var: 2014 tarihli 'Eski Dostum Tankla Gelmiş' ve 2016 tarihli 'Rüyalarda Buruşmuşuz'. Grubun söz yazarı, gitarist ve solisti Tolga: "İnsan o kadar salak ki hayatı doğru yaşayamıyor. Ne yapması gerektiği çok belli aslında... Telefonuyla, aldığı kıyafetle var olmaya çalıştıkça kendini de hayatı da yoruyor... Siyaseti, politikayı yok edelim, dünya bize kalsın. Nasıl olsa bir yolunu buluruz. İnşaat sektörü de yok ola."

Şimdilik en beğendiğim şarkıları: Utanmazsan Unutmam 💙


5 Mayıs 2018 Cumartesi

Güneşin Kızkardeşi ve Çok Ağladım

Bazı şarkıları ilk duyduğumda ya müziği, ya sözleri ya da yorumu dikkatimi çeker ve yeniden dinlerim. Buraya eklediğim iki şarkıyı ise hem söz, hem yorum, hem müzik hem de video olarak beğendim ve ard arda onlarca kez hatta günlerce takıntılı dinledim -dinliyorum-, izledim -izliyorum-. Gökçe Kılınçer'in Güneşin Kızkardeşi adlı şarkısını ilk olarak Kasım 2016'da 'Cesur ve Güzel' dizisindeki Sühan'ın koşu sahnesinde duydum. Sonrasında sürekli Gökçe Kılınçer'in albümünü dinledim.  Bu şarkıyla birlikte Aşk Beni Bulunca ve Ne tadı Var Bu Dünyanın favorilerim.



31 Mart 2018 Cumartesi

Yazı Yazmak

Bir süredir araştırmak ve yazmak içimden gelmiyor. Kitaplara, zamansız ruhlara sığınmak ve  kötülüklerin egemenliğindeki korkunç cehennemsi dünyadan kaçıp başka olasılıkların peşinde kaybolmak isteği içindeyim. Burada  o zamansız ruhların kitap sayfalarından yansıyan birkaç düşüncesine yer verdim. Aslında bu sıralar gelecekteki uzak zamanları anlatan bilimkurgu romanları okuyorum. Ne yazık ki o kurgular da distopik. Bu bahar günlerinde denge için doğanın güzelliklerine ve huzur veren seslerine sığınmak ise tatlı bir hüzünle birlikte sevinç verici. Doğanın sesinde ama aynı zamanda sessizlikte...
...........................

"Yazı yazmak; boşuna kafamızı, ruhumuzu harcamak, hayallerimizi, düşüncelerimizi satmak, tabiatımızı zorlamak, durup dinlenmeden hareket içinde olmak, hep bir amaç için koşmak... Sonra da yazmak, yazmak, yazmak, dönen bir tekerlek gibi, makina gibi yazmak! yarın, öbür gün daha öbür gün yazmak. Tatil yok! Bayram yok! Ne zaman duracak ne zaman dinlenecek bu adam? Vah zavallı!" s: 43

"Ne saadet! Yüz parça olmamak, ruhun ve vücudun güçlerini ÖTEDE, BERİDE harcamamak." s: 43

"Alıştığı şeylerden korkmuyordu. Alışmadığı şey ise hayata karışmak, adam görmek, öteye beriye koşmaktı. Fazla kalabalıkta boğulur gibi oluyordu." s: 77

"Her seferinde güneşe hülyalı gözlerle, hüzünlü bir gülümsemeyle bakar, ruhundaki fırtına yavaş yavaş dinerdi." s: 84

