25 Ekim 2008 Cumartesi

Gelişigüzel

Nazmi Yılmaz, 1990'lar, kağıt üzerine karakalem, 21 x 29 cm
Blog... Sık güncellenmesi gereken bir şey sanırım. Oysa aylardır yazmamışım. Zaten daha önce yazdıklarım da güncel şeyler değil. Öyleyse benim sayfam biraz amacı dışında gibi. Ne yazmalıydım?

"Bugün dışarı çıktım. yürüdüm. Hayatı ve kendimi sorguladım milyonuncu kez. Mutluluk diye bir şey yok ama hayat galiba güzel."

ya da ertesi gün:

"Melankolik bir gün. Aslında melankolik olan gün değil benim. Nick Drake dinliyorum. Az önce kahvemi içtim, yanında bitter çikolatayla. Canım dışarı çıkmak istemiyor. Sadece uyumak istiyorum. Hava da ruh durumuma uyuyor. Zaten sonbahar."

Başka bir gün:

"Gece güzel. Gece hüzünlü. Dolunay büyülüyor ve aydınlatıyor. Yine uykum yok" vesaire vesaire vesaire (Yul Brynner huzur içinde uyu :))...

Hem kime ne benden.

Nalan Yılmaz, 15 Aralık 2006, Yahoo 360 pages 

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

21 Ekim 2008 Salı

Olmayan Yer

Hiç olmak ve hiçbir şey istememek. Nietzsche’ye göre "insan hiçbir şey istememektense hiçliği ister". Yeryüzünde sonsuz can sıkıntısına son verecek bir şeyin varlığına inanılmazsa, her şey sıkıntı yaratıyorsa kaçınılmaz olarak acıyla karşılaşılır. Mutsuzluk bir yazarın karakterine söylettiği gibi gerçekten yürekle aynı dili konuşamamaktan mı kaynaklanır? Olmayan bir yerde olunabilir mi? Olmayan bir yer maddeye dönüşmemiş enerjinin olduğu yer midir? Tanımlanabilir mi? Hayır. O hiçbir kavramla açıklanmadığı, anlam yüklenmediği ve sıfatlandırılmadığı sürece olmayandır. 

Tanımlanabilen, maddi, somut bir dünyayı deneyimleyen olmayan bir yerde olabilir mi? Görülebilen, dokunulabilen duyularla algılanan somut, üç boyutlu madde dünyasındaki gerçeklikler yadsınabilir mi? Bunun yanı sıra gizemli biçimlerin çekiciliği, doğaüstü hayallerden gizli görüntüler, düşler, görünüşün ardına gizlenen anlaşılmazlık, somut nesnelerden yola çıkmadan soyutlama, orjinallik de var. Çelişkiye düşünce insan kendini dışa karşı kapatıp on ayaklı yengeç gibi sağlam kabuğunun altına çekilip gizli olan kendine ait dünyasında yaşamayı seçer.

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License 

17 Ekim 2008 Cuma

Avignon'lu Kızlar

Bu ünlü resim Pablo Picasso'nun ve 1907 tarihli. Picasso hüznün hakim olduğu ve sık sık mavi tonlarını kullandığı Mavi Dönemiyle, tiyatro ve sirk dünyasını yansıttığı pembe döneminden sonra Avignon'lu Kızlar'la yeni bir anlayışa geçer. 1905 yılına kadar sembolist özelliklere ve sosyal gerçekçi konulara eğilimi varken bu tarihten sonra sadece resimsel nitelikler üzerinde durur. Monet, Cezanne ve Seurat gibi sanatçıları takip eder. Matisse ve Yaşama Sevinci adlı resmi ilgisini çeker. Bu resim avangard olarak nitelenir ve sanatta yeni bir şeyleri müjdeler. 244 x 235 cm ölçülerindeki Avignon'lu Kızlar Matisse'in resmine gösterilen tepkileri de yansıtır.

Resmin ismini Picasso değil de satın alan kişi vermiş. Kübist resimler de bu genellikle böyle. Sağ taraftaki ilkel ve heykelsi figürler Afrika masklarından uyarlanmışlar. Köşeli hatlara, sert ve şiddetli bir görünüme sahipler. 20. yüzyıl başında Avrupa'da sanatçılar arasında Afrika heykelleri ve maskları heyecanla karşılanır ve koleksiyonu yapılır. Sosyal işlevleri olan ve büyü nesnesi olarak kullanılan heykellerde biçimsel kaygıdan ziyade anlam ve ifade ön planda. Picasso heykelleri gördükten sonra kendi sanatında da gelişme gösterir. Üç boyutlu formları iki boyutlu düzlemde göstermeye çalışır. Farklı bakış açılarından figüre yaklaşır. İnsan figürlerinin hem profilden hem cepheden, çeşitli nesnelerin önden, arkadan, sağdan, soldan, yukarıdan ve aşağıdan görünüşlerini bir arada verir. Bunlar kübizmin özellikleri. Picasso ve arkadaşı Braque, Cezanne'nın ve Fov anlayışta resimler yapan Matisse'in çalışmalarını geliştirip doğa görüntüleri arkasındaki formları araştırmaya yönelirler. Böylece kübist resimler ortaya çıkar.

14 Ekim 2008 Salı

Yıldız Teknik Üniversitesi Bahçesindeki Yeşil Köşk'ün Duvar ve Tavan Resimleri

Şehzade Köşkleri'nin üçüncü sırasında yer alanı renginden dolayı Yeşil Köşk olarak anılıyor. Yüksek bir bodrum üzerinde yükselen iki kattan oluşan köşkün girişi arkadadır. Zemin ve birinci katta değişik büyüklüklerde üçer oda bulunuyor. Köşk bugün Yıldız Vakfı binası olarak kullanılıyor. 

Köşkün zemin katında yapının arka kısmından giriş sağlandıktan sonra bir koridora ulaşılıyor. Koridorun sonunda sağdan aynı hole bakan üç odadan birine giriliyor. Zemin kattaki odaların ikisinde duvar ve tavan resimlerine rastlanıyor. En büyük odasında duvar üzerinde istiridye motifli, bej ve kahverengiden oluşturulmuş ampir bir elips pano içinde yer alan resmin ön planında denize doğru uzanan kara parçası ve üzerinde iki kule tasvir edilmiş.Bu yapılar beyaz, çatıları ise kırmızı boyalıdır. Işık-gölge ile derinlik kazandırılmış ve perspektif uygulanmış. Denize doğru uzanan kahverengi tonların belirgin olduğu kara parçası üzerindeki kuleler yıkılacakmış gibi duruyor. Denizle gökyüzü arasında dağ ve gökyüzünde bulut kümeleri görülüyor. Deniz üzerinde küçük bir yelkenli de unutulmamış. Kulelerin gerisinde yine bildik ağaçlar yerini almış.

13 Ekim 2008 Pazartesi

Yıldız Teknik Üniversitesi Bahçesindeki Sarı Köşk'ün Duvar Resimleri

Osmanlı sarayları içinde en son örneği oluşturan Yıldız Sarayı 500.000 m 2 lik bir alan üzerine kurulmuş. En fazla II. Abdülhamit döneminde (1876-1909) gelişme gösteren saray ve çevresi yüksek duvarlarla çevrili ve Beşiktaş-Ortaköy arasındaki Yıldız tepelerini kapsıyor. Saray; saray yapısı, kışlalar, talim yeri, köşkler, bahçeler ve camilerden oluşan bir kompleks. Kışlalar ve talim yeri günümüze gelmemiş. Yıkılan, yok olan, yanan pek çok köşk ve ek yapıların sayısı yüze yakın. Yapılar kuzeybatıda yoğunluk kazanırken Çırağan’ın üst kısımları daha çok bahçe ve koruluktur. Koruluğun içinde Şale, Çadır ve Malta Köşkleri ve Çini fabrikası yer alır. Sarayın mimarları Agop ve Sarkis Balyan ile Raimondo D’Aranco’dur.

Abdülaziz ve Abdülmecit zamanından kalan yapılar arasında Daire-i Hümayun (Yıldız Kasrı), Büyük Mabeyn Dairesi, Şale Kasrı’nın ilk bölümü, Malta ve Çadır Köşkleri vardır. 44 yıl padişahların oturduğu ve devletin idare edildiği sarayda II. Abdülhamit döneminde 12.000 kişi yaşıyordu. 1974 yılından sonra Kültür Bakanlığı’na geçen sarayı oluşturan yapılar bugün çeşitli amaçlara hizmet ediyor.

