13 Mayıs 2009 Çarşamba

Melankoli-Hüzün-Boşluk-Derin Düşünce

Melankoli ile ilgili bu blogda epey yazı var. Melankoliyi incelemeye 2000 yılında başladım. O sıralar Prof. dr. Ayla Ödekan'ın doktora dersi için "Batı Sanatı'nda Melankoli" adlı bir çalışma hazırlarken 35 kitaptan ve çok sayıda makaleden yararlanmış; batı resminin melankoliye uygun örnekleri üzerinde durmuştum. O kadar mutlulukla ve coşkuyla çalışmıştım ki -biraz çelişen bir tutum oldu farkındayım :) -. Şimdiye kadar yaptığım araştırmalar içinde en sevdiğim konu bu oldu. Zaten melankoliye yatkın bir yapım olduğundan mı, varoluşla ilgili derin düşüncelerin tatlı hüznünden zevk aldığımdan mı, nedensiz hafif üzüntünün arada bir insanı esir aldığını, sevinç ve kederin birbirine yakın durduğunu bildiğimden mi, en mutlu anda bile buruk bir acı duyulacağını hissettiğimden mi, yalnızken insanın kendisiyle iletişimini önemsediğimden mi bilmiyorum.

Hayatın koşuşturması içindeki insanlardan kaçıp ilgisizleşen, dünyevi şeylere yabancılaşan, kalabalık içindeyken bile çevresinden ve dünyadan soyutlanarak hülyalı gezinen, her şeyi sorgulayan buna vakit ayıran, bir gereklilikmiş gibi sunulan hıza ve "Her şey yaşanmalı, her şey tüketilmeli" düşüncesine ayak uydurmayan, arzular ve yoksunluklar arasındaki çelişkide çaresizliği duyumsayan yine de "hiçlik içinde bile bir umut düşleyen"*, kaplumbağa gibi hareket eden melankolik bir flaneur. Melankoli; boşluk duygusu, tembellik ve uyuşukluk içinde olanı simgelemez. "Ben de tembelim,  ben de boşluk içindeyim; öyleyse melankoliğim." demek bilgisizce sığ bir yaklaşım olur. Bu ise olguyu sıradanlaştırırken, gizemini ve değerini de yok sayar.

9 Mayıs 2009 Cumartesi

Yeterse Yeter Artık!!!

Van gogh ile ilgili 2001 yılında yazdığım yazının tamamının o kadar çok sitede, forumda kaynak gösterilmeden paylaşıldığını gördüm ki. Üstelik yazıyı gönderen kişi kendisininmiş gibi sahipleniyor. Sadece bu yazı değil elbet. Kütüphanelere giderek emek, zaman ve para harcayıp yaptığım araştırmaları internet ortamına aktarmak hata mı? Bu bilgileri paylaşmak istedim ama kolaycı insanlar bunu hak etmiyorlar. Nasıl bir zihniyet içinde olduklarını anlayamıyorum. Kendi düşünceleri dışında hoşlarına giden yazıları da forumlarda paylaşan bir yığın insan var ama insaf!!!

Lebriz.com'da yayınlanan sanat tarihi ile ilgili incelemelerim için de öyle. Çocuklar ödevlerini yaparken olduğu gibi alıyorlar. Ya okullarda araştırma nasıl yapılır, ödev nasıl hazırlanır öğretilmiyor ya da bu internet çocukları kolaya kaçıyorlar. Öğretmenler herkesin internetten aynı şeyleri kopyaladığını elbette fark ediyordur.

13-14 yaşlarındaki çocuklar tembellikten, bilinçsizlikten yapıyor da diğerlerine ne demeli? Bir makale ve yazı yazmanın da kuralları vardır. Birinin düşüncesini, yazısından bir bölümünü kullandığında onu kaynakta veya dipnotta belirtirsin. Sahiplenmezsin. Son derece medeniyetsiz bir davranış bu. Çok az sayıdaki saygılı insanı bunların dışında tutuyorum. Zaten google'da bir şey aradığında hep arakçıların siteleriyle karşılaşılıyor. Aynı bilgiler farklı sitelerde, forumlarda. Yeni bir şey yok. İçerikler o kadar yetersiz ki.  İyi ki kopyala yapıştır varmış!!!

İnternete içerik eklemek artık anlamsız gelmeye başladı. Bir yandan da birbirinin aynı, bireyselliği beceremeyen, bencilliği erdem sananların dışında az da olsa doğru düzgün insanlara sanat ve sanat tarihi ile ilgili yazıların faydalı olacağını bilmek düşüncesi de var.

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Suprematizm ve Malevich

Ressamın ve heykeltıraşın doğadaki herhangi bir şeyi birebir aktarması fotoğrafın bulunmasıyla son bulur. Ressamlar akademik eğitimin gereksizliğini fark ederler. 19. yüzyılın ortalarından itibaren art arda görülen Romantizm, Sembolizm, Empresyonizm, Post-Empresyonizm, 20. yüzyıl başlarındaki Ekspresyonizm, Kübizm, Dadaizm vb. gibi akımlarla sanat artık eskisi gibi görünenlerin tasviri olmaktan çıkar. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler, hareketlilik, hız, zaman ve mesafe kavrayışı sonucu sanatçının da görevi değişir. Fotoğrafın doğadaki nesneleri belgelemesiyle sanatçılar da fotoğrafın yapamayacağı yeni arayışlar içine girerler. Endüstriyel ortamda iç dünyalarına yönelerek önce biçimi geri planda bırakıp renklerle kendi psikolojilerini daha sonra da nesneyi parçalayıp çeşitli açılardan görünüşlerini verirler. Parçalar birbirinden uzaklaşırken hacimsellik niteliği dağılır, tanınabilirliği kalmaz ve yeni resim öğeleri ile sanata da yenilik gelir. Dış dünya ile resim arasında bir ilişki kurulur. Endüstri ürünleri tuval üzerinde kolaj tekniğiyle geometrik düzenlemeler içinde kullanılırken gerçekteki fonksiyonunu yitirir. Nesne hem boyanır hem de yapıştırılarak kendi görüntüsünün yerini alır. Sanatçılar nesnelerin görünüşlerinin ötesinde enerjilerinin, hızlarının, kuvvetlerinin ve etkilerinin de olduğunu ama görüntü biçimlerinin bunları yansıtamadığını düşünürler.

3 Mayıs 2009 Pazar

Düşlerle Karışan Mitolojik Düşünce Parçaları 2

Bağlamış sandalları ayaklarına, uçabilsin diye hızla. Ulaştırabilmek için haberleri sona erdirecek dertleri. Değnek, Hades'in görünmez başlığı ve zehirli oklar yanındayken kimse çıkamaz karşısına şakacı Hermes'in. Hisseder ölümlüler tanrısallığı gök gözlü Athena yalvarınca babasına. Yumuşar yüreği Zeus'un acı çeken ölümlülere. Hermes görünür düşlerde bir ölümlüye haber iletmek için.

Çoktan sona erince akşam, parmakların arasına alınan ay yükselince en tepede, Hypnos sarar tüm şehri görkemiyle, karşı konulmaz, erişilmez gücüyle. Bitince karanlıklar, kraliçenin enerjisi, geçecek hırçınlık sakinliğin yerine. Titreyecek eller, boş bakacak gözler koşmak isteyecek yine uykuya ayaklar.

Uyutur büyüleyerek Hypnos gün doğana dek. Çalana kadar kapıyı tatlı neşeler. Uyandırır yeşil yapraklı dallar hışırtıyla cama dayanarak, Helios en tepedeyken. Kucak açar güzel günler, tasasız gülüşler, coşkulu, sevinçli. Masumiyet el ele mutlu düşlerle. Kuş açar kanatlarını derinliğine göklerin. Gökler yol verir gülerek sevimli gidişine.

2 Mayıs 2009 Cumartesi

Düşlerle Karışan Mitolojik Düşünce Parçaları 1

Ne güzeldir yaşamak Beethoven'in dokuzuncu senfonisinde. Ne güzeldir Rimbaud'nun Nietzsche'nin dizelerinde. Ne güzeldir ruh hallerini yansıtan satırlarda. Ne coşkuludur Van Gogh'un renklerinde, Dionysos'un şenliklerinde. Ne güzeldir Miro'nun, Friedrich'in, Klee'nin, Chirico'nun düşselliginde. Ne güzeldir yaşamak içine çeken Oneiros'ta.