21 Şubat 2018 Çarşamba

Gökyüzünü Çalan Betonlar ve İstanbul'un Ruhu

İstanbul, doğup büyüdüğüm ve yaşadığım şehir. Ne onunla ne onsuz yapamadığım. Bu aralar soyağacını araştırmak gündemde ama sanırım 1850'ye kadar gidilebiliyor. Ben bakmadım zaten biliyorum. Fatih Sultan Mehmet bu eşsiz şehri 1453'te aldıktan hemen sonra atalarım İstanbul'a yerleşmişler. Yaklaşık 500 yıl önce... Anadolu'da 230 yıl hüküm süren Karamanoğulları Beyliği'nin merkezi Konya'dan Çatalca'ya göç etmişler. Piri Reis'in dedeleri gibi... Karamanoğulları Türkçe dışında bir dilin konuşulmadığı ve Oğuzlar'ın Avşar boyundan gelen Türkmen beyliklerinin en önemlilerinden biridir. Ne mutlu ki Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK'ün de soyu Karamanoğullarına mensup Türkmenler'e dayanır. Babamın doğup büyüdüğü Çatalca'ya bağlı küçük yerleşim birimine -dedem ve babaannemi- ziyaretlerimizde doğada yaşayıp doğal yiyeceklerle -şimdiki deyişle organik- beslenmenin değerini son on beş yılda anladım. Ne yazık ki dedem, babaannem ve babam artık yaşamıyor ve Çatalca'nın o küçük yerleşimi de fabrikalarla, sanayiyle, etrafındaki çok katlı sıradan konutlarla bir mahalle artık.

11 Şubat 2018 Pazar

Türk Resminde Soyut'un Başlangıcı

20. yüzyıl başlarında ortaya çıkan soyut sanat, sanatçının içine yönelmesi ve kendini keşfetmesidir. Soyut: Abstract kökeni Latince "abstrahere” sözcüğüdür ve bu şekliyle çıkartmak, eksiltmek, azaltmak gibi çok matematiksel bir anlamı vardır. Nesneler dünyasında yer almayan yani nesnel olmayan, sa­dece düşünceler dünyasında kalan her şey soyut sözcüğünün kapsamına girer. (Çağa, 1984: 41)

Soyut bir resim, yüzyıllardır alışılmış insan figür­lü resimlerden farklı bir etki verir. Burada konu resmin kendi sorunları olur. Renk ve kompozisyon elemanla­rının birbirleriyle uyumu yanı sıra sanatçının iç dün­yasının şekillenmesi, ortaya konulması önemlidir. İlk bakışta seyirciye tanıdık figürler ve nesneler çağrıştırmadığı için anlaşılmaz gelebilir. Sanatçılar modem resmin ortaya çıktığı dönemlerde bu tür resmi açıklama gereği duyarlar. Wassily Kandinsky 1912 tarihli "Sanatta Zihinsellik Üzerine" adlı kitabında soyut sanatın felsefi yönüyle, Paul Klee "On Modem Art" da modern sanat ile ilgili yazar. Her iki sanatçı da resim ve müzik arasında ilişki ku­rarlar. Piet Mondrian ise görünen şeylerin gerisindeki gerçekli­ği arar. İnsanın duygularını harekete geçirecek yakla­şımlardan kaçınır. Ona göre ”Gerçek objeler kullanıldığı zaman duy­gular harekete geçer ve saf gerçek görünmez". Do­ğadan yola çıkarak soyutlar, sonunda doğayla da bağlan­tısı kalmayan bir noktaya ulaşır. Soyut resimde figüra­tif resimdeki gibi gelenekselleşmiş perspektif ve derin­lik ön ve arka plan bilgileri önemini yitirir.

12 Ocak 2018 Cuma

Loving Vincent

Dorota Kobiela ve Hugh Welchman'ın yönettiği Loving Vincent filmi Van Gogh'u dünya sanat tarihindeki ressamlar içinde ilk sırada gören; hayatından fazlasıyla etkilenmiş ve hakkında yazılar yazmış benim gibi biri için oldukça hüzünlüydü. Bir iki saat önce 'Aile Arasında' adlı komedi filminde gülerken, Loving Vincent'ı izleyince sarsılmam ve duygulanmam geçmişteki ressamların hayatlarıyla ilgili hassasiyetimle birlikte bazı yönlerden kişisel yaşantımla kurduğum bağın da sonucuydu. Van Gogh'un hayatına dair ne zaman bir şey okusam, izlesem aynı şeyi yaşıyorum aslında. Tam olarak tatlı olmayan bir melankoliye kapılıyorum. Bir yandan da "tam da hayat bu ne yazık ki" diye düşünüyorum. Bu tür bir yazgı sadece Van Gogh'a özgü değil. O şanslıydı bir bakıma seçtiği yolda elinden gelenin fazlasını yaptı.

Vincent van Gogh yaşadığı dönemde değil de 20. yüzyılda değeri anlaşılan, 37 gibi çok genç bir yaşta hayatına son veren, yalnızlığı derinden duyumsayan ama yine de bir umut ve coşkuyla hayata tutunmaya çalışan bir ressam. 28 yaşından sonra resme başlayıp olağanüstü bir çabayla yüzlerce eser meydana getiren aynı zamanda kendini gerçekleştirmeyi öncelikle kendine ispatlamaya uğraşan sevgi dolu ama kaçınılmaz olarak yalnız bir ruh.