Yıldız Sarayı Külliyesi; müze, Şale Köşkü; Milli Saraylar Daire Başkanlığına bağlı müze, Güzel Sanatlar Dairesi; Belediye Müzesi, Dış Karakol ve Arabacılar Dairesi; çeşitli vakıfların merkezleri, IRCICA; Araştırma Merkezi, Yıldız Parkı, Malta ve Çadır Köşkleri; Belediyeye ait ve halka açık, Silahhane, İç bahçe ve havuz çevresi; sosyal ve kültürel etkinliklerin yapıldığı alanlar, Harem, Damatlar Dairesi, Çukursaray, Hünkar Dairesi; Yıldız Teknik Üniversitesinin birimleri olarak kullanılıyor. Saray iç bahçe- Hasbahçe-, Dış bahçe -Yıldız Korusu-, Şale Köşkü bahçesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi çevresindeki Harem bahçeleriyle çevrilidir. 500 dönüm alan üzerindeki bahçelerde 100-110 yıllık ağaçlar ve çok sayıda çeşme, kayalıklar, suların kayalardan dökülmesini sağlayan kaskadlar, köprüler, saksı, çiçek kapları, havuzlar, limonluklar ve çok çeşitli süs bitkileri yer alır. 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarının Osmanlı kültürel hayatının göstergesi olan saray ve çevre düzenlemesi, mimarlık ve bezeme anlayışı bakımından döneminin değişik yaklaşımlarını da yansıtır.

9 Ekim 2008 Perşembe

Tapınakların ve Mezarların Muhafızı Sfenks: Mısır, Suriye, Mezopotamya - 1

Sfenks, bazen koçbaşlı ve kanatsız olsa da genellikle kadın başlı, aslan gövdeli ve kartal kanatlı, tapınak ve mezar koruyucu mitolojik bir yaratıktır. Adı, bağlamak, sıkmak ve boğmak anlamındaki ‘sphingein’den gelir ki bu tanımları Yunan mitolojisindeki efsanesiyle yakınlık gösterir. Yunan mitolojisinde aşık ama öldürücü, yok edici, yıkıcı ve kötü şans getiricidir. Hades’in uyutucu demonlarından biri olan sfenksten en erken olarak Hesiodos’un Theogania’sında söz edilir. Bazen Ekhidna ve Orthus’un çocuğu olduğu söylenmesine rağmen asıl babası Typhon’dur. Başka bir efsanede Thebai kralının kızı olduğu ifade edilir. Hesiodos sfenksin annesinin ağzından ateş fışkırtan, üç kafalı canavar Khimaria olabileceğini belirtir.

Sfenksin Oeidipus’la olan efsanesi en yaygın ve en bilinendir. Bu efsaneye göre sfenks, Hera ya da intikam için Ares tarafından halkına kızgın olduğu Thebai’ye gönderilir. Halk, kentin girişinde bir dağda kayalık üzerinde bekleyip gelen geçenlere Musalardan öğrendiği bilmeceleri soran canavarın korkusuyla yaşamaya başlar. Bilmeceler “önce dört, sonra iki, daha sonra da üç ayaklı olan ve en çok ayağı olduğunda en güçsüz olan yaratık kimdir?” ve “iki kız kardeştirler, ikisi de birbirini doğurur” dur. Oeidipus ilk bilmeceyi ‘bebekliğinde elleri ve ayakları üzerinde emekleyen, büyüyünce iki ayağı üstünde yürüyen, yaşlılığında bir bastona tutunan insandır’, ikincisini de ‘gün ve gece’ diye yanıtlayınca sfenks kendini kayanın tepesinden uçuruma atar. Oeidipus da kentin kralı olur. Bu efsaneden sfenksin her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten bir yaratık olduğu anlaşılır. Başka görüşlere göre canavarı bilmeceyi yanıtladıktan sonra Oeidipus öldürür. Bir diğerinde Thebaililer her gün bilmeceyi çözebilmek için toplanırlar ama başarılı olamazlar. Her günün sonunda da sfenks onlardan birini yer. Homeros bu mitostan söz etmez. Hesiodos’ta da çok az yer alır. Yol kesen sfenksin dış görünüşü şiddet sever, saldırgan kişiliğiyle aslan şeklindedir. Soyguncu olarak pençelere ve geniş, ürkütücü kartal kanatlarına sahiptir. Euripides kanatlarının parıldadığını yazar. Ayrıntılı görünüşünü tarif eden Sofokles sfenks için ‘bqvwosvwv’ kelimesini, Aiskhilos ise ‘svonnepiav npvvravis kvwv’ tanımını kullanır.

Bu kanatlı karışık yaratık, benzeri grifon gibi hem dekoratif hem de görevlerini simgelemek amaçlı Mısır, Suriye, Mezopotamya, Anadolu, Pers, Girit, Miken ve Yunan sanatlarında sık sık yer almıştır. Mısır’da 4. sülalenin 4. firavunu Kefren döneminde (M.Ö. 2558-2532) yapıldığı ileri sürülen Gize’deki büyük heykel bilinen en eski sfenkstir. Burada erkek başlı, kanatsız, aslan gövdelidir ve batı-doğu yönünde uzanır. 74 metre uzunlukta ve 20 metre yükseklikteki anıtsal sfenksin gizli bir ifadeye sahip yüzü firavun Kefren’i, aslan gövdesi de onun gücünü sembolize eder. Gize platosundan doğal tek bir blok kireçtaşından yontularak yapılan heykelin ayaklarının altında alabastar mermerden bir tapınak bulunur. Kralın piramidinin yanındaki doğuya doğru bakan ve başı düz bir başlık ile örtülü olan sfenks tüm vadiyle tapınağın süsüdür ve mezarların bekçisidir. Pençelerinin arasında bir hikayenin anlatıldığı stel vardır. Bu hikayeye göre 4. Thutmosis kafasına kadar kumlarla örtülü heykelin üzerinde uyur. Rüyasında onunla konuşan sfenks kendisini bu kumlardan kurtarırsa Thutmosis’in Mısır’ın kralı olacağına dair söz verir. Yapıldığından bu yana defalarca çöl kumları altına gömülen bu görkemli heykel 18. sülale devrinde, hikayede adı geçen 4. Thutmosis tarafından temizlettirilir. Sonraki dönemlerde önemsiz tamiratlar geçirir ve en son 1998’de Mısırlılar tarafından on yıl süren bir restorasyonda zemine kireçtaşı blokları ilave edilir.

Mısır’da firavun portrelerinin sfenks biçiminde yapılması gelenektir. Bu yaratığın ortaya çıkışı da firavunun aslan kadar güçlü olduğunu göstermek içindir. 56. sülale zamanında sfenks aslanların adı altında anılır ve Aton ile özdeşleştirilir. Yeni imparatorlukta 1. Thutmosis zamanında Gize sfenksinin adı ‘Hor-em-akhet’ yani ‘Horus Ufukta’ ve ‘Horus Mezarlıkta’dır. Latin metinlerinde ise sfenks yeraltı dünyasının kuzeyinde uzak bir yerde durur ve Nemes krallığının sihirli peruğunun koruyucusudur. Orta İmparatorlukta 1. Seostris sarayının muhafızlarıdır. 3. Amenemhat’ın Ugarit’e gönderdiği iki sfenks Baal Tapınağı’nın girişine yerleştirilir. Yeni İmparatorluk döneminde de yapılan tapınaklara açılan yolların iki kenarında kalın temeller üzerine oturan sfenksler dizilidir. Karnak’taki Amon Tapınağı’nın giriş yolundakiler aslan gövdeli ve koçbaşlıdır. Tapınağın tanrısını kötü etkilerden koruduğuna inanılan karışık hayvanların ayaklarının arasında bir tanrının ya da kralın heykeli bulunur.

