düşünceler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
düşünceler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Bireysellik ve Topluma Uyum

İnsan kendi gibi birçok bireyden oluşan toplum içinde yaşar ama kalabalık içinde bir birey olduğunun farkında değildir. Bu, tarih içinde doğu toplumlarına özgü bir durum olarak gösterilir. Batı medeniyetinde birey bilinci Rönesans'la birlikte önem kazanmıştır. Ortaçağın kapalı ve kilise kurallarına göre hareket eden toplumları içinde sanat ve sanatçılar dini konular üzerine ve kiliseyle ilgiliydi. Kişiler ön plana çıkmazdı. 15. yüzyıldan itibaren kültürel ve sosyal ortamlarda birey kalabalıklardan sıyrıldı. Kendine, diğerlerine ve dünyaya bakıp yeni bir şeyler oluşturmak gerektiğinin farkına vardı**. Basmakalıp düşünce ve dogmalardan kurtulabilmenin yollarını aradı. Sanat ve bilim kilisenin baskısından çıkıp*** daha açık, evrensel ve dünyevi bir hal alıyordu. Kişide dünyadaki her şeyi araştırma ve düşüncesini ortaya koyma isteği belirdi. Yapılan işin yanında isimlerden de söz edilir oldu. Bütün bunlar o çağ için yenilikti, çok kolay kabullenilip benimsenen şeyler değildi. Her değişim gibi sancılı ve sıkıntılı bir dönem sonucu ortaya çıkmıştı...

16 Temmuz 2009 Perşembe

Trendsetter Madonna

Trendemotre'deki kim bu trendsetter'lar adlı yazıdan bir kaç cümle: "...Trendsetter’ları ‘halktan’ ayıran en önemli nokta trendlerin yaşam süreci. Çünkü bir şey ‘moda’ olunca, trendsetter’lar için cazibesini yitiriyor... Trendsetter’lar, açık görüşlü, önyargısız ve yeni stilleri denemeye hazır insanlardan oluşuyor genellikle. Başkalarını görünüş, zevk ve hayat tarzlarına göre yargılayan insanların trendsetter olma ihtimali pek yok. Değişimin kaçınılmaz olduğunu düşünüyor ve parçası olmaktan mutluluk duyuyorlar. Sürekli yeniliklerin peşinden koşuyor ve denenmemiş şeyleri herkesten önce yapmaktan çekinmiyorlar... Bu bağlamda “Kimdir trendsetter?...diyerek bazı isimler sıralanıyor ve bunların arasında Madonna da var...

7 Temmuz 2009 Salı

Patavatsız

Düşünmeden konuşan. Patavatsızın en basit anlamı bu. En son söylenecek ya da söylenmeyecek bir lafı pat diye söyleyen kişi. Bu kimse karşısındakinin üzülebileceğini düşünmez. Aklına geleni konuşur, bir de dürüst olduğunu iddia eder. Halbuki bunun dürüstlükle ilgisi yoktur. "Arkadan konuşmam, yüzüne söylerim, iki yüzlü değilim" deyince ve bununla övününce her şeyi söyleme hakkı olduğunu sanmak... Dürüstlükse bu eğer o zaman aklına hep mi olumsuz ve kırıcı şeyler gelir? Neden iyileri ifade etmez? İyi yönleri görmezden gelip hep kötüleri dile getirerek incitiyorsa bunun başka bir tanımı olmalı. Patavatsızlık, densizlik bir yana üzmek için ağzını açanlar peki? İncelikten yoksun mu, kıskanç mı, kaba mı, görgüsüz mü yoksa kötü ve acınası biri mi? Çaktırmadığını sanarak iğneleyen kişi bencil ve komplekslidir de.

Patavatsızlığın hoş bir özellik olmadığı kesin. Arada güçlü bir bağ yoksa zamanla insanları o kişiden uzaklaştırabilecek bir şey hatta.