2 Kasım 2017 Perşembe

Koleksiyon Sergisi: Kapı Çalana Açılır

15. İstanbul Bienali süresince yani 12 Kasım'a kadar açık ve bienale parelel bir etkinlik olan 'Kapı Çalana Açılır' Sergisi Nakkaştepe'deki Abdülmecid Efendi Köşkü'nde ücretsiz gezilebilir. Melih Fereli ve Károly Aliotti'nin küratörlüğünü yaptığı sergide Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Koç'un Koleksiyonundan bir seçkiyi  24 sanatçının 30 eseriyle görmek mümkün. Köşkle ilgili bu blogda daha önce yazdığım için o konuya değinmeyeceğim ama normalde ziyarete kapalı biz de üç yıl önce özel izinle girmiştik. Sergiyi gezmeye gelenler hem Osmanlı Hanedanından bir ressamın 1918 yılına kadar kültür  ve sanat merkezi gibi kullandığı ve ince bir zevki yansıtan detaylarıyla güzel yazlık köşkünü hem de gerçekten seçkin ve görülmeye değer bir koleksiyonu keşfedecekler. Sanatçı, sanata destek veren, sanatçılarla dost olan çok yönlü ve iyi yetişmiş Şehzade Abdülmecid Efendi'nin köşkünün böyle bir sergiye ev sahipliği yapması da köşkün geçmişteki kültür ve sanat dolu günlerine uyuyor. O yüzden İstanbul'daysanız bir iki saatinizi ayırıp sona ermeden mutlaka gezin. Köşkün etrafındaki bahçe düzenlemesi, ağaçlarda oynaşan sincapları, kuşlarıyla ve huzurlu, sakin ortamı da sanat, mimari ve doğa bütünlüğünde güzel zaman geçirmeyi vaad ediyor. Ayrıca sergiye girişte ziyaretçilerin ücretsiz alabileceği  minik kitapçık bilgileri ve fotoğraflarıyla çok iyi hazırlanmış. 

27 Ekim 2017 Cuma

Aylaklar


Yürümek ve aylaklık iki sevdiğim kavram. Bu kavramların birleşimi -zamanı yavaşlatan amaçsızca yürüyen kent gezgini- Flâneur* de 27 yıldır benimsediğim ve hakkında yazılar yazdığım bir figür 💙. Ve İstanbul Fransız Kültür Merkezi'nde sanatçıların bu konuyla ilgili çalışmaları yer alıyor.

Ücretsiz gezilebilen 'Aylaklar' Sergisi için son bir hafta!

🏡🏠🏢🚶👟🎵🎨🌇🏪🏫🚶🌳🐦🌸☕🏭🚶

Basın Bülteni  📰؜

"İstanbul Fransız Kültür Merkezi, Bige Örer’in küratörlüğündeki Aylaklar başlıklı sergiye ev sahipliği yapacak. 13 Eylül - 3 Kasım 2017 tarihleri arasında ziyaret edilebilecek sergide, Cité des arts*’daki misafir sanatçı programına katılarak farklı zamanlarda Paris’te yaşayan sanatçılardan beşinin işleri yer alacak: Aslı Çavuşoğlu, İnci Furni, Yasemin Özcan, İz Öztat & Zişan ve Güneş Terkol. Sanatçıların şehirle kurdukları ilişkide belirleyici eylem olan “yürüme” fikrinden yola çıkan bu sergi, 15. İstanbul Bienali’nin paralel etkinlikleri arasında yer alıyor.

15 Ekim 2017 Pazar

Ai Weiwei Porselene Dair Sergisi

Çinli çağdaş sanatçı Ai Weiwei'nin Türkiye'deki ilk sergisi Sakıp Sabancı Müzesi'nde. 12 Eylül 2017 - 28 Ocak 2018 tarihleri arasında ziyarete açık olan kapsamlı sergide sanatçının 100'e yakın yerleştirme, video, duvar kağıdı, fotoğraf vb. çalışmaları görülebilir.  Ai Weiwei porselen malzemenin kullanıldığı çalışmalarında geleneksel tekniklerle günümüzün sorunlarını ve değer sistemlerini sorgulayarak çağdaş bir şekilde yorumlamış. Eserlerinde Çin geleneksel sanatı yanı sıra Batı sanat tarihine de göndermelere rastlanıyor. Yeniden üretimle, tekrarlamalarla ve alışılmış olana karşı koyarak kendine özgü bir kurgulamaya gidiyor. 