Felsefe okullarında tartışılan gerçek. Yaşam ve anlamı. Bağlanınca körü körüne eskiye ve yeniye. Geçmiş ve gelecek arasında dönüp durmak çemberin içinde ya da safdışı birakıp aklı -Nietzsche gibi- içgüdülerle yaşamak sadece.

Penelope'nin gündüz örüp gece söktüğü bir türlü tamamlanamayan bezi gibi bahaneler uydurmak istenmeyenlere. Kurduğu, yarattığı kapalı evreninde önce kendini kandırır mazaretler üreten. Gün gelir ne kendisi ne de başkaları yutmaz olur tüm bunları. Yüzleşmek gerekir korkularla dışsal bir değişim etkisini göstermeden...

30 Nisan 2009 Perşembe

Fragmanlar 2

Bazen sözcükler nesneleri yansıtmakta yetersiz kalır. O zaman başka ifadelere başvurulabilir. Belki renklere ve ezgilere.

Sevgi bir karıncayı incitmemekse hangi insan bunu başarmıştır? Karıncayı incitmeden ama kendini de.

Şeylere başka gözlerle ve farkındalıkla bakıldığında, yepyeni ve keşfedilmemiş gibi görünürler.

Hayat kendiyle ilgili gizlerin açığa çıkarılmasını bekliyor ve zaman zaman çok kolay bir şekilde bunu sunuyor. Ancak her insan aynı şekilde ve çıplaklığıyla onu görüp alamıyor.

Her zaman kaybetmiş ve kaybolmuş olarak ömrünü geçirdiğini duyumsayan ruhlar vardır. Kendini çaresiz hisseden, tutundukları bir şey olmayan, derin bir melankoli içindeki bu ruhlar amaçsızca ve sessizce kozmosta varoluşlarını sürdürürler...

27 Nisan 2009 Pazartesi

Fragmanlar 1

Kitaplar bazı kişiler için büyük önem taşırlar. Sevilen kitaplardan birini bir süre başkasına verip ayrı kaldıktan sonra tekrar kavuşunca hissedilenleri tarif etmek güçtür. Bazı kitaplar barındırdıklarıyla insanı bulunulan ortamdan alıp, hiç gitmediği, bilmediği, hayalini bile kurmadığı dünyalara girmesini sağlar. Bu düşsel ortamlara dalma sanki bir boyut değiştirme, zaman kavramından sıyrılma, ölçüsüzce kahkaha, umutsuzluk, kendinden geçercesine ağlama, çevrede olup bitenlerden tamamıyla kopma gibi hisler içinde olmaya neden olabilir.

Bireysellik toplum içinde fazla itibarlı değildir. Oysa toplumları oluşturan bireylerdir. Fertlerde bireysellik bilinci oluşsaydı, toplum içinde de daha iyi standartlarda bir yaşam kalitesi olabilirdi. Herkes konuşurken aynı kalıplaşmış sözleri kullanmaz, davranışları ve olaylara tepkileri birbirinin aynı olmazdı. Birey olmanın bilinciyle kendi fikirleri olur ama bunları insanlara zorla kabul ettirmeye çalışmadan onlarla paylaşırdı. Bu çeşitliliği getirirdi. Çeşitliliğin, alternatif düşüncelerin ve yaşantıların ardından hoş görü gelirdi. Ancak kendini birey olarak göremeyenlerin ne kadar hoş görülü olabilecekleri tartışılır. Bireysellikten kastedilen toplumdışı olmak değildi -kişi bunu da tercih edebilir-. İnsanlar kendileri için bir şeyler yapsalar, kendilerini geliştirip tanımaya çalışsalar çevrelerindekilerle olan ilişkileri de daha iyi yürürdü. Kendinden başlayarak topluma yayılan zincirleme gelişmeler söz konusu olabilirdi...

25 Nisan 2009 Cumartesi

Yıldızlı Gece

Vincent van Gogh'un en bilinen resimlerinden biri Yıldızlı Gece. Boyaları palette karıştırmadan doğrudan tüplerinden tuval üzerine sıktığı bilinen Van Gogh bu resminde de aynı tekniği uygular. Kalın ve kaba fırça vuruşlarıyla tonlamalar ve koyu lekelerle göz alıcı, son derece etkileyici ve farklı bir yaz gecesi manzarasına imza atar. Bir mektubunda "Gece manzaralarını ve gece ortamının özelliklerini, gecenin gerçek karanlığı içinde ve yerinde tuvale aktarma sorunu beni her taraftan kuşatmakta" diye yazar. Gökyüzündeki yıldızlara gitmek için ölümün bir araç olduğunu belirtir. Ölümle ulaşılan yıldızların erişilir olabileceğini düşünür. Gece karanlıktır, korkudur, ölümdür, uykudur, yalnızlıktır, hüzündür. Yine de umutsuzluk algılanmaz. Çünkü ölümü kötü olarak değerlendirmez.


Vincent van Gogh, Yıldızlı Gece, Haziran 1889, tuval üzerine yağlıboya, 73.7 cm × 92.1 cm, Modern Sanat Müzesi, New York

Van Gogh 1889 Nisan'ında St. Rémy'de St-Paul-de-Mausole akıl hastanesine yatar. O dönemde kırlara çıkıp resimler yapar. Hayal gücüne dayanarak yaptığı 'Yıldızlı Gece'de ise ön planda koyu lekelerle oluşturulmuş büyük bir servi ağacı, geri planda bir köy ve köyün gerisinde zeytinlikler ile dağlar, resmin büyük bölümünü kaplayan kavisli fırça vuruşlarıyla belirginleşen ışıltılı bir hilal şeklinde ayla, irili ufaklı on bir yıldızlı göğün altında uzanır. Sanatçı en evdiği sarı renge ay ve yıldızlarda  belirgin bir şekilde yer vermiş. Ve onları daha açık tonlu sarı hareler ile çevrelemiş. Yok olan ve yenilenen kozmik evren düşüncesiyle büyülenen Van Gogh'un diğer resimlerinde olduğu gibi 'Yıldızlı Gece'de de helezonlar, kıvrımlar dikkat çekerken sanki her şey hareket ediyormuş gibi bir algıya da neden olur. Ayrıca bu hareketlilik denizdeki anaforu da andırır. Nasa’nın hazırladığı bir videodaki okyanuslardaki akıntıların görüntüleri ‘Yıldızlı Gece’'nin girdaba kapılıp her şeyin döndüğü gökyüzüne benzer. Sanki resim birazdan canlanacak gibidir. Gecenin o kendine özgü esrarengiz ve hafif esintili havasında, zeytin ağaçlarından gelen kokuyu duyarmış ve ışık saçan yıldızlar altındaymış gibi bir his uyandırır. Resim tüm bu özelliklerinden dolayı, 19. yüzyılda yapılmış olsa da zamansız bir başyapıt olarak yüzyıllar sonrasına bile etkisini taşıyacaktır.


 
 Doctor Who - Vincent and the Doctor

Van Gogh ile ilgili diğer yazılarım:

19. Yüzyıl Melankoliği: Van Gogh
Loving Vincent
Van Gogh Kızları
Sanatçı, Sembol ve Algı
Sembolist Manzara
Van Gogh’un Kaygısı
Vincent van Gogh'un ilk dönem resimlerinden: 'Patates Yiyenler'
Empresyonizme İlk Tepkiler 
19. Yüzyıl Batı Resminde Melankoli 

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.   Creative Commons License

18 Nisan 2009 Cumartesi

Her Yerde Miro


Üzerine Miro motifleri işlediğim süeterim :) Sanırım 6-7 yıl oldu yapalı.  Önceki kayıtta da komodin vardı.   Dolap, tepsi ve jean de boyamıştım çok eskiden.

15 Nisan 2009 Çarşamba

Düşünce Parçaları


💭 İyi ki gerçeğin keskinliği gün geçtikçe hayale dönüşüyor yoksa katlanılamazdı.