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.    Creative Commons License

24 Haziran 2009 Çarşamba

19. yüzyılda Fransız Şairleri

19. yüzyıl Avrupa’da bunalım, huzursuzluk ve çöküntü çağıdır. Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi’nin etkilerinin görüldüğü çalkantılı dönemde uluslar kimliklerini bulmaya çalışırlar. Yeni gelişmeler ve uyanışlar olur. İlerlemeler karşısında geleceğe karşı korku ve umutsuzluk ortaya çıkar. Dinsel inançlar yıkılmaya başlar ve tanrının varlığı sorgulanır. Bilim önem kazanır. İnsanlar karmaşa içinde kendi yerlerini ararlar. Yazarlar kitaplarında, ressamlar tuvallerinde inancı azalan bireyin sarsılan kültür ve ahlâk içindeki durumunu ve endişelerini anlatırlar. Düşünürler yeni fikirler, çözümler ve yorumlar üretirler.

Böyle bir ortamda felsefe, müzik, sanat ve edebiyatta Romantik akım kendini gösterir. Uzak ve ulaşılmaz olanın özlemini duyan romantikleri gece, alacakaranlık, düşler, doğa, eski uygarlıklardan kalıntılar ve doğaüstü şeyler çeker. Gerçeklikten, toplumsal sorunlardan kaçarak geçmişe, kasvetli, esrarengiz ve gizemli olana ilgi gösterirler. Düşler ve peri masalları sisin çocuklarıdır (Baudelaire). Özgürlük, yalnızlık, tinsellik, duygular, içe yönelme ve sezgiler önemsenir. Doğa ve insan kaynaşır. Romantik kişi bireyseldir, dâhilere özgü bir tembelliğe sahiptir, kendi varlığında kendini uyumsuz, aykırı biri olarak duyumsar. Duygular ile gerçek dünya arasındaki fark büyüktür. Bütün bu özelliklerden dolayı romantiklerin pek çoğu melankoliktir ve genç yaşta genellikle veremden ölürken bazıları da intihar eder. Çağın hüznünü yansıtan Chateaubriand kurulu düzeni yadsır. Çalışmalarında yaşama duyduğu kini ve umutsuzluğunu işler. Başka bir romantik Lamartine'in şiirlerinde ise hiçlik ve boşluk duygusu egemendir. Hayatının son dönemlerinde öncekine oranla daha acı bir kederle yazılmış içe kapanık ve dağınık şiirleri vardır...

18 Haziran 2009 Perşembe

İnsan, Yaşam ve Kavramlar Üzerine Aforizmalar 2

Beklemek hiçbir şey yapmamak değildir; sabrın ölçütüdür. Bazen yapacak bir şey yoktur beklemekten başka. Beklenecek herhangi bir şey yoksa o zaman hiçbir şey yapmamak söz konusudur.

Acı içtedir, sonsuza dek yanan ve yakandır. Güzel zamanlar ve anlar da vardır yaşanan, sonunda hep acıya dönülse de.

Sabahları neşeyle uyanıyorsan her şey yolundadır. Eğer gününün en melankolik saatleri uyku sonrasıysa bütün gününe yansır bu. Huzurla uyanabilmek için bir ümit olmalıdır içinde.

Sevgi insanın en büyük gücüdür. Sadece insana karşı değil, canlı cansız tüm varlıklara duyulan sevgi sonsuzdur. Eğer insan sevgi vermek isterse içinde bitip tükenmez bir kaynak vardır...

16 Haziran 2009 Salı

İnsan, Yaşam ve Kavramlar Üzerine Aforizmalar 1

Önce bebektir; masum, sonra çocuk; dünyayla oyun oynayan, sonra genç; mutsuz, umutsuz, huzursuz, ışığı arayan, zorlukları fark ettiğinde savaşmadan ölmek isteyen, sonra yetişkin; sıradan yılların hızla aynı şekilde geçtiğini fark eden ve en son yaşlılık; hüzün, yalnızlık ve korkuyla beklenen son.

İnsan bir şeylere merak duyar, bir hedef belirler kendine ve çabalar çünkü böyle yapmazsa 'hiç' olacağını düşünür. Kendisi hakkında böyle düşünülmesi de korkutur onu.
'Hiç olmamalıyım, buna asla izin vermemeliyim' der ama durup bir kez bile hiçlik üzerine düşünmez...