Çalışmalarında kültürel ve tarihi açıdan önemli olan geleneksel Çin porselenleri üzerinde görülen motifleri  güncel konularla bütünleştiriyor. Özellikle duvar kağıtlarında ve üst üste yerleştirilmiş vazolardaki savaş, harabeler, yolculuk, denizi geçmek, sığınmacı kampları gibi sahneler oldukça etkileyici. Bu trajik konuya insanların dikkatini çekip mültecilerin içinde bulunduğu zor koşulları gözler önüne seriyor. Porselenlerde işleyerek 60-65 milyon insanın evlerinden ve vatanlarından ayrılmak zorunda kalması meselesiyle yüzleşilmesi gerektiğini de anlamamızı sağlıyor.

4 Ekim 2017 Çarşamba

Tirilye-Trilye-Trilya-Zeytinbağı

Daha önce iki kez görmüş olmakla birlikte Eylül ayının son günlerinde bir kez daha gidip beş gün kaldığım Trilye Bursa'nın Mudanya ilçesine bağlı bir mahalle. Deniz ve zeytin ağaçları arasındaki huzurun ve sakinliğin adresi olarak da tanımlanabilir. Mudanya'dan bir tarafı zeytinliklerle diğer tarafı yazlık evler ve denizle çevrili virajlı 11 kmlik bir yoldan Trilye'ye ulaşılıyor. Biz İstanbul'dan sabah çok erken yola çıkıp önce Çanakkale'ye uğradığımız için  Karacabey tarafından gittik. Tirilye-Trilye-Trilya-Zeytinbağı gibi isimlerle anılan, Arnavut kaldırımlı dar sokakları, sokaklardaki traktörleri, Rum ve Osmanlı mimari örneklerinin görüldüğü 150-200 yıllık üç katlı taş ve ahşap karakteristik şirin evleri, tarihi kiliseleri, camisi, okulu, çeşmeleri, harika manzaraları ayrıca cana yakın, samimi, yardımsever ve mutlu yaşayanlarıyla zamanın yavaşladığı yer...

3 Eylül 2017 Pazar

Aforizmalar 3 - Friedrich Nietzsche - 2

Friedrich Nietzsche'nin aşağıda yer alan fotoğraflardaki kitaplardan ve 'Zerdüşt Böyle Diyordu' adlı kitaptan yıllar içinde deftere yazdığım aforizmalarından seçmeler:

*Kendini aşağılayan kişi yine de aşağılayan olarak kendine saygı duyuyordur.

*Dünya her zaman gerçeğe muhtaçtır, öyleyse Heraklitos'a muhtaçtır.

*Heraklitos'a göre alem Zeus'un bir oyunudur. Oyuncu, çocuk ve sanatçı masumdur, sorunlu değildir. 

*Ben ne yazık ki vücut ve ruh değil üçüncü bir şeyim. Ben insan değil dinamitim.

*İnsanoğlu hiçbir şey istememektense hiçliği ister.

*Kolay yaşamak istiyor musun? Sürüde kal ve sürü sevgisi uğruna kendini unut.

*Sürülere özgü zevkler belki herkes için değildir.

*Seni övdükleri sürece kendi yolunda gittiğini sanma sakın: Başkasının yolunda gidiyorsun.

*Bir insan gününün en azından üçte birini tutkusuz, insansız, kitapsız geçirmezse nasıl düşünür olabilir.