💭 Vizyonsuz ve tek taraflı değerlendirmeler öznel kalmaya mahkumdur.
 

💭 Herhangi bir yeteneği olmayan kişi üretenleri kıskanarak üretilenleri hor görür. Yeteneksizliğinin ve şanssızlığının acısını başkalarının ürettiklerini küçümseyerek çıkarmak ister. Kendi doğrularını gerçek sanıp aldanır.

💭 Her insan kendini dünyanın merkezi sanır ve önemser. Öyle olmasa yaşayabilmesi zorlaşır.

💭 Başkasını bir hatası, davranışı, yaşam şekli ve inandıkları yüzünden eleştiren kişi o şeyi yaşamadan bu dünyadan ayrılmaz.

💭 Fikrini söyleyen kişinin dikkat etmesi gereken şey karşısındakini üzmeden ve kırmadan bunu yapabilmesidir. Çok ince bir çizgi vardır. Çoğunluk inceliktense dobralığı tercih eder. Sadece kendi söylediğine bakar ve dürüstlüğüyle övünür.

💭 Kendini bulmak herkese göre değişen bir şeydir. Bu konuda tek bir yoldan söz etmek doğru olmaz. Kimi hayatın içine atılır sonradan bunun gereksizliğini anlar. Kimi de saklı kalır, sürekli çelişki içinde olsa da.

💭 Belki de en mutlu insan uğrunda yaşamaya değecek derin bir fikri olandır.

Nalan Yılmaz. 2007

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

8 Nisan 2009 Çarşamba

Düşler Gecesinden Yansıyanlar - 2

Bilinmeyen, görünmeyen peşindekileri doğa alıngan ve sitemli bir şekilde çağırır ‘ben buradayım hadi gör, görmeden beni ulaşamazsın öteye, önce beni hisset sonra ötesini’.

Kahin midir şair Rimbaud’nun dediği gibi rotası bilinmeyene doğru coşkulu bir denizci midir engin denizlerde kaybolma pahasına? Ulaşacak mıdır öze gelişmiş ruhunda?

Kulaklar seslere tıkalı olsa da sadece vızıltı olarak ulaşsa da sesler bazen bu vızıltılardır derin yaralar açan.

Düşüncelerin cisimlenişi ve coşkunun dans edişi düşlerle başka dünyalar açılır insan.

Bilinmeyene koşmak ya da beklemek risk değil mi? Düşecek mi göklerden paketlenmemiş özgür bilgiler?
İstenmeyen sesler kulakta, gülmeyen ağız suratta, nahoş görüntüler gözlerdeyken yıldızlar saklanmış gök gürlemek üzereyken görünmeyen düşlerden derinlerden hiçlikten fırlamış gibi birden çakıverir şimşekler. Öyküsüdür bu belirsizliğin gecesinde kötülüklerin.

Dönerken herkes gibi nerede ve ne için olduğunun farkında değilken düşün öğrendiğin her şeyi. Masalları, hikayeleri belki saklıyordur gerçeği. Kafdağına uçan kuşlar nasıl simurgu kendilerinde bulursa insanın da uçuşu kendine.

6 Nisan 2009 Pazartesi

Düşler Gecesinden Yansıyanlar - 1

Bazıları bir şey olmak, bir şey yapmak, kalıcı olmak isteği içinde olmazlar. Bu hem acı hem de mutluluk verir. Sadece insan denen garip yaratığın nereden gelip nereye gittiğini ve tüm oluşumları, yaşananları bilmek isterler. Geçmişten geleceğe akış içinde olanları eylemde bulunmadan takip etmektir yaptıkları. Düşüncelerde dolaşıp ışık hızıyla çağlar öncesinden sonsuzluğa gitmek. Bir şair gibi olmayacak, yan yana gelmeyecek nesneler, olaylar arasında bağlar kurarak, açığa çıkmamışlara hayranlık duyup her yerde, her şeyde, görünende, olanda, olmayanda estetik, uyum, denge ve sadelik ararlar.

Geceden sabaha yarı ölü gibi uykuda geçer. Gece uyurken başka uyanıkken başka düşler gördürür. Çağırır, çılgınca koşmanı ister söylenmemiş şarkıların içine, rengarenk seslerden gelen melodinin duyulduğu sık ormanlara. Ormanların içinde kendinden geçirten coşkuyla dans eden, eğlenen, ziyafet içindeki görünümleriyle açığa çıkan yaratıcılığı izlemeni ister. Baloya davetli bir genç kız gibi en güzel elbisesini giymiş, en göz alıcı takılarını takınmış, ferahlatan kokusunu sürmüştür gece. Sarsıcı, büyüleyici ve hüzün verici bir güzellik içinde çağırır her halini göstererek. Tapınakların kapılarında içeri girmeye izin vermeyen muhafız sfenksler ve kardeşleri onlardan daha korkunç hazine koruyucu kuş başlı kanatlı grifonlar, rastlantıyı gözleyen ruhlar, aşağıda kalmış mor dağlara, sütunlu yollara bakarken, kerberosun kapısında durduğu yeryüzünün derinliklerinden gelen sirenler kadar etkileyici iniltiler, kaba saba, kavgacı, yarı at yarı insan kentauroslar deli gibi kaçıyorlar kovalayandan. Bütün oluşumlarını göstermeye niyetli gece. İçindeki yaratıklara küstüğünde bile...

4 Nisan 2009 Cumartesi

Tasarım Ürünü Sanat Eseri midir? - 2

Optik Sanat
Endüstriyel tasarımda 1950'lerde stil, 1960'larda fonksiyon, 1970'lerde estetik, 1980'lerde anlam, 1990'larda ise bireysel sunumlar ve deneysellik önem kazanır. Yakın geçmişe kadar dizaynda sadece kullanılabilirlik aranırken gittikçe ilk sıraya biçim yerleşir. Optik Sanat, Pop-art, Postmodernizm, Kitsch alternatif modeller olarak ortaya çıkar. 1950’lerde bireysel veya grup içinde bazı sanatçıların çalışmaları olsa da 1960'lıyıllarda gelişme gösteren Optik Sanat’ta renklerden, çizgilerden ve biçimlerden yararlanarak izleyende görsel tepkiler uyandırmak amaçlanır. 1960’lı yılların akımı ve kente özgü olan Pop-art’ta çok renklilik ve Dada’daki gibi herhangi bir hazıryapım eşyanın etkileyiciliği vurgulanırken ve sanat eseri gibi sunulurken, 1970'lerde moderne tepkili Postmodernizm’de minimalist formlarla süsleme bir araya getirilir. Bu hayatın her alanındaki kullanım eşyalarına yayılır. Modern anlayış kırıldıkça tarihselliğe dönüş başlar. Eski biçimlerden esinlenerek yenileri oluşturulur. İroniyle Kitsch’e ulaşan tasarımlar söz konusu olur. Tüm davranış ve eğilimler, her türlü biçim ve öğe sonuna kadar kullanılır.

3 Nisan 2009 Cuma

Tasarım Ürünü Sanat Eseri midir? - 1

Ortaçağ’da Avrupa’da önemli sanat projeleri, genellikle kiliseler ve tarikatlar tarafından yarı dinsel meslek örgütleri olan loncalara yaptırılır. Kurumların yetkilileri sipariş edilen resim, heykel, vitray, minyatürlü el yazmalarını ustalara hazırlatıp onları denetler. Bir usta kentin yönetiminde sözü geçen bu derneklere alınabilmek için kendi alanındaki becerisini göstermelidir. Bunu yaptığında dükkan açıp çırak tutabilir ve siparişleri kabul edebilir. Rönesans ile sert ve disiplinli loncalar yerini atölyelere bırakır ve sanat zanaatçı ayrımı başlar. Resim, heykel ve müzikle uğraşanlar ön plana çıkarken zanaatçılar önemsizleşir.