24 Mayıs 2009 Pazar

Sıkıntı - Huzur - Umut

Sıkıntı melankoliğe eşlik eden arkadaştır :) Öyledir gerçekten. Hep canı sıkılan ama neye sıkıldığını bilemeyen insanlar vardır. Kişisel tarihinde bu sürüp giden kronikleşen bir durum olursa melankoli de peşinden ayrılmaz.

"19. yüzyılın ortasında, Flaubert, Aziz Antonius'un ruh halini sıkıntıyla ifade eder: Ah nasıl canım sıkılıyor! nasıl canım sıkılıyor! Bir şey yapmak istiyorum ve bunun ne olduğunu bilmiyorum; bir yerlere gitmek istiyorum, nereye bilmiyorum; ne istediğimi bilmiyorum, ne düşündüğümü bilmiyorum, istemeyi arzulamak bile geçmiyor içimden."* Sanki Ivan Gonçarov'un Oblomov'u söylemiş gibi bu sözleri ya da boş verin roman kahramanını siz de zaman zaman böyle hissetmez misiniz?

Ne yapmak istediğini bilmemek ya da aslında her şey yolundaymış gibi görünürken can sıkıntısı. Her şey yolunda mıdır aslında? Sıkıntının kaynağı nedir? Boşluk mudur? Varoluş mu? Varoluşla insanın kendisi arasına koyduğu mesafe mi? Hayata bakış açısı mı?...

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Melankoli-Hüzün-Boşluk-Derin Düşünce

Melankoli ile ilgili bu blogda epey yazı var. Melankoliyi incelemeye 2000 yılında başladım. O sıralar Prof. dr. Ayla Ödekan'ın doktora dersi için "Batı Sanatı'nda Melankoli" adlı bir çalışma hazırlarken 35 kitaptan ve çok sayıda makaleden yararlanmış; batı resminin melankoliye uygun örnekleri üzerinde durmuştum. O kadar mutlulukla ve coşkuyla çalışmıştım ki -biraz çelişen bir tutum oldu farkındayım :) -. Şimdiye kadar yaptığım araştırmalar içinde en sevdiğim konu bu oldu. Zaten melankoliye yatkın bir yapım olduğundan mı, varoluşla ilgili derin düşüncelerin tatlı hüznünden zevk aldığımdan mı, nedensiz hafif üzüntünün arada bir insanı esir aldığını, sevinç ve kederin birbirine yakın durduğunu bildiğimden mi, en mutlu anda bile buruk bir acı duyulacağını hissettiğimden mi, yalnızken insanın kendisiyle iletişimini önemsediğimden mi bilmiyorum.

Hayatın koşuşturması içindeki insanlardan kaçıp ilgisizleşen, dünyevi şeylere yabancılaşan, kalabalık içindeyken bile çevresinden ve dünyadan soyutlanarak hülyalı gezinen, her şeyi sorgulayan buna vakit ayıran, bir gereklilikmiş gibi sunulan hıza ve "Her şey yaşanmalı, her şey tüketilmeli" düşüncesine ayak uydurmayan, arzular ve yoksunluklar arasındaki çelişkide çaresizliği duyumsayan yine de "hiçlik içinde bile bir umut düşleyen"*, kaplumbağa gibi hareket eden melankolik bir flaneur. Melankoli; boşluk duygusu, tembellik ve uyuşukluk içinde olanı simgelemez. "Ben de tembelim,  ben de boşluk içindeyim; öyleyse melankoliğim." demek bilgisizce sığ bir yaklaşım olur. Bu ise olguyu sıradanlaştırırken, gizemini ve değerini de yok sayar.

9 Mayıs 2009 Cumartesi

Yeterse Yeter Artık!!!

