Bazı kadınlar Pygmalion'un özenle yaptığı ve canlanmasını istediği kadın heykelinin canlı hali gibidirler. Bu kadınlar maddeselin önemli olduğu bu dünyada bedenen olabilecek mükemmelliğin en üst konumunu temsil ederler. Bu durum yaşamlarını ve istediklerine ulaşmayı kolaylaştırıcı, şans getirici olabileceği gibi zorlaştırabilir de. Kadın bedeninin güzel olması madde -yaşanılan- dünyasında, daha önce kurgu olmuş olsa bile enerjiden maddeye dönüşmüş bu boyutta tercih edilendir ve görsel olarak herhangi bir kusuru olmayan kadın bu anlamda donanımlı olarak gelmiştir. Çağlar boyunca göze güzel görünen kabul görmüştür. Sadece kadın değil ikinci planda olsa da erkek bedeni de düzgün ve estetik değerler içinde olmalıydı. İster insan bedeni için olsun ister bir sanat eseri için, ister günlük kullanım eşyası için ya da doğada olsun uyum, denge, düzgünlük, parçaların bir araya gelip bütünlüğü oluşturması ve bunun buraktığı etki sonsuzluğu ve yaratım gücünü çağrıştırır. Ne var ki bu sıkıcı olabilir. Şaşırtıcı, yadırgatıcı ve rahatsızlık verici bile olsa uyumsuz, asimetrik, parça halinde hoş ama bütünde ifadesiz, anlamsız ve biçimsiz nesneler farklılık ve çeşitlilik getirebileceği için coşkuya ve canlılığa neden olup tekdüzelikten uzaklaştırabilir.
Nesnellik mi öznellik mi sorusuna hem o hem diğeri denilebilir çünkü her ikisi de birbirinin içinden çıkar. Her olgunun kendi karşıtına dönüşmesi gibi gündüzün içinden gecenin, gecenin içinden gündüzün doğması gibi.
Madde dünyası ile ilgili kesinlikler sorgulanıp başka türlü olabileceğine inanıldığında yeni açılımlar yakalanabilir. Bu özeni, dikkati ve çabayı gerektirir ama unutulmamalıdır ki ortaya çıkan her şey önce düşünce ve tasarım olarak vardır sonra şekil alır.
İnsan yürekten isteyince gerçekleşmeyecek dilek yoktur çünkü tohumlar atılmış olur. Onu yeşertecek olan biraz gayret göstermek, beklemek, sabretmek ve unutmaktır. Fazla zorlamalarla istenilene ulaşmak mümkün olmayabilir.
Bilim adamının ya da sıradan üreten insanların çalışmalarında yücelik vardır. Yaptığının amacını kavrayıp, düşünen, sorular sorup cevaplarla yetinmeyen, araştıran insanların gayretleri boşa gitmeyecektir.
İstemedikleri gibi yaşamayanların istedikleri gibi yaşamaya hakları var mıdır?
İnsanlar için sevmek ama özellikle sevilmek büyük önem taşır. Bazıları severken sevilmeyi de isterler. Oysa karşılık bekleyerek sevmek bencilliktir. Hatta karşılık beklemek sevgiyle bağdaşmaz. Sevgi bencilliğin olduğu bir yerde gelişemez, kendini gösteremez. Önce beklentisiz ve çıkarsız ilgi ve sevgi gösterebilmek gerekir. Severken sevilmek mutluluğu getirebilir ama bu konuda beklenti içinde olmamak en doğrusudur. Sadece sevmeyi ve bunun getirdiği mutluluğu tatmak sevginin anlamını derinleştirebilir. Diğeri acı veren bir serüvene dönüşebilir ve sevginin verebileceği olumlu yanların üzerine gidilmesini engelleyen, çile çektiren, kahreden olarak algılamaya neden olabilir. Çok sık olarak sevgiden, aşksız yaşanmayacağından, özlemlerden, kavuşamamanın verdiği kederden, ayrılıktan söz edilir. Aşk ve sevgisizlik ikileminde ne o ne diğeri hüzün ve coşku da ise her ikisini de tercih edenler olabilir.
Nesnellik mi öznellik mi sorusuna hem o hem diğeri denilebilir çünkü her ikisi de birbirinin içinden çıkar. Her olgunun kendi karşıtına dönüşmesi gibi gündüzün içinden gecenin, gecenin içinden gündüzün doğması gibi.