19. yüzyılda akademik stilciliğe karşı olan Romantizmin ‘sanat sanat içindir’ söyleminde sanatın herhangi bir amacı olması gerekmediği, sadece kendi hizmetinde olduğu fikri geçerlilik kazanır. Böylece bağımsız sanat kavramı gündeme gelir. Ancak hiçbir sanat akımı ve düşünce sistemi uzun süreli olmaz. Geride kalıp yerini yeni anlayışlara bırakır. Yüzyılın ikinci yarısında endüstrileşme sonucunda beliren yeni kültürde eski biçim anlayışıyla yeni teknolojiye uygun ürün meydana getirilmeye çalışılır. Bu tür ürünlerde uyumsuzluk, taklit, içeriksiz bir özentilik, teknik ve sanatsal yetersizlik kısacası Kitsch denilen zevksizlik göze batar. Öte yandan sanat hala belirli bir kesimin ulaşabileceği değerli bir şeydir. Bu duruma bilinçli veya bilinçsiz tepkiler olur. Daha ucuza sanat eseri alma isteği doğar.

25 Mart 2009 Çarşamba

Aldatıcı Duyumlar ve Ruhsal Durumla Şekillenen Tekinsiz Sanılar

Bilgi edinme konusunda çok açgözlü olan insanlar vardır. Bir konuda uzmanlaşmaktansa pek çok konu hakkında bilgi sahibi olmayı, hayatının sonuna kadar öğrenen tarafta olmayı seçen bu kişilere öğrenmek yaşama sevinci verir. Yeryüzünde keşfedilebilecek pek çok yer, sanatçı, kitap, eser, müzik ve insan olduğunu bilmek verir. İçeride ve dışarıda yapılabilecek yolculukların fazlalığı bu tür insanları şaşırtır. Bazıları genellikle içten çok dış yolculukları tercih edip sosyal olması gerektiğini düşünerek yalnızlığından kaçınır. İçsel zenginliğin farkına varamayan, içinde hiçbir şeyle karşılaşmayacağına inanan kişi kendini bilmekten korkar.

Bazen denize taş atinca yankisini duyamaz insan. Zaman içinde taş atmaya devam eder sesini duymak için degil sadece bir eylemde bulunmak için. Ama bu daha da yalnizlaştirir ve kendine döndürür...

20 Mart 2009 Cuma

Giorgio de Chirico'nun Resimlerinde Melankoli

Resim sanatında melankoli bir konu olmasının yanında tasvir edilen figürün ruh halidir ya da izleyende bıraktığı etkidir. Eski Yunan resminde de 20. yüzyıl resminde de bu tür bir figüre rastlanabilir. Bu resimler insanın içinde bulunduğu trajedinin sanatçıda uyandırdığı durumu ortaya koyar. Ortaçağ’da karışık, karanlık ve dini baskılar altındaki ortamda sanatçılarda bu trajikliği yansıtan yapıtlar üretirler. Kuzey ülkelerinin sanatçıları dönemin insanlarının ruh hallerini, acılı ve gülünç hallerini düşlerle besleyerek aktarırlar. Romantik ressamlar da yaşadıkları çağdan memnun olmayıp geçmişe özlem duyarlar, düşlere ve doğaya yönelirler. Doğanın görkemini ve insanın doğa karşısında güçsüzlüğünü, çaresizliğini konu olarak seçerler. Sembolist ressamlarda düşler ve hayallerden yola çıkarak simgesel bir ifade kullanırlar. Onlar için ruh ve melankoli iki önemli unsur olur. Doğanın ruhunu verirken çağrışımlara ve sembollere başvururlar. Her sanatçı kendi gördükleri, yaşadıklarını, edebiyattan aldıklarını, imgelem ve düş gücüyle bir araya getirip ifade eder. Munch renklerle veya bir takım duruşlar ve pozlarla ruhsal sıkıntıları simgesel olarak verir...

17 Mart 2009 Salı

Bilinemeyenin Etrafında Dolaşan Belirsizlik

Bazı kadınlar Pygmalion'un özenle yaptığı ve canlanmasını istediği kadın heykelinin canlı hali gibidirler. Bu kadınlar maddeselin önemli olduğu bu dünyada bedenen olabilecek mükemmelliğin en üst konumunu temsil ederler. Bu durum yaşamlarını ve istediklerine ulaşmayı kolaylaştırıcı, şans getirici olabileceği gibi zorlaştırabilir de. Kadın bedeninin güzel olması madde -yaşanılan- dünyasında, daha önce kurgu olmuş olsa bile enerjiden maddeye dönüşmüş bu boyutta tercih edilendir ve görsel olarak herhangi bir kusuru olmayan kadın bu anlamda donanımlı olarak gelmiştir. Çağlar boyunca göze güzel görünen kabul görmüştür. Sadece kadın değil ikinci planda olsa da erkek bedeni de düzgün ve estetik değerler içinde olmalıydı. İster insan bedeni için olsun ister bir sanat eseri için, ister günlük kullanım eşyası için ya da doğada olsun uyum, denge, düzgünlük, parçaların bir araya gelip bütünlüğü oluşturması ve bunun buraktığı etki sonsuzluğu ve yaratım gücünü çağrıştırır. Ne var ki bu sıkıcı olabilir. Şaşırtıcı, yadırgatıcı ve rahatsızlık verici bile olsa uyumsuz, asimetrik, parça halinde hoş ama bütünde ifadesiz, anlamsız ve biçimsiz nesneler farklılık ve çeşitlilik getirebileceği için coşkuya ve canlılığa neden olup tekdüzelikten uzaklaştırabilir.

15 Mart 2009 Pazar

Ekspresyonizm ve Ernst Ludwig Kirchner'ın Melankolisi

19. yüzyılın ikinci yarısı kültürel, toplumsal ve bilimsel alanda gelişmelerin görüldüğü aynı zamanda sıkıntıların ve kaygıların arttığı bir dönem. Pozivitizm ve materyalist anlayış radikal değişimlere ve kopuşlara zemin hazırlar. Sanatçılar çağın bunalımını algılarına ve öngörülerine göre yorumlarlar. Kaygıların boşuna olmadığı 20. yüzyılın başlarında anlaşılır. Yüzyılın ilk yarısına damgasını vuran savaşlar ve geleceğin belirsizliği duyarlı sanatçıların yaşantılarını ve sanatlarını derinden etkiler. Savaşlar sanatçılarda gerginliğe ve umutsuzluğa yol açar. Artık bambaşka bir çağ söz konusudur. İçe gömülüp karamsar ve hüzünlü anlatımdan çıkan sanatçılar her şeye başkaldırmaya başlar.

Özellikle Ekspresyonistler girilen dönemin karışıklığını, kitle bilincinin baskısını, endüstrinin kendi gereksinimlerine göre oluşturduğu kent içinde yabancılaşmış, şaşkın, her türlü ilişkiden kopup iç dünyasına kapanmış ve varoluş korkusuna kapılmış insanının huzursuzluğunu, hoşnutsuzluğunu, hayal kırıklığını, kent yaşamının hareketliliğini ve hızını portrelerinde ve resimlerinde dışa vururlar. Burjuvanın karşısında yer alıp, düzenin kıyısındakilerin, ezilmişlerin ve yoksulların yanında olurlar. Ruhun önemini göstermeye çalışıp, yaşanan zamanda bunun unutulduğunu ve bir yıkıma doğru gidildiğini düşünürler. Yalana ve ikiyüzlülüğe karşı çıkarlar. Kayıtsızlık yüzünden dünyada gelişen çirkinlikleri yüceltmek için değil ona isyan etmek için resmederler. Estetik açıdan tam ve doğru bir ifade yerine psikolojik durumları, bilinçaltındakileri, iç sıkıntıları ve acıları deformasyona uğrayan figürler ve nesnelerle görünür kılarlar. Dünyayı yeniden oluşturmak isterler. Dostoyevski’nin, Nietzsche’nin ve Kafka’nın insanın çıkmazlarının, tinsel ve varoluşsal sorunlarının irdelendiği fikirsel ve edebi açıklamalarını ekspresyonistler resimleriyle verirler. Fütüristler ise tam tersine umutludurlar. Modern hayata, makinenin gücüne ve hıza olan hayranlıklarını, yeniliklere olumlu yaklaşımlarını manifestolarında ve işlerinde görmek mümkündür.

