19. yüzyıl Avrupa’da bunalım, huzursuzluk ve çöküntü çağıdır. Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi’nin etkilerinin görüldüğü çalkantılı dönemde uluslar kimliklerini bulmaya çalışırlar. Yeni gelişmeler ve uyanışlar olur. İlerlemeler karşısında geleceğe karşı korku ve umutsuzluk ortaya çıkar. Dinsel inançlar yıkılmaya başlar ve tanrının varlığı sorgulanır. Bilim önem kazanır. İnsanlar karmaşa içinde kendi yerlerini ararlar. Yazarlar kitaplarında, ressamlar tuvallerinde inancı azalan bireyin sarsılan kültür ve ahlâk içindeki durumunu ve endişelerini anlatırlar. Düşünürler yeni fikirler, çözümler ve yorumlar üretirler.
Böyle bir ortamda felsefe, müzik, sanat ve edebiyatta Romantik akım kendini gösterir. Uzak ve ulaşılmaz olanın özlemini duyan romantikleri gece, alacakaranlık, düşler, doğa, eski uygarlıklardan kalıntılar ve doğaüstü şeyler çeker. Gerçeklikten, toplumsal sorunlardan kaçarak geçmişe, kasvetli, esrarengiz ve gizemli olana ilgi gösterirler. Düşler ve peri masalları sisin çocuklarıdır (Baudelaire). Özgürlük, yalnızlık, tinsellik, duygular, içe yönelme ve sezgiler önemsenir. Doğa ve insan kaynaşır. Romantik kişi bireyseldir, dâhilere özgü bir tembelliğe sahiptir, kendi varlığında kendini uyumsuz, aykırı biri olarak duyumsar. Duygular ile gerçek dünya arasındaki fark büyüktür. Bütün bu özelliklerden dolayı romantiklerin pek çoğu melankoliktir ve genç yaşta genellikle veremden ölürken bazıları da intihar eder. Çağın hüznünü yansıtan Chateaubriand kurulu düzeni yadsır. Çalışmalarında yaşama duyduğu kini ve umutsuzluğunu işler. Başka bir romantik Lamartine'in şiirlerinde ise hiçlik ve boşluk duygusu egemendir. Hayatının son dönemlerinde öncekine oranla daha acı bir kederle yazılmış içe kapanık ve dağınık şiirleri vardır...
Romantiklerin en yalnızı Gérard de Nerval'dır (1808–1855). Bilgilerinin aşırılığından beynine fazla yüklenme olan ve mistik hezeyan krizlerinin ardından sekiz ay tımarhanede kalan Nerval bu dönemden sonra simyacılığa, parapsikolojiye, metafiziğe, mitolojiye ilgi gösterip bu konuları araştırır. İmkânsız aşkına kavuşamaması hastalığını ilerletir. Öykü (Aurelia, Sylvie), hikâye (Ateşin Kızları), gezi yazıları (Doğu Yolculuğu), anı yazıları (Almanya Anıları), şiir (Küçük Aylaklık Şatoları, Chimére’ler), opera (Utkunun Eli), tiyatro oyunu (Aptalların Prensi) ve çeviri alanlarında yazınsal yaratıcılığı sürerken delilik krizleri de tekrarlanır. Şiirlerinde hep umutsuzluğu dile getirir ve uyumun özlemini duyar. ‘Coşkuyla kendimden geçip/ Tatlı uyumu denedim,/ Nice gözyaşları döküp/ Güzelliğini söyledim...’
Gittikçe kendisine ve topluma yabancılaşır. İçinde bulunduğu ortama uyum sağlayamadığından, gerçekler onu hayal kırıklığına uğrattığından, geçmişe, geçmişteki uygarlıklara, doğu gizemciliğine, söylence ve efsanelere yönelip düşlerine sığınır. Romantik olduğu kadar sembolistte olan şairin şiirlerinde ve şiirsel anlatımlı düzyazılarında rüyalardan, düşlerden yola çıkıldığı, geçmiş ile gelecek birlikteliği ve simgesel anlamlar dikkat çeker. Karamsar ve gezgin Nerval, sürdürdüğü başıboş, aylak ve parasız yaşantısına 1856 yılının soğuk bir kış gecesi karanlık bir sokakta, sokak lambasına kendini asarak son verir. Cehennemdeymiş gibi hissettiği hayatına dramatik noktayı koyar.