Mısır mitolojisinde önemli bir rolü olan sfenks yeraltı dünyasının kapılarının da gardiyanıdır. Pasif muhafızlıktan kralın düşmanlarını yok ediciye dönüşen bu doğaüstü yaratık bir yazıtta kendini şöyle ifade eder: “Mezar şapelini korurum. Mezara ait odanın muhafızıyım. Zorla içeri gireni uzaklaştırırım. Düşmanları ve silahlarını yere fırlatırım. Mezar şapelinden hainleri kovarım. Bir yere gizlenmiş düşmanları yok ederim. Gizlenecekleri yerleri kapatırım”. Kahire Müzesi’nde bulunan 4. Thutmosis’in savaş arabası kartal başlı, kanatlı, elinde hayat sembolü ve oraklı tanrı Horus’un düşmanlarını ayakları altında çiğneyen sfenkslerle süslüdür. Mısır’da böcek şeklinde muskalar, mücevherler, duvar resimleri ve steller üzerinde de tanrısal varlıkları, gücü ve bilgiyi simgeleyen sfenksler genellikle uzanmış durumda, erkek başlı, kanatsız ve sakallı olarak tasvir edilir.

Sfenks Mısır etkisiyle Suriye’de de tanınır ama oradaki anlamı belirsizdir. Suriye ve Fenike tasvirlerinin Mısır’dakinden en önemli farkı kanatlı olmasıdır. M.Ö. 15. yüzyılda ortaya çıkan dişi sfenks de başka bir yeniliktir. Mühürlerde, fildişi ve metal eşyalar üzerinde, oturmuş ve pençesini kaldırmış olarak çoğunlukla bir aslan, bir grifon ya da diğer bir sfenksle birlikte görülür. M.Ö. 13. yüzyılda Fenike’de Kral Ahiram lahtinde kral tahtının yanında durur. Sfenksler cennetin kapılarının muhafızlarıysa buradaki de kralın ruhunu cennete almak için bekler. Suriye üslubundaki mühürlerde saçları kısa kesimli veya Mısır’dakileri andıran bir örtüye sahip karşılıklı duran sfenkslerin aralarında bitkisel motifler bulunur. Ana konunun yanında bezeme amaçlı bu tür figürler fildişi eserlerde de betimlenir. Megiddo’dan Hitit üretimi bir fildişi plaka ilginç bir çalışmadır. Plakanın üst bölümünde yüksek konik şapkalı bir sfenksin göğsünden aslan başı çıkar. Alt bölümde ise saçı bantlı sfenksin hathor lülesi göğsüne iner. Kuyruğu arka bacağın altından yukarıya kıvrıktır ve oturan Mısır sfenksi tarzında gergindir. İki figür arasındaki bitki simetrik değildir. Doldurma öğesi olmasından çok bir sembol gibidir. Suriye’den örneklerde sfenks şeklinde fildişi mobilya parçalarına da rastlanır.

Suriye’den Mezopotamya’ya geçen sfenks tasvirleri Erken Sülale Devri’nde ve Yeni Babil sanatlarında mühürlerde, fildişi eserlerde ve kabartmalarda uygulanır. Sümerlerde İştar Tapınağı’nda böyle kanatlı, insan başlı kabartmalar vardır. Yeni Asur döneminden 2. Asurnasirpal’in (M.Ö. 883-859) Nimrud’daki sarayının kapısındaki sfenks aslan gövdeli, kartal kanatlı, erkek başlı, sakallı ve uzun saçlıdır. Lamassu da denilen heykelin önden bakıldığında iki bacağı profilden ise arka bacakları ve ortadaki yürür pozisyondaki beşinci bacağı görülür. Yeni Asur döneminde Nimrud’da Asurahaiddin Sarayı’nın bir oda girişinde öndeki çifti büyük, arkadaki ise küçük boyutlu insan başlı, sakalsız, çökmüş, kanatlı aslan biçiminde sütun altlıkları işlevsellikleriyle ön plana çıkarlar. Arslantaş’tan fildişi bir eserde kutsal ağacın iki tarafında karşılıklı duran koçbaşlı, kanatlı sfenksler vücutlarının oyumu ve ön ayakları arasından sarkan giysileriyle ve ince işçilikleriyle farklılaşır. Çift taç takmış sfenkslerin boyunları, tüyleri ve boynuzları ve kutsal ağacın çevresindeki şeritler altındır. Giysilerinden dolayı Korsaabat’ta bulunmuş kanatlı sfenkse benzerler. Ancak Korsaabat’taki insan başlıdır ve Mısır örneklerindeki gibi başlıklıdır. Samarra ve Nimrud’da fildişi eserlerde bu şekilde sarkan giysili sfenksler bulunur.

Nalan Yılmaz - 23 Temmuz 2005, Cumartesi, Hürriyet, Agora
Nalan Yılmaz - 31 Temmuz 2005, Pazar, Hürriyet, Agora 
Nalan Yılmaz, Tapınakların ve Mezarların Muhafızı Sfenks, 7 Ekim 2008, Lebriz Sanal Dergi

Ayrıca bakınız: Karışık Yaratıklar: Grifon, Sfenks, Kentauros

***** Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

7 Ekim 2008 Salı

Batı Resminde Natürmort

1560’lardan sonra Hollanda resim atölyelerinde görülen tür stilleven adını alır. Bu sözcük Fransa'da nature morte - ölmüş doğa-, İngilizce’de still-life, Almanca’da stilleben, İtalyanca’da natura morta olarak nitelendirilir. Bu tür, akademi yanlısı ve barok üslup karşıtı çevrelerde yaygınlık kazanır. Natürmortta; canlı varlıklar dışında kalan nesnelerle, çevremizdeki hareketsiz doğa öğeleri, özellikle çiçekler, meyveler ve küçük hayvanlar konu olarak seçilir. Nesneler pratik kullanımları dışındasimgeselbağlantılar açısından da önemlidir. 

Ölüdoğa öğeleri 17. yüzyıla kadar resmin konusuna ve ayrıntıya destek olarak tasvir edilir. İlk kez 17. yüzyılda ana konu olur. Ancak bu türün ilk örneklerine eski Mısır mezarlarında ve Antik Yunan duvar resimlerinde, mozaiklerde, toprak vazoları ve tabakları üzerinde de rastlanır. M.Ö. 1422-1411 yıllarında Mısır’da Menna’nın mezarının duvarlarında meyve, balık, tavuk ve testi tasvirleri bulunur. Bu resimler ölüye sunulan yiyecekleri gösterir. Antik Yunan’dan günümüze örnek ulaşmamıştır ama Pliny ‘Doğa Tarihi’ adlı kitabında Xenion denilen bu resimlerin yapıldığını ve en önemli ustanın Peiraikos olduğunu (M. Ö. III. yy.) belirtmiştir. Natürmort resimler Roma döneminde de Herculanium ve Pompei'de küçük taşınabilir eşyalar üzerine, duvarlara fresk ve mozaik olarak uygulanır. Ekmek dilimleri, yumurta, sebze, meyve, deniz ürünleri gibi yiyeceklerle birlikte pişmiş toprak, cam ve metal kaplar içinde su, zeytinyağı ve şarap ile masada düzenlenmiş çiçek ve meyvelerin resimlendiği Roma natürmortları gerçekçi ve dekoratif özellikler gösterir.

4 Ekim 2008 Cumartesi

Tabula Rasa

Bazen kendimi Samuel Beckett'in romanlarındaki anti-kahramanlar gibi hissediyorum: yatarken veya kımıldamadan otururken zihninden binlerce şeyin akıp gitmesine izin veren, hiçbirini durdurmayan, iç dünyalarında yolculuklara çıkan, boşuna bekleyen, umutsuz, isteksiz, kendinden uzaklaşamayan, hiç kimse olduğunu duyumsayan ve bundan memnun olan.

Bazense bomboş bir zihnim varmış gibi hissediyorum. Sanki o güne kadar hiç bir şey yaşamamış, öğrenmemiş, duymamış, görmemiş, hiçbir şeyin çağrışım yapmadığı, imgesiz boş bir levha. Anılar yok, duygular yok, hortlak düşünceler yok. Sadece oradayım. Bir hiç olarak duruyorum. Suprematistlerin nesnesiz dünyasındaki beyaz içinde beyazı gibi. Dinamik bir sessizlik içinde kozmik sonsuzluğun ritmini duyar gibi.

***** Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

1 Ekim 2008 Çarşamba

Samuel Beckett'in Hiçlik'te Yüzen Kahramanları

"Hiçbir şey hiçten daha gerçek değildir."

