27 Aralık 2013 Cuma
15 Aralık 2013 Pazar
Kafka Müzesi
Prag ile anılan Franz Kafka’nın Müzesi loş ve alışılmışın dışında iç mekan düzenlemesiyle yazarın bunaltılarını, umutsuzluğunu ve huzursuzluğunu hissettiren ilginç, merak uyandıran ve kasvetli bir deneyime davet ediyor. Yargı, Dava, Şato, Dönüşüm, Açlık Sanatçısı, Ceza Kolonisi, Amerika gibi kitapların yazarı Kafka’nın (1883-1924) ana dili Almancadır ama Çekçe’yi de çok iyi bilir. Babasının zoruyla hukuk eğitimini tamamlar. Baskıcı tutumundan dolayı iyi ilişkiler içinde olamadığı babasına pek çok hikâyesinde yer verir. Bu hükmedici tavır Kafka’nın kendine yönelik eleştirilerinde aşırıya kaçmasına, çelişkiler ve bunalımlar yaşamasına neden olur. Kitaplarında olanı değil kendi kurallarına uygun dünyayı kurgular Kafka çünkü dünya onun için ürperticidir.
Müzede yazarın kitaplarının ilk baskıları, yazışmaları, hayatına giren insanlarla ilgili belgeler, günlükleri, fotoğrafları, çizimleri, kullandığı nesneler dijital medya olanaklarıyla görsel, işitsel ve müzikle birlikte ziyaretçiye sunuluyor. Müzenin sürekli sergisi Varoluşçu Alan ve Hayali Topografya adlı iki bölümlü. Kafka’nın şehrinin derinliklerini, hayatını nasıl şekillendirdiğini ve üzerinde bıraktığı etkileri onun bakışıyla algılamak söz konusu. Prag melankolik büyüsüyle, başkalaştıran gücüyle, belirsizliğiyle ve boğucu mekansallığıyla Kafka’yı kuşatır ve varoluşuna harika bir arka fon olur.
Bu yazı lebriz sanal dergi'deki Prag ile ilgili yazımdan alıntıdır.
Prag ile ilgili diğer yazılarım:
Masal Kuleleriyle Prag
Prag'daki Müzeler
Prag'dan Görünümler
Praha Vytopna Restaurant
*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.
Müzede yazarın kitaplarının ilk baskıları, yazışmaları, hayatına giren insanlarla ilgili belgeler, günlükleri, fotoğrafları, çizimleri, kullandığı nesneler dijital medya olanaklarıyla görsel, işitsel ve müzikle birlikte ziyaretçiye sunuluyor. Müzenin sürekli sergisi Varoluşçu Alan ve Hayali Topografya adlı iki bölümlü. Kafka’nın şehrinin derinliklerini, hayatını nasıl şekillendirdiğini ve üzerinde bıraktığı etkileri onun bakışıyla algılamak söz konusu. Prag melankolik büyüsüyle, başkalaştıran gücüyle, belirsizliğiyle ve boğucu mekansallığıyla Kafka’yı kuşatır ve varoluşuna harika bir arka fon olur.
Bu yazı lebriz sanal dergi'deki Prag ile ilgili yazımdan alıntıdır.
Prag ile ilgili diğer yazılarım:
Masal Kuleleriyle Prag
Prag'daki Müzeler
Prag'dan Görünümler
Praha Vytopna Restaurant
*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.
11 Aralık 2013 Çarşamba
Duvar Gerillası Banksy
Kapitalizm,
savaş ve otorite karşıtı kara mizah içeren duvar resimleriyle ve Banksy
takma adıyla tanınan, kimliği belirsiz İngiliz sanatçı duvar gerillası,
sokak ressamı, politik aktivist ve yönetmendir. Kendini göstermemek
için uğraşması ilginin daha çok üzerine çekilmesine neden olur. Bu konu
şehir efsanesi haline gelir. 1974 yılında Bristol’da doğduğu
kesinleşmemiş bilgiler arasında yerini alır. Gördüğünü iddia edenler,
hatta sosyal medyada işçi tulumu giymiş fotoğrafını yayınlayanlar bile
çıkar. Üstelik bu durum Banksy hayranları tarafından tepkiyle
karşılanır.
Graffiti* sokaklarda boş duvarlara çoğunlukla sprey boyayla süslü yazılar yazılan veya resim yapılan; çoğunlukla yasak olan ve gizli uygulanan bir eylem. 90’larda çizmeye başlayan ve gittikçe postmodern bir kahramana dönüşen yeraltı sokak sanatçısı Banksy bu eylemin gizemini vurgular. Bristol, Brighton, Birmingham, Newcastle, Glasgow, Londra ve seyahat ettiği dünyanın başka kentlerinin duvarlarına ön yargıları protesto eden, düşündüren, dönüp baktıran, ince zekâ ürünü ve eleştirel graffitileri ile iz bırakır. Reklam panolarını elindeki boya fırçasıyla silen dev fareleriyle, Prenses Diana resimli İngiliz poundlarıyla, canlı farelerin ortaya salındığı sergisiyle, muhalif tavırlı çizgi dizi ‘The Simpsons’a eğlence sektörünün ardındaki gerçeği gösteren bir jenerik hazırlamasıyla kendinden söz ettirir.
Graffiti* sokaklarda boş duvarlara çoğunlukla sprey boyayla süslü yazılar yazılan veya resim yapılan; çoğunlukla yasak olan ve gizli uygulanan bir eylem. 90’larda çizmeye başlayan ve gittikçe postmodern bir kahramana dönüşen yeraltı sokak sanatçısı Banksy bu eylemin gizemini vurgular. Bristol, Brighton, Birmingham, Newcastle, Glasgow, Londra ve seyahat ettiği dünyanın başka kentlerinin duvarlarına ön yargıları protesto eden, düşündüren, dönüp baktıran, ince zekâ ürünü ve eleştirel graffitileri ile iz bırakır. Reklam panolarını elindeki boya fırçasıyla silen dev fareleriyle, Prenses Diana resimli İngiliz poundlarıyla, canlı farelerin ortaya salındığı sergisiyle, muhalif tavırlı çizgi dizi ‘The Simpsons’a eğlence sektörünün ardındaki gerçeği gösteren bir jenerik hazırlamasıyla kendinden söz ettirir.