"...Bu akşam beni bekleme çünkü gece siyah beyaz olacak...
...Çok şey vardı onarmam gereken, güçsüzdüm, beni bekleyen çabalar altında eziliyordum, Ömrümün hatta daha önceki varoluşlarımın hesabını sorarak yaşadım. İyi olduğumu önce kendime kanıtlayarak anladım ki ben hep iyi olmak zorundayım. Kötü müydüm yoksa? Öyle olsam bile günahımı ödemek için çektiğim acılar yetmez mi? Belki sonsuza dek o mutsuzlardan biri de ben olacaktım. Kendimi soğuk bir suya dalmış gibi duyumsadım ve daha soğuk bir su akıyordu alnımdan...
...Gecelerin meleği sürgün ediyor beni. Şu yalnız ve şu yaslı gözlerimden okuyabilir misin? Her şey ölecek benle?...
...Ölmek, ey ulu Tanrım söz verdiğiniz mutluluk sanki yalnız ölümle gerçekleşecekmiş gibi niçin her an bu düşünce usuma gelip durur?...
...Büyük acılarda, büyük mutsuzluklarda, büyük hüzünlerde çoğu zaman şiirsel sözler kendi içimizde uğuldar ve sürekli aşırı uyarılmış ve sıkıntılı düşüncemize eşlik eder" gibi sözler ve dizelerle çaresizliğini ve mutsuzluğunu ortaya koyan Nerval trajik yaşamıyla tarihin en melankolik ruhlarından biridir.
Sembolizmde ruhun duyguları yaratan nesnelerle kaynaşmasıyla oluşan simgesel anlatım önemlidir. Simgede bir giz vardır. Varlıkların iç dünyalarına yoğunlaşmış Sembolist sanatçı nesnenin gizini ve doğanın ruhunu sembollerle, çağrışımlarla vermek amacındadır. Sembolizmin belirleyici nitelikleri tinsellik ve melankolidir. Ayrıca düşler, hayaller, yalnızlık, düşünce, gerçek dışı ve gizem de önemlidir. Uyumsuz ve topluma karşı olan sembolistlerin her biri özgün kişiliklidir. Bireysel çıkışlar görülür.
Sembolizmin ilk evresine gelebilecek olan Charles
Baudelaire* (1821-1867)
bu bireysel sanatçılardan biridir. 'Kırk Kötülük Çiçeği'** adı altında topladığı şiirlerinde simgesellik
belirgindir. Albatros şiirinde
albatros şairi simgeler. Çağrışımlarla şiirini oluşturur. İyiliği ve güzelliği
kötülükten ve çirkinlikten yola çıkarak anlattığını savunur. Kendini sürgünde
gibi hisseder. Hep başka bir yerin özlemi ve arayışı içindedir. Çocukluğundan
beri yalnızlık duygusu yakasını bırakmaz. Herkesten farklı olduğunu duyumsar. 'Herkesin
tersine ve herkese karşı vardım kendi varlığımın bilincine'. Her zaman kendi özelliğini ve varlığını arar ve kendi içine dalar. Başkaları için gereksiz kendi içinde tehlikeli olduğuna
inandığı için sık sık intiharı düşünür. Yararlı biri olmayı da yadsır ve iğrenç
bulur. Kendisinin hep uçurum duygusu içinde olduğunu ifade eder. Sartre onun bu
melankolik durumunu şöyle açıklar: ‘Ta kalbinin derinliklerine dek
gören kendini, kimseyle kıyaslanamaz, kimseyle kaynaşmaz, yaratılmamış, saçma,
gereksiz, tam bir yalnızlık içine bırakılmış kendi yükünü tek başına taşıyan,
tek başına varlığını doğrulamaya mahkum edilmiş ve durmadan kendi ellerinden
kaçan, kayan, kendi içini gözleyen ama aynı zamanda kendi dışında sonsuz bir
kovalamacaya atılmış dipsiz, duvarsız ve karanlıksız bir uçurum, ışıklar içinde
bir giz, önceden görülemeyen gene de pek iyi bilinen.’