21 Ağustos 2017 Pazartesi

Aforizmalar 3 - Friedrich Nietzsche -1- Dionysos Dithyrambosları

Alman Friedrich Nietzsche'nin (15 Ekim 1844 – 25 Ağustos 1900) Dionysos Dithyrambosları aforizma değil de şiir aslında ama bu kitabı okuduktan sonra etkilenerek pek çok satır yazmıştım. Kitabın Almanca aslıyla basılan Oruç Aruoba çevirisi çok iyi. 1995 yılında okuduğum kitaptaki dizeleri o sıralar 15 yaşında olan kız kardeşim ezberlemişti. Aforizma konusunda açık ara önde olan "Sadece Deli! Sadece Şair!" Nietzsche'nin dizelerinden seçtiklerim:


*Karanlık havayla, çiyin avuntusu akmaktayken yeryüzüne doğru -çünkü yumuşak patikler giyinir avutucu çiy, bütün avuntuyla yumuşamışlar gibi- anımsarsın sen, sıcak gönül, anımsarsın, bir zamanlar nasıl susadığını, kemgözlü akşamüstü güneşinin bakışları sararmış otlu patikalar üzerinde kararmış ağaçların içinden geçip dolaşırken çevrende, güneşin kör edici kor bakışları, acı vermekten haz duyan. s: 11

10 Ağustos 2017 Perşembe

Aforizmalar 2 - Soren Kierkegaard

Danimarkalı Soren Kierkegaard'ın (5 Mayıs 1813 - 11 Kasım 1855) Aforizmaları:

*Ya sözler bireyi yaratır ya da bireyin varlık nedeni sessizliktir. s: 31
*Hiçlik hakkında o kadar çok düşünülür ki sonunda hiçlik neredeyse görülebilir. s: 52
*Başka bir ironi de ulaşmak için çabaladığı son durağın ta kendisidir. s: 113
*Kişi ironiyi bir sonuca bağlamaya çalışır çalışmaz ironi kendisini komik olarak gösterir; ama başka bir bağlamda da bireyi komiklikten kurtarır. s: 135
*Bir insanın hiçbir uzlaşmaya varamayacak iki şeyi birleştirmesi her zaman komiktir. s: 181
*Doğa derin bir alaycılıkla eğlenceyi yasla, mutluluğu üzüntüyle birleştirmiştir. s: 235
*Spekülatif Hiçlik; her an somutlaşmak için yok olur çünkü o bizzat kendi oluşturucu, yaratıcı dürtüsü olan somutluğun istemidir. Mistik Hiçlik; anlatıma dönük, aslında içerikle dolu olan bir hiçliktir. Tıpkı gecenin sessizliğinin duymasını bilen insana çok şey söylemesi gibi. İronik Hiçlik ise ironinin hortlamak ve geri dönmek için geri döndüğü ölüm sessizliğidir. s: 238
*İronist kendi çağının sınırlarının ötesine geçmiş ve ona karşı bir cephe oluşturmuştur. s: 241
*İroni hiçlikte oynayan sonsuz bir oyundur; ondan korkmaz ama buna rağmen kafasını ürkekçe yukarıya kaldırır. s: 250

3 Ağustos 2017 Perşembe

Aforizmalar 1 - Arthur Schopenhauer

Alman Arthur Schopenhauer (1788-1860), Danimarkalı Soren Kierkegaard (1813-1855), Alman Friedrich Nietzsche (1844-1900), Alman Walter Benjamin  (1892-1940) 1990'ların ortalarından itibaren kitaplarını aldığım ve okuduğum filozoflar. Praglı Franz Kafka ise (1883-1924) en derin melankolinin kasvetli yazarlarından biri. (Temmuz ayında doğanlar daha mı melankolik oluyor yoksa 😕 😟? Benjamin ve Kafka Temmuz doğumlular... ) Bu seride onların aforizmalarından seçtiklerimi paylaşacağım. Aforizmalar: düşüncemi geliştiren, sorgulatan, farklı bir bakışa yönelten; birkaç cümleye sığan anlamlı ve vurucu sözler... Şair, yazar veya filozofların bu tür kısa sözleri ilgimi çekiyor. Okuduğum kitaplardan altını çizdiğim bölümleri de her birinin isimleri altında defterlere yazıyorum. Yine 90'ların ortalarından 2000'lerin ortalarına kadarki süreçte benim de kendi çapımda denemelerim olmuştu. Bu yazılarım düşünceler başlığı altında toplanıyor. 