Van gogh ile ilgili 2001 yılında yazdığım yazının tamamının o kadar çok sitede, forumda kaynak gösterilmeden paylaşıldığını gördüm ki. Üstelik yazıyı gönderen kişi kendisininmiş gibi sahipleniyor. Sadece bu yazı değil elbet. Kütüphanelere giderek emek, zaman ve para harcayıp yaptığım araştırmaları internet ortamına aktarmak hata mı? Bu bilgileri paylaşmak istedim ama kolaycı insanlar bunu hak etmiyorlar. Nasıl bir zihniyet içinde olduklarını anlayamıyorum. Kendi düşünceleri dışında hoşlarına giden yazıları da forumlarda paylaşan bir yığın insan var ama insaf!!!

Lebriz.com'da yayınlanan sanat tarihi ile ilgili incelemelerim için de öyle. Çocuklar ödevlerini yaparken olduğu gibi alıyorlar. Ya okullarda araştırma nasıl yapılır, ödev nasıl hazırlanır öğretilmiyor ya da bu internet çocukları kolaya kaçıyorlar. Öğretmenler herkesin internetten aynı şeyleri kopyaladığını elbette fark ediyordur.

13-14 yaşlarındaki çocuklar tembellikten, bilinçsizlikten yapıyor da diğerlerine ne demeli? Bir makale ve yazı yazmanın da kuralları vardır. Birinin düşüncesini, yazısından bir bölümünü kullandığında onu kaynakta veya dipnotta belirtirsin. Sahiplenmezsin. Son derece medeniyetsiz bir davranış bu. Çok az sayıdaki saygılı insanı bunların dışında tutuyorum. Zaten google'da bir şey aradığında hep arakçıların siteleriyle karşılaşılıyor. Aynı bilgiler farklı sitelerde, forumlarda. Yeni bir şey yok. İçerikler o kadar yetersiz ki.  İyi ki kopyala yapıştır varmış!!!

İnternete içerik eklemek artık anlamsız gelmeye başladı. Bir yandan da birbirinin aynı, bireyselliği beceremeyen, bencilliği erdem sananların dışında az da olsa doğru düzgün insanlara sanat ve sanat tarihi ile ilgili yazıların faydalı olacağını bilmek düşüncesi de var.

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

3 Mayıs 2009 Pazar

Düşlerle Karışan Mitolojik Düşünce Parçaları 2

Bağlamış sandalları ayaklarına, uçabilsin diye hızla. Ulaştırabilmek için haberleri sona erdirecek dertleri. Değnek, Hades'in görünmez başlığı ve zehirli oklar yanındayken kimse çıkamaz karşısına şakacı Hermes'in. Hisseder ölümlüler tanrısallığı gök gözlü Athena yalvarınca babasına. Yumuşar yüreği Zeus'un acı çeken ölümlülere. Hermes görünür düşlerde bir ölümlüye haber iletmek için.

Çoktan sona erince akşam, parmakların arasına alınan ay yükselince en tepede, Hypnos sarar tüm şehri görkemiyle, karşı konulmaz, erişilmez gücüyle. Bitince karanlıklar, kraliçenin enerjisi, geçecek hırçınlık sakinliğin yerine. Titreyecek eller, boş bakacak gözler koşmak isteyecek yine uykuya ayaklar.

Uyutur büyüleyerek Hypnos gün doğana dek. Çalana kadar kapıyı tatlı neşeler. Uyandırır yeşil yapraklı dallar hışırtıyla cama dayanarak, Helios en tepedeyken. Kucak açar güzel günler, tasasız gülüşler, coşkulu, sevinçli. Masumiyet el ele mutlu düşlerle. Kuş açar kanatlarını derinliğine göklerin. Gökler yol verir gülerek sevimli gidişine.

2 Mayıs 2009 Cumartesi

Düşlerle Karışan Mitolojik Düşünce Parçaları 1

Ne güzeldir yaşamak Beethoven'in dokuzuncu senfonisinde. Ne güzeldir Rimbaud'nun Nietzsche'nin dizelerinde. Ne güzeldir ruh hallerini yansıtan satırlarda. Ne coşkuludur Van Gogh'un renklerinde, Dionysos'un şenliklerinde. Ne güzeldir Miro'nun, Friedrich'in, Klee'nin, Chirico'nun düşselliginde. Ne güzeldir yaşamak içine çeken Oneiros'ta.