Yoğun bir tinsel yaşamı olan Baudelaire, pişmanlıkları ve suçluluk duyguları altında ezilir. Ruhunu garip bulur ve orada kendi kendini tanıyamaz. ‘Yara bende bıçak bendedir/ Kurban da ben, cellat da benim’. Çevresinde tiksinti uyandırmaya çalışır, insanları kendisinden uzak tutar böylece yalnız kalabilecektir. Mutluluğu küçümseyip acıyı seçer. ‘İçten gelen her şiirin kaynağı melankolidir. Bütün sanatçılar acı çeker ve bu acı sanatçıların güzellik ve adalet duygusu geliştiği ölçüde büyür.’ Ruhun mutsuzluğu kendi içinden gelir. Yeryüzünde olmak ona acı verir. 'Nerede olursa olsun yeter ki bu dünyanın dışında olsun' der. Bu dünyada olmayanın, gerçek dışının, olanaksızın düşünü gören Baudelaire, insan ilişkilerinde de soğuk ve mesafelidir. Yine de kalabalıklar arasındadır. Mektuplarında sonsuz bir karamsarlık, çekilmez bir yalnızlık, bitip tükenmeyen bir isteksizlik içinde dalgın, şaşkın, beceriksiz olduğunu yazar. Gücüne güvenemez, hiçbir şeyle oyalanamaz, Talihin kendisine hiç gülmediğini, uyuşukluktan kurtulamadığını, hayallere daldığını; iç çöküntüsü, kararsızlık ve çaresizliğe düştüğünü ve bu durumdan nasıl çıkacağını bilemediğini; bocalamalarla, fakirlik ve tesellisiz geçen seneler sonucu dinmek bilmeyen bir melankoliyle yaşadığını belirtir.
Baudelaire'in denemelerinde sözünü ettiği avare adam flaneur işsiz, güçsüz gezen, olayları uzaktan gözlemleyen aydın bir kişidir. Kentte yaşar, yalnızdır, herhangi bir kuruma, düzene bağlı
değildir. Politik bir kimliği yoktur. Düşünür, yürüyerek gezer, dünyayı gözler
ama dünyadan saklı kalır. Zaman diye bir derdi yoktur. Kaplumbağa hızıyla
hareket eder. Ona göre aylaklıkla kazanılan çalışarak kazanılandan çok daha
değerlidir. Sembolist sanatçılar üzerinde etkisi büyük olan Baudelaire de
toplumsallaşamayan hüzünlü bir entelektüeldir. Yeni bir tarz dehanın öncüsüdür.
Dandy ‘ zengin bir Herakles’tir. Kalabalıktan tiksinir, kendisiyle ilgilidir. Flaneur
kalabalıklara karşı dandy’den daha ılımlıdır. Onlardan tiksinmez, sadece
kayıtsızdır. Baudelaire’de kendini bulan bu kişiliklerin ortak yanları ise
hayatlarını sanat eseri yaratmakla harcamamaları, kendilerinin bir sanat eseri
olmasıdır. Her ikisi de başkalarını şaşırtmaktan keyif alır ama kendileri hiç
şaşırmazlar, estetik peşindedirler.