Çevresinin düşüncelerine göre hareket etmeyen, içinden geldiği gibi yaşayan insanlar kendileri için neyin doğru olacağını herkesten daha iyi bilirler. Kendilerini oluşturabilir ve olgunlaşabilirler. İçinden geldiği gibi hareket etmek başkalarının özgürlüklerini sınırlamak değildir. Her canlının yaşam hakkına saygı duymak ve yaşamının en iyi şekilde ve üst düzeyde sürdürebilmesine katkıda bulunabilmek bilinçli her birey için geçerlidir. Toplumun şartlanmış olarak bir örnek yaşantılarının dışında olmak ve farklı bir bakış oluşturmak zaman zaman dayanılmaz ağır gelebilir, Ancak kendine inanan insan bunu çabuk atlatabilir. İnsanların aşk, evlilik, iş, eğlence, tatil gibi temel konuları hakkındaki yaşam görüşlerine pek bağlanmaz. Yalnızlığın yaşlandıkça zorluğundan bahsedenler belki anlaşılabilir ama ömrünün sonlarında yalnız kalmamak için çocuk isteyenleri anlamak mümkün değildir. Çocuğu dünyaya getirme amaçlarındaki bencillik kabul edilemez. Her insanın evlenip, çocuk sahibi olmak, çalışmak -yemek, giyim, çocuk, tatil, eğitim, eğlence masrafları için- zorunda olmasını düşünenleri yargılamak doğru değildir. Ancak onların da bu yolu seçmeyenlere saygı göstermeleri, en azından karışmamaları gerekir. Sağlam bir kişilik oluşturamayanlar, bireysellikten uzak olduklarından ve bilgisizlikten hayatlarında en değer verdikleri mutluluğun sadece kendi yollarından geçtiğini sanırlar. Aslında kendileri de yaşantılarının mutsuzluğunun ve çaresizliğinin farkındadırlar. Bu nedenle kendileri gibi yaşamayanları söz birliği etmişçesine kendi düzenlerine çekmeye çalışırlar 'Yabancı olan bilinmez, bilinmeyen tehlikelidir'.
Evrende her nesne ve varlık hareket halindedir ve değişir. Belli bir yaşa kadar her yıl bütün hücreleri yenilenen insanın da davranışlarında, düşüncelerinde, hayata bakışında değişiklik göstermesi kaçınılmazdır. Sınırlamalar getirmek insanı kısıtlar. 'Asla' sözcüğü kararlılık göstergesi midir? Mutlaka iki uç nokta mı vardır? Siyah ve beyazın zıtlığında griyle yumuşama olamaz mı? Hangisi daha çok taviz verir? Gri kendi içinde çeşitli tonlarda olabilir, beyaza siyaha doğru.
Donanımlı ve tarzı olan, yeteneklerini, kapasitesini ve yapabileceklerini bilen bir insan kendi için iyi ve doğru olanı sezgileri, bilgisi, deneyimleri ve aklı sayesinde seçebilir. Oysa çoğunluk eski, alışılmış, denenmiş, herkes tarafından onaylanmış bir yol tutturup kendini onun içine bırakmayı daha kolay olarak görüyor.
Bazı insanlar ne köy ne de kasaba olmak istemezler diğerleri bunu anlamasa da. Sadece 'olmak' yeter çünkü gerçekten zor olanın bu olduğunu bilirler. Zaten kimsenin bir başkasına 'senden ne köy olur ne kasaba' deme hakkı yoktur.
Doğru olduğuna inanılan kavramların, davranışların koşullandırmayla kabul ettirilip sürekliliği, geçmişten gelenlerin geleceğe taşınması kaçınılmazdır. En azından defalarca denenmiştir.
Sahte eğlenceler, kalıplaşmış davranışlar, hepsi bir örnek insanlar, duygusuz otomatikleşmiş zevkler bazı insanları kitleden uzaklaştırır.
İnsan doğumundan ölümüne kadar acı çeker. Düşer ve kalkmaya çalışır. Çevresinde sürekli birilerini bulunduranlar dahil herkes yalnızdır. Kendileri için yanlış olduğunu düşündükleri veya daha genel durumları değiştirmeye çalışmalarına rağmen çaresizlerdir. Mutluluğu kutsallaştırıp ona ulaşmaya çalışırlar, bulduklarında farkında olmayıp hep başka yönlerde arayışlarını sürdürürler.