8 Mart 2009 Pazar

Septik Deyişler

İnsanlar neden belirledikleri durumun esiri olup kurallarla yaşamak zorunda kalmıştı? Duygular bastırılmış, isteklerin pek azının gerçekleşmesine izin verilmişti. Kötüden kaçış mı bunları belirlemişti? İyi ve kötü kime ve neye göre iyi ve kötüydü? İnsan içindeki duyguların ve dürtülerin hangisini neye göre açığa çıkarıyordu? Bu onun elinde olmayınca deli mi oluyordu? Onu yöneten kendisi mi yoksa sadece bir zerresi olduğu başka, çok güçlü, benzersiz, sonsuz, sınırsız bir varlık mıydı? Bütün, onun parçaları ve yansımaları. Hep bu noktaya varılıyordu. Evrendeki her varlık kendi içinde önemliydi ve bütüne hizmet ediyordu.

Kafası sürekli meşgul olan kişinin yeni öğrendikleri onu başka bilgilere götürür. Bunun sonu yoktur. Bir konu üzerinde uzmanlaşmak, bir konuya odaklanmak sınırsız bilgiyi ıskalayabilir. Uygarlıkların gelişmesini ve devamlılığını sağlayan geçmişten gelen bilgileri edinip geleceğe yönelik ürünler ortaya koyabilmek gerekir. Aslında her şey bulunulan andan ibarettir ve düşüncenin ürünüdür. Geçmiş ve gelecek dünya üzerinde sınırlı algılaması olanlar için geçerlidir. Ancak başka boyutların ve düzenlerin farkına varmak için metotların bilinmesi gerekir. İçten gelenlere, sezgiye, altıncı hisse inanma ve kendine güvenip sorduğu bütün soruların cevabını kendinde bulabileceğini bilmesiyle ve doğadaki her varlığın büyüleyici yanının bulunduğunu anlamasıyla ve kendini doğaya bırakmakla belki aşama kaydedilir...

5 Mart 2009 Perşembe

Melankolik Kent: İstanbul

Her mevsimde ayrı bir güzellikte olan İstanbul'un tam anlamıyla içine girmeden onu seyretmek daha hoş geliyor bazen. İnsanların metropolde yaşamanın gereklerini yerine getirmedeki umursamazlığı sinir bozucu. Doğduğu yerlerden göç edenlerin kentin düzenine uyması icap ederken, gelen önceden alıştığı yaşam tarzını da beraberinde getiriyor. Tamam çeşitliliğe diyeceğim bir şey yok ama kişilerin önce kendine, sonra karşısındakine saygısıyla; düşünceli davranışlarıyla ve uzun bir geçmişe sahip kente karşı özenli tutumuyla kültürel zenginliğe ulaşılabilir. Başkasını rahatsız etmediği, şehrin dokusuna zarar vermediği sürece herkes istediği gibi yaşama hakkına sahip elbette. Büyük kentin göç ve nüfus yoğunluğuyla beraber trafik, düzensiz ve fazla yapılaşma sorunları da var. Bunun yanında kargaşa, uyumsuz şeylerin bir araya gelişiyle kendini gösteren zevksizlik, çeşitli kokular, bunaltıcı nemli hava da var. Hiçbir suçu olmayan, sadece sessizce ama hüzünle tanıklığını sürdüren İstanbul'un gün geçtikçe yıprandığını görmek üzüntü verici. Yine de doğduğum, büyüdüğüm, yaşadığım ve keşfedebilecek farklı yaşantıların sürdürüldüğü sokakları olan, karmaşık, kozmopolit, monotonluktan uzak, büyülü, esrarengiz, tarihinden ve sanatından kopmadan geleceğe ulaşmaya çalışan ve tam anlamıyla yaşayan bu kentte ömür tüketmekten memnunum. Kısa süreli uzaklaşmalar iyi geliyor ama dönüp dolaşıp geleceğim yer yine İstanbul. Bir de Konstantinos Kavafis'in çok güzel ifade ettiği gibi "gidip gidebileceğim tek yer"de bu kent...

2 Mart 2009 Pazartesi

İllüstrasyon


https://www.etsy.com/shop/MatiRoseStudio?ref=l2-shopheader-name
Lauren Alexander, Saige Roberts, Mati Rose Mcdonough,   illüstrasyonlarını ve resimlerini beğeniyorum; favorim Saige Roberts. Bu isimler Amerikalı ve 30  lu yaşlarındalar. Bloglarından ve sitelerinden anladığım kadarıyla aileleriyle birlikte sanatla iç içe geçen mütevazi bir yaşamları var. Her birinin ayrı bir üslubu ve tekniği olsa da sezgileri, hayalgüçleri, renk seçimleri ve sade çizimleriyle etkilendikleri şeyleri yansıtıyorlar.

Bazen renklerin uyandırdığı neşeyle birlikte hafif bir hüzün de hissediliyor yine de karamsarlık yok. Hayatın karmaşası ve hızı içinde fark edilemeyenleri gösteren bir iletkense sanatçı onlarda bunu yapıyorlar. Özgünlüklerini teknikleriyle de ortaya koyuyorlar. İşlerini farklı nesnelerle zenginleştiriyorlar: kağıt, ahşap, tual gibi malzemeler üzerine kalem, mürekkep, akrilik, suluboya, pastel boyalar ve çeşitli objelerle kolajlar... Herhangi bir sınır da yok. İngilterede yaşayan Sascalia adlı sanatçının çizimleri de ilgimi çekti. Gerçeklikleri hayal aleminin süzgecinden geçiren ve karşıtlıkların keskin hatlarını yumuşatan illustrasyonları ve resimleri seviyorum.

***** Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License 

27 Şubat 2009 Cuma

Van Gogh’un Kaygısı

1880 yılında Belçika’dan kardeşi Theo’ya yazdığı mektuptan:
"Nasıl yararlı olabilirim dünyaya? Bir amaca hizmet etmem, iyi bir şeyler yapmam olası mı? Daha çok öğrenmenin, kimi konuları daha derinden incelemenin yollarını nasıl bulabilirim? Görüyorsun, hiç durmadan kafamı meşgul eden bu. derken kendimi yoksulluk yüzünden dört yanımdan kuşatılmış hissediyorum, ulaşamayacağım kadar uzakta olan belirli işlerin gerekli şeylerin dışına itildiğimi duyuyorum. Melankoliden kurtulamamamın nedenlerinden biri bu işte; sonra dostluğun, güçlü, ciddi sevgilerin olabileceği yerde bir boşluk buluyor insan içinde, moral enerjisini kemiren bir düş kırıklığı duyuyor; sanki yazgı, sevecenlik içgüdülerine karşı bir barikat kurmuş, içimde bir iğrenme seli yükselip beni boğacak gibi oluyor ve haykırıyorsun: Daha ne kadar sürecek bu Tanrım!...

…Tembellikten, karakter zayıflığından ve ruhsal boşluktan dolayı işe yaramaz insanlar vardır. Beni öyle biri olarak görmezsen sevinirim. Başka nedenlerle, bir işe yaramayan insanlar da olabilir. Faydalı olabilmeyi gerçekten isteyen ama tutuk oldukları, yaratıcı olmak için gerekenlere sahip olmadıkları, belki kötü kaderleri öyle istediği ve bir şey yapmak tümüyle imkansız olduğu için hiçbir şey yapamayan insanlar da vardır; böyle bir insan, ne yapabileceğini kendisi de bilemez, içgüdüsel olarak şunu hisseder: Durumumu değerlendirebiliyorum, iyi sayılırım. Bambaşka bir insan olabileceğimi biliyorum. Neyle uğraşmalıyım, neye hizmet etmeliyim? içimde bir şey var ama nedir? Bu farklı bir işe yaramazdır. İstersen beni onlardan biri kabul edebilirsin...

23 Şubat 2009 Pazartesi

Sanat Eseri Olan İnsan Hayatı

İnsan kendi kendisini oluştururken sanat eserine dönüşmez mi? Somut bir üretimde bulunmasa da yaşamı boyunca acı, sıkıntı, hüzün, mutluluk, neşe ve sevinç içinde olmamış mıdır? Sadece var olmanın altında çaresizliği duyumsamamış mıdır? Sanat yalnızca insanın belirli somut araçlar kullanarak ortaya çıkardığı bir üretim midir? Yaşayarak ve var olarak da durmadan kendini üreten insanın yaptığı bütün sanat eserlerinden üstün değil midir?