Şiirlerinde insanın acılarına, tutkularına, coşkusuna, umutlarına, yoksulluğuna, aşklarına, kaçışlarına yer veren Baudelaire'in aynı zamanda deneme ve sanat yazıları da vardır. Yapma Cennetler’de afyon, esrar ve şarap gibi maddelerin insanların üzerindeki etkisinden bahseder. Modern Hayatın Ressamı adlı kitabında yaşadığı dönemin sanatı ve sanatçıları üzerine düşüncelerini yazar. Çağının ilerisinde bir düşünür de olan şair, Paris Sıkıntısı’nda düzyazı ile şiir yazma olanaklarını araştırır. 50 parçalık düz şiirlerinde yaşadığı toplumun ve kentin oluşturduğu titreşimleri ifade eder. ‘Ruhum böyle rahatça dolaştıktan sonra, yer değiştirsin diye neden zorlayayım bedenimi? Tasarı da tek başına yeterli bir ergi nasıl olsa, tasarıları gerçekleştirmeye ne gerek var?’ Ona göre Fransa güzelin görülmesi gerektiği yerde hakikati arar o nedenle şair değildir ve sanatı da hissedemez. Amerikalı şair Edgar Allan Poe'yu kendine çok yakın bulur ve onun öykülerini, şiirlerini çevirir. Eşsiz deha olarak tanımladığı Poe'nun yaşamından etkilenir. Aynı zamanda Nerval’den ‘üstün bir görüş’ ve ‘çağımızın Pisagor’u diye söz eder.
Kederli, sessiz, içine kapalı, yalnız biri ve 24 yaşında ölmüş olan Comte de Lautréamont (Isidore Ducasse, 1846–1870) 'Maldoror'un Şarkıları’nda kendine ve evrene karşı başkaldırısını haykırır. Diğer kitapları Poésies I ve Poésies II güce karşı savaştır. ‘Kusurlu olmayan, günahkar olmayan insan artık büyük bir gizem değildir.’ Aragon’un “Maldoror’un birazcık tadına bakınca, bütün şiir yavanlaşıyor” dediği, kısacık ömrüne böylesine önemli bir eser sığdıran şairin hayatı hakkında çok fazla bilgi yoktur; geriye kalan iki ad, iki kitap, altı mektup ve bir fotoğraf. 20 aylıkken annesini kaybeden Lautréamont’un alaycı bir dille yazdığı Maldoror’un Şarkıları altı şarkıdan oluşuyor. Birinci şarkı “Tanrıdan dilerim ki, yüreklenen ve okuduğu kitap gibi geçici olarak canavarlaşan okur, bu kasvetli ve zehirli sayfaların ıssız bataklıklarında sarp ve yabanıl yolunu şaşırmadan bulur; çünkü kesin bir mantık ve en azından kuşkusuna denk bir ruhsal gerilimle başlamazsa okumasına, bu kitabın saçtığı kokular tıpkı şekerin suyu içmesi gibi emecektir ruhunu. Buradan sonraki sayfaları her önüne gelenin okuması hiç de hayırlı olmaz; ancak pek az insan tadına varabilir, başını belâya sokmadan bu acı meyvenin.”diye başlar. Maldoror lanetlenmiştir ve metamorfozları sanki hayvanlar ansiklopedisi gibidir. Albert Camus, dünyayı olduğu gibi kabul etmeyen Lautréamont’un dokunaklılığının kendi kendine ve evrene karşı ayaklanmış bir çocuk yüreğinin çelişkilerinden doğduğunu belirtir. Olanı benimsemektense yıkmayı ve her şeyi karmakarışık etmeyi seçer. Kitaplarını kendi parasıyla yayınlayan şairin ölüm belgesinde edebiyatçı yazar. 1936 yılında sürrealist ressamlar çok önemsedikleri Lautréamont’un tüm çalışmalarını içeren bir kitabı resimlerler.
Daha 20 yaşına bile gelmeden yazdığı Cehennemde Bir Mevsim ve Illuminations ile şiir tarihini altüst etmiş Fransız şair Arthur Rimbaud da (1854-1891) Lautréamont gibi bireysel ve yenilikçi bir
çıkıştır. Aynı yıllarda o da şiirleriyle başkaldırır. Ancak yaşama dönmek için
tamamıyla edebiyattan kopar. 21 yaşında şiiri bırakıp*** uzak ülkelere
çalışmaya gider. Uygar dünyadan, içinde bulunduğu düzenden hoşnutsuzdur ve
bundan kendini korumak, uyum sağlamak, çalışmak ona güç gelir. Doğunun
bilgeliğine sığınır ve eylemi zayıflık, güçsüzlük olarak görür. Asla mutlu
olmayan, olamayacak, kendini özgür hissedemeyen, boşluk duygusu içinde olan ve
can sıkıntısından kurtulamayan bir ruhu vardır. Hiçbir zaman kendini bir
şeylere veremeyen, geçimini sağlamak zorunda olduğunda yeteneklerinin işe
yaramadığını gören şairin yaşamı sıkıntıyla, huzursuzlukla ve varlığın
gerçekliğini arayarak geçmiştir.