Felsefe okullarında tartışılan gerçek. Yaşam ve anlamı. Bağlanınca körü körüne eskiye ve yeniye. Geçmiş ve gelecek arasında dönüp durmak çemberin içinde ya da safdışı birakıp aklı -Nietzsche gibi- içgüdülerle yaşamak sadece.

Penelope'nin gündüz örüp gece söktüğü bir türlü tamamlanamayan bezi gibi bahaneler uydurmak istenmeyenlere. Kurduğu, yarattığı kapalı evreninde önce kendini kandırır mazaretler üreten. Gün gelir ne kendisi ne de başkaları yutmaz olur tüm bunları. Yüzleşmek gerekir korkularla dışsal bir değişim etkisini göstermeden...

30 Nisan 2009 Perşembe

Fragmanlar 2

Bazen sözcükler nesneleri yansıtmakta yetersiz kalır. O zaman başka ifadelere başvurulabilir. Belki renklere ve ezgilere.

Sevgi bir karıncayı incitmemekse hangi insan bunu başarmıştır? Karıncayı incitmeden ama kendini de.

Şeylere başka gözlerle ve farkındalıkla bakıldığında, yepyeni ve keşfedilmemiş gibi görünürler.

Hayat kendiyle ilgili gizlerin açığa çıkarılmasını bekliyor ve zaman zaman çok kolay bir şekilde bunu sunuyor. Ancak her insan aynı şekilde ve çıplaklığıyla onu görüp alamıyor.

Her zaman kaybetmiş ve kaybolmuş olarak ömrünü geçirdiğini duyumsayan ruhlar vardır. Kendini çaresiz hisseden, tutundukları bir şey olmayan, derin bir melankoli içindeki bu ruhlar amaçsızca ve sessizce kozmosta varoluşlarını sürdürürler...

27 Nisan 2009 Pazartesi

Fragmanlar 1

Kitaplar bazı kişiler için büyük önem taşırlar. Sevilen kitaplardan birini bir süre başkasına verip ayrı kaldıktan sonra tekrar kavuşunca hissedilenleri tarif etmek güçtür. Bazı kitaplar barındırdıklarıyla insanı bulunulan ortamdan alıp, hiç gitmediği, bilmediği, hayalini bile kurmadığı dünyalara girmesini sağlar. Bu düşsel ortamlara dalma sanki bir boyut değiştirme, zaman kavramından sıyrılma, ölçüsüzce kahkaha, umutsuzluk, kendinden geçercesine ağlama, çevrede olup bitenlerden tamamıyla kopma gibi hisler içinde olmaya neden olabilir.

Bireysellik toplum içinde fazla itibarlı değildir. Oysa toplumları oluşturan bireylerdir. Fertlerde bireysellik bilinci oluşsaydı, toplum içinde de daha iyi standartlarda bir yaşam kalitesi olabilirdi. Herkes konuşurken aynı kalıplaşmış sözleri kullanmaz, davranışları ve olaylara tepkileri birbirinin aynı olmazdı. Birey olmanın bilinciyle kendi fikirleri olur ama bunları insanlara zorla kabul ettirmeye çalışmadan onlarla paylaşırdı. Bu çeşitliliği getirirdi. Çeşitliliğin, alternatif düşüncelerin ve yaşantıların ardından hoş görü gelirdi. Ancak kendini birey olarak göremeyenlerin ne kadar hoş görülü olabilecekleri tartışılır. Bireysellikten kastedilen toplumdışı olmak değildi -kişi bunu da tercih edebilir-. İnsanlar kendileri için bir şeyler yapsalar, kendilerini geliştirip tanımaya çalışsalar çevrelerindekilerle olan ilişkileri de daha iyi yürürdü. Kendinden başlayarak topluma yayılan zincirleme gelişmeler söz konusu olabilirdi...

15 Nisan 2009 Çarşamba

Düşünce Parçaları


💭 İyi ki gerçeğin keskinliği gün geçtikçe hayale dönüşüyor yoksa katlanılamazdı.

💭 Vizyonsuz ve tek taraflı değerlendirmeler öznel kalmaya mahkumdur.
 