Bazı insanlar mantıklı olunması gerekilen zamanlarda duygusal, sezgilere yer vermesi uygunken de mantıklı olurlar. Ayın karanlık yüzüdürler ve aydınlık tarafa bile ulaşılmasını istemezler. Ulaşılsa da, hakkında her bilgiye sahip olunduğu düşünülse de kesin bir kanıya varmak mümkün değildir. Zıtlıkları içinde barındırıyor olmaları ve çok kısa aralıklarla her ikisini de geçiş yapmadan göstermeleri onları anlaşılmaz kılar. Bir tarafı tercih ederken diğerinin cazibesine kapılabilirler ama çoğunlukla hiçbir tarafta olmazlar, nötr ve kayıtsız bir tutum sergilerler.
İstediği gibi hareket edenlere genellikle uyumsuz denilir. Normlar dışında davranış gösteriyorsanız psikolojik problemleriniz olduğu düşünülebilir. İnsanlarla iletişim kurmak istemezseniz, melankolik bir havaya bürünüp hüzünle sohbet ederseniz, öngörülen şekilde yaşamayı reddederseniz ve bunu bir yaşam tarzı haline getirirseniz takıntılı, tembel, kayıtsız, düşüncesiz, kaba, bencil, yabani, kötü, boş gezen, işe yaramaz, hayalperest, sorumsuz gibi tanımlamalarla karşı karşıya kalınması mümkündür -her ne kadar hiçbir şekilde tanımlanmak istemeseniz de-. Sadece maskesiz, doğal ve içten olmaya çalışmak, içtekileri değişikliğe uğramadan yansıtabilmek bu nedenlerle sosyal ortamlar da kolay değildir.
İnsan düşüncelerini disiplinli bir şekilde organize etmenin kendisi için iyi olacağının bilincinde olsa da bazen düşüncelerden ve fikirlerden kurtulup onları kaldırıp atmak, yok saymak ihtiyacı içinde olur çünkü duygularla yüzleşmesi gerektiğini anlar. Bu insanlar kendilerini anlama ve tanıma yolunun yeryüzündeki her türlü fiziksel ve somut güçlüklerden daha zor olduğunun farkındadırlar. Kendi olma yolunda yalnızlık farkındalığın artması ve kendisine çarpanlardan uygun olanları benimseme konusunda etkendir. Düşünüp sorgulama bir süre sonra tıkanıklığa yol açabilir. Belki de hilekar Hermes işe karışır. Kendi olma sürecindeki insanın kaderini yerine getirebilmesi için önüne fırsatlar çıkarmaz. Nasıl bir yol izleyeceğini merak eder, önüne engeller koyup onunla eğlenir. Kozmik şakacıya teslim olup rastlantının gücüne inanmak seçilebilecek yollardan biridir sadece.
İçinde bulunulan anda geçmiş ve gelecek tüm olasılıklarıyla iç içedir. Evrensel enerji yoğunlaşmalarının gücünü hissederek, yaşamdaki öz varlığıyla duruşunu, yerini belirlemek bu şekilde yetersizliğe son verip bütünlüğe, sonsuz bilgiye, gerçeğe ulaşabilmek mümkün olabilir. Bütün olaylara, değişimlere, üretilenlere, yaşananlara, karşıtlıklara bakışta böyle bir tutum geliştirilebilir.
Bazı insanların üretimde bulunmasını engelleyen kararsızlık, tedirginlik, şaşkınlık, tutukluk, eyleme yatkınsızlık, şanssızlık gibi sebepler olabilir. İşe yaramasını ve bir şey yapmasını engelleyen şeylerle mücadele ettiğinde bocalayıp, zorlanıp derin yaralar alabilir. Tünelden çıkmaya çalışırken bunalım ve yalnızlık içinde yolunu şaşırabilir. Yine de kaybetmeyi kurtuluş olarak görmek harcanan emeği ve çabayı göz önünde bulundurmamak olur. Gücünü sonuna kadar kullanmalıdır. Ancak böyle çıkışı bulabilir. Bulamasa da tüm gücünü kullandığından emin olacağı için aklına takılan bir şey olmayacaktır. Dinginliğe ulaşmak için kayıtsız ve nötr olmak bunun içinse duyguları içe alıp özümsemek, onları yadsımamak gerekir. Ama içlerine yönelmeyen, kendilerini yeterince dinlemeyenler için bu pek mümkün değildir. Zaten çoğu kişi kayıtsız olmayı seçmeyebilir. Kayıtsızlık başkalarına saygısızlık veya onları önemsememek değildir. Duyguların uyandırdıklarına karşı olan tutumdur.