'Yabanıllığa çekilip gitsem de, yaşamımı bir çöle dönüştürsem de bu andan itibaren benden haber alamasanız bile ilk ve son kez bilmelisiniz ki hakikate canımla ve kanımla sahip olmak bana nasip olacaktır. Hakikati örtmek için elinizden geleni yaptınız; ruhumu yıkmaya çalıştınız, ben hakikati bileceğim, onu kendim için muhafaza edeceğim bu bedenle ve bu ruh ile' diyen şair sürekli meslek değiştiren, arayış içinde olan, günlük yaşama gereksinim duymayan ümitsiz biridir. Yalnızlıktan yorulduğunda sıradan insanların içinde olup onlara uyum sağlamak ister ama bunun yolunu bilemez.
‘Ben bir başkasıdır’, ‘Nedir ki benim hiçliğim sizi bekleyen uyuşukluğun yanında’, ‘Bulundu yitik! Ne? Sonsuzluk. Denize eklenmiş güneştir sonsuzluk’, 'Ben gerçekten mezar ötesindenim ve görevim yok', 'Mutsuzluk tanrımdı benim, çamura uzandım boylu boyunca', 'Güçsüzlük ya da güç; Al sana güç. Bilmiyorsun nereye, niçin gittiğini. Gir her yere, yanıtla her şeyi. Bir ceset olabilseydin ancak bu kadar öldürebilirlerdi seni', ‘İpler gerdim kuleden kuleye; pencereden pencereye çiçek bezekleri; altın zincirler yıldızdan yıldıza ve işte dans ediyorum’ gibi dizeleri yazmış olan Rimbaud bir bunalımdan diğerine geçerek yaşamını sürdürür. Sevgi vermeye ve almaya yeteneksizdir. Uyum sağlamayı ve boyun eğmeyi beceremediğinden sürekli arayış içindedir. Tüm şeylerin hiçliğini keşfeder. Burjuvadan nefret eder ve 1871 Komünü'ne katılır. Aşkı yeniden yaratmak ve kadının özgürleşmesi gerektiğini savunur. Görünmezi, görmek, bilinmezi bilmek yani bir kâhin olmak ister. Bütün duyuların düzeninin uzun süre, sonsuzca ve bilinçle bozulmasından, bilinmeze ulaşmak için beş duyunun algılama yönteminin değiştirilmesi gerektiğinden bir anlamda Sinestezi’den söz eder. Beş duyunun kazandığı boyutların sağladığı algıyla şair kâhin olur ve yaşamı da değiştirebilir. O güne kadar devam eden düzenli şiirin bu derinlikleri yakalayamayacağını anlar. İlluminations’la şiirin yapısını tamamen değiştirir. ‘ Rengini buldum sesli harflerin! –A kara, Ö ak, İ kırmızı, O mavi, Ü yeşil.- Saptadım her sessiz harfin biçim ve devinimlerini ve içgüdüsel ahenklerle, ergeç bütün duyularla ulaşılabilecek bir şiirsel dil bulmakla gururlandım. Saklı tutuyorum çeviri hakkını’.