Normal bir sanat eserinde yetkinlik, özgünlük, içtenlik, özen, yeni bir şeyleri yeni bir tarzda sunmak ve nitelik önemliyken burada iyi veya kötü sunuş önemli değildir. Onun sanat olduğu ancak dışına çıkıldığında anlaşılabilir. Hiçlik ve boşluk içindeyken. Aynı zamanda yadsımayla; yaşantıyı, var olmayı, iyi ve kötü olarak adlandırılan her düşünceyi, kavramı ve eylemi.

İnsan yaşamının ya da yaşantılarının sanat olmasından kastedilen performans sanatı ya da tiyatro değil. Bu tür sanatlar da diğer insan eylemleri gibidir. Elbette insan tasarılarını ve düşüncelerini eyleme dönüştürme ve böylece kendi gelişimini sürdürebilme kaygısını taşır. Yaşantıların oluşabilmesi için de sürekli bir eylem gerekir hiçliğin ve yokluğun karşıtı olarak. Yine de eylem tek başına belirleyici değildir.

Yaşantıların toplamıyla oluşan insan hayatı bile, sanat olsa ne çıkar olmasa ne çıkar. Hoş olan ve zevk duyulan her şey gibi uyumsuzluğun ve başkaldırının da vardığı nokta ölüm olduktan sonra. Hiçbir haz, hiçbir keyif, hatta daha derin ve iz bırakıcı olsa da hiçbir mutluluk kalıcı değildir. Ve an dışında bir zaman da yoktur.

Nalan Yılmaz, Sanat Üzerine Düşünceler, 2 Haziran 2003, Hürriyet, Agora


Benzer yazılar:

Resim Üzerine Düşünceler 
Sınırları Kaldırandır Sanat 
Sanatçı Kimdir?

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.   Creative Commons License

22 Şubat 2009 Pazar

Sanatçı Kimdir?

Sanatçının üretimi tektir. Tıpkı bugüne kadar bir benzeri daha yaratılmamış insan gibi. Yüzyıllardır dünyaya gelen milyarlarca insanın birbirinden farklı olması gibi. Sanatçı yeni formlar ortaya koyar, eskileri tekrarlamaz ya da olanı değiştirir ve farklılaştırır.

Sanatçı değer taşıyan, benzeri olmayan bir çalışma içinde olandır. Bir eserin biçimlenmesi de becerinin, bilginin ve tekniğin ötesinde kendiliğinden gelen içten bir yetenek olan dehanın sayesindedir.


Sanatçı evren karşısındaki şaşkınlığını, hiçlik, güzellik ve onunla birlikte ölüm korkusunu coşkun bir şekilde kendini sezgilerine ve dehasına bırakarak bitmek bilmeyen bir çabayla ifadelendirmeye çalışandır.

Sanatçı sadece hoşa giden, estetiğe yönelik keyif alınabilecek ürünler değil sarsıcı, çarpıcı, kışkırtıcı, şaşırtıcı ve bir o kadar da düşündürücü eserler de oluşturandır. Sanatın tek amacı güzelliği yansıtmak ya da mesaj vermek değildir, olmamalıdır da.

21 Şubat 2009 Cumartesi

Sınırları Kaldırandır Sanat

İnsanlar maddeyle, zamanla ve mekanla sınırlandırılmışlardır. Van Gogh’un güneşine girip Dionysos’un peşine takıldıklarında sonsuzluğun tadına varabilirler. Sınırları kaldırandır sanat. Coşkuyla kendinden geçişle doğayla bütünleşme, kendi dışına çıkma ve kendini kaybetme isteği içinde olma yaşama karşı sevinç duygusunu getirir ve sanatsal üretimlere neden olur.

Dünyaya geldiği andan itibaren insan bir oyunun içinde yer alır. Zamanla başkalarının oyunundan çıkıp kendisininkini oluşturur. Amaçsız ve çıkarsız olarak sadece eğlenmek için oynar oyununu farkında olmasa da. Sanat da çıkarsızdır ancak yalnız ortaya çıkaranın değil başkalarının da hoşuna giden ve yaşam hakkında belirli bir bakış açısı ileten anlamlı bir üretim olduğu için oyundan farklıdır...

Her insanın kendine özgü yaşamındaki ve düşlerindeki alternatif sonsuz yaşantılarının olağanüstülüğü hayranlık uyandırır. Dünya içinde bambaşka dünyaları barındırır. İnsanın yaşantılarından, çevresindeki olaylara karşı tutumundan, sorgulamalarından, araştırmalarından, düşüncelerinden, duygularından, sezgilerinden ve içindeki sevgiden yola çıkarak kendini ifade etmesindeki ve bunun dünyayı zenginleştirmesindeki büyülü güce yani sanata şaşırmamak ve saygı duymamak mümkün değildir.

20 Şubat 2009 Cuma

Resim Üzerine Düşünceler

*Resim yapmak için yetenek, ilgi, eğitim, teknik bilgi ve çok çalışmak gereklidir. Ancak bunlar yeterli değildir. Geçmişteki ustaların yapıtları ve çağın gelişmeleri takip edilmeli, çevreyi, insanları, doğayı, olayları iyi gözlemlemeli ve daha önce söylenmemişi, fark edilmemişi yakalayıp ortaya konmamış bir tarz edinebilmeli, üslup oluşturabilmelidir. Doğada yer alan ağacı diğerleri gibi resmetmek değil kendi algılarından ve imgelerden yararlanarak yeni bir bakış katıp öznel olduğu kadar nesnelleştirebilmelidir. Resmin kendi içindeki ışık, renk, çizgi, leke, biçim öğeleri bir kompozisyon olarak bütünlük içinde ve dengeli bir şekilde verilmelidir. Resim mesaj vermek zorunda değildir. Kendi içinde uyumu yakalayabilmelidir...

10 Şubat 2009 Salı

Giorgio de Chirico’nun Metafizik Resimleri

Metafizik resmin kurucularından olan Giorgio de Chirico (1888-1978) Teselya’da dünyaya gelir. Arnold Böcklin’den ve Alman romantizminden etkilenir. Nietzsche ve Schopenhauer’in felsefesine ilgi duyar. Bu isimler Chirico’nun dünya ve sanat görüşlerinin belirlenmesinde önemlidir. Schiller doğa sanat birleşiminden söz eder: Gerçek bir sanat eseri doğa eseri gibi olmalıdır. Aklımızın sınırları içinde değildir, sınırsızdır. Belli bir üslupla açıklanamaz. Belli bir üsluba varabilmek için sanatçı doğayla yakınlık kurmalıdır.

İtalyan bir mühendisin oğludur. Yunanistan’da antik kültürle iç içe yaşar. Klasik Yunan sanatını inceleme fırsatı bulur. Atina Akademisi’nde ve Münih’te Böcklin Okulu’nda resim eğitimi görür. Mitolojik konulu çalışmalarına, manzaralarına mistik bir nitelik kazandıran ve ölüm temasını sıklıkla işleyen sembolist ressam

Schopenhauer ise sanat güzelliğinin doğa güzelliğinden üstün olduğunu savunur. Doğal güzellik rastlantısal ve beklenmedik bir uyumun meyvesidir. Sanat doğadan hareketle anlaşılmaz, tersine ideaların derinlemesine izlenmesiyle varlıkların ortaya çıkması sağlanır. Nietzsche sanatı tek metafizik varoluş biçimde yüceltir ve insanın varlığını sanat kavramı içinde görür. Gerçeğin bizi yok etmemesi için sanata sahip olduğumuzu ileri sürer. Sanat yaşamın kendisidir ve bir kurtuluştur. Bilinçaltında zamanlar birbirine karışır ve imgeler bir aradadır. Sanatı bilinçaltı verilerin imgesel dışavurumu olarak tanımlar. Chirico Nietzsche’nin bu düşüncelerini benimser ve onun keşfettiği yabancı, derin, sınırsız, ıssız ve yalnız bir şiirsellikten sonbahar akşamına benzeyen duyguyu tuvale aktardığı nesnelere vermeye çalışır. 