Düşüncelerinde ve akıllarında sınır tanımayanlar bir takım adet ve kurallara prim vermezler ve iterler. Hayatta insanın başına her şeyin gelebileceğine olan inançlarından dolayı yaşarken önemsizmiş gibi gelen ama başkalarının başına gelse ciddi olan durumlar karşısında sonraları düşündüklerinde akıllarını kaçıracakmış gibi olurlar ve içlerindeki gizli kalmış sızının acıtarak arttığını hissederler. Yaşanmamış hayalmiş gibi düşünülen, geride kalan anların önemsiz olduğunu, sadece içinde bulunulan anda yaşanıldığını sanırken geçmişten saklandıkları derinlerden çıkan anıların o anki şartları hazırladığını ve içinde barındırdıklarının neden olduklarını görmek de bu duruma yol açabilir. Neye olduğu bilinmeden bir kırgınlık içinde olunabilir. Uzaklardan yakınlara zincirleme devam eden olaylar dizgesindeki bir yerlerden çıkabilen bu anıları yok saymak çözüm değildir.
Dışarıya tamamıyla kapalı olmayanlar kendi dünyalarıyla dışarıdakinin uyuşmadığını görmenin iyi mi yoksa kötü mü olduğuna karar veremeyebilir. Dışarıda görülen, duyulan, bombardıman şeklinde çoğunlukla gereksiz imgelere karşı hazırlıklı olmak her zaman mümkün değildir. İstisnalar her zaman vardır ama genellikle insanların yaşama bakışı, beklentileri değişime ayak uydurmaya çalışırken gösterdikleri çaba -yüzeysel, derinleşmeden- o tarafta olmamanın doğruluğunu gösterebilir. Kişi kendi dünyasında sığınak aradığında kitaplara yönelebilir. Dış dünyanın yerini kitaplar, efsaneler, zamansız görüntüler ve hayaller alır.
Bazı kuşkucu kişiler yaşamda öncelik verdiklerinin, hayatı algılayış ve bakışın benzer olduğu insanlarla karşılaşsalar da kendilerini açma tarafında olmazlar. Doğallığa ve içtenliğe inandıktan sonra biraz açılım söz konusu olsa da kendine ait derin ve gizli duygulardan söz ettiklerinde sıkıntı duyarlar. Uzaklaşmak isterler, kalıcı bağlılıktan kaçınırlar çünkü bağlılık özgür olmayı engeller ve kendilerinden uzaklaştırır. Karşı tarafa bu kaçış sebepsizmiş ve anlamsızmış gibi gelir ama bu durum yalnızlığı tercih eden melankolikler için çok olağandır.
Arayışta olmak ve belirsizlik sıkıntı verse de kesinleşmiş ve belli bir düzende devam eden yaşantı da sıkıcıdır. Arayışlar somut olana değil de gerçeğin sınırlarına ve ötesine ya da en sade, doğal ve basit olanın barındırdığı gize yönelikse görünüşün aldatıcılığını algılamak ve belirsizliğe düşmek ve hiçbir şeyde kesinlikten söz edilemeyeceğine inanmak kaçınılmazdır.
İletişimsizlik insanın en yakın olduğu kişilerle bile arasındadır. İletişim öncelikle kendini düşünmediğin, kendi çıkarların için hareket etmeyip bencilce yaklaşmadığın, karşındakine değer verdiğin, özenli, duyarlı ve saygılı davrandığın zaman mümkün olabilir bu da beraberinde sevgiyi getirir. Böyle olanların çok az olduğunu, diğerlerinin ise maskeli olabileceğini düşünmek katı ve şüpheci bir yaklaşımdır ve insanlarla iletişim kurmaktan tamamen uzaklaştırır.
