Resim sanatında melankoli bir konu olmasının yanında tasvir edilen figürün ruh halidir ya da izleyende bıraktığı etkidir. Eski Yunan resminde de 20. yüzyıl resminde de bu tür bir figüre rastlanabilir. Bu resimler insanın içinde bulunduğu trajedinin sanatçıda uyandırdığı durumu ortaya koyar. Ortaçağ’da karışık, karanlık ve dini baskılar altındaki ortamda sanatçılarda bu trajikliği yansıtan yapıtlar üretirler. Kuzey ülkelerinin sanatçıları dönemin insanlarının ruh hallerini, acılı ve gülünç hallerini düşlerle besleyerek aktarırlar. Romantik ressamlar da yaşadıkları çağdan memnun olmayıp geçmişe özlem duyarlar, düşlere ve doğaya yönelirler. Doğanın görkemini ve insanın doğa karşısında güçsüzlüğünü, çaresizliğini konu olarak seçerler. Sembolist ressamlarda düşler ve hayallerden yola çıkarak simgesel bir ifade kullanırlar. Onlar için ruh ve melankoli iki önemli unsur olur. Doğanın ruhunu verirken çağrışımlara ve sembollere başvururlar. Her sanatçı kendi gördükleri, yaşadıklarını, edebiyattan aldıklarını, imgelem ve düş gücüyle bir araya getirip ifade eder. Munch renklerle veya bir takım duruşlar ve pozlarla ruhsal sıkıntıları simgesel olarak verir...
20 Mart 2009 Cuma
17 Mart 2009 Salı
Bilinemeyenin Etrafında Dolaşan Belirsizlik
Bazı kadınlar Pygmalion'un özenle yaptığı ve canlanmasını istediği kadın heykelinin canlı hali gibidirler. Bu kadınlar maddeselin önemli olduğu bu dünyada bedenen olabilecek mükemmelliğin en üst konumunu temsil ederler. Bu durum yaşamlarını ve istediklerine ulaşmayı kolaylaştırıcı, şans getirici olabileceği gibi zorlaştırabilir de. Kadın bedeninin güzel olması madde -yaşanılan- dünyasında, daha önce kurgu olmuş olsa bile enerjiden maddeye dönüşmüş bu boyutta tercih edilendir ve görsel olarak herhangi bir kusuru olmayan kadın bu anlamda donanımlı olarak gelmiştir. Çağlar boyunca göze güzel görünen kabul görmüştür. Sadece kadın değil ikinci planda olsa da erkek bedeni de düzgün ve estetik değerler içinde olmalıydı. İster insan bedeni için olsun ister bir sanat eseri için, ister günlük kullanım eşyası için ya da doğada olsun uyum, denge, düzgünlük, parçaların bir araya gelip bütünlüğü oluşturması ve bunun buraktığı etki sonsuzluğu ve yaratım gücünü çağrıştırır. Ne var ki bu sıkıcı olabilir. Şaşırtıcı, yadırgatıcı ve rahatsızlık verici bile olsa uyumsuz, asimetrik, parça halinde hoş ama bütünde ifadesiz, anlamsız ve biçimsiz nesneler farklılık ve çeşitlilik getirebileceği için coşkuya ve canlılığa neden olup tekdüzelikten uzaklaştırabilir.
15 Mart 2009 Pazar
Ekspresyonizm ve Ernst Ludwig Kirchner'ın Melankolisi
19. yüzyılın ikinci yarısı kültürel, toplumsal ve bilimsel alanda gelişmelerin
görüldüğü aynı zamanda sıkıntıların ve kaygıların arttığı bir dönem. Pozivitizm
ve materyalist anlayış radikal değişimlere ve kopuşlara zemin hazırlar.
Sanatçılar çağın bunalımını algılarına ve öngörülerine göre yorumlarlar.
Kaygıların boşuna olmadığı 20. yüzyılın başlarında anlaşılır. Yüzyılın ilk
yarısına damgasını vuran savaşlar ve geleceğin belirsizliği duyarlı
sanatçıların yaşantılarını ve sanatlarını derinden etkiler. Savaşlar
sanatçılarda gerginliğe ve umutsuzluğa yol açar. Artık bambaşka bir çağ söz
konusudur. İçe gömülüp karamsar ve hüzünlü anlatımdan çıkan sanatçılar her şeye
başkaldırmaya başlar.