8 Şubat 2009 Pazar

Antik Çağda Anadolu'lu Filozoflar

Antik dönemde Yunan uygarlığının her alanında olduğu gibi düşünce ve felsefede de gelişme  olmuştur. Yunanlılar Eski Mısır ve Doğu uygarlıklarından etkilenerek yeni düşünce şeklini oluşturmuşlardır. Ancak felsefe belli bir kültürün sonucunda ortaya çıkmıştır. Yunanlı filozofların önemli isimleri Batı Anadolu toprakları üzerinde yaşamış ve öğretileri buradan Yunanistan'a geçmiştir. İyonya felsefesini Yunanistan'da Kolophonlu Ksenofanes yaymış ve bir felsefe ekolü kurmuştur. M.Ö. 6. yüzyılda İyonya'da aydın çevrelerde belli bir düşünce oluşmaya başlamış, çok tanrılı bir dinin kabul edildiği bir ortamda doğa olayları bu tanrıların gücüyle değil doğa kanunlarıyla açıklanmaya çalışılmıştır.

İyonya'da bilimi ön plana çıkaran doğa filozofları Efesos ve Miletos şehirlerinde yaşamışlardır. Miletoslu matematikçi, astronomi bilgini ve düşünür THALES her şeyin kaynağının su olduğunu ileri sürmüştür. İlk Yunanlı filozof olarak kabul edilen Thales 'şeylerin gerçeği insan değil sudur' demiştir ve dünyayı okyanus üzerinde yüzer olarak düşünmüştür. Ayrıca Anadolu kıyılarından görülen M.Ö 585 yılındaki güneş tutulmasını önceden hesaplayabilmiştir...

5 Şubat 2009 Perşembe

Antik Yunan'da Din

Heredot’a göre çok tanrılı Yunan Dini’nin yaratıcıları Homeros ve Hesiodos’tur. Ancak daha sonraları tanrı soyları ve efsanelerine yeni ekler yapılır ve yeni yorumlarla zenginleştirilir. Bazıları Dor’lar tarafından getirilmiştir. Yunan tanrıları insan hayatına karıştıklarından insanlaşmışlardır ama ölümsüzdürler.

Tanrılar Zeus'un etrafında bulunurlar. Olimpos Dağı mekanlarıdır. Zeus gök tanrısıdır; bulutlara, yağmura ve yıldırımlara egemendir. Zeus’un pek çok eşi olmuştur ama en önemlisi aynı zamanda kız kardeşi olan Hera’dır. Hera evliliğin ve gebeliğin koruyucusudur. Zeus’un aşklarına karışır ve onu rahat bırakmaz. Bilgelik ve savaş tanrıçası Athena Prometheus’un Zeus’un alnını baltayla yarması sonucu bu yarıktan zırhlara bürünmüş şekilde çıkmıştır. Genellikle Pallas Athena diye anılır. Hera Zeus’un alnından Athena’yı çıkarmasına öfkelenmiş ve kimseyle birlikte olmadan ateş ve demircilik tanrısı olan Hephaistos’u doğurmuştur. Hephaistos güzellik ve aşk tanrıçası Aphrodite’nin eşidir. Ama Aphoridite onu Ares’le aldatmıştır. Aşk tanrıçasının başka sevgilileri de olur. Genellikle üç güzeller diye anılan Kharitler, Horalar ve Eros tanrıçanın etrafındadırlar...

2 Şubat 2009 Pazartesi

Antik Yunan Tarihi

M.Ö. 3000 ortalarından M.Ö. 1200 yıllarına kadar Girit’te bir uygarlık bulunuyordu. Bu kültür M.Ö. II. binde özellikle Ege Bölgesi ve Boğazlar yoluyla Karadeniz’le, Balkanlar yoluyla Avrupa’yla, Anadolu yoluyla da Ön Asya ile ilişkideydi. Girit’in diğer kültürlerle ilişkisi ticari amaçlıydı. Girit’te M.Ö. 1400’lerden itibaren dışarıdan gelen istilalar sonucu bir gerileme görüldü. Akaların Girit’i istilası 300 yıl sürdü daha sonra Dorların göçleri başladı. Giritteki kültürün sona ermeye başladığı M.Ö 1500’lerde Peleponnes kıyısında Argos’ta Miken kültürü ortaya çıktı. Miken’de şehir devletleri tarafından idare edilen savaşçı bir toplum yaşıyordu. Miken kültürü Girit’tekilerden farklıdır ama bu kültürün etkilerini taşır.

Önce Girit sonra Miken kültürleri yayılarak önem kazanıyordu ama Yunan Tarihi ile bu kültürler arasında neredeyse hiç bağlantı yoktur. M.Ö. 13. yüzyıldan 8. yüzyıla kadar geçen dönemde Girit ve Miken izleri yok oldu. Dorlar kuzeyden güneye ilerleyip her şeyi kendi egemenlikleri altına alarak Aka ve Miken sülalelerinin izlerini yok ettiler. Akalar ve İyonlar Ege Denizi’ni geçerek Anadolu kıyılarına kaçtılar ve burada kıyı boyunca yerleşerek yeni İyon kentleri kurdular. Mikenlerin deniz üzerinden Kıbrıs ile Güney Anadolu’dan Doğu Akdeniz kıyılarına kadar ulaştıkları buralarda ortaya çıkan Miken buluntularıyla belgelenmiştir (1).

29 Ocak 2009 Perşembe

Sanat Kitabı

10 senedir arada bir göz gezdirdiğim 512 sayfalık bu kitapta A'dan Z'ye, farklı dönemlerden 500 önemli ressama ve heykeltıraşa yer verilmiş. arka sayfalarında ise teknik terimler sözlüğü, sanat akımları sözlüğü, müzeler ve galeriler rehberi ve kaynaklar bulunuyor. görselliğiyle etkileyen kitap kapsamlı ve tasarımı hoş. hem sanat uzmanları hem de plastik sanatlarla ilgilenenler için başvuru niteliğinde. 500 sanatçı hakkında kısa bilginin yanı sıra seçilen resmin veya heykelin kompozisyon özelliklerini ve resmin altında teknik bilgileri içeren bu büyük boyutlu kitap kapakla aynı tasarımda karton kutu içinde korunuyor. Orijinali Phaidon yayınlarından çıkan The Art Book, Türkçeye YEM yayınları tarafından kazandırılmış. 

500 sanatçı - 500 sanat eseri,  YEM yayın, 1996, 1. baskı, İstanbul (İngilizce baskı Phaidon Press 1994)

 *****Bu sayfadaki yazının ve fotoğrafların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir. Creative Commons License

26 Ocak 2009 Pazartesi

Marc Chagall'ın Masalsı Dünyası

Belarus-Beyaz Rusya sınırları içinde kalan Vitebsk kasabası yakınlarında doğan ve asıl ismi Moshe Shagal olan Marc Chagall'ın (1887-1985) resimlerinde mutluluk teması ağır basar. Yahudi bir anne ve babaya sahip olan ressam geleneklerine bağlı, sinagoga giden, balıkçı babasına işlerinde yardım eden duygusal bir çocuktur. Yoksul ve kalabalık bir ailede büyürken Yahudilerin sosyal ve kültürel yaşamlarını da iyi gözlemler. 1906 yılında sanat eğitimine başlar. 1908-1910 arası St. Petersburg’da dönemin avangard resim ve çizim okulu Zvantseva’ya bir süre devam eder. Cezanne, Van Gogh ve Gauguin’in resimleriyle karşılaşır. Bu kentte Yahudilere uygulanan sınırlamalardan dolayı hayatı zorlaşır. ‘Kanepe’deki Genç Kız’, ‘Oturan Kırmızı Çıplak’, ‘Fırçalarla Otoportre’, ‘Rus Düğünü’, ‘Doğuş’ gibi resimleri bu dönemden örneklerdir. 1910 yılında kazandığı bir bursla Avrupa’nın sanat merkezi kabul edilen Paris’e giden sanatçı ilk zamanlar kenti pek sevmez, zamanla alışır ve dört yıl orada kalır. Paris’te Fovistlerin etkisiyle güçlü bir renk tekniği kazanır. Picasso onun ‘Matisse’den sonra renk duygusuna ve yüceliğine sahip tek sanatçı olduğunu’ belirtir. Chagall 1911’de Léger, Delanuay, Gleizes ve Modigliani gibi ressamlarla arkadaş olur ve Kübizm ile de ilgilenir. Kübist etkileri ‘Ben ve Köy’, ‘Şair’, ‘Adem ve Havva’ ve 'Yedi Parmaklı Kendi Portresi' adlı çalışmalarında fark edilir. 1911 ve 1912 yıllarında Paris’te sergiler açar. Montmartre’daki atölyesini başka bir ressamla paylaşır ve maddi açıdan sıkıntılı dönemler geçirir. 1912 başlarında daha ucuz olduğu için La Ruche’de bir atölyeye taşınır.

