27 Nisan 2009 Pazartesi

Fragmanlar 1

Kitaplar bazı kişiler için büyük önem taşırlar. Sevilen kitaplardan birini bir süre başkasına verip ayrı kaldıktan sonra tekrar kavuşunca hissedilenleri tarif etmek güçtür. Bazı kitaplar barındırdıklarıyla insanı bulunulan ortamdan alıp, hiç gitmediği, bilmediği, hayalini bile kurmadığı dünyalara girmesini sağlar. Bu düşsel ortamlara dalma sanki bir boyut değiştirme, zaman kavramından sıyrılma, ölçüsüzce kahkaha, umutsuzluk, kendinden geçercesine ağlama, çevrede olup bitenlerden tamamıyla kopma gibi hisler içinde olmaya neden olabilir.

Bireysellik toplum içinde fazla itibarlı değildir. Oysa toplumları oluşturan bireylerdir. Fertlerde bireysellik bilinci oluşsaydı, toplum içinde de daha iyi standartlarda bir yaşam kalitesi olabilirdi. Herkes konuşurken aynı kalıplaşmış sözleri kullanmaz, davranışları ve olaylara tepkileri birbirinin aynı olmazdı. Birey olmanın bilinciyle kendi fikirleri olur ama bunları insanlara zorla kabul ettirmeye çalışmadan onlarla paylaşırdı. Bu çeşitliliği getirirdi. Çeşitliliğin, alternatif düşüncelerin ve yaşantıların ardından hoş görü gelirdi. Ancak kendini birey olarak göremeyenlerin ne kadar hoş görülü olabilecekleri tartışılır. Bireysellikten kastedilen toplumdışı olmak değildi -kişi bunu da tercih edebilir-. İnsanlar kendileri için bir şeyler yapsalar, kendilerini geliştirip tanımaya çalışsalar çevrelerindekilerle olan ilişkileri de daha iyi yürürdü. Kendinden başlayarak topluma yayılan zincirleme gelişmeler söz konusu olabilirdi...

Bazen akıp giden düşünceleri yakalayıp ifade edebilmek, içten gelen sese kulak verebilmek için bir süre tek başına kalıp, tüm iletişim araçlarından ve insanlardan uzaklaşmak ihtiyacı içinde olunur. Bulunulan ortamda çevreye karşı duyarsız olmadan kişinin yalnızca kendine odaklanması sürekli akıp giden yetişemediği fikir ve düşünceleri, sezgileri yakalamak, -hiçbirinin kaçırılmaması istense de- akışın hızına ayak uydurabilmek güçleşebilir.

Çevresine dikkatle baktığını ve algılarının güçlü olduğunu sananlar dalgın olduklarından kendilerine gönderilen mesajları almak da yeteneksiz olabilirler. Dalgın olan bulunduğu anda değildir. Körlemesine kafasına takılan konularla boğuşur, çabalar, sonuç alamayınca yeryüzünün en derinlerinde üzerine örtülmüş tabaklardan sıyrılıp nefes almak için yüzeye çıkamıyormuş ya da zincirlerle bedeni sarılmış olarak denizin dibine doğru inerken hareket etmeye çalışmanın faydasızlığının farkındaymış gibi çaresiz hissedebilir kendini.

Anlaşılmak derdinde olmayan ama yargılanıp suçlanmaya da tahammülü olmayan kişiler duyarlılıklarından, kırılgan yapılarından, kendilerine ve insanlara olan saygılarından dolayı onlarla ilişkilerini en aza indirgerler.

Bazı insanlar hayatlarının sonuna kadar deniz olan sakin bir yerde kitap okuyarak, müzik dinleyerek, film izleyerek ve sevdiği birkaç insanla birlikte olmak isterler. Genellikle emeklilik günlerinin hayalidir bu. Gençliklerini heba ederek yaşlılıklarında böyle huzurlu hayatı ararlar. Amaç edinmek çok önemli. ‘Hayatta insanın mutlaka bir amacı olmalı diyorlar. Zorla amaç edinilmiyor. Hırs, başarılı olma, kariyer, saygınlık ve çocuk isteği olmayanlar sadece varolmanın ağırlığını duyumsayabilirler. insanlar zaten bu ağırlığı kaldıramayacaklarından sürekli zamanlarını dolduracak işler bulurlar kendilerine.

Gece karanlıkla birlikte melankoliyi, bilinmeyeni ve yalnızlığı da getirir ama en güzel tarafı sessizliktir. Gece belirsizlik, tanınmamışlık, anlaşılmazlık, açık ve net olmayan, gizlilik, sıkıntı, kasvet, sızı, ölüm, yıldızlar, ay, uzaklık, tedirginlik, metafizik, evren, kara delik vb. pek çok şeyi akla getirir.

Hüzün bazı kişileri gece uyutmaz. Sonuna dek fark edilmek ister. Kapıyı çalar, aslında en çok ziyarete gelmeyi seven konuk odur. Her zaman konuktan çok ev sahibi gibi olmayı tercih eder. Hüznü fazlasıyla benimseyip benliğiyle özdeşleştirip içselleştirebilenleri tercih eder, genellikle geçicidir bu anlamda. Yalnızlık ve hüzün her yere birlikte giderler ama bazen birbirlerinden ayrıldıkları da olur. Yalnızlık genellikle hüznü davet eder. Hüzün de ona eşlik etmekten memnunluk duyar. Hüzne ve yalnızlığa kapılarını ardına kadar açanlar dünyada yaşamış, yaşamakta ve yaşayacak olan her insanın yalnızlığını içlerinde hissedebilir. Onları kabul eden ve derinlerde hissedenlerin yanı sıra çoğunluk kapılarını sağlamlaştırıp kilitlerler. Yalnız olmamak için sıkıntılara ve istemedikleri durumlara katlanırlar. Yalnızlık dayanılmazdır, güçlü bir ruh gerektirir. Geçmişte yaşamış öylesine yalnız ve güçlü ruhlar vardır ki kimse başlarının üzerindeki halenin farkında değildir. Hüznünü insanlık için olumlu üretimlere dönüştürebilen ruhlardır bunlar. Huzursuzluklarının son bulması için yöneldikleri üretimleriyle çağlarının ötesinde yenilikler getirirler. Çoğu insan yeni, daha önce düşünülmemiş, farklı ürünler ortaya çıkaramaz ve bu ruhları takip eder sadece.