Aşağıda bu yazar ve filozofların birkaç kitabından derlediğim aforizmalar yer alıyor. İlk olarak Arthur Schopenhauer (22 Şubat 1788, Danzig - 21 Eylül 1860, Frankfurt):

*Çok mutsuz olmamanın en güvenilir yolu çok mutlu olmayı istememektir.  s: 8
*Tek gerçek ve tek kesin olan şey şimdiki zamandır...Varoluşumuz da yalnız onun içinde yer alır. s: 13
*Kendine yetmek, kısaca kendi olmak kuşkusuz mutluluğumuz için en yararlı niteliktir. s: 17
*Yalnızlığı sevmeyen özgürlüğü de sevemez: kişi ancak yalnız olduğunda özgürdür çünkü. s: 17
*Yalnızlık mutluluğun, ruh dinginliğinin kaynaklarından biridir. s: 19
*İnsanları toplumcul kılan, onların yalnızlığa bu yalnızlık içinde de kendilerine katlanma yeteneğinden yoksun olmalarıdır. İçsel boşluk ve bıkkınlıktır onları gerek topluluğa gerekse yabancı ülkelere yolculuklara sürükleyen. s: 19
*Yalnızlık bütün olağanüstü kafaların yazgısıdır: onlar bu yalnızlıktan zaman zaman yakınsalar da hep onu seçeceklerdir. s: 21
*Her kişi başkasında ancak bizzat kendinin de olduğu kadarını görür; başkasını kendi öz zekasına göre kavrar, anlar çünkü. s: 29

8 Temmuz 2017 Cumartesi

Gezi Blogları

Türkiye'nin de gerçek birer gezgin gibi -turist gibi değil; turist ile gezgin arasında çok fark var- dünyayı dolaşan gençlerinin olması ne iyi... Her ne kadar çok geç kalınmış olsa da. Bu gençler için mal, mülk ve araba edinme, bankaya paralar yığmak önem taşımıyor. Fight Club (1999), Özgürlük Yolu (2007) 🏕️🚶‍♂️ Yaban (2014) 🎒🌏 filmlerinin etkisi olabilir mi? İşe git-eve gel, trafikte saatler harca. Haftasonu alışveriş yap, sana dayatılanları satın al. Sosyal medyada filtrelerle, fotoşopla maskeleştirdiğin selfielerini, her yaptığını, her arkadaşınla buluşmanı   paylaş. Arkadaş ve yakınlarınla görüştüğünüzde bile telefonu elinden bırakma. Oradayken orada olma. Trend mekanlarda görün. Böylece farklı olduğunu sanırken aslında rutin bir hayatla yılların geçsin. Şehir hayatında sıkışıp kalınmış bu Sisifos döngüsünden kurtulabilmek o kadar kolay değil elbette. Herkes coşkuyla isteklerinin peşinden gidemez, korkar, düşünür sonu ne olacak diye. Büyük kent aslında bir akvaryuma benziyor bu anlamda. Balıklar gibi her gün aynı yolları aşıp, aynı sıradan şeyleri yapıp, aynı balıklarla karşılaşıp, bize verilenlerle yetinip yaşadığımızı sanıyoruz. Akvaryum balıkları denizi ve okyanusu bilmedikleri için muhtemelen kendi hallerinden de memnunlar (Burada aklıma nedense Matrix -1999- geldi.).  Şehir hayatı böyleyken çok daha küçük yerleşimler olan kasabalar çok daha küçük ve kasvetli akvaryumlar olabilir. Oradaki minik balıklar da büyük kente gelip büyük akvaryuma girme hayali kurabilir. (Nuri Bilge Ceylan'ın Kasaba - 1997, Mayıs Sıkıntısı - 1999 ve Uzak - 2002 -üçü de harika filmlerdi-.) Ne tuhaf ki şehirliler de küçük bir kasabaya yerleşmek ister. Küçük akvaryumdaki balığa olasılıkların çokluğu, büyük akvaryumdakine ise azlığı cazip gelir.

2 Haziran 2017 Cuma

İstanbul'da Doğaya ve Tarihe Yolculuk

İstanbul... Doğup büyüdüğüm ve yaşadığım şehir... Hızı, kalabalığı, gürültüsü, bitmeyen inşaatları, tahammülsüz insanları usandırsa da hiç ummadığınız anda ya da isteyerek ona kendinizi bıraktığınızda güzelliklerini de esirgemiyor.  Genellikle insanlar her gün işine, okuluna, evine vb. yerlere yetişmek için koşturuyor. Bir an önce gideceği yere ulaşmak istiyor. Trafiğe sinirleniyor. Böyle büyük, kalabalık şehirde yaşamanın da bir bedeli var.  Şikayet etmekle, stresli olmakla ve bu gerginliği başkalarına yansıtmakla bir şey elde edilemiyor. Belki bir on dakika vapurda denizi, Boğaz'ı, manzarayı, martıları seyrederek huzur bulunuyor. Artık onu da yapan azaldı çünkü telefonlardan başımızı kaldıramıyoruz. Ya da sadece fotoğraf çekmek için etrafa bakınıyoruz. Oysa hâlâ saklı bir hazine olan İstanbul'da doğaya ve tarihe yolculuk yapmak ve sunduklarına açık olmak mümkün.