İnsan sahip olabileceği tek şeyin kendisi olduğunu düşünse de aslında kendine de sahip değildir. Sadece olmak söz konusudur. Kendisine sahip olduğunu sananın nesne olması kaçınılmazdır. Nesnelere sahip olunabilir ve insanlar sürekli onları ortaya çıkarmaya veya edinmeye çalışırlar. Kendi dışındakilere, kendisinde olmayanlara hayranlık duyar, elde etmeyi düşler bunun da mutluluğu getireceğine inanırlar. Oysa her ulaşmadan sonra başka arayışlara yönelirler. Bu neyi istediklerini bilmemelerinden ileri gelir. Mutluluk sahip olunanlarla ve bunlara yenilerinin eklenmesiyle değil de tam da o anda yaşanılan anın hakkını vererek, farkına varmak, keyfini çıkarmak ve sadece olmakla ulaşılabilen bir şeydir belki de.
Özenden, çabadan ve içtenlikten yoksun yüzeysel, sahte sunumlar insanları hiçbir yere götürmez. Sadece zevksiz, kuru ve düzeysiz oyalanmalar olarak kalır, iz bırakmaz, hatırlanmaz.
Bilinmeyene ulaşabilmek için karanlıkta fener olan akıldan daha güçlü bir ışığa ihtiyaç vardır. Hislerin, sezgilerin, düşlerin, hayallerin yol göstericiliğinde boyutlar ve kapılar açılır. Gerçeklik kesinlikten sıyrılır, olasılıklar çoğalır.
Bazı nesneler insanlarla öylesine bütünleşir ki! Onu o yapan, kendisini oluşturmasında destek veren, yol gösteren, belki de çıkmazlara, bazen karamsarlığa, umutsuzluğa iten, her eline aldığında hüzünle gülümseyen nesnenin içindekiler vazgeçilmezdir. Barındırdıkları zamanı, binlerce yılı aşarak sonsuzluğa giden düşünceler ve uyandırdıkları duygular olan bir defter onunla geçirilen anlarla önem kazanır. Nesne önemini ve anlamını fark edilerek ve kullanılarak bulur.
Sanat üzerine bilimsel araştırmalar yapmak, bir nesnenin göstergebilim açısından incelenmesi, analiz edilmesi ne derece doğru? Bir sanat eserini böylesine anlamlandırmak, çözümlemek, yorumlamak ona daha mı yakınlaştırır yoksa daha mı uzaklaştırır. Belki ikisi de. Ona yakınlaşmak ve bir şeyler alabilmek için bilgi ve yöntemler gerekli olabilir ama tek başına istenilen sonucu vermez, yetersiz bir alımlama olur. Sanat eserinde her şeyden önce ruhun ve duyguların yansıtıldığı unutulmamalıdır. İnsanı bütünlüğe ulaştıran özün içten bir sunumudur esas olan.
Nesnenin sorgulanması ve anlamlı olması gerekmiyor ama her şeye karşı kuşkucu ve eleştirel bir bakış geliştiren kişi ister istemez kayıtsız kalamıyor. İlgisini çeken şeyler hakkında düşüncesini iletme isteğine karşı koyamıyor. Yine de eleştiriyi ve başkalarının düşüncelerini pek önemsememeli. Eleştiren kişi belki nesneyle ve olayla ilgili fark edilmeyen bir şeye dikkati çekerek yeni bir açılım getirebilir ama herkes kendi sınırlı algısı, ruh durumu, alışkanlıkları, birikimi, deneyimleri ve tüm bunların sonucunda edindiği görüşleri ile karşılaştığı olayı, nesneyi değerlendirebilir ama tek bir doğrudan söz edilemez. Bu tam da septiklerin savunabileceği bir şey olsa da kavrama yeteneğine, bilmeye ve doğruluğa kuşkuyla bakmak gerekebilir. Agnostiklerin de belirttiği gibi ’var olan bir şey olduğunu varsaysak bile onu bilemeyiz, bilinebilir olsa da onunla iletişim kurulamaz’. Bu nedenle hiçbir şeyin kesinliğinden söz edilemiyor. Sadece sanılar, sınırlı düşünceler, hayaller ve belirsizlik var. Kuantum fiziği de belirsizlikten ve olasılıklardan söz eder. 20. yüzyılda determinizmden daha çok belirsizlik kendini göstermiştir.
Nalan Yılmaz, 23 Kasım 2003, Hürriyet, Agora
*****Bu
sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak
gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek
alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License
' altında tescillidir.
0 comments :
Yorum Gönder