💭 Herhangi bir yeteneği olmayan kişi üretenleri kıskanarak üretilenleri hor görür. Yeteneksizliğinin ve şanssızlığının acısını başkalarının ürettiklerini küçümseyerek çıkarmak ister. Kendi doğrularını gerçek sanıp aldanır.

💭 Her insan kendini dünyanın merkezi sanır ve önemser. Öyle olmasa yaşayabilmesi zorlaşır.

💭 Başkasını bir hatası, davranışı, yaşam şekli ve inandıkları yüzünden eleştiren kişi o şeyi yaşamadan bu dünyadan ayrılmaz.

💭 Fikrini söyleyen kişinin dikkat etmesi gereken şey karşısındakini üzmeden ve kırmadan bunu yapabilmesidir. Çok ince bir çizgi vardır. Çoğunluk inceliktense dobralığı tercih eder. Sadece kendi söylediğine bakar ve dürüstlüğüyle övünür.

💭 Kendini bulmak herkese göre değişen bir şeydir. Bu konuda tek bir yoldan söz etmek doğru olmaz. Kimi hayatın içine atılır sonradan bunun gereksizliğini anlar. Kimi de saklı kalır, sürekli çelişki içinde olsa da.

💭 Belki de en mutlu insan uğrunda yaşamaya değecek derin bir fikri olandır.

Nalan Yılmaz. 2007

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

8 Nisan 2009 Çarşamba

Düşler Gecesinden Yansıyanlar - 2

Bilinmeyen, görünmeyen peşindekileri doğa alıngan ve sitemli bir şekilde çağırır ‘ben buradayım hadi gör, görmeden beni ulaşamazsın öteye, önce beni hisset sonra ötesini’.

Kahin midir şair Rimbaud’nun dediği gibi rotası bilinmeyene doğru coşkulu bir denizci midir engin denizlerde kaybolma pahasına? Ulaşacak mıdır öze gelişmiş ruhunda?

Kulaklar seslere tıkalı olsa da sadece vızıltı olarak ulaşsa da sesler bazen bu vızıltılardır derin yaralar açan.

Düşüncelerin cisimlenişi ve coşkunun dans edişi düşlerle başka dünyalar açılır insan.

Bilinmeyene koşmak ya da beklemek risk değil mi? Düşecek mi göklerden paketlenmemiş özgür bilgiler?
İstenmeyen sesler kulakta, gülmeyen ağız suratta, nahoş görüntüler gözlerdeyken yıldızlar saklanmış gök gürlemek üzereyken görünmeyen düşlerden derinlerden hiçlikten fırlamış gibi birden çakıverir şimşekler. Öyküsüdür bu belirsizliğin gecesinde kötülüklerin.

Dönerken herkes gibi nerede ve ne için olduğunun farkında değilken düşün öğrendiğin her şeyi. Masalları, hikayeleri belki saklıyordur gerçeği. Kafdağına uçan kuşlar nasıl simurgu kendilerinde bulursa insanın da uçuşu kendine.

6 Nisan 2009 Pazartesi

Düşler Gecesinden Yansıyanlar - 1

Bazıları bir şey olmak, bir şey yapmak, kalıcı olmak isteği içinde olmazlar. Bu hem acı hem de mutluluk verir. Sadece insan denen garip yaratığın nereden gelip nereye gittiğini ve tüm oluşumları, yaşananları bilmek isterler. Geçmişten geleceğe akış içinde olanları eylemde bulunmadan takip etmektir yaptıkları. Düşüncelerde dolaşıp ışık hızıyla çağlar öncesinden sonsuzluğa gitmek. Bir şair gibi olmayacak, yan yana gelmeyecek nesneler, olaylar arasında bağlar kurarak, açığa çıkmamışlara hayranlık duyup her yerde, her şeyde, görünende, olanda, olmayanda estetik, uyum, denge ve sadelik ararlar.