4 Aralık 2013 Çarşamba
Aralık Hüznü
"Yapacak, duyacak, görecek hiçbir şey yoktu, her yerde ve sürekli hiçlikle çevriliydi insan, boyuttan ve zamandan tümüyle yoksun boşlukla. Bir aşağı bir yukarı, bir aşağı bir yukarı yürüyüp dururdu. Ama ne kadar soyut görünürlerse görünsünler, düşünceler bir dayanak noktasına gereksinim duyarlar, yoksa kendi çevrelerinde anlamsızca dönmeye başlarlar; onlar da hiçliğe katlanamaz. İnsan sabahtan akşama kadar bir şey olmasını bekler ve hiçbir şey olmaz. Bekleyip durur insan. Hiçbir şey olmaz. İnsan bekler, bekler, bekler, şakakları zonklayana dek düşünür, düşünür, düşünür. Hiçbir şey olmaz. İnsan yalnız kalır. Yalnız. Yalnız."
Stefan Zweig, Satranç
23 Kasım 2013 Cumartesi
Yalnızca Hoş Geçen Saatlerimi Sayarım
"Resimlerimde
yaşanan, hayattan etkilendiğim toplumsal konulara yer veriyorum ve
bunları figüratif olarak işlemek için gerekli etkilerden yararlanıyorum.
Sosyal içerikli toplumsal konuları işlerken kendi iç dünyamı da,
gizemli, içe dönük, yarı fantastik olarak aktarmayı tercih ediyorum.
Toplumdaki çelişkileri dile getirirken sinemadan, televizyondan,
hikayelerden, romanlardan, şiirden, müzikten de faydalanıyorum. Herkesin
yüz yüze geldiği, dilinin ucunda olduğu halde söyleyemediği şeyleri
resim diliyle gün ışığına çıkarmaya çalışıyorum. Bir açıdan da kendi iç
dünyamın çıkmazlarını zorluyorum.
"56 yıllık yaşamımda -2000 yılında söylemiştir- resim beni bekledi ben de onu son nefesime kadar bekleyeceğim. Neden resim? İç dünyamı başkalarıyla zor paylaşırım. Zaten içe dönük bir insanım. Bir de resim olmasaydı büyük patlamanın olması kaçınılmazdı. Resim her şeye karşı hoşgörülü olmamı sağlıyor. Neden resim? Çünkü desenler, renkler ve çizgiler dünyamızdaki kara lekelerin üzerine yumuşak ve sade bir bulutmuşçasına inip ben'imizin ego denen küstah yanını kırıyor. Latince bir söz vardır ' Yalnızca hoş geçen saatlerimi sayarım'. Ben de yalnızca resimle geçen saatlerimi sayıyorum. Gerisi sahte bir düş. İşte o yüzden resim!" Nazmi Yılmaz
"56 yıllık yaşamımda -2000 yılında söylemiştir- resim beni bekledi ben de onu son nefesime kadar bekleyeceğim. Neden resim? İç dünyamı başkalarıyla zor paylaşırım. Zaten içe dönük bir insanım. Bir de resim olmasaydı büyük patlamanın olması kaçınılmazdı. Resim her şeye karşı hoşgörülü olmamı sağlıyor. Neden resim? Çünkü desenler, renkler ve çizgiler dünyamızdaki kara lekelerin üzerine yumuşak ve sade bir bulutmuşçasına inip ben'imizin ego denen küstah yanını kırıyor. Latince bir söz vardır ' Yalnızca hoş geçen saatlerimi sayarım'. Ben de yalnızca resimle geçen saatlerimi sayıyorum. Gerisi sahte bir düş. İşte o yüzden resim!" Nazmi Yılmaz
Nazmi Yılmaz ile ilgili diğer bağlantılar:
Kadın Ruhunu Resmeden Nazmi Yılmaz
Ressam Nazmi Yılmaz'ın Sergileri
Ameliyat
9. Yıl Anısına
7. Yıl Anısına
Ressam Nazmi Yılmaz'ın Manzara Resimleri
*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.
17 Kasım 2013 Pazar
Beyaz Ağaç Karyola
Açık gri ahşap zemin, beyaz mat
duvarlar, tavanda gökyüzü rengiyle büyülü bir ormanda uyanıyormuş gibi
hissettirebilir. Shawn Lovell Metalworks tasarımı karyola beyaz rengiyle baharı değil daha çok kış rüyasını çağrıştırıyor. Başucundaki dalına güvercin aydınlatma yakışır. Beyaz nevresim takımı güzel ama kuşlu da hoş olabilir.
12 Kasım 2013 Salı
Fang Ailesi ve Sanat
Kevin Wilson’ın sinemaya da
uyarlanacak olan 2011 tarihli ‘Fang Ailesi’ adlı kitabı çağdaş sanatı ve aile
kavramını keskin bir mizahla, hayal gücüyle ve canlı bir anlatımla ele alıyor.