Okumak, düşünmek, yazmak, çevreye karşı duyarlı olmak, gözlemek bir şey yapmamakla bir değildir. Geliştirmeyen, sevilmeyen, istenmeyen, keyif vermeyen ve sonsuzluğu, zamansızlığı hissettirmeyen, kısırdöngü, rutin olan, geçinilebilecek az bir para dışında bir şey kazandırmayan bir işte çalışmaktan daha çok eylem olması gerekir.

Bazı insanlar yapmak istedikleri şeyi bilirler. Ancak motivasyon eksikliği, boşluğa sürükleyen, harekete geçmesini engelleyen, karşı konulmaz, tanımlanamaz bir gücün varlığına inanma, olumsuz ve dağınık düşünceler, henüz zamanı olduğuna inanma planları ertelemeye neden olabilir. Belki de yeterince istek duyulmuyordur, tutku yoktur. İçten bir işaret gelmesi bekleniyordur. Bu bir yanılgı olsa da.

Yaşam belirtisi olmayan ıssızlıkta, cansız, ışıksız binalarla çevrili yollarda sadece adımlarının sesini ve belki biraz da korkunun verdiği heyecanı duymak yaşamın içinde hissettirebilir. Karanlığın sesini dinleyerek yürürken ardına bakmamak ve sadece o anı yaşamak, düşüncelerle zenginleştirerek.

Günlük meseleler içinde boğulmadan, yaşamsal doğallıklara karşı koyan bu nedenle hep çatışan, huzursuz olan, aradığının bir ışık olduğunu sanıp öyle olmadığını fark ettiğinde aramaktan vazgeçen, geceleri, gün doğana kadar onun olan geceleri, hep bir dönüşümü, ikilikleri yaşayan.

İnsan sonsuza dek nereye gitse, ne yapsa hep kendisiyledir. O nedenle kendisine sahip çıkmalıdır ve kendisini el üstünde tutmalıdır. Kendine ne kadar özen gösterir, kendini ne kadar geliştirir ve derinleştirirse o denli az sıkılır.

Yalnızlar dışarıdan gelenlerin kolayca içeri girmesine izin vermezler. Önce bir kurul toplanır; saatlerce, günlerce tartışır ve uygun olmayanları içeri göndermez. Şanslı sayılan birkaç dışsal olaya kişinin kendisini tanımasında, bilinmeyene giderken yol göstermesinde yardımcı olacaksa izin verilir. Bu da direk alınmaz, üzerinde düşünülür, içsel olana uygunluğu araştırılır, belli bir zeminde sağlamlaştırıldıktan sonra özümsenir.

Tek bir varlık, onun yansımaları, bölümleri, parçaları. Çok büyük bir sabır sonucu parçalar bütüne ulaşabilir. Tüm kavramların içinde bulunduğu, kimisi yüzeyde, kimisi derinlerde ama her varlıkta az çok bulunan özellikler varlıktan gelir. Kişinin dışındakiler kendinde belirgin olmayan özellikleri algılayıp içini daha iyi tanımasında etkendir.

Değişim her alanda kendini göstermelidir. Çağın getirdiklerine uyum sağlayabilmek gerekir. İnsan toplum içinde modern görünüme sahipken aile yaşantısında geleneklerine bağlı ve tutucu olabilir. Modernlik daha çok görünüşte, çağdaşlık ise düşüncede belirgin olarak ortaya çıkar. Uyumsuz olmayı benimseyenler bile kendi benliklerine, özlerine ters düşmek, kendilerine olan inançlarını ve saygılarını yitirmeden bulundukları ortama göre hareket edebilirler.

Hayat karşısında kendisini güçsüz bir rakip olarak gören kişi onun kendisiyle oynamasına, eğlenmesine de izin verir. Bu rakibin önünü kesip başka yerlerden çıkış bulmaya çalışsa da kafası karışınca kendisini karmaşadan uzak tutabilmek için pes eder. Oyunu hilekarın kazanmasına ve keyfini çıkarmasına engel olmaz.

Etraflarında çok insan olsa da yalnızlığa mahkum ruhlar her anlarında bunu derinlemesine duyumsarlar.

Yalnızken ruhlarını kendilerinden başka kimsenin acıtamayacağına inananlar yalnız olmayı severler. İncineceklerse bile incitenin kendileri olmasını tercih ederler.

Kişi ne başkalarında ne de kendinde insan olmanın getirdiği durumlardan dolayı mükemmelliği göremeyince umutsuzluğa kapılır. Hep eksikliklerin olmasından, yüzeysel, derinliksiz, özensiz, ruhsuz sunumlardan ve davranışlardan rahatsızlık duyar. Bu durum tahammülsüzlüğe giderse kişi kendini uyumsuz ve yalnız bulabilir.

Yazılanlar düşünülenlerden farklıysa yazan kişi başkasını değil kendisini kandırıyordur.

Nalan Yılmaz, 1 Mart 2004, Hürriyet, Agora
 
*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

0 comments :

Yorum Gönder



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...