Malone ölüyor

... Yeterince beklemiş olan biri beklemeyi sürdürebilir sonsuza kadar. Belli bir süre geçtikten sonra hiçbir şeyin olmayacağı, hiç kimsenin gelmeyeceği anlaşılır, geriye boş bir bekleyiş kalmıştır yalnızca. 249 / ... Ayakta durmaktansa yatmayı severdi daha çok; en küçük bir gerekçe yatmasına ya da oturmasına yeterliydi; yaşam mücadelesi kıpırdaması için ona baskı yaptığında ancak kalkardı yerinden. Varoluşunun önemli bir bölümü bir taş kadar devinimsiz geçmişti. 251... Günahsız birinin önüne çıkan onca tuzak ve dikenden kendisini koruyacak biri yardımına gelmedi hiç; kendi gücünü ve olanaklarını kullandı, sabahtan akşama akşamdan sabaha süren ölümcül bir yara almadan ayakta kalma uğraşında... Kimse ödüllendirmedi onu, paradan yana da hiç şansı olmadı, alnının teriyle ya da aklını kullanarak biraz kazanabilse çok sorun yaşamayacaktı aslında. 251/ ... Kimsesizlik ve saltık bir yoksunluğun açlık çektiği ve öteki garipler gibi barınacak bir yerin izini sürdüğü günlerin, yalnız ve boşlukta yaşamanın kara sevincini tatmanın bilgiden, güzellikten ve sevgiden uzakta, isteksizlik ve çaresizliğin yoğun özlemini çekiyordu.

Adlandırılamayan 

... Kendimi bulmak, kendimi yitirmek demek, yok olmak ve ilkin bir yabancı gibi, sonra yavaş yavaş her zamanki kimliğimle başka bir yerde yeniden başlamak demek benim için. Bu yere gelince hep orada olduğumu söyleyeceğim ben.  s: 313
... İnsanın nerede olduğunu, nerede kalacağını bilmesi ama orada olmaması ne güzel şey! Sonsuza değin hiç kimse olmadığının bilincinde gönül rahatlığıyla işkence masasına uzanır insan.  s: 351 
... Umutsuzluğa düşmek için düşünmeye gerek yok. s: 382 
... Doğru düşünceyle karşılaşana kadar düşünce üretip durmaktan başka ne yapabilir insan? Her şey sustuğunda, her şey sona erdiğinde tüm söylenmesi gerekenler söylenmiş olacak, bilinmesi gerekmiyor hangi sözler bunlar bilmenin olanağı yok, oralarda bir yerde, yığının kalabalığı içindeler son sözcükler olmaları gerekmiyor. s: 384
... Hiçbir şey olamamış, hiçbir şey yapamamış biri için yeterince aynı şeyi yapıp, yeterince aynı şeyi olduğum için, yalnızca sonu beklemek gerekiyor, yine aynı şey olacak sonunda belki aynı önceki gibi olacak. Yalnızca sona doğru gitmeye ya da sonu titreyerek ya da neşeyle, bilinçle ya da boyun eğerek beklemeye zorunlu olduğumuz onca zaman boyunca olduğumuz gibi olacak. s: 395
... Her şey sonunda nasıl da düzeliyor; sabrın sonu selamet demişler, zaman her derdin ilacı bu düzelmenin nedenlerinden biri de dünyayı artık dönmez, zamanı artık geçmez kılan, acıları sona erdiren dönüp duran şu dünya, hiçbir şey yapmadan, hiçbir şey anlamadan yalnızca beklemeniz gerekiyor, bir şey yapmak bir işe yaramıyor, elinize bir şey geçmiyor, her şey düzeliyor, hiçbir şey düzelmiyor, hiçbir şey asla bitmeyecek, bu ses asla susmayacak, burada yalnızım, ilk ve son kişiyim, kimseye acı çektirmedim, kimsenin acılarına bir son vermedim, kimse gelip benim acılarıma son vermeyecek, hiçbir zaman gitmeyecek onlar, yerimden kımıldamayacağım hiçbir zaman, huzur nedir bilmeyeceğim hiçbir zaman. s: 397

Beckett, Samuel, Üçleme, 'Molloy, Malone Ölüyor, Adlandırılamayan', çev: Uğur Ün, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1997.

... Malone 'gözden uzak durmak istiyorsanız bütün yapacağınız dümdüz yatmaktır. Heyecan duymadan, hareketsiz, ne sıcak, ne soğuk, ne ılık'... s: 343
... Malone öncelikle iki kişinin ne cesaretle birbirlerine sarılabildiklerine şaşar... Sonra umutsuzluğun güzüyle birbirlerini kucakladıkları kararını verir ama bunun boşuna olduğunu, çünkü her biri kendi sınırlarına çekilmiş iki ayrı vücudun bulunduğunu düşünür. Her birinin ötekine umut bağlayarak birbirlerine sarılmalarından ne sonuç alabileceklerini anlayamaz bir türlü... Sonra gözlemlerini sürdürür. s: 344   

Teber, Serol, Melankoli, Normal bir Anomali, Say Yayınları, İstanbul, 2001
 
Yukarıdaki cümleler yıllar önce okuduğum kitaplardan alıntıdır.

30 Eylül 2008 Salı

Edward Hopper ve Deniz Tarafındaki Odalar

Hudson nehri yakınlarındaki küçük bir tatil kasabası olan Nyack’ta doğan Amerikalı sanatçı Edward Hopper (1882–1967) New York’ta hayatını sürdürür. Yaz aylarını ressam eşi Josephine Nivision ile birlikte Cape Cod yakınlarındaki deniz kıyısındaki evinde geçirir. En büyük tutkusu gün ışığıdır. Işığın etkileri üzerine yoğunlaşır. Paris’te genç bir sanat öğrencisiyken başlayan bu ilgi tüm kariyeri boyunca devam eder. Sıradan olan şeylerdeki farklı ve garip yönleri arayan Hopper Avrupa seyahatlerinde eğitimlere, sanatsal etkinliklere katılır ama herhangi bir akımdan etkilenmez. Sanatı tutarlı, kendine yeten ve bağımsızdır.

İlk yıllarında suluboya resim, gravürler, hayatını kazanmak için ise isteksizce reklam tasarımları yapar. Suluboyalarında köy ve küçük kasaba görünümleri yer alır. Gravürlerinde çoğunlukla çevresinden soyutlanmış figürler, boş caddeler, ışık-gölge karşıtlığı ve mimari üzerine düşen güneş ışığı oyunları ön plandadır. New England’daki binalara sıkça yer verse de doğaya uzak değildir. New York’ta yaşayan Amerikalı modern sanatçıların tercih ettiği sanatsal motifler: kalabalık caddeler, gökdelenler, endüstriyel makineler ve Jazz müziği vb. konulardır. Hopper ise şehir hayatının gürültüsünü ve kargaşasını yansıtmaktan kaçınır. İnsansız ya da tek tük insanın olduğu sokakları, müşterisiz mağazaları, restoranları New York’un göğe yükselen binalarının aksine manzara geleneğine bağlı olarak yatay biçimde resmeder.

28 Eylül 2008 Pazar

Melankoli

Melankoli en yoğun halindeyken derin bir keder içinde hüzünlü, acı çeken, yalnız, umutsuz bir insanın içinde bulunduğu durumdur. Melankolik mizaçlı kişi yalnızlığı, toplumdan uzaklaşmayı ve insanlardan soyutlanmayı tercih eder. Diğer insanlarla yakın ilişkiler içine girmekten kaçar. Yaşamı boş ve anlamsız bulur. Mutluluktan çok içsel huzuru, sakinliği ve sessizliği arar. Melankolik insan huzurlu olabilmek, sakin bir hayat sürebilmek için yalnızlığı seçer. Ancak yalnız olduğunda da hayatla ve insanlarla olan ilişkilerini sorgulaması ve sürekli düşünmesi, kendine yönelik acımasız eleştirileri ve varoluşunun nedenini araması gibi sebeplerden dolayı bir türlü dinginliğe ulaşamaz. Sıkıntıları ve bunalımları sona ermez. İçinde bulunduğu dünyaya ve topluma uyumsuz olduğunu hisseder. Bu durum bazen onu hüzünlendirirken bazen de memnunluk hissi verir. Olayların, yaşamın ve insanların içinde olmaktansa dışarıdan çıkarsız, amaçsız bir izleyici ve gözlemci olmayı tercih eder. Bu da hafif içsel bir gülümsemeyi beraberinde getirir. Kimsenin yerinde olmak istemez. Kendi olmaktan memnundur ama kendiyle uğraşmaktan da geri durmaz. Bitmeyen sıkıntısı, boşluk içinde oluşu ve hüznü onu içinden çıkamayacağı kederlere de boğabilir. Hüznü bazen gülerek –Demokritos-, bazen ağlayarak -Heraklitos-, bazen de suskunluğuyla –Hölderlin- açığa çıkabilir. 