Romanda Caleb ve Camille Fang üniversitede tanışıp evlenen bir çifttir. İkisi
içinde sanat her şeyden önemlidir. A ve B olarak adlandırdıkları çocukları
Annie ve Buster doğdukları andan itibaren çoğu zaman istemeden anne ve
babalarının kurguladığı, bazen de kendiliğinden gelişen performansların bir
parçası olurlar. Onlar bir ailedir ve birbirlerine bağlılıklarından dolayı
sanatları başarılıdır. Ancak çocuklar belli bir yaşa gelince memnun olmadıkları
bu düzenin figüranlığından kurtulmak için evden ayrılarak kendi yollarını
çizerler. Buster üçüncü kitabına bir türlü başlayamayan bir yazar, Annie gün
geçtikçe ünlenen ve olumlu eleştiriler alan bir aktris olur. Buster bir dergi
için uçaktan paraşütle serbest atlayış, domuz pastırması festivalleri, sanal
oyun grupları, çöl aracı kullanmak gibi konularda makaleler yazar ve tüm
bunları hayat değiştiren eğlenceli etkinlikler gibi göstermesi gerekir. En son
Nebraska’da ileri teknoloji ürünü patates bazukası üreten dört eski askerle
ilgili makale hazırlamak için incelemeye ve röportaj yapmaya gider. Orada
ilginç silah test edilirken Buster’in yüzüne isabet alarak sağ tarafını
tanınmaz hale getirir. Hastaneden çıktıktan sonra parasız ve ne yapacağını
bilmez durumdayken ailesini arar. Annie ise bir sahnede üstsüz oynaması
konusunda sıkıntı yaşar. Bunu aşabilmek için uğraşır ve sonunda sette yarı
çıplak dolaşır. Fotoğraflarının çekilip internette yayılmasının ardından alkole
sığınır ve zor günler geçirir.
25 Ekim 2013 Cuma
Kimdir Yazar?
Yazar ve sanatçı sıfatları asıl tanımlanması gereken kişiler dışındakiler içinde kullanılıyor uzun bir süredir. Gittikçe daha da karışıyor. Bu durum post-modernizm sonrasının bir getirisi mi acaba? Eskiden edebiyatla uğraşana edip, kitap yazana müellif, yazara ise muharrir denirmiş. Bugün ise hepsine birden yazar deniyor. Bu konuyla ilgili 19 yıl önce Özdemir İnce şunları yazmış:
"Şarkıcı ve türkücülerin bu gerçek sıfatlarıyla yetinmeyip kendilerine artiste (ressam) anlamına gelen sanatçıyı yakıştırmaları gibi, meslekleriyle ilgili yazı yazanların yazar sıfatını giyindiklerini görüyoruz: gazeteci-yazar, mimar-yazar, futbolcu-yazar... Yakında evli-yazar, bekar-yazar, sarışın yazar, esmer-yazar, şendul-yazar gibi sıfatlar üretilirse kesinlikle şaşırmamalıyız... Ansiklopedide yaratıcı yazar roman, öykü, şiir, deneme ve tiyatro alanında ürün verenler için kullanılıyor... Yazdığı yer nerede olursa olsun (kitap, gazete, dergi) her yazı yazan yazar değildir; yayımlanmış her yazılı metin kendiliğinden yazınsal ya da bilimsel değildir. Bunların kendilerine özgü içerik, dil, biçim, biçem ve söylemleri vardır. Bir yazılı metne tür adını bu özellikler ve nitelikler verirler. Her önüne gelen yazdığı metne dilediği bir türün adını koyamaz. Kim böyle bir iş yaparsa yaptığı iş kalpazanlıktır, sahteciliktir..."
"Şarkıcı ve türkücülerin bu gerçek sıfatlarıyla yetinmeyip kendilerine artiste (ressam) anlamına gelen sanatçıyı yakıştırmaları gibi, meslekleriyle ilgili yazı yazanların yazar sıfatını giyindiklerini görüyoruz: gazeteci-yazar, mimar-yazar, futbolcu-yazar... Yakında evli-yazar, bekar-yazar, sarışın yazar, esmer-yazar, şendul-yazar gibi sıfatlar üretilirse kesinlikle şaşırmamalıyız... Ansiklopedide yaratıcı yazar roman, öykü, şiir, deneme ve tiyatro alanında ürün verenler için kullanılıyor... Yazdığı yer nerede olursa olsun (kitap, gazete, dergi) her yazı yazan yazar değildir; yayımlanmış her yazılı metin kendiliğinden yazınsal ya da bilimsel değildir. Bunların kendilerine özgü içerik, dil, biçim, biçem ve söylemleri vardır. Bir yazılı metne tür adını bu özellikler ve nitelikler verirler. Her önüne gelen yazdığı metne dilediği bir türün adını koyamaz. Kim böyle bir iş yaparsa yaptığı iş kalpazanlıktır, sahteciliktir..."
İnce, Özdemir, Yazmasam Olmazdı, Doğan Kitap, İstanbul, 2004, s: 101-107
17 Ekim 2013 Perşembe
Yalvarırım, Uyandırma Beni!!!