Geceden sabaha yarı ölü gibi uykuda geçer. Gece uyurken başka uyanıkken başka düşler gördürür. Çağırır, çılgınca koşmanı ister söylenmemiş şarkıların içine, rengarenk seslerden gelen melodinin duyulduğu sık ormanlara. Ormanların içinde kendinden geçirten coşkuyla dans eden, eğlenen, ziyafet içindeki görünümleriyle açığa çıkan yaratıcılığı izlemeni ister. Baloya davetli bir genç kız gibi en güzel elbisesini giymiş, en göz alıcı takılarını takınmış, ferahlatan kokusunu sürmüştür gece. Sarsıcı, büyüleyici ve hüzün verici bir güzellik içinde çağırır her halini göstererek. Tapınakların kapılarında içeri girmeye izin vermeyen muhafız sfenksler ve kardeşleri onlardan daha korkunç hazine koruyucu kuş başlı kanatlı grifonlar, rastlantıyı gözleyen ruhlar, aşağıda kalmış mor dağlara, sütunlu yollara bakarken, kerberosun kapısında durduğu yeryüzünün derinliklerinden gelen sirenler kadar etkileyici iniltiler, kaba saba, kavgacı, yarı at yarı insan kentauroslar deli gibi kaçıyorlar kovalayandan. Bütün oluşumlarını göstermeye niyetli gece. İçindeki yaratıklara küstüğünde bile...

25 Mart 2009 Çarşamba

Aldatıcı Duyumlar ve Ruhsal Durumla Şekillenen Tekinsiz Sanılar

Bilgi edinme konusunda çok açgözlü olan insanlar vardır. Bir konuda uzmanlaşmaktansa pek çok konu hakkında bilgi sahibi olmayı, hayatının sonuna kadar öğrenen tarafta olmayı seçen bu kişilere öğrenmek yaşama sevinci verir. Yeryüzünde keşfedilebilecek pek çok yer, sanatçı, kitap, eser, müzik ve insan olduğunu bilmek verir. İçeride ve dışarıda yapılabilecek yolculukların fazlalığı bu tür insanları şaşırtır. Bazıları genellikle içten çok dış yolculukları tercih edip sosyal olması gerektiğini düşünerek yalnızlığından kaçınır. İçsel zenginliğin farkına varamayan, içinde hiçbir şeyle karşılaşmayacağına inanan kişi kendini bilmekten korkar.

Bazen denize taş atinca yankisini duyamaz insan. Zaman içinde taş atmaya devam eder sesini duymak için degil sadece bir eylemde bulunmak için. Ama bu daha da yalnizlaştirir ve kendine döndürür...

17 Mart 2009 Salı

Bilinemeyenin Etrafında Dolaşan Belirsizlik

Bazı kadınlar Pygmalion'un özenle yaptığı ve canlanmasını istediği kadın heykelinin canlı hali gibidirler. Bu kadınlar maddeselin önemli olduğu bu dünyada bedenen olabilecek mükemmelliğin en üst konumunu temsil ederler. Bu durum yaşamlarını ve istediklerine ulaşmayı kolaylaştırıcı, şans getirici olabileceği gibi zorlaştırabilir de. Kadın bedeninin güzel olması madde -yaşanılan- dünyasında, daha önce kurgu olmuş olsa bile enerjiden maddeye dönüşmüş bu boyutta tercih edilendir ve görsel olarak herhangi bir kusuru olmayan kadın bu anlamda donanımlı olarak gelmiştir. Çağlar boyunca göze güzel görünen kabul görmüştür. Sadece kadın değil ikinci planda olsa da erkek bedeni de düzgün ve estetik değerler içinde olmalıydı. İster insan bedeni için olsun ister bir sanat eseri için, ister günlük kullanım eşyası için ya da doğada olsun uyum, denge, düzgünlük, parçaların bir araya gelip bütünlüğü oluşturması ve bunun buraktığı etki sonsuzluğu ve yaratım gücünü çağrıştırır. Ne var ki bu sıkıcı olabilir. Şaşırtıcı, yadırgatıcı ve rahatsızlık verici bile olsa uyumsuz, asimetrik, parça halinde hoş ama bütünde ifadesiz, anlamsız ve biçimsiz nesneler farklılık ve çeşitlilik getirebileceği için coşkuya ve canlılığa neden olup tekdüzelikten uzaklaştırabilir.