24 Eylül 2008 Çarşamba

Rüyaların, Hayallerin ve Öteki Dünyaların Ressamı İstanbul'da

20. yüzyılın önemli sanatçılarından İspanyol Picasso ve Miro'dan sonra Salvador Dali de İstanbul'da. Bu üç isim içinden ilk tercihim Miro. Sabancı Müzesi'nde 20 Eylül'de açılan sergisinden dolayı şu sıralar basında sıkça yer alan sürrealist Dali için deli deniyor dahi deniyor. Resimleriyle ve hayatıyla ilgili bilgiler, yorumlar havada uçuşuyor. Müzenin kapısında uzun kuyruklar oluşuyor. Ne güzel. Benimse gitmek için acelem yok. Nasılsa bu retrospektif 20 Ocak'a kadar sürüyor. Sakin sakin görmek varken niye kalabalıkta itiş kakış bir şey anlamadan gezeyim ki.

Sürrealizm ile ilgili bir makaleye yönlendirmek istiyorum sizi. Gerçeküstücülüğün yazarın tanımıyla üst gerçekçiliğin evrenselliğini, tüm zamanları kapsamasını ve tek bir döneme indirgenemeyeceğini ifade eden bir yazı bu.

Sergiyle ilgili ayrıntılar için tıklayın. http://muze.sabanciuniv.edu/exhibition/exhibition.php?lngExhibitionID=84

20 Eylül 2008 Cumartesi

Arnold Böcklin'in Mitolojik Resimleri

1827-1901 yılları arasında yaşamış İsviçreli Sembolist ressam Arnold Böcklin resimlerinde en çok eski yunan mitolojisinde yer alan doğaüstü varlıkları -sirenler, satirler, kentaurlar, nereus kızları, tanrıçalar, tanrılar vb- ve ölüm temasını işler. Düsseldorf Güzel Sanatlar Akademisi’nde sanat eğitimini tamamlayan Böcklin önce İsviçreyi dolaşır sonra Brüksel, Anvers ve Paris’e gider. Flaman ve Hollandalı ressamların çalışmalarını inceler. Paris’te Louvre’da çalışır ve pek çok manzara resmi yapar. Uzun süre kaldığı İtalya’da Rönesans sanatından etkilenir ve İtalyan sanatçılarla yakınlık kurar. Roma’da evlenen sanatçı 1856 yılında Münih’e döner. Daha sonra sırasıyla Weimar, Roma, Basel, Münih, Floransa gibi kentlerde yaşamını sürdürür. Weimar Sanat akademisinde iki yıl dersler verir. 1866’da Basel Müzesinin cephesine grotesk maskeleri model aldığı freskolar yapar.

Romantizm ve Empresyonizmin ardından 19. yüzyılda ortaya çıkan Sembolizmde en belirgin nitelikler tinsellik ve melankolidir. Sembolizmde iç dünya, düşler, hayaller, yalnızlık, düşünce, gerçek dışı, uyku ve ölüm de yer bulur. Diğer Sembolist ressamlar gibi Arnold Böcklin de doğanın ruhunu ve nesnenin gizini melankolik bir şekilde çağrışımlara ve sembollere başvurarak aktarır. Gördüklerini, yaşadıklarını, edebiyattan ve efsanelerden aldıklarını imgelem ve hayal gücüyle bir araya getirir. Simgesel ve mitolojik resimlerinde ruhsal durumun yansımasına önem verir. Fantastik resimleri yanı sıra ilk dönemlerinde ağırlıklı olarak yaptığı manzaraları da gizemli bir atmosfere sahiptir. Klasik mimariyle doğa, deniz ve antik figürler düşsel düzenlemeler içinde duygulara yönelerek güçlü etkiler uyandırır. Sanatçı manzaralarında romantik ressamlar gibi insanın doğa karşısındaki güçsüzlüğünü ve hüznünü göstermekle birlikte realistik bir tekniği de benimser. Ayrıca manzaralarında klasik mimarinin yer aldığı doğa resimleri yapan Claude Lorrain’den esintiler göze çarpar.

18 Eylül 2008 Perşembe

Constable ve Turner

Francisco de Goya’nın kara romantizmindeki melankoliye karşın John Constable’da açık hava ve doğa tasvirleriyle hüzünlü bir atmosfer göze çarpar. Romantik ressamlarda dalgalı denizin, gece yıldızlarla gündüz bulutlarla donanmış bir gökyüzünün, ormanlıkların, kayalıkların ve çayırların göründüğü manzaralar yaygın konulardır. Doğa doğrudan bir gözlemin yanı sıra düş, ruh ve duygusal değerler de katılarak resmedilir. Geçmişten bir kalıntının olduğu ıssız sakin yerler tercih edilir. İngiliz romantik ressamlarından Constable (1776-1837) kırsal görünümlere olan ilgisinin belirgin olduğu manzaralarında noktasal boya kullanımıyla ve hızlı fırça vuruşlarıyla geçiciliği yakalar. Şiirsel manzaralarını önceden belirlenmiş kurallara göre değil kendi gördüğü ve bildiği gibi yapar.
 
Doğayı gerçekçi bir şekilde vermek ister. Kırlara çıkıp çizimler yapar daha sonra onları renklendirir. Bu özellikleriyle Barbizon Okulu ve Empresyonistler üzerinde etkili olur. Weymout Körfezi'nde kompozisyonun üçte ikisini bulutlu ve hareketlilik içindeki gökyüzü oluşturur. Gökyüzünün kasveti ve dalgalı deniz fırtına habercisidir. Uzaklardaki tepelerin önünde bir çoban ve sürüsü görülür. Ön planda şapkalı küçük bir figür kayığın bulunduğu yere doğru yürür. Kapalı ve rüzgarlı bir havada, dalgalı deniz kıyısında yürüyen insanın doğa içindeki küçüklüğü dikkat çekicidir ve melankolik bir etki yaratır. 

15 Eylül 2008 Pazartesi

Francisco de Goya ve Savaş

İspanyol ressam Francisco de Goya (1746 - 1828) resim öğrenmeye çok küçük yaşta başlar. Roma'da İtalyan sanatını inceler. Halk arasında yaşar ve Fransız - İspanyol savaşına katılır. Halk, saray ve gündelik yaşam sahnelerini konu olarak seçer. Resimlerinde ve taşbaskılarında toplumsal olaylar, acımasızlık, savaşların kötülüğü ve yıkımları ürkütücü bir görünümdedir.


'3 Mayıs 1808' halk ayaklanmasının bastırılmasını ve savaşın dehşetini gösteren bir örnektir. Kurşuna dizilmiş olan direnişçiler yerde kanlar içinde yatarlar. İlk dikkat çeken beyaz bir gömlek ile sarı pantolon giymiş ve ellerini havaya kaldırmış kişidir. Korkuyla kendisine doğrultulmuş namlulara bakar. Çevresindekiler bu şiddeti görmemek için elleriyle yüzlerini kaparlar ve dua ederler. Silahlarını doğrultmuş dizili askerler ise acımasız görevlerini en iyi şekilde yerine getirmeye odaklanmışlar. Tepelerin arkasında bir manastır görülür. Gökyüzü karanlıktır. Kasvetli resmin en ışıklı bölümü beyaz gömlekli figürün çevresidir. Buradaki aydınlık olması gerekenden fazla gibidir. Goya'nın bu resimle birlikte 85 gravürünün konusu İspanya’nın Napolyon’un işgaline uğraması ve savaştır.

Goya hayatının son yıllarında karabasanları, hayallerini, korkularını çizer ve bu çalışmalarıyla resim sanatının gelişmesine katkı sağlar. Sanatçı içsel görüntülerini kağıda veya tuvale yansıtır. Gizemli yaratıklar, büyücü kadınlar, karaltılar, dehşetli ve gülünç olaylar kara bir romantizme dönüşür.