"İtalya'da
Borgia'lar altında yaşanan otuz yıllık savaşın, cinayetlerin, terörün
ve dökülen kanın ardından Rönesans, Leonardo da Vinci ve Michelangelo gelir. İsviçre'nin beşyüz yıllık demokrasi ve barışı ise guguklu saatten
başka bir şey üretmez."* Bu
sıkıntılı dönem Michelangelo için kolay değildi:
"Kentin olabileceği her şeyi oldu, ya da olmak istedi: yapı ustası, ressam, yontucu, ozan. İnsan vücudunu tanıyabilmek için, koku onu odadan kaçırana dek, cesetlerle bir yere kapanıyordu. Ateşli kentin bütün düşü ve bilgisi Vinci'de uyuşuyor, ondaysa durmadan çatışıyordu. Yüce ruhu, mutsuz yurdunun enerji taşmalarıyla korkaklık bunalımlarına ayak uydurarak yükselip alçalan bir dalganın doruğu gibiydi. Kurtarmak üzere döndü doğduğu kente. Gözden düşmüş İtalya'da, köleliğin ağırlığını belki de yalnız onun yüreği duydu: "Uyumak çok tatlı benim için, taş olmak çok daha tatlı, şu mutsuzlukla utanç sürdükçe. Hiçbir şey görmemek, hiçbir şey duymamak, budur işte en büyük mutluluğum. Yalvarırım, uyandırma beni! Yavaş konuş!..." s: 147"
9 Ekim 2013 Çarşamba
3 Ekim 2013 Perşembe
Anish Kapoor'un Boşlukları
20 Eylül 2013 Cuma
13. İstanbul Bienali
Tophane'de Antrepo 3 nolu binada 20 Ekim'e kadar ücretsiz gezilebilen 13. İstanbul Bienali'nde Fulya Erdemci küratörlüğünde, Lale Müldür'ün 'Anne ben barbar mıyım?' kitabından alınan başlık altında kamusal alan, kamusallık ve sanat ilişkisi üzerinde duruluyor. Toplumda baskı altında olanlara odaklanılıp, sanatla protesto ve sanatın gerçek hayatın içinde olduğu gündeme geliyor. Aslında önceden planlandığı gibi bu etkinlik kamusal alanda yapılsaydı daha çok anlam bulacaktı ama Gezi Parkı protestoları sonrası açık alanlar yerine kapalı olanlar tercih edildi. Bienal'in diğer mekanları: Galata Özel Rum İlköğretim Okulu, ARTER, Salt Beyoğlu, 5533. Bu mekanlarda 88 yerli ve yabancı sanatçının video, yerleştirme, desen, fotoğraf, ses, tuval ve teknik olanaklardan da yararlanıp çok çeşitli malzemelerle oluşturdukları çalışmalarını görebilmek mümkün...
14 Eylül 2013 Cumartesi
Rönesans'ta Sanat Koruyucuları
Din
karşısında aklın egemenliğinin görüldüğü Rönesans’ta dini konulu sanat
eserleri yapılmakla birlikte sanatçılar daha özgürdür. Hümanizmin,
bireyselliğin ve doğanın önem kazandığı, Antik Çağ’a ilginin arttığı,
arayışlar ve keşifler içindeki bu dönemde kiliseden başka sanat
koruyucuları arasına zengin tüccarlar da (örn. Alberti’nin saray
tasarladığı Giovanni Rucellai, Palla Strozzi) katılır. Ticaretle
zenginleşen bu aileler sanatçılara büstlerini, gerçekçi portrelerini,
mimarlara evlerini yaptırırlar. Ayrıca dini konulardaki kompozisyonların
içinde sanat patronlarının tasvirleri de yer alır. En bilinenlerden
biri İtalyan Rönesans sanatının gelişimine katkıları olan banker
Medici’lerdir. 15. yüzyılda Avrupa’nın en zengin kentlerinden olan
Floransa şehir devletinin başında bulunan ve Platon Akademisi’ni kuran
Cosimo Medici sanata ve sanatçılara kapısını açan entelektüel bir
yöneticidir. Onun girişimiyle bazı ressamların atölyelerinde din dışı
konulu yeni kitaplar resimlenir. Medici kütüphanesi değerli belgelerle
zenginleşir. Ekonomide, politikada ve sanatta söz sahibi Cosimo’nun
ölümünden sonra ailenin diğer üyeleri de birkaç kuşak mesenliği
sürdürür.
20 Ağustos 2013 Salı
20 Temmuz 2013 Cumartesi
Fikret Mualla'nın Ölümünün 46. yılı
İnsanın
yaşamındaki doğum ve ölüm arasındaki süreci sadece hüzünle ya da sadece
mutlulukla sınırlamak yetersiz bir yaklaşım olur. Hayat, acılarla ve
sevinçlerle; doğrularla ve yanlışlarla; adaletle ve adaletsizlikle bir
bütün. Zaman içinde biri ön plana çıksa da yerini diğerine bırakabilir.
Sanatçılar, şairler, filozoflar, müzisyenler için durum biraz daha
farklı. Fikret Muallâ Saygı (1903, Moda – 20 Temmuz 1967, Reillanne) için kısa
süreli mutluluk uzun süreli cefa gibi görünüyor. Onunla ilgili ilk göze
çarpanlar: bohem* ve trajik bir hayat, kültür ve sanat başkenti
Paris’teki ekonomik sıkıntıları, Picasso ile tanışması, deli ve alkolik
olarak bilinmesi, dostlarının desteğine rağmen toplumdan kopuşuna ve
gönüllü yalnızlığına eşlik eden içkisi ve fırçası… Van Gogh gibi
acılarını resimle tedavi eden, yaşantısındaki zorlukları üretkenliğe
dönüştüren, herhangi bir sanatsal hareket içinde yer almayan, kişisel
özgürlükleri savunan, benzersiz ve içten çalışmaları kendi gerçekliğiyle
var olan bağımsız bir sanatçı...
12 Temmuz 2013 Cuma
Story Of Stuff
Kendimizin ve gelecekteki nesillerin sağlıklı ve mutlu yaşaması için: Mecbur kalmadıkça AVM'ye gitmeyelim ve alışveriş yapmayalım. Tüketim çılgınlığının bizi esir almasına izin vermeyelim. Reklamlara, medyanın yönlendirmesine kanmayalım. Dünyanın kaynaklarının harcanmasına, doğanın katledilmesine katkıda bulunmayalım. İşlenmiş, paketlenmiş ve raf ömrü uzun besinlerden uzak duralım. Doğal olana ulaşmaya çalışalım. Bir ürün veya eşya işlevini yerine getiremeyecek duruma gelmeden yenisini edinmeyelim. Wabi Sabi felsefesini benimseyelim :). En önemlisi farkında olalım. Geç olmadan daha çok kişinin anlamasını, görmesini sağlayalım... Biraz düşünerek siz de bu listeye çok fazla şey ekleyebilirsiniz.