Avrupa’yı yürüyerek dolaşan serseri, isyancı Rimbaud haykırışlarıyla dünyayı yadsır ve Baudelaire gibi olmayan bir yaşamı özler. “Yerleşik mutluluğa gelince ister evcil olsun ister olmasın. Hayır beceremem. Çok haylazım çok güçsüzüm derken Harrar’a gider ve orada ailesiz yaşamaktan dert yanar. Toplumsallaşmak, bir yere bir kimseye bağlı olmak istemez. “İğreniyorum bütün mesleklerden usta ve işçi hepsi andavallı, hepsi iğrenç. Eş değerde kalem tutan elle sapan tutan el. Ellerimle çalışmayacağım hiçbir zaman sonra sonu kötüye varır uşaklığın” diyerek çağdaşı Baudelaire gibi çalışmayı aşağılar. Rimbaud; Nerval, Nietzsche, Van Gogh ve Lautréamont gibi yalnızlık ve bunalım içinde kendini bulmaya çalışır. Bu sıradan ruhların cesaret edebileceği bir yol değildir. 1891 yılında Harrar'da hastalanan şair aynı yıl Marsilya'da bir hastanede ölür. “...Ey mevsimler, ey şatolar! Kurtuluş saati, ne yazık ki! Ah! Olacak ölümün saati...”
İçinde yaşadıkları zamandan hoşnut olmayan Nerval geçmişe, Baudelaire simgeye, Rimbaud ise geleceğe yönelir. Baudelaire, Lautréamont ve Rimbaud, Aloysius Bertrand’ın kurduğu düzyazı şiiri geliştirirler. Nerval ve Baudelaire romantizm ve sembolizm okullarıyla değerlendirilirken, Rimbaud ve Lautréamont hiçbir şiir okuluna girmez. Yeni insanın kendisi, başlangıcı ve çağdaş özgür şiirin, koşuğun kurucusu ve sürrealistler için öncü kabul edilirler.
Notlar:
*son romantik de denir onun için.
Kaynaklar:
-Alkan, Erdoğan, Düş Gezgini, Gerard de Nerval, Broy Yayınları, İstanbul, 1994
-Baudelaire, Charles, Kötülük Çiçekleri, çev: Erdoğan Alkan, Varlık Şiir, İstanbul 2003
-Baudelaire'nin Mektupları, çev: Bedia Kösemihal, Düşün Yayınevi, İstanbul, 1983
-Baudelaire, Charles, Modern Hayatın Ressamı, çev: Ali Berktay, İletişim, İstanbul, 2003
-Baudelaire, Charles, Paris Sıkıntısı, çev: Tahsin Yücel, Adam Yayınları, İstanbul, 1996
-Baudelaire, Charles, Poe, çev: Işık Ergüden, Nisan, İstanbul, 1995
-Baudelaire, Charles, Yapma Cennetler, çev: Yakup Şahan, Telos, İstanbul, 1994
-Benjamin, Walter, Pasajlar, çev: Ahmet Cemal, YKY, İstanbul, Ocak 2002
-Bertrandt, Aloysius, Gaspard de la Nuit, çev: Özdemir İnce, Gendaş, İstanbul, 1999
-Camus, Albert, Başkaldıran İnsan, çev: Tahsin Yücel, Can Yayınları, İstanbul, 1995
-Cassou, Jean, Sembolizm Sanat Ansiklopedisi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1987
-Claudon, Francis, Romantizm Sanat Ansiklopedisi, Remzi Kitabevi, İstanbul,1988
-İnce, Özdemir, Yazmasam Olmazdı, Doğan Kitap, İstanbul, 2004
-Lautréamont, Maldoror’un Şarkıları, çev: Özdemir İnce, Gece Yayınları, Ankara, 1989
-Miller, Henry, Rimbaud ya da Büyük İsyan, çev: Mustafa Tüzel, Kabalcı,İstanbul, 1994
-Rimbaud, Arthur, Cehennemde Bir Mevsim-Illuminations, çev: Özdemir İnce, Can, İstanbul, 1993
-Rimbaud'nun Mektupları, çev:Tahsin Saraç, Düşün Yayınevi, İstanbul, 1985
-Sartre, Jean Paul, Baudelaire, çev: Bertan Onaran, Yazko, İstanbul, 1982
Nalan Yılmaz, 19. Yüzyıl Fransız Şairleri: Nerval, Baudelaire, Lautréamont, Rimbaud, 23 Haziran 2009, Lebriz Sanal Dergi
*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.
0 comments :
Yorum Gönder