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.   Creative Commons License

13 Eylül 2008 Cumartesi

James Ensor ve Ernst Ludwig Kirchner'in Resimlerinde Alay ve Hüzün

Varoluşçu acılarına yanıt aramak için kendini feda ederek resim yapan Van Gogh, içindeki sıkıntılarını yansıtan Munch gibi James Ensor da ekspresyonistlere öncü olan ressamlardandır. Ensor’un (1860-1949) resimlerinde Flaman geleneğine uygun olarak koyu renklere ve alaycı mizaha rastlanır. İçe dönük, insanlara ve dünyaya yabancılaşan bir kişi olarak gerçeklerden uzaklaşmayı tercih eder. Toplumun yaşam biçimiyle, davranışlarıyla, ikiyüzlülüğüyle dalga geçer ve bunları gülünç maskelerle, melankolik koyu renklerle resmeder. Bu tutumuyla Rönesans Flaman ressamlarından Bosch’un ve Brugel’in devamı gibidir. Çocukluğunda babasının kabuklu hayvan dükkanındaki deniz kabukları ve tavanarasına atılmış maskeler onun imgelem gücünü besleyen öğelerdendir. Ostente kentinin plajlarındaki, balolarındaki ve karnavallarındaki insanları kalabalık olarak tasvir etti. Ostente’nin gündelik yaşamı ona ve sanatına belirgin bir mizah verdi (1).

10 Eylül 2008 Çarşamba

Sözler

Eyleme bağımlı insan sonsuzluğu kaybeder çünkü yaptıkları için kaygılıdır. Olasılıklar dünyasında gezinen ise hiçliği duyumsar.

İnsan yaşadıkça hayat içine çekecektir. Toplum uzak durana karşı kıskançtır ve gelip kapıyı çalar.

İletişimde soru sormamak, sadece anlatılmak isteneni dinlemek ve onaylamak ilgisizliktir. "Anlattıkların umurumda değil aslında" demektir.  Anlatan kişi soru sorulmasını mı ister yoksa durmadan konuşmayı mı?

Rahatsız olanların yanında sigara içenler düşüncesiz ve saygısızdır. Kendi özgürlüğünü savunurken başkasının özgürlük alanına girer.

Ölüm mutlu olmak isteğini güçlendirir. Kimisi ölüm sonrası hayata inanmaz. "Hayat kısa. Onu en güzel şekilde ve istediği gibi yaşamalı" düşüncesine sığınır. Kimisi de bu dünyanın gelip geçiciliğinin uyandırdığı tatlı hüzünle yaşar. Yaşamını güzel ve anlamlı kılmaya çalışırken öteki dünyaya da uzak durmaz.

Nalan Yılmaz. 2008.

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

8 Eylül 2008 Pazartesi

Şeker Ahmet Paşa'nın Hayatı - 1

1841 yılında Üsküdar’da doğan Şeker Ahmet Paşa’nın babası Ali Efendi’dir. Gerçek adı Ahmet Ali olan ressam, çocukken eniştesi Yahya Paşa tarafından himaye edilir. 1846 yılında beş yaşındayken Üsküdar İlkokulu’na başlar. On dört yaşındayken sınavla girdiği Tıbbiye Mektebine kısa bir süre devam eden Şeker Ahmet Paşa doktorluğun kendisine göre olmadığını anlayıp okuldan ayrılır ve 1856 yılında Harbiye Mektebi'ne geçer.

Şeker Ahmet Paşa resme olan ilgisi nedeniyle bu alanda kendini geliştirmek için çok çalışır. Bu çabaları on sekiz yaşındayken Harbiye Mektebinin resim öğretmenliği bölümüne atanmasını sağlar. Harbiye Mektebi'nden en üst dereceyle mezun olur. Sanata düşkün bir padişah olan Abdülaziz teğmen Şeker Ahmet Paşa’nın çalışmalarını gördükten sonra onu resim eğitimi alması için 1861-62 yıllarında Paris’teki Mekteb-i Osmani’ye gönderir. Mekteb-i Osmani Paris’e eğitim için gönderilen gençlerin dersleri izleyebilecekleri bir düzeye getirilmeleri ve disiplin altında tutulmaları için açılan bir okuldur. Öğretim kadrosunun çoğunluğu Fransızlardan oluşan bu okul 1860’da kurulmuş ve 1878’de Fransa-Prusya savaşı sonrasında kapanmıştır...

6 Eylül 2008 Cumartesi

Deniz Kabukları ve Rüzgar Çanı

Dün sabah kız kardeşim, Tayland'ın Phuket'ten sonra 2. büyük adası olan ve beyaz kumlu kumsallara, durgun turkuaz denize sahip Ko Chang'den deniz kabukları, deniz minareleri ve rüzgar çanı getirdi. Deniz minareleri daha önce gördüklerimden farklı. İnce, uzun ve pürüzsüzler. Deniz kabuklarından yapılmış rüzgar çanının benzerlerini ise Bodrum'da görmüştüm. Orada satılan kırmızı deniz yıldızları da göz alıcıydı. Herhangi bir sahilde güneş ardında müthiş renkler bırakarak denizin üzerinden batarken, çeşitli renklerdeki taşları, kabukları ve deniz yıldızlarını toplamak ve hafif dalgayla kıyıya vuran suyun sesini dinlemek sonsuzluk hissi uyandıran dingin ve huzurlu bir ortam oluşturuyor. Kaçırılmayacak anlardan biri bu. Bir de sabahın erken saatlerinde, tüm kumsal boyunca kimsenin girmediği durgun denizde yüzmek inanılmaz bir keyif. Geçmiş yazlardan birinde kuzey Ege sahillerinde 7.00 civarında sisli bir havada denize girmiştim. Sise doğru yüzmek o andan kopmamı sağlayan bir eylemdi. Grinin tonlarında bir bulut içinde kaybolmak. Başka boyutlara geçmek gibiydi ve unutulmaz anlardan biriydi. 


*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

5 Eylül 2008 Cuma

Melankoli Gizem Hiçlik Gölge

Bulunamıyor dürtülere cevap verecek his köşe bucak aransa da. Tembellik kaplayınca bedeni bahaneler uydurmak boşuna. Tembellik sinsice gizlenmiş dehlizlerimde.

Geçmiş yadsıyorum seni ve tüm görkemini de. Sen miydin beni getiren bu günlere? Öyleyse tüm gücümle vuruyorum tekmemi ardından. Hatırlayabildiğim bir şeyler olsa da geçmişten değil.

İmgeler nasıl doluştunuz böyle! Ne o dar mı geldi yeriniz? Nefes almaksa isteğiniz, buysa seçiminiz yer açıyorum size. Ama duruşum mesafeli.

Ah görülmüyor mu coşmuş yüreğim dans ediyor uçsuz bucaksız ormanın derinlerinde. Tüm oyunların yasaklandığı ürkek bakışlı çocuk yok mudur bir arkadaşın? Perçemlerin alnında uçuşuyorken kaçar mıydın o çok bilmiş küçümser sosyallerin bakışlarından? Bil ki senin gölgendir aşacak olan o görülmeyen erişilmez dağları...

Dar, ışıksız koridorlarında geleceğin, kaybolan korkularda, ıssız çöllerde kimsesiz, insansız. Duydum bir melodi içimden gelen, çıkarmak ister ruhu saklandığı yerden. Felsefe ve din besleyin bu doymak bilmeyeni! Sanatı ve bilimi de ekleyin. Aç kurtlar gibi saldırıyor etrafa. Göndermeyin kapılardan bir dilenci gibi.

Kötülük bulaşma bana desem de gitmeyecek. Yüzsüz bir sivrisinek gibi niyetli kanımı emmeye. İçimdeki güce inanıp alacağım onu karşıma.

Hiçliğe çarpıp duran yaratıklar. Nasıl da korkuyorlar. Nasıl da kaçıyorlar. Kaybolmak hiçliğin hiçliğinde. Boşluklara dalmak. Denize dalar gibi atlayışlar yükseklerden. Islanıyor saçlarım, bedenim, ayaklarım. Gerek yok avlamanıza bir avcı gibi. Hep buradaydım karşınızda.

Acılar her zaman koşarak geldiniz sadık müşterinize. İşte giyindim üzerime. Hüznün şapkam olduğunu unutmadım hiçbir zaman. Güvendim size. Güçlendim, korku nedir bilmedim, çünkü korku parçanızdı. Biliyorum terk etmeyeceksiniz kolay kolay.