17 Mayıs 2017 Çarşamba

Selçuklu'nun ve Mevlana'nın Kenti Konya - 2 - Arkeoloji Müzesi

Anadolu Selçuklu'nun başkenti Konya'nın sokaklarının her bir köşesinde tarihe yolculuk yapmak mümkün. Kentte Selçuklu ve Osmanlı camileri, medreseleri yanı sıra kümbetler, türbeler de yer alıyor. Konya M.Ö. 7000 yıllarına dayanan bir yerleşim olması;  merkezde Mevlana Müzesi, İnce Minare, Karatay Medresesi, Alaeddin Camisi, Sırçalı Medrese, Sahip Ata Camii ve Müzesi, Atatürk, Etnografya ve Arkeoloji Müzeleri, Japon Bahçesi; ilçelerinde İvriz Kaya Anıtı, Meke Gölü, Klistra, Çatalhöyük, Eşrefoğlu Camisi, Eflatun Pınarı, Fasıllar Anıtı, Aya Elena Kilisesi, Tınaz Tepe Mağarası, Kubad-Abad Sarayı, Köşk Kaplıcaları, Karapınar Obrukları, Tuz Gölü, Ilgın Kaplıcaları, Yer Köprü Şelalesi, Oymalı Yeraltı Şehri, Aziziye Camisi, Ereğli Müzesi, Akşehir Batı Cephesi Karargâhı Müzesi ve Akşehir Arkeoloji Müzesi gibi tarihi yapılara, eserlere ve doğal güzelliklere sahip olması açısından önemli bir ilimiz. Zaten Türkiye'nin her bir ili çok fazla medeniyeti, kültürel mirası ve doğal güzellikleri birlikte barındırması açısından paha biçilemez aslında. Vatanımızın değerini bilelim ve yok etmek yerine bu hazinelerimize sahip çıkabilelim. Konya özellikle Selçuklu'nun izini sürmek isteyen tarih gezginleri için bulunmaz bir yer.

4 Mayıs 2017 Perşembe

Yerebatan Sarnıcı

İstanbul Sultanahmet'te Ayasofya'nın güneybatısında Bizans İmparatoru I. Justinianus (527-565) tarafından 542 yılında şehrin su ihtiyacını karşılamak amacıyla yaptırılmış 1500 yıllık bir Bizans Sarnıcı...  Yeraltındaki kapalı sarnıç suyun içinden yükselen 336 sütunu nedeniyle Yerebatan Sarayı ve aynı yerlerde önceden bazilika bulunduğundan Bazilika Sarnıcı olarak adlandırılır. 52 basamaklı taş merdivenle içine inilen; 9800 metrekare alanı kaplayan; dikdörtgen planlı yapı 140 metre uzunluğa, 70 metre genişliğe  ve 9 metre yüksekliğinde 336 sütuna sahip. Farklı özellikler gösteren ve antik yapılardan toplanan tek veya iki  parçalı mermer sütunların başlıkları akantus yapraklarıyla bezeli Korint ve bezemesiz Dor tarzında. Taşıyıcı sistemde sütunların üzerinde kemerler ve çapraz tonozlu örtü sistemi görülüyor. 4.80 metre kalınlığındaki tuğla duvarlara ve tuğla zemine kalın bir sıvayla su geçirmezlik sağlanmış. Bizans Dönemi'nde imparatorların oturduğu Büyük Saray'ın ve İstanbul'un fethinden sonra Osmanlı Dönemi'nde kısa bir süre için Topkapı Sarayı'nın bahçelerinin su ihyiyacı için kullanılan sarnıç çeşitli onarımlar geçirdikten sonra günümüze kadar ulaşır.

29 Nisan 2017 Cumartesi

13. Yıl Anısına


Ressam Nazmi Yılmaz (1944 İstanbul - 2004 İstanbul)



Sevgili babamı hayattan ayrılışının 13. yılında sevgi, saygı ve büyük özlemle anıyorum...

***** Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.   Creative Commons License


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...