23 Ocak 2009 Cuma

Wabi Sabi

Blog sayfalarımın mümkün olduğunca sade ve göze batmayan olmasını tercih ediyorum. Bu nedenle html'yi arada bir düzenliyorum. Sadelik sadece beyaz ve gri renklerle olmaz tabi ama beyaz üzerinde açık gri, açık mavi, krem, uçuk sarı hoşuma gidiyor. Renk karmaşası değil de birbirine uygun tonlar. Yine de herkesin zevki farklıdır.

Tercihlerimin Japon estetiğini ifade eden 600 yıllık wabi sabi kavramıyla yakın olduğunu fark ettim. Güzellik anlayışları batılılardan farklı olan Japonlar iddiasız, sessiz, yalın ve geçici şeylerdeki gizi ve ahengi arıyorlar. Wabi anlayışında zarif bir basitlik ve doğallık önemli. Mümkün olduğunca doğal malzemelerle az, süssüz eşyalar ve nesneler seçmek, tamamlanmamış veya eskitme yüzeylere, yıpranmış görünümlere değer vermek, atmamak, yenilememek: cilasız ahşap, yamuk çay kaseleri, geçmişle bağ kurmayı sağlayan yıpranmış, kusurlu ve birbiriyle uyumsuz günlük kullanım eşyaları...

Fark edilemeyecek şeylerdeki güzelliği görmek, doğa olaylarını önemsemek, yağmurun ve karın yağışını seyretmek, sıradan görünümlerin tadına varmak ve üstünlüğünü fark etmek gibi wabi özellikleri 19. yüzyıl başlarında Batı'da kendini gösteren Romantizm akımıyla, sadelik ve azlık da Minimalizm akımıyla benzerlik gösteriyor. Wabi nesnelerin üzerinde fazla oynamadan düzenlemeden, mükemmel bir hale getirmek için uğraşmadan kendi halinde bırakılmasından ve nesneye doğal bir biçim verilmesinden yana.

Wabi'de gri, kahverengi ve siyah renkler estetik bulunur. Wabi estetiğinde düzensizlik ve asimetri söz konusudur. İnsanın yaşlanması gibi doğadaki veya el yapımı nesnelerin de bir ömrü var. Onlara müdahale etmeden bu yaşlanmayı yavaşlatmak wabi sabi felsefesine uyuyor.

Benzer Yazılar:

Japon Kültüründe Sadelik 
Ukiyo-e ve Hokusai 
Baltalimanı'nda Japon Bahçesi 
Ahşap Kapıların Gizemi 
Zarif Basitliğin Yüceliği: Şibumi ve Sakura

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.   Creative Commons License

16 Ocak 2009 Cuma

Korku ve Çaresizlik

Televizyonda Gazze'den görüntüler izledim. Üzülmemek mümkün mü? Bir anne kucağındaki ve çevresindeki çocuklarıyla sokakta koşturuyor ve 'Nereye gideceğimizi şaşırdık. Her evi, her binayı vuruyorlar' diyordu. Öylesine çaresizdi ki. Birleşmiş Milletler binası ve hastaneler bile bombalanıyordu. Şehirden kapkara dumanlar yükseliyordu. Gece atılan bombalarla şehir aydınlanıyor, ışıldıyor ama bu bir yanılsama aslında karanlık ve kötü bir aydınlanma, ölüme götüren. Korkuyla yaşıyorlar haftalardır. İnsan aynı durumda kaldığını düşündüğünde acımasızlığı anlayabilir. Hayatınızdaki en kötü kabusu hatırlayın ondan kat kat korkunç. Dünyanın bu adil olmayan savaşa seyirci kalması, durdurmak için yeterli çaba göstermeyişi inanılır gibi değil.  Bu durumdan utanmamız gerekiyor insanlık adına. Sadece bu savaşta değil; kadınlara, çocuklara kısacası sivillere yönelik geçmişteki tüm savaşlar için geçerli. 20. yüzyılın ilk yarısında da savaşlar, belirsizlik, bunalımlar ve acılar vardı. 21. yüzyıl başlarında yine aynısı. 100 yıl geçmiş insanlık inanılmaz ilerleme kaydetmiş. İlerlemiş mi gerçekten!!! Yoksa ilkel mi kalmış?

Creative Commons License*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.   

8 Ocak 2009 Perşembe

Beylerbeyi Sarayı Cephe Süslemelerinde Batı ve Doğu Etkileri

18. yüzyılda Batılılaşma sonucu Osmanlı mimarisine giren ve yaygınlaşan Barok ve Rokoko süslemelerinin uygulamaları çoğunlukla sebillerde, çeşmelerde, dinsel ve askeri yapılarda ağırlık kazanmıştır. Bu düzenlemeleri planda İtalyan Barok, bezemede Fransız Rokoko olarak görmek mümkündür. 18. yüzyıl İstanbul yapılarındaki hareketlenme, kademelenme, kırılmalar, hareketli silmeler, yapısal çoğalmalar, C ve S formları, bu formların bitiminde yaprağa veya bitkiye dönüşümleri, altın yaldız, topuz formları, kartuşlar Barok ve Rokoko süslemelerine özgüdür. Barokta hareket ve ritim duygusu yüzeyi zenginleştirir. Mimaride görülen bu özellikler 19. yüzyıl başlarında yerini Ampir’e ve Neo-klasiğe bırakır ancak Barok ve Rokoko tamamen terk edilmez. Barok ile Ampir çelişkilidir. Barok’un hareketli, karmaşık, bitkisel ve organik kökenli olmasına karşın Ampir geometrik, akılcı, temiz form ve kalıplar içinde, hareketsiz, dengeli ve anıtsaldır. Neo-klasik mimaride de Yunan ve Rönesans yapılarında görülen öğelere yer verilmiştir. Cephe düzenlemesinde üçgen alınlık ve sütun kullanımı Neo-klasik yapılarda belirgindir...

5 Ocak 2009 Pazartesi

Beylerbeyi Sarayı Cephe Süslemeleri

Beylerbeyi Sarayı cephe süslemeleri açısından 19. yüzyılın diğer Osmanlı saray ve kasırlarından daha sade bir görünüme sahiptir. Ana yapının cephelerinde iç mekanın tersine ağırlıklı olarak batı tarzları hakimdir.


1. Selamlık Girişi Cephesi: Sarayın Selamlık tarafının önünde Avrupa barok saraylarının bahçelerinin tarzında düzenlenmiş simetrik ve havuzlu bir bahçe yer alır. Bahçedeki oval havuzun etrafında mermer aslan heykelleri vardır. “İki katlı olan sarayın cephesi Fransız barok saraylarından esinlenerek düzenlenmiştir” (1). Öne doğru çıkıntı oluşturan bölüm Barok yapılara özgüdür ve hareketlilik getirir. Selamlık cephesinin çıkıntılı giriş bölümünün iki katında da aynı tarz mimari öğelere yer verilmiştir. Ortada üçlü, yuvarlak kemerli pencereler varken alt katta ortadaki pencere giriş olarak kullanılır. Üçlü pencere guruplaması Neo-klasik yapıların özelliklerindendir. Bu pencerelerin iki yanında daha küçük boyutlu birer dikdörtgen pencere yer alır. Pencereler arasında alçak bir podyum üzerinde yükselen ve öne doğru çıkıntı oluşturan korint başlıklı sütunların yivleri antik mimarideki örneklerinden farklıdır...


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...