Sürekli savunmalar çalışmamaya. Üstelik arkaya güçlü isimler alarak avareliği yüceltmek. Sevdiği bir işi ve uğraşı olanlar ne mutlu size, yaşayın keyfinizce. Bir iş, uğraş değil benim gerçeğim, bağlılık değil. Öyleyse niye bu huzursuzluk?

Eylemlerle belirlemedim ki yaşamı. Boşuna güç gösterilerinde mi bulundum? Sonuçsuz harcanmışlıklara girişmedim. Görülmüyor mu? Boşuna cevap beklemek. Kör, sağır ve dilsizsiniz anlayışınızın dışındakilere.

Gerek yok kendimi kandırmak için yolculuklara çıkarmaya. Belki sonsuz can sıkıntısından kurtuluş bir süre için ama dış yolculuklar ilgilendirmiyor beni. Her an gezinebilirim evrenin her bir gizemli köşesinde. Değil mi ki beynim evrenin haritası.

Nalan Yılmaz. 1996

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

2 Eylül 2008 Salı

Schirn Kunsthalle Frankfurt’ta Optik Sanat

1986 yılından itibaren 170’den fazla serginin gerçekleştiği Schirn Kunsthalle-sanat galerisi- 17 Şubat-20 Mayıs tarihleri arasında büyük bir sanat olayına daha ev sahipliği yapıyor. Martina Weinhart küratörlüğündeki sergide İkinci Dünya Savaşı sonrasının sanat anlayışlarına karşı Avrupa’da ortaya çıkan Optik Sanat’ın (Op Art) ve üç boyutlu hareketin önem kazandığı Kinetik Sanat’ın örnekleri yer alıyor.

1950’lerde bireysel veya grup içinde bazı sanatçıların çalışmaları olsa da 1960'lı yıllarda gelişme gösteren Optik Sanat’ta renklerden, çizgilerden ve biçimlerden yararlanarak izleyende görsel tepkiler uyandırmak amaçlanır. Tual resmi olarak durağan bir devingenlikle iki veya makine gösterileriyle üç ve çok boyutlu nesneler bakışla ve ışığın etkisiyle ilişkili olarak oyunlar oluşturur...

Önceden çalışılmış tasarıma göre geliştirilen Optik Sanat eserleri seyredenin kültürel bir birikime gerek duymadan o anki görsel algılamasına yöneliktir. Bu tasarımlarda yan yana gelen çizgiler, açıklı koyulu renkler, geometrik düzenler ve tekrarlarla sağlanan ritim yanılsamaya neden olur. Titreşimler ve farklı görünüşler ortaya çıkar. İfadeyi azaltmak için yalınlık benimsenir. İzleyenle önem kazanan göz yanılmasına dayalı akıma gösterilen ilgi kısa süreli olmuştur. Yine de eserlerini galerilere ve müzelere kabul ettirmişlerdir. Günümüz görsel kültürünün meydana gelmesinde rol oynayan akımın en önemli sanatçıları: Victor Vasarely, Bridget Riley, Jesus Raphael Soto ve Carlos Cruz-Diez’dir. Jesus Raphael Soto’nun 'Titreşim' adlı çalışması seyircinin yer değiştirmesiyle hareket kazanır ve farklılaşır. Bridget Riley’in siyah-beyaz resimlerinde iki boyutlu düzlemde matematik bir düzenle sağlanan biçimlerle statik-kinetik görünüm elde edilir.

30 Ağustos 2008 Cumartesi

Leyleği Havada Görmek

Hiç seyahat planım yokken iki hafta önce AKM önünde havada uçuşan leylek sürüsü gördüm. 'Leylekleri havada gördüm ama benim bir yere gideceğim yok' diye düşündüm. Dört gün sonra yollardaydım :) Bakalım sonraki aylarda plansız yolculuklar olacak mı?



28 Ağustos 2008 Perşembe

Efsanevi yaratık: Grifon 1- Mezopotamya

M.Ö. 3. binden itibaren Mezopotamya, Suriye ve Mısır sanatlarında rastlanan karışık yaratıklar tanrıların insan şeklinde görülmesiyle ortaya çıkarlar. Tanrısallıklarını vurgulamak için doğaüstü bir şekilde gösterilirler. Yeryüzü ve gökyüzünün en güçlü hayvanlarının birleşimiyle oluşurlar ve dayanılmaz bir güce sahiptirler. Grifon da bu yaratıklardan biridir. Aiskhylos’un ‘Prometheus’unda ve Heredot Tarihi'nde sözü geçen bu efsanevi varlığa Yunanca’da gryps denir. Hyberboreliler ülkesinde İskitlerin elinde bulunan kutsal altınlara bekçilik eden grifonlar tek gözlü Arimaspes tarafından saldırıya uğrar. Aiskhylos, ‘havlamaz, uzun gagalı, kanatlı köpek’ olarak tanımladığı grifonların Apollon’un ve diğer tanrıların takipçileri olduğunu yazar. Cteias’a göre kırmızı göğüslü, siyah kuştüylü grifonlar, Hindistan dağları üzerinde bulunan saklı hazineyi korurlar. Ayrıca grifon Yunan'da Nemesis’le birleştirilir ve Dionysos’un şarap çanağının muhafızıdır.

Orta Asur, Kırmızı Silindir Mühür,  M.Ö. 11. yüzyıl

25 Ağustos 2008 Pazartesi

Defterler

Her elime aldığımda hüzünle gülümseyen bu defterler yol gösteren, bazen çıkmazlara, karamsarlığa, umutsuzluğa iten ve yüzlerce, binlerce yılı aşarak sonsuzluğa giden düşünceleri barındırıyor. Onunla geçirilen anlarla önem kazanan nesne anlamını ve değerini fark edilerek ve kullanılarak bulur. 

 1. defterden bazı sayfalar


3. defterden bazı sayfalar

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

18 Ağustos 2008 Pazartesi

Burhan Uygur'un Resimlerinde Simge ve Dışavurum

Simge başka bir şeyi temsil eder. Bir duygu ya da düşüncenin yerine geçer. “Charles Morice’in tanımına göre simge ruhumuzun duygularımızı yaratan nesnelerle karşılaşmasıdır. Bizi zaman ve mekan dışına götürür (1). Burhan Uygur’un resimlerindeki figürlerin davranış biçimleri, duruşları, ifadeleri onların iç dünyalarını simgeler. Sanatçıda yer eden görüntüler, anılar, olaylar, kişiler, sevgi, acı, düş kırıklığı, hüzün gibi duygular resimlerinde yer bulur. Ruhsal durumlara, iç yaşamların ifadesine yönelmesi fantastik bir resim oluşturmasına olanak sağlar. Açığa çıkmamışları, hayal ve düşleri yansıtmaya çalışması onun simgeci ve fantastik duyarlı olarak tanımlanmasına neden olur. Simgesel ve fantastik öğeleri gerçekliğin dışından değildir. Yine yaşamın içinden alınmıştır. Simge ile gerçeklik birbirine karşıt değil tam tersine oldukça yakındır. Simgeyi vurgulamak için resminin içine bazı sözler ilave eder: ‘Henüz açmamış bahar çiçeğinin tevazu dolu güzelliğine hasret kalmış bir faninin yoksulluk dolu bekleyişinin hüzün dolu anısınadır’, ‘Bahar gecelerinde cömert bir ışığın ortasında kanatsız bir ateşböceğinin donmuş ölümüydüm. Ve o rüzgar renkli gözleriyle bakıyordu’...

16 Ağustos 2008 Cumartesi

Burhan Uygur ve 19. Yüzyıl Sembolistleri

Burhan Uygur’u sembolistlerle karşılaştırmayı sağlayan onun nesnelerin ve insanların içindeki gizin peşinde olmasıdır. Dış görünüşlerin ötesine geçerek içteki açığa çıkmayan korkuları, acıları, istekleri yansıtır. Yaratıcı düş gücü imgelemi ile derinlere ulaşır. İmgelem gücüyle simgeledikleri arasındaki uyum onu sembolistlere yaklaştırır. Ancak resimde simgeler olsa da bunun yansıtılması dışavurumcu bir tarzdadır.