5 Temmuz 2013 Cuma
Surname-i Hümayun
1582 tarihli ‘Surname-i Hümayun’da III. Murat’ın oğlu Şehzade Mehmet’in
sünnet töreni ve eğlenceleri anlatılır. Ana düşünceyi oluşturan, sanatçı
kişiliğiyle resimler arasında uyum sağlayan Nakkaş Osman ve onun
yönetimindeki atölyesi, 52 gün ve gece süren bu şenliğin zenginliğini,
gösterilerini, bütün detaylarıyla, 34 x 22,5 cm boyutunda, tam sayfa 250
minyatürde resmeder. Günümüze, karşılıklı sayfalar üzerinde 215
kompozisyon gelmiştir. Eski adıyla Atmeydanı, bugünkü adıyla
Sultanahmet’te, şehzadelerin en önemli töreninde, saray çevresi ve
yabancı konuklar için köşkler ve çadırlar kurulur. Kadınlar için
tahtadan cumbalı bölümler yapılır. Görkemli şenlikler sırasında dönme
dolaplar, atlıkarıncalar, salıncaklar, kuklalar, ip cambazları,
oyuncular, çalgıcılar, hokkabazlar ve arabalar getirilir. Gece gündüz
açık tutulan dükkânlar süslenir, halka sürekli yemek sunulur. İki yüzden
fazla esnaf loncası, mesleklerini, hünerlerini araba üzerinde
sergileyerek geçer. Gösteri yapan figürler halkın içinden Sultan’a doğru
ilerlerler. Boğazdaki bütün evler aydınlatılır, havai fişekler atılır,
denizde gemiler yüzdürülür.
26 Haziran 2013 Çarşamba
Ayasofya Mozaikleri
Roma imparatoru I. Konstantin’in (306-337) eski bir Yunan ticaret kenti olan Byzantion’u 330 yılında Konstantinopolis adıyla başkent ilan etmesiyle 1000
yıldan fazla sürecek Bizans* İmparatorluğu’nun da temelleri atılır. Aynı
yıllarda hıristiyanlık da yaygınlaşır. İstanbul’u saldırılardan korumak için
yüksek kulelerle çevrili kara ve deniz surları inşa edilir. 1453 yılında Fatih
Sultan Mehmet’in kenti fethetmesiyle Bizans İmparatorluğu son bulur. Bizans Sanatı’nda Roma geleneği sürmekle birlikte Helenistik kültür ve hıristiyanlık belirleyici unsurlardır. Saraylar,
kiliseler, martyrionlar, su kemerleri, sarnıçlar, anıtlar, konutlar;
minyatürler, mozaikler, freskler, ikonalar; heykeller, kabartmalar, litürjik
eşyalar, fildişi ve madeni eserler bu anlayışlara uygundur. Zamanla doğu
sanatının etkileriyle üslupta farklılaşmalar da gözlenir.
27 Mayıs 2013 Pazartesi
İstanbul ve Taşra
İstanbul ile ilgili yazımdan bir bölüm: "...Doğduğum, büyüdüğüm, yaşadığım; keşfedebilecek farklı sokakları olan,
karmaşık, monotonluktan uzak, büyülü, esrarengiz, tarihinden
ve sanatından kopmadan geleceğe ulaşmaya çalışan ve tam anlamıyla
yaşayan bu kentte ömür tüketmekten memnunum. Kısa süreli uzaklaşmalar
iyi geliyor ama döneceğim yer yine İstanbul. Bir de Konstantinos
Kavafis'in çok güzel ifade ettiği gibi "gidip gidebileceğim tek yer"de
bu kent..."
Osmanlı'da İstanbul merkez, onun dışında her yer taşra olarak algılanıyordu.* Taşra büyük şehrin imkanlarından yoksundur, muhafazakardır, yeniliklere açık değildir veya geç adapte olur. Merkez tarafından ihmal edilmişliğin hüznünü taşır. Genç biri için geleneği, yavaşlığı, ağır ve basık bir havayı, geçmişi, tekdüzeliği, bağımlılığı, sakinliği, sonsuz bir cansıkıntısını ve yaşlı olanı temsil eder. Kasabalı genç başka imkanların olduğunu bilir. Dünyasını genişletmek, özgürleşmek, baskıdan, kasvetten ve kısır döngüden kurtulmak ister. Bir şekilde yaşadığı yerden göç etmeyi hayal eder. İstanbul imkanlar dünyasına açılan bir kapıdır. Nuri Bilge Ceylan'ın 'Kasaba' ve 'Mayıs Sıkıntısı' filmlerinde Anadolu kasabasında doğa içinde geçen hayatlar yalın bir şekilde ele alınır. 'Uzak' filminde ise kasabadan İstanbul'a kuzeninin yanına gelen kişinin köklerinden uzaklaşma isteği, umutları ve kırgınlıkları İstanbul görünümleriyle anlam kazanır...
Osmanlı'da İstanbul merkez, onun dışında her yer taşra olarak algılanıyordu.* Taşra büyük şehrin imkanlarından yoksundur, muhafazakardır, yeniliklere açık değildir veya geç adapte olur. Merkez tarafından ihmal edilmişliğin hüznünü taşır. Genç biri için geleneği, yavaşlığı, ağır ve basık bir havayı, geçmişi, tekdüzeliği, bağımlılığı, sakinliği, sonsuz bir cansıkıntısını ve yaşlı olanı temsil eder. Kasabalı genç başka imkanların olduğunu bilir. Dünyasını genişletmek, özgürleşmek, baskıdan, kasvetten ve kısır döngüden kurtulmak ister. Bir şekilde yaşadığı yerden göç etmeyi hayal eder. İstanbul imkanlar dünyasına açılan bir kapıdır. Nuri Bilge Ceylan'ın 'Kasaba' ve 'Mayıs Sıkıntısı' filmlerinde Anadolu kasabasında doğa içinde geçen hayatlar yalın bir şekilde ele alınır. 'Uzak' filminde ise kasabadan İstanbul'a kuzeninin yanına gelen kişinin köklerinden uzaklaşma isteği, umutları ve kırgınlıkları İstanbul görünümleriyle anlam kazanır...
