3 Ağustos 2017 Perşembe

Aforizmalar 1 - Arthur Schopenhauer

Alman Arthur Schopenhauer (1788-1860), Danimarkalı Soren Kierkegaard (1813-1855), Alman Friedrich Nietzsche (1844-1900), Alman Walter Benjamin  (1892-1940) 1990'ların ortalarından itibaren kitaplarını aldığım ve okuduğum filozoflar. Praglı Franz Kafka ise (1883-1924) en derin melankolinin kasvetli yazarlarından biri. (Temmuz ayında doğanlar daha mı melankolik oluyor yoksa 😕 😟? Benjamin ve Kafka Temmuz doğumlular... ) Bu seride onların aforizmalarından seçtiklerimi paylaşacağım. Aforizmalar: düşüncemi geliştiren, sorgulatan, farklı bir bakışa yönelten; birkaç cümleye sığan anlamlı ve vurucu sözler... Şair, yazar veya filozofların bu tür kısa sözleri ilgimi çekiyor. Okuduğum kitaplardan altını çizdiğim bölümleri de her birinin isimleri altında defterlere yazıyorum. Yine 90'ların ortalarından 2000'lerin ortalarına kadarki süreçte benim de kendi çapımda denemelerim olmuştu. Bu yazılarım düşünceler başlığı altında toplanıyor. 

Aşağıda bu yazar ve filozofların birkaç kitabından derlediğim aforizmalar yer alıyor. İlk olarak Arthur Schopenhauer (22 Şubat 1788, Danzig - 21 Eylül 1860, Frankfurt):

*Çok mutsuz olmamanın en güvenilir yolu çok mutlu olmayı istememektir.  s: 8
*Tek gerçek ve tek kesin olan şey şimdiki zamandır...Varoluşumuz da yalnız onun içinde yer alır. s: 13
*Kendine yetmek, kısaca kendi olmak kuşkusuz mutluluğumuz için en yararlı niteliktir. s: 17
*Yalnızlığı sevmeyen özgürlüğü de sevemez: kişi ancak yalnız olduğunda özgürdür çünkü. s: 17
*Yalnızlık mutluluğun, ruh dinginliğinin kaynaklarından biridir. s: 19
*İnsanları toplumcul kılan, onların yalnızlığa bu yalnızlık içinde de kendilerine katlanma yeteneğinden yoksun olmalarıdır. İçsel boşluk ve bıkkınlıktır onları gerek topluluğa gerekse yabancı ülkelere yolculuklara sürükleyen. s: 19
*Yalnızlık bütün olağanüstü kafaların yazgısıdır: onlar bu yalnızlıktan zaman zaman yakınsalar da hep onu seçeceklerdir. s: 21
*Her kişi başkasında ancak bizzat kendinin de olduğu kadarını görür; başkasını kendi öz zekasına göre kavrar, anlar çünkü. s: 29

8 Temmuz 2017 Cumartesi

Gezi Blogları

Türkiye'nin de gerçek birer gezgin gibi -turist gibi değil; turist ile gezgin arasında çok fark var- dünyayı dolaşan gençlerinin olması ne iyi... Her ne kadar çok geç kalınmış olsa da. Bu gençler için mal, mülk ve araba edinme, bankaya paralar yığmak önem taşımıyor. Fight Club (1999), Özgürlük Yolu (2007) 🏕️🚶‍♂️ Yaban (2014) 🎒🌏 filmlerinin etkisi olabilir mi? İşe git-eve gel, trafikte saatler harca. Haftasonu alışveriş yap, sana dayatılanları satın al. Sosyal medyada filtrelerle, fotoşopla maskeleştirdiğin selfielerini, her yaptığını, her arkadaşınla buluşmanı   paylaş. Arkadaş ve yakınlarınla görüştüğünüzde bile telefonu elinden bırakma. Oradayken orada olma. Trend mekanlarda görün. Böylece farklı olduğunu sanırken aslında rutin bir hayatla yılların geçsin. Şehir hayatında sıkışıp kalınmış bu Sisifos döngüsünden kurtulabilmek o kadar kolay değil elbette. Herkes coşkuyla isteklerinin peşinden gidemez, korkar, düşünür sonu ne olacak diye. Büyük kent aslında bir akvaryuma benziyor bu anlamda. Balıklar gibi her gün aynı yolları aşıp, aynı sıradan şeyleri yapıp, aynı balıklarla karşılaşıp, bize verilenlerle yetinip yaşadığımızı sanıyoruz. Akvaryum balıkları denizi ve okyanusu bilmedikleri için muhtemelen kendi hallerinden de memnunlar (Burada aklıma nedense Matrix -1999- geldi.).  Şehir hayatı böyleyken çok daha küçük yerleşimler olan kasabalar çok daha küçük ve kasvetli akvaryumlar olabilir. Oradaki minik balıklar da büyük kente gelip büyük akvaryuma girme hayali kurabilir. (Nuri Bilge Ceylan'ın Kasaba - 1997, Mayıs Sıkıntısı - 1999 ve Uzak - 2002 -üçü de harika filmlerdi-.) Ne tuhaf ki şehirliler de küçük bir kasabaya yerleşmek ister. Küçük akvaryumdaki balığa olasılıkların çokluğu, büyük akvaryumdakine ise azlığı cazip gelir.

