25 Mart 2009 Çarşamba

Aldatıcı Duyumlar ve Ruhsal Durumla Şekillenen Tekinsiz Sanılar

Bilgi edinme konusunda çok açgözlü olan insanlar vardır. Bir konuda uzmanlaşmaktansa pek çok konu hakkında bilgi sahibi olmayı, hayatının sonuna kadar öğrenen tarafta olmayı seçen bu kişilere öğrenmek yaşama sevinci verir. Yeryüzünde keşfedilebilecek pek çok yer, sanatçı, kitap, eser, müzik ve insan olduğunu bilmek verir. İçeride ve dışarıda yapılabilecek yolculukların fazlalığı bu tür insanları şaşırtır. Bazıları genellikle içten çok dış yolculukları tercih edip sosyal olması gerektiğini düşünerek yalnızlığından kaçınır. İçsel zenginliğin farkına varamayan, içinde hiçbir şeyle karşılaşmayacağına inanan kişi kendini bilmekten korkar.

Bazen denize taş atinca yankisini duyamaz insan. Zaman içinde taş atmaya devam eder sesini duymak için degil sadece bir eylemde bulunmak için. Ama bu daha da yalnizlaştirir ve kendine döndürür...

Kişi melankolik havaya bürünerek ‘Ne olacak?’, ‘Ne yapacagim?’, ‘Ne yapmaliyim?’, ’Ne yapiyorum ben?’ gibi sorularla kendini bunaltabilir. Defalarca sordugu sorulari cevaplamadan başka sorulara yönelebilir. Hep boşlukta midir? Hiç midir yaşadiklari? Onu böyle olmaya iten sebepler nedir? Niye uyumsuzlugu erdem gibi görüp bu kadar benimsemiştir? Bütün yaptiklari, yaşadiklari ve düşünceleri mi onu bu günlere getirmiştir? Hep mantikli davranip, duygularini bir kenara itip, gururu baş taci etmesi mi gerekir? Gururlu olmasi ümitsizliginden mi yoksa cesaretsizliginden mi? gibi sonu gelmeyecek sorularla mücadele edebilir.

Mutsuz, umutsuz, belirsiz günlerden yorgun düşenler düzen arar ama termodinamiğin ikinci yasasına göre sürekli bir düzen de yoktur. Makrokozmosta tersine çevrilemeyen bir ok vardır. Ok sadece ileriye gider.

Kendisiyle baş başa olunca ögrenebilecekleri ve keşfedebilecekleri aslinda tüm insanlarin ortak özellikleridir; var olmak-bunu sorgulamak-, kendisinden haberdar olmak, hoşgörülü olmak, sonsuzlugu hissedebilmek, koruyan ve korunulan olmak, sevilen ve seven olmak, özgür olmak, sikinti veren hallerden huzura kavuşmak, algilarinin kapisini aralayan olmak, hiçligi hisseden olmak, affedici olmak, her durumda ayakta durmaya gücü olmak, içsel zenginligine kavuşma potansiyeli olmak, farkina varan olmak, merhametli olmak, geniş görüşlü olmak, sevginin gücünü anlayabilmek. Bu örnekler çogaltilabilir. Ne var ki insan içsel zenginligini çogu zaman sezemiyordu.

İçki ve sigara içenleri yargılamak doğru değildir. Bu kişisel tercihtir tamam da aşırı alkolle sarhoş olmayı ve sigara içmeyi zorluklara, sıkıntılara katlanmak, üzüntülere teselli bulmak, eğlenebilmek için kaçış olarak görmek zayıf bir yaklaşımdır. Bunlar hayatı daha katlanabilir ve eğlenceli mi kılıyor? Bir ailesi yoksa alkolik olanın zararı büyük ölçüde kendisinedir ama sigara vb. gibi içen çevresini de rahatsız eder. Aslında kendisine saygısı olmayan kişinin başkalarına saygısı olması beklenemez.

Dünyayı yemekhane gibi gören insanlar vardır. Hayattaki en büyük zevkleri ve amaçları yemektir. Bu bedenin ihtiyacı olanı aşan bir tutkuya dönüşür. Yemek karın doyurmanın ve bedenin ihtiyacı olan besinlerin alınmasının ötesinde elbette zevkli ve haz veren bir eylemdir ama amaç olmamalıdır. Daha çok hayatın devamını sağlayan bir araçtır. Yine de içki, sigara gibi yemeğe düşkünlüğü olanları da yargılamamak gerekir. Yemek, içmek aşırıya kaçmamak kaydıyla belli bir kültürün parçasıdır.