7 Mayıs 2013 Salı
De Stijl Mobilya Tasarımı
Theo van Doesburgs, Ağaç, 1916 |
Grubun
teorilerini yaymak için aracı olan De Stijl dergisindeki yazısında
sanatla yaşamın ayrı alanlar olmadığını anlamak gerektiğinden bahseder.
Bu dergide ressamlar, mimarlar, heykeltıraşlar düşüncelerini,
manifestolarını ve yeni modern sanatı anlatan yazılar kaleme alırlar.
Mondrian ‘Resim Sanatında Yeni Biçimlendirmeler’ adlı yazısında günün
medeni insanının yaşamının giderek doğadan uzaklaşıp soyuta dönüştüğünü,
sanatın da bu duruma ayak uydurarak natüralistin yerini soyuta
bırakacağını öngörür. Düşünce düzeyine aktarılan karşıtlıklar dikey ve
yatayla görselleşir. Dikeyler nesneli, düşünseli ve erkeği; yataylar
özneli, somutu ve dişiyi temsil eder. Grubun diğer üyeleri ressam Vilmos
Huszár, Bart van der Leck, mimar Jacobus Johannes Pieter Oud, Jan Wils,
Robert van't Hoff, şair Wim Kok, heykeltıraş Georges Vantongerloo’dur.
4 Mayıs 2013 Cumartesi
Maison Française'in İzinsiz Alıntısı
Maison Française yıllardır takip ettiğim bir dekorasyon dergisi. 2013 Nisan sayısında 205. sayfadaki Kitsch tanımını okuyunca şaşırdım çünkü cümle olduğu gibi Lebriz Sanal Dergi'deki 14 Aralık 2011 tarihli Sanata Yüzeysel Bir Tepki: Kitsch adlı yazımdan alınmıştı. Aşağıdaki resimde derginin kapağı ve Kitsch dosyasının ilk iki sayfası görülüyor. Yazımın ilk paragrafında yer alan ve Maison Française'in kullandığı bölüm: "Kitsch;
sanatta, bakışta, yaşamda bayağılık, ucuzluk, taklit, uyumsuzluk,
rüküşlük, düzeysiz ve gelişigüzel beğeni, içeriksiz bir özentilik,
abartı, kaba bir ifade biçimi, teknik ve sanatsal yetersizlik gibi
tariflerle açıklanıyor." Kendilerine internet sayfalarından iki kez mesaj gönderdim bu durumla ilgili olarak ama yanıt alamadım. Yazıları tamamıyla
alıp kullanan kopyacılarla internette çok karşılaştım malesef ama basılı ve sektöründe iddialı bir dergide
daha özenli olunması gerekir. Maison Française'e bakışım, değerlendirmem ister istemez olumsuz yönde değişti. Üstelik "© Maison Française Dergisi, Doğan Burda Dergi Yayıncılık ve
Pazarlama A.Ş. tarafından Groupe Express lisansıyla T.C. yasalarına
uygun olarak yayımlanmaktadır. Dergide yayınlanan yazı, fotoğraf,
harita, illüstrasyon ve konuların her hakkı saklıdır. İZİNSİZ, KAYNAK
GÖSTERİLEREK DAHİ ALINTI YAPILAMAZ." şeklinde bir uyarı varsa derginin
de bu durumlara dikkat etmesi gerekmez mi? Kendileri kaynak göstermeden alıntı yapabiliyor. Floral Kitsch dosyası için yapım Naz Gürlek yazıyor dergide. Kendisine soruyorum: Çok mu zordu yazıyı kopyaladığınız sitenin ve yazarın adını yazmak?
*****Bu
sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak
gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek
alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.
29 Nisan 2013 Pazartesi
26 Nisan 2013 Cuma
Ressam Nazmi Yılmaz'ın Manzara Resimleri
1970'li yıllarda Batı sanatının büyük ustalarının manzaralarından esinlenerek yağlıboya çalışan Nazmi Yılmaz 1980'lerden sonra figüratif resme geçer. Çok az sayıdaki manzaralar da genellikle kağıt veya karton üzerine suluboya ve pasteldir.
Nazmi Yılmaz (1944 İstanbul - 2004 İstanbul) - Manzara Çalışmaları
Nazmi Yılmaz ile ilgili diğer bağlantılar:
*****Bu
sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak
gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek
alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.
23 Nisan 2013 Salı
3 Nisan 2013 Çarşamba
Kuşlar, Baykuşlar...
Basın Bülteni: İstanbul’da doğan Filiz Karsan, İstanbul Devlet Güzel
Sanatlar Akademisi Grafik Sanatlar Bölümü’nde okuduktan sonra Paris’de Ecole
Nationale Supérieure des Beaux Arts’da ve Académie de la Grande Chaumiere’de
desen, Ecole du Louvre’da sanat tarihi öğrenimi görmüştür. Yaşamını 1980 yılından beri Paris’de sürdüren sanatçı,
Türkiye, Fransa, Belçika, İngiltere, Kolombiya’da çeşitli şehirlerde kişisel
sergiler açmış; birçok karma sergi ve
sanat fuarına katılmıştır. Sanatçının kendisiyle özdeşleşen suluboya eserlerinin yanı
sıra tuvallerinin de yer alacağı 38. kişisel sergisinde son dönem çalışmaları 3 - 30 Nisan 2013 tarihleri arasında Hobi Sanat Galerisi'nde.
28 Mart 2013 Perşembe
23 Mart 2013 Cumartesi
İki Söz
Hiçlikte Bir Söz
*****Bu
sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak
gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek
alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.