2 Haziran 2017 Cuma

İstanbul'da Doğaya ve Tarihe Yolculuk

İstanbul... Doğup büyüdüğüm ve yaşadığım şehir... Hızı, kalabalığı, gürültüsü, bitmeyen inşaatları, tahammülsüz insanları usandırsa da hiç ummadığınız anda ya da isteyerek ona kendinizi bıraktığınızda güzelliklerini de esirgemiyor.  Genellikle insanlar her gün işine, okuluna, evine vb. yerlere yetişmek için koşturuyor. Bir an önce gideceği yere ulaşmak istiyor. Trafiğe sinirleniyor. Böyle büyük, kalabalık şehirde yaşamanın da bir bedeli var.  Şikayet etmekle, stresli olmakla ve bu gerginliği başkalarına yansıtmakla bir şey elde edilemiyor. Belki bir on dakika vapurda denizi, Boğaz'ı, manzarayı, martıları seyrederek huzur bulunuyor. Artık onu da yapan azaldı çünkü telefonlardan başımızı kaldıramıyoruz. Ya da sadece fotoğraf çekmek için etrafa bakınıyoruz. Oysa hâlâ saklı bir hazine olan İstanbul'da doğaya ve tarihe yolculuk yapmak ve sunduklarına açık olmak mümkün.

17 Mayıs 2017 Çarşamba

Selçuklu'nun ve Mevlana'nın Kenti Konya - 2 - Arkeoloji Müzesi

Anadolu Selçuklu'nun başkenti Konya'nın sokaklarının her bir köşesinde tarihe yolculuk yapmak mümkün. Kentte Selçuklu ve Osmanlı camileri, medreseleri yanı sıra kümbetler, türbeler de yer alıyor. Konya M.Ö. 7000 yıllarına dayanan bir yerleşim olması;  merkezde Mevlana Müzesi, İnce Minare, Karatay Medresesi, Alaeddin Camisi, Sırçalı Medrese, Sahip Ata Camii ve Müzesi, Atatürk, Etnografya ve Arkeoloji Müzeleri, Japon Bahçesi; ilçelerinde İvriz Kaya Anıtı, Meke Gölü, Klistra, Çatalhöyük, Eşrefoğlu Camisi, Eflatun Pınarı, Fasıllar Anıtı, Aya Elena Kilisesi, Tınaz Tepe Mağarası, Kubad-Abad Sarayı, Köşk Kaplıcaları, Karapınar Obrukları, Tuz Gölü, Ilgın Kaplıcaları, Yer Köprü Şelalesi, Oymalı Yeraltı Şehri, Aziziye Camisi, Ereğli Müzesi, Akşehir Batı Cephesi Karargâhı Müzesi ve Akşehir Arkeoloji Müzesi gibi tarihi yapılara, eserlere ve doğal güzelliklere sahip olması açısından önemli bir ilimiz. Zaten Türkiye'nin her bir ili çok fazla medeniyeti, kültürel mirası ve doğal güzellikleri birlikte barındırması açısından paha biçilemez aslında. Vatanımızın değerini bilelim ve yok etmek yerine bu hazinelerimize sahip çıkabilelim. Konya özellikle Selçuklu'nun izini sürmek isteyen tarih gezginleri için bulunmaz bir yer.

4 Mayıs 2017 Perşembe

Yerebatan Sarnıcı

İstanbul Sultanahmet'te Ayasofya'nın güneybatısında Bizans İmparatoru I. Justinianus (527-565) tarafından 542 yılında şehrin su ihtiyacını karşılamak amacıyla yaptırılmış 1500 yıllık bir Bizans Sarnıcı...  Yeraltındaki kapalı sarnıç suyun içinden yükselen 336 sütunu nedeniyle Yerebatan Sarayı ve aynı yerlerde önceden bazilika bulunduğundan Bazilika Sarnıcı olarak adlandırılır. 52 basamaklı taş merdivenle içine inilen; 9800 metrekare alanı kaplayan; dikdörtgen planlı yapı 140 metre uzunluğa, 70 metre genişliğe  ve 9 metre yüksekliğinde 336 sütuna sahip. Farklı özellikler gösteren ve antik yapılardan toplanan tek veya iki  parçalı mermer sütunların başlıkları akantus yapraklarıyla bezeli Korint ve bezemesiz Dor tarzında. Taşıyıcı sistemde sütunların üzerinde kemerler ve çapraz tonozlu örtü sistemi görülüyor. 4.80 metre kalınlığındaki tuğla duvarlara ve tuğla zemine kalın bir sıvayla su geçirmezlik sağlanmış. Bizans Dönemi'nde imparatorların oturduğu Büyük Saray'ın ve İstanbul'un fethinden sonra Osmanlı Dönemi'nde kısa bir süre için Topkapı Sarayı'nın bahçelerinin su ihyiyacı için kullanılan sarnıç çeşitli onarımlar geçirdikten sonra günümüze kadar ulaşır.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...