Sembolistlere göre ruh maddeden önce gelir. Sezgi ve iç duyumlar önemlidir. Özellikle düşler sık başvurdukları bir kaynaktır. Her sanatçı kendi düşerinden yola çıktığı için bir öznellik söz konusudur. Burhan Uygur düşlere sık yer vermesinden dolayı sembolistlere uyar. Sembolist sanatçı ele geçmeyeni, gerçekliğin görünümleri arkasına gizlenen şeyleri, gözünün erişemediği gizemli dünyayı ele geçirmeye çalışmıştır. Colleridge “Sanatçı nesnenin içinde olanı, eylemini biçim ve şekil aracılığıyla gerçekleştiren ve bize sembollerle sesleneni; doğanın ruhunu yansıtmalıdır” demiştir. Düş, gönül gözüyle görme ve sanrı gerçeğe, nesnenin özüne ulaşabilmek için akıldan önce gelir...

15 Ağustos 2008 Cuma

Burhan Uygur - Sergiler, Ödüller, Kitaplar

Sergiler

1968 Beyoğlu Şehir Galerisi, İstanbul
İlk sergisini öğrenciyken Komet ile birlikte bir yaz sezonunda açar. Paraları olmadığı için Caddebostan Maksim Gazinosu’ndan camlar toplayıp döküntülerden çerçeve yaparlar. Çiçek Pasajından buldukları midye, istiridye gibi şeyleri tavandaki ipe asarlar. Mahmutpaşa’dan birkaç kutu çay bardağı alırlar. Açılışa akademililer gelir. İçkisini içen bardağını yere atıp kırar.
1970 Açık Hava Sergileri, Salzburg ve Amsterdam’da
Bir dergiye verdiği röportajda bu sergilerden şöyle söz eder: “Sokak sergileri konusunda söylenecek pek çok olumlu şey var. Bir kere insanın medeni cesareti müthiş artıyor. Orada her çeşit sanatseverle karşılaşıyorsun. Sokak sergileri genç sanatçılar için bir nevi imtihan oluyor. Belediyenin verdiği koskoca bir alanda Japon’u, İtalyan’ı, Fransız’ı, Amerikalı’sı herkes maharetini sergiliyor. Mesela bazı heykeltıraşlar küçük heykellerini sergiliyordu. Köseleden gayet güzel işler yapan genç sanatçılar vardı. İyi satışlar da oluyordu. Ama işin satıştan daha güzel yanı çeşitli milletlerden sanatçılarla tanışmaktı. Sonra kendi işlerinle o sanatçıların işlerini mukayese etme fırsatı da yakalanıyor. Sokak sergileri ve bu sergilerin verdiği fırsatları doyasıya yaşadım, tadına da vardım ayrıca (1)...
1972 ‘Hiçlik Üzerine Kurulan BHayaller’, Taksim Sanat Galerisi, İstanbul  
Bu sergisini gezen hocası Bedri Rahmi Eyüboğlu 1972 yılının Aralık ayında Milliyet Sanat Dergisi’nde “Ele avuca sığmayan ve yüzde yüz resim sanatı için yaratılmış Burhan’ın özelliği beyazı çok iyi kullanmasıdır. Kişiliğine inanıyorum, bu sevgiyle çalışmasını sürdürürse yakında memleketinde değil dünyanın her yanında işini kabul ettireceğine inanıyorum” diye yazmıştır..

14 Ağustos 2008 Perşembe

Burhan Uygur'un Sanatı

1940 yılında Tirebolu’da doğan Burhan Uygur 1960’ların başında Güzel Sanatlar Akademisine kaydını yaptırıp öğrenci olduktan sonra sanat hayatını otuz iki yıl sürdürür. Öğrenciliğinin son dönemlerinde sergiler açmaya başlar. 1980’lerde yeni açılan galerilerle sanat ortamı canlanır. Ankara ve İstanbul’daki bu galerilerin en çok aradıkları isim Burhan Uygur olur. Bunda 1978 yılında aldığı Sedat Simavi Vakfı ödülünün de rolü vardır. Sanat dergilerinde ve diğer yayınlarda hakkında çıkan yazıların hepsi onun sanatının gün geçtikçe geliştiğini ve duyarlılığını hep koruduğunu belirten yorumlardır. Sanat Çevresi’nin 1986 yılı Ocak ayında I. Asya-Avrupa Sanat Bienali’ne katılım konusunda yaptığı ankette otuz bir sanat yazarı, eleştirmen ve galericiden on beş ressam seçmesi istenir. On dokuzunun listesinde Burhan Uygur ilk on beş içinde yer alır. Böylece en yüksek puanı alan ressam olur...

11 Ağustos 2008 Pazartesi

Umutsuz Melankolik

'Umutsuz melankolik' adını değiştirmeli artık. Melankoli hem sözcük olarak hem de anlam olaylara ve yaşanılanlara iyi tarafından bakmaya ve umutlu olmaya yer açmak gerektiğini anladım. Hayatımda değişen çok fazla şey olmamasına rağmen bir süredir karamsarlığa uzak duruyorum. Karamsar durumlara girildiğinde fazla derine dalmadan yüzeye çıkabilmek ve yeni bir bakış edinebilmek gerekiyor. Geçmişte iyimser, hayata bağlı, hep gülen, mutlu kişilere hafif alaycı yaklaşırdım. Şimdi herhangi bir yargıda bulunmuyorum. İnsan hep aynı düşüncede kalınca her yere beraber gittiği kendinden sıkılıyor. Seçimler elimizdeyse hayatı istenilen şekilde yaşamak için eylem kaçınılmaz oluyor -yine geçmişte yararsızlığına inandığım bir şey-. Melankoliyi çok ağır olmadan ve hayattan fazla kopartmayacak düzeyde keyfine vararak yaşıyorum. Neşeli, yaşama sevinci içinde ve mutlu olmak da güzel :). İki karşıtın birlikteliği zor da olsa eski dostu tatlı hüzün olarak her zaman önemsediğim ve hayatımda yeri olan bir kavramdı. Şimdi de vazgeçmiş değilim. Bu ruh durumunu kontrol edebilmeyi tercih ediyorum sadece. Önceden bilsem de uygulamadığım- ihmal etmeden.

Melankolik Aylak

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.   Creative Commons License

8 Ağustos 2008 Cuma

Bir Joan Miro Resmi İstiyorumm!!

Bugün üç ay gecikmeli olarak Joan Miro sergisini gördüm. Sergi Pera Müzesi'nde ve benim bu müzeye yanlış hatırlamıyorsam ilk gidişim. Ne ayıp!!! Nereden baksam on sekiz yıllık hayranlığım var Miro resimlerine. 19. yüzyılda Van Gogh benim için neyse, 20. yüzyılda Miro'da o. Yıllarca pek çok yere onun resimlerini kopya ettim. Mesela yırtık jean, mont arkası, dolap kapakları, komodin çekmeceleri, tepsi, deniz kenarından topladığım taşlar... Örgü örmeyi pek beceremem ama siyah bir süeter örüp ön ve arkasına yine Miro figürleri işledim. aslında Miro'nun çizimleri benim içime de işledi. Röprodüksiyonları yıllarca bana eşlik etti.

Sarı, mavi, kırmızı, siyah, beyaz... Renklerin uyumu ve karşıtlığı, biçimlerin yalınlığı, çizgilerin bir araya gelişindeki o şaşırtıcı etki. Siyah bir noktadan başlayan ve zikzaklarla devam eden ince ve kalın hatlı çizgiler, kıvrımlar, yuvarlaklar, yarım daireler, üçgenler, kareler, oklar, ay ve yıldızlar, gözler, lekelerden oluşan biçimler, kuşlar, kadınlar, stilize figürler... Düşsel ve gizemli nesnelerin özenli bir şekilde düzensiz sıralanışı sanatçının bağımsız ruhuna rağmen sürrealistlerle yakınlığını da gösteriyor.

Çoğunlukla aside yedirme ve taş baskılar, birkaç heykel, bir vazo, kitap için hazırlanan resimler sergileniyordu. Hepsini beğendim ama sadece üç tane olan tuval üzerine yağlıboya resimlerinin karşısından ayrılamadım. Sanırım milyon dolarlara ihtiyacım var bir Miro resmi alabilmek için. Çok zor olmanın ötesinde bu. İyi ki Miro yaşamış ve bu sıradışı resimleri yapıp başkalarıyla da paylaşmış.

Sergiyle ilgili detaylar için bakınız: http://www.peramuzesi.org.tr/Sergi/Miro/56

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...