18 Mart 2013 Pazartesi
Osmanlı Minyatüründe Simurg - 2
II. Bayezid dönemi yazarlarından Uzun Firdevsi’nin ‘Süleymanname’ adlı eseri tüm hayvanların dilinden anlayan peygamber Süleyman ve onun hizmetindeki varlıklarla
ilgilidir. Bu yazmadaki minyatürlerden birinde Hz. Süleyman’ın sarayında krallar,
ulu kişiler, melekler, hayvanlar, cinler, şeytanlar ile resmedildiği kalabalık sahnenin
üst bölümünde belirgin özellikleriyle Simurg da yer alır.
III. Murat’ın kızı Fatma Sultan için Türkçeye çevrilen Paris Ulusal Kitaplıktaki Muhammed Emir Hasan el Suudi’nin gezegenlerden, astronomiden, burçlardan, falcılıktan bahsettiği ‘Metaliü’s-Saade’ yazmasının 68 minyatürü (1582) Nakkaş Osman üslubundadır. 21 x 31 cm boyutlarındaki 286 sayfalık kitabın ilk minyatüründe III. Murat, bir halı üzerinde oturur ve önünde açık duran kitaba şaşkınlıkla bakar. Çok özenli, ince tekniğe sahip, kaliteli diğer resimlerde, burçların etkisindeki insanların durumlarının yanı sıra, her gezegenin mesleklerini yaparken eğlenceli çizilmiş sarıklı figürler, tılsımlar, efsaneler, doğaüstü varlıklar, egzotik hayvanlar vb. konular vardır. Minyatürlerden birinde Hz. Süleyman’ın iki kubbeli sarayının bahçesinde kanatlı melekler, boynuzlu cinler ve çatıda biri tavus kuşu, biri Simurg olan dört kuş gösterilir. Tasvir edilen figürler Hz. Süleyman’ın her türlü yaratık üzerinde sahip olduğu gücü simgeler. Çatının köşesinde duran Simurg’un gökkuşağı renklerindeki kuyruğu aşağıya, meleklerden birinin yüzüne doğru sarkar. Parlak renkli giysiler, görkemli yapı, kuşlar, hayali yaratıklar son derece zariftir.
III. Murat’ın kızı Fatma Sultan için Türkçeye çevrilen Paris Ulusal Kitaplıktaki Muhammed Emir Hasan el Suudi’nin gezegenlerden, astronomiden, burçlardan, falcılıktan bahsettiği ‘Metaliü’s-Saade’ yazmasının 68 minyatürü (1582) Nakkaş Osman üslubundadır. 21 x 31 cm boyutlarındaki 286 sayfalık kitabın ilk minyatüründe III. Murat, bir halı üzerinde oturur ve önünde açık duran kitaba şaşkınlıkla bakar. Çok özenli, ince tekniğe sahip, kaliteli diğer resimlerde, burçların etkisindeki insanların durumlarının yanı sıra, her gezegenin mesleklerini yaparken eğlenceli çizilmiş sarıklı figürler, tılsımlar, efsaneler, doğaüstü varlıklar, egzotik hayvanlar vb. konular vardır. Minyatürlerden birinde Hz. Süleyman’ın iki kubbeli sarayının bahçesinde kanatlı melekler, boynuzlu cinler ve çatıda biri tavus kuşu, biri Simurg olan dört kuş gösterilir. Tasvir edilen figürler Hz. Süleyman’ın her türlü yaratık üzerinde sahip olduğu gücü simgeler. Çatının köşesinde duran Simurg’un gökkuşağı renklerindeki kuyruğu aşağıya, meleklerden birinin yüzüne doğru sarkar. Parlak renkli giysiler, görkemli yapı, kuşlar, hayali yaratıklar son derece zariftir.
14 Mart 2013 Perşembe
1700 Yıl Yaşayan Dev Kuş: SİMURG - 1
Efsanelerde
önemli yer bulan ve kutsal sayılan dağlarla birlikte; tepesinde
dervişlerin, devlerin, ötesinde mitolojik varlıkların yaşadığı dağlardan
da söz edilir. İçenlere ölümsüzlük veren yaşam suyu Ab-ı Hayat’ın da
bulunduğu Kaf Dağı onlardan biridir. Kazvini en sıra dışı kuşun Kaf
Dağı’nın tepesinde su kenarındaki bilge ağacının dallarında yaşayan,
insan gibi konuşan ve her şeyi bilen Simurg olduğunu belirtir. Güneş ve
aydan yaratıldığına, kuşların en güzeli olduğuna inanılan Simurg
güzellik, bereket, güç gibi kavramların da simgesidir. Uçarken hava
kararır, gök gürler. Kaf Dağı’nı geçmek isteyenler (Hz. Hamza vb.) onun
üzerinde seyahat eder. Tüm bitkilerin tohumlarının üzerinde biriktiği
kutsal bir ağaçta (Tuba) yuvası vardır. 300 yaşında yumurtlayan ve 1700
yıl yaşayan dev kuş uçmaya başladığında şifalı tohumlar da yeryüzüne
dağılır. Simurg'un tüyünü veya kemiğini bulup saklayan, başkalarından
sürekli saygı görür. Doğu ve Batı sanatında tasvirlerine sıklıkla
rastlanır. Başında tepelikle, uzun boynu, göz kamaştıran rengârenk
parlak tüyleriyle ve muhteşem kuyruğuyla genellikle havada gösterilir.
Farklı kültürlerde farklı isimlerle anılır. Farsça Simurg (otuz kuş),
Arapça Anka, Türk mitolojisinde Tuğrul Kuşu veya Zümrüdüanka, Batı
dillerinde Phoenix olarak bilinir...