8 Mart 2009 Pazar

Septik Deyişler

İnsanlar neden belirledikleri durumun esiri olup kurallarla yaşamak zorunda kalmıştı? Duygular bastırılmış, isteklerin pek azının gerçekleşmesine izin verilmişti. Kötüden kaçış mı bunları belirlemişti? İyi ve kötü kime ve neye göre iyi ve kötüydü? İnsan içindeki duyguların ve dürtülerin hangisini neye göre açığa çıkarıyordu? Bu onun elinde olmayınca deli mi oluyordu? Onu yöneten kendisi mi yoksa sadece bir zerresi olduğu başka, çok güçlü, benzersiz, sonsuz, sınırsız bir varlık mıydı? Bütün, onun parçaları ve yansımaları. Hep bu noktaya varılıyordu. Evrendeki her varlık kendi içinde önemliydi ve bütüne hizmet ediyordu.

Kafası sürekli meşgul olan kişinin yeni öğrendikleri onu başka bilgilere götürür. Bunun sonu yoktur. Bir konu üzerinde uzmanlaşmak, bir konuya odaklanmak sınırsız bilgiyi ıskalayabilir. Uygarlıkların gelişmesini ve devamlılığını sağlayan geçmişten gelen bilgileri edinip geleceğe yönelik ürünler ortaya koyabilmek gerekir. Aslında her şey bulunulan andan ibarettir ve düşüncenin ürünüdür. Geçmiş ve gelecek dünya üzerinde sınırlı algılaması olanlar için geçerlidir. Ancak başka boyutların ve düzenlerin farkına varmak için metotların bilinmesi gerekir. İçten gelenlere, sezgiye, altıncı hisse inanma ve kendine güvenip sorduğu bütün soruların cevabını kendinde bulabileceğini bilmesiyle ve doğadaki her varlığın büyüleyici yanının bulunduğunu anlamasıyla ve kendini doğaya bırakmakla belki aşama kaydedilir...

5 Mart 2009 Perşembe

Melankolik Kent: İstanbul

Her mevsimde ayrı bir güzellikte olan İstanbul'un tam anlamıyla içine girmeden onu seyretmek daha hoş geliyor bazen. İnsanların metropolde yaşamanın gereklerini yerine getirmedeki umursamazlığı sinir bozucu. Doğduğu yerlerden göç edenlerin kentin düzenine uyması icap ederken, gelen önceden alıştığı yaşam tarzını da beraberinde getiriyor. Tamam çeşitliliğe diyeceğim bir şey yok ama kişilerin önce kendine, sonra karşısındakine saygısıyla; düşünceli davranışlarıyla ve uzun bir geçmişe sahip kente karşı özenli tutumuyla kültürel zenginliğe ulaşılabilir. Başkasını rahatsız etmediği, şehrin dokusuna zarar vermediği sürece herkes istediği gibi yaşama hakkına sahip elbette. Büyük kentin göç ve nüfus yoğunluğuyla beraber trafik, düzensiz ve fazla yapılaşma sorunları da var. Bunun yanında kargaşa, uyumsuz şeylerin bir araya gelişiyle kendini gösteren zevksizlik, çeşitli kokular, bunaltıcı nemli hava da var. Hiçbir suçu olmayan, sadece sessizce ama hüzünle tanıklığını sürdüren İstanbul'un gün geçtikçe yıprandığını görmek üzüntü verici. Yine de doğduğum, büyüdüğüm, yaşadığım ve keşfedebilecek farklı yaşantıların sürdürüldüğü sokakları olan, karmaşık, kozmopolit, monotonluktan uzak, büyülü, esrarengiz, tarihinden ve sanatından kopmadan geleceğe ulaşmaya çalışan ve tam anlamıyla yaşayan bu kentte ömür tüketmekten memnunum. Kısa süreli uzaklaşmalar iyi geliyor ama dönüp dolaşıp geleceğim yer yine İstanbul. Bir de Konstantinos Kavafis'in çok güzel ifade ettiği gibi "gidip gidebileceğim tek yer"de bu kent...



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...