İnsanın aklından genellikle yaşama dair her türlü konu geçebilir. Çağın getirdiği iletişim araçlarından edinilen görüntüler, bilgiler, haberler yanı sıra bulunduğu çevrede yaşananlar ile ilgili olarak yaşama bakışları kendisinden farklı olanlara eleştiri oklarını gönderebilir. Yine de başkalarını yargılamanın faydasızlığını kavrayıp umursamaz olmayı tercih edebilir. Kendine özgü bir şekilde kendisi de dahil yaşamın barındırdığı her türlü soyut ve somut yaşanılan, hissedilen duygularla, düşüncelerle ve eylemlerle dalga geçip o an kurgulamalar yapıp bunun sonucunda da eğlenebilir.

Bazıları Shakespear’in Hamlet’indeki bir dörtlüğü hayatlarına uyarlayabilir: ‘insanlara kulak verip sesini vermez, insanlara akıl danışıp kendi aklını saklayabilir’ ama bunda bencilce ve ketum bir yaklaşım vardır. Vermek değil, temkinli ve şüpheci davranıp sadece almak söz konusudur.

Bir şeyi kirk kere söylersen olur’ sözü gibi sürekli düşünülenlerin de olabilme olasiligi var midir? Korku üzerinde durulmazsa ve çagrilmazsa gelmez mi? Korku sonucu salgilananlar bilinmeyen, görünmeyen güçleri harekete geçirebilir mi? Sadece hissedilip, sezilebilen bazen soguk bir ürpertiye neden olan, çok ender de ses ve halüsinasyon şeklinde fark edilen dogaüstü oluşumlarin bilimsel yollarla ispatlanmasi mümkün görünmüyor. Ama madde kadar antimaddenin varligi da kabul edilmiştir. Cansiz varliklarin ve eşyanin bile yaşanmişliklarindan birikimlerden ötürü bir anlamda ruhu olabilir. Efsanelere konu olan Dionysos ve alayi geceleri kirlarda dolaşarak cümbüş yaparlardi. Modern zamanlara gelene kadar bu tür anlatimlarda Dionysos ve alayi cinlere dönüşmüştür.

Geçmişte takilip kalmak, kişiye faydasi olmayan gereksiz düşünce ve alişkanliklardan kurtulamamak adim atmayi, harekete geçmeyi engeller. Elbette o ana kadar yaşanilan şeyler yadsinamaz ama onlar için artik yapilabilecek bir şey yoktur. Film gibi geriye alinamiyorsa olduklari gibi kabul etmekten başka çare yoktur. Eger yaşanilanlarin bütününün etkisinden siyrilamayip, anlar zinciri düşünceyle tekrar bilince çikariliyorsa içinde eskiye dönmek, geçmişe saplanip kalmak, hayiflanmak anlamsizdir. Geçmiş yaşanmamiş gibi görünse de yaşanmiştir. Yine de çok sik olmamakla birlikte bulunulan anda takilip kalindiginda ilerleme kaydedilemediginde geriye dönüp bilinen ve güvenilenlere sarilmak çevredeki canli cansiz varliklardan uzaklaşmak ve hüzünlenmek de kaçinilmazdir.

Hayatlarının akışı ve gelecekleri konusunda diğerleri kadar endişe içinde olmayanlar belirsiz durumu umursamazlar. Kendilerine saygıları olduğu sürece ayakta kalırlar. Birkaç kişinin sevgisi ve saygısıyla yetinebilirler. Hayata bakışına ve seçimine saygı duyanların varlığını bilmek iyi hissettirebilir.

Çaresizlik içinde olmamak bir güç göstergesi değildir. Hayatta insanlarla ilgili yaşanılanlardan zevk alınmazsa, hep devam edenin, akışın dışında farklılıklar olduğuna inanmak, bulunulan mekandayken diğer mekanı arayış -belki olmayan bir yeri-kişiyle bütünleşirse bu huzursuzluğu artırıp sakin ve dingin olmayı engeller. Bu durumdaki kişi hayatın kendisine sunduklarını bile almaz, karşı koyar.

Bazı bebeklerin yüzünde ve gözlerinde sanki ‘maddesel ve ruhsal anlamda yaşanması gereken her ne varsa yaşanılıp hiçbir şeyin kalmadığı öyleyse bu dünyada ne arıyorum’ ifadesi vardır. Düşünceli görünen bu bebekler büyüdükçe en sakin, en basit, en sessiz hayatı seçecek olanlardır.

Nalan Yılmaz, 3 Ocak 2004, Hürriyet, Agora

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License  

0 comments :

Yorum Gönder



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...