8 Mart 2013 Cuma
Hayalin Derinliklerine Yolculuk
Filibeli Ahmed Hilmi'nin 'A’mâk-ı Hayâl'ini okuyuşum bu blogun açılış tarihine denk geliyor. Hatta kitaptan etkilenmem sonucu blogun başlığını 'hiçlik zirvesi' koymuştum. Sonra 2006 tarihli Agora'da yayınlanan kısa düşüncelerimin başlığı olan Hiçlikte Bir An oldu. A'mâk-ı Hayal hakikate ulaşma, hayatın sonu ile ilgili konuları hikayelerle anlatan felsefi yönü belirgin bir kitap:
"Ey can! Şu ölümlü dünyaya şöyle bir bak! Gafletten kurtul çünkü meydanın boş olmadığını bil! Bir zamanlar dünyaya hükmeden Sultan Süleyman ve İskender Han neredeler? Yüz bin senelik ömrü neşeyle geçirsen bile hepsi kısa bir AN içindir. Dünyanın aldatıcı bu bağ ve bahçesi ne gül ne de bülbüle kalıcıdır. Zaten felek, şimdiye kadar kime istediği gibi yâr olmuş ki!" s: 25 ...
22 Şubat 2013 Cuma
Uygur Duvar Resmi
Türk sanatında ilk resimlere M.Ö. 3. yüzyılda Teoman tarafından kurulan ve ilk Türk Devleti kabul edilen Büyük Hun
Devleti’nde rastlanır. Kaya resimlerinde at, kurt, keçi, geyik, mitolojik
hayvanlar, savaşan insanlar, günlük hayat sahneleri yer alır. İçlerinde atlı
arabalarında olduğu çeşitli eşyalarla zengin sunular bulunan mezar ve türbe
yapısı kurganlar, Orta Asya Türk Sanatı hakkında fikir verir. Özellikle yüksek
kalitede halı (Pazırık Halısı) ve tekstillerdeki ince işçiliğe sahip
motiflerde: süvariler, kutsal sayılan geyik, grifon bordürleri, hayvan
mücadeleleri, suda kaplumbağa ve balıklar, lotus çiçekleri şematik bir
üsluptadır. Noin Ula’dan keçe bir örtü üzerine ince deri parçalarıyla işlenmiş
tasvirde grifon arkadan bir geyiğe saldırır. Sade bir anlatımla birlikte
geyiğin can çekişmesi gerçekçidir. Hayvan üslubuna giren sahnelerde hayvanlar
tek, mücadele içinde, gruplar halinde veya karşılıklı olarak simetrik biçimde
gösterilir. Çin kayıtlarına göre kurt neslini ifade eden bir Hun ailesinden
gelen Göktürkler 552-745 yılları arasında hüküm sürer. Göktürkler’den kalan en
önemli eser Türklerin 38 harfli bilinen ilk alfabesiyle yazılmış ve 8. yüzyılın
başlarına tarihlenen Orhun Yazıtları’dır. Dini Şamanizm, bayrağı altın kurt
başı figürü olan Göktürkler’in kayalar üzerine yaptıkları resimlerden giyim
şekilleri anlaşılır. Uzun kaftan, pantolon ve çizme giyen, başlarına kürk
‘börk’ takan Göktürk halkı madencilik, demircilik, tarım ve hayvancılıkta ileri
seviyededir.
16 Şubat 2013 Cumartesi
8 Şubat 2013 Cuma
18 Ocak 2013 Cuma
12 Ocak 2013 Cumartesi
So Real
Ne söylenebilir ki! Derin sözlerle, müziğin ve Jeff Buckley'in yorumuyla AN'dan kopmak ve başka bir boyuta geçmek. Tam anlamıyla gerçek müzik bu. Gerçek yorum ve içe işleyen ses. 1994' te yayınlanan Grace albümünden bu şarkı. So real'in single olarak çıkış tarihi ise 1996. Albüm tek kelimeyle harika. Tüm zamanların en iyilerinden. Kardeşimle keşfedişimiz ise Jeffrey Scott Buckley'in genç yaşta bu dünyadan ayrıldığı 1997 yılının yaz aylarına denk geliyor. Onuruna onlarca şarkı yazılan böyle bir MÜZİSYEN, az kaldığı bu dünyaya çok AZ gelir. Onun derin hüznünde, gizeminde ve karamsarlığında biraz Baudelaire'i, Jim Morrison'u, Edgar Allan Poe'yu hatırlatan bir şeyler de var.
2 Ocak 2013 Çarşamba
Japon Kültüründe Sadelik: Wabi Sabi
1500’lü
yıllarda müsrifliğe, gösterişe karşı ortaya çıkan Wabi Sabi Japon
estetiğini ifade eden eski bir kavram ama bugün de geçerliliğini
koruyor. Takeno Jöö ve Sen no Rikyū’nun (1522-1591) Zen Budizminin
etkisiyle geliştirdiği Japon çay seremonisinin bir stilinden doğan bu
yaşam felsefesi hayatın tüm alanlarında basit şeylerle huzura ulaşmayı
ve ruhun arındırılmasını vurgular. Asıl olan alışılmış bir eylemi
özenli, ayrıntılı, saygılı, zarif bir ritüel içinde sakince
gerçekleştirerek iç dünya ile bağ kurmak. Sado denilen çay hazırlama ve
içme töreninde bulunulan mekânlar, bahçeler, kullanılan malzemeler de bu
ritüelin bir parçası olurken estetik bir stili de beraberinde getirir.
Gereksiz hiçbir şey yoktur etrafta. Rikyū çay kâselerini yerel ustalara
yaptırır, bazen de küçük çay salonlarında minimum düzeydeki nesneleri
elinin altında bulunanlarla örneğin çamur, kağıt ve bambularla kendisi
tasarlar.
İddiasız, sessiz, saf, kısa ömürlü şeylerdeki gizi ve ahengi arayan Japonların geleneksel kültürleri ve buna bağlı olarak güzelliği ele alışları Avrupalı ve Amerikalılardan farklıdır. Temel düşünce; her şeyin geçiciliği, hiçbir şeyin mükemmel olmadığı ve bitmemiş, eksik kaldığı üzerine kuruludur. Zen tasarımı Wabi Sabi anlayışında atmamak, yenilememek, sadelik, zarif bir basitlik ve kendiliğindenlik önemli...
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)