Özellikle Ekspresyonistler girilen dönemin karışıklığını, kitle bilincinin baskısını, endüstrinin kendi gereksinimlerine göre oluşturduğu kent içinde yabancılaşmış, şaşkın, her türlü ilişkiden kopup iç dünyasına kapanmış ve varoluş korkusuna kapılmış insanının huzursuzluğunu, hoşnutsuzluğunu, hayal kırıklığını, kent yaşamının hareketliliğini ve hızını portrelerinde ve resimlerinde dışa vururlar. Burjuvanın karşısında yer alıp, düzenin kıyısındakilerin, ezilmişlerin ve yoksulların yanında olurlar. Ruhun önemini göstermeye çalışıp, yaşanan zamanda bunun unutulduğunu ve bir yıkıma doğru gidildiğini düşünürler. Yalana ve ikiyüzlülüğe karşı çıkarlar. Kayıtsızlık yüzünden dünyada gelişen çirkinlikleri yüceltmek için değil ona isyan etmek için resmederler. Estetik açıdan tam ve doğru bir ifade yerine psikolojik durumları, bilinçaltındakileri, iç sıkıntıları ve acıları deformasyona uğrayan figürler ve nesnelerle görünür kılarlar. Dünyayı yeniden oluşturmak isterler. Dostoyevski’nin, Nietzsche’nin ve Kafka’nın insanın çıkmazlarının, tinsel ve varoluşsal sorunlarının irdelendiği fikirsel ve edebi açıklamalarını ekspresyonistler resimleriyle verirler. Fütüristler ise tam tersine umutludurlar. Modern hayata, makinenin gücüne ve hıza olan hayranlıklarını, yeniliklere olumlu yaklaşımlarını manifestolarında ve işlerinde görmek mümkündür.
8 Mart 2009 Pazar
Septik Deyişler
İnsanlar neden belirledikleri durumun esiri olup kurallarla yaşamak zorunda kalmıştı? Duygular bastırılmış, isteklerin pek azının gerçekleşmesine izin verilmişti. Kötüden kaçış mı bunları belirlemişti? İyi ve kötü kime ve neye göre iyi ve kötüydü? İnsan içindeki duyguların ve dürtülerin hangisini neye göre açığa çıkarıyordu? Bu onun elinde olmayınca deli mi oluyordu? Onu yöneten kendisi mi yoksa sadece bir zerresi olduğu başka, çok güçlü, benzersiz, sonsuz, sınırsız bir varlık mıydı? Bütün, onun parçaları ve yansımaları. Hep bu noktaya varılıyordu. Evrendeki her varlık kendi içinde önemliydi ve bütüne hizmet ediyordu.
Kafası sürekli meşgul olan kişinin yeni öğrendikleri onu başka bilgilere götürür. Bunun sonu yoktur. Bir konu üzerinde uzmanlaşmak, bir konuya odaklanmak sınırsız bilgiyi ıskalayabilir. Uygarlıkların gelişmesini ve devamlılığını sağlayan geçmişten gelen bilgileri edinip geleceğe yönelik ürünler ortaya koyabilmek gerekir. Aslında her şey bulunulan andan ibarettir ve düşüncenin ürünüdür. Geçmiş ve gelecek dünya üzerinde sınırlı algılaması olanlar için geçerlidir. Ancak başka boyutların ve düzenlerin farkına varmak için metotların bilinmesi gerekir. İçten gelenlere, sezgiye, altıncı hisse inanma ve kendine güvenip sorduğu bütün soruların cevabını kendinde bulabileceğini bilmesiyle ve doğadaki her varlığın büyüleyici yanının bulunduğunu anlamasıyla ve kendini doğaya bırakmakla belki aşama kaydedilir...
5 Mart 2009 Perşembe
Melankolik Kent: İstanbul
Her mevsimde ayrı bir güzellikte olan İstanbul'un tam anlamıyla içine girmeden onu seyretmek daha hoş geliyor bazen. İnsanların metropolde yaşamanın gereklerini yerine getirmedeki umursamazlığı sinir bozucu. Doğduğu yerlerden göç edenlerin kentin düzenine uyması icap ederken, gelen önceden alıştığı yaşam tarzını da beraberinde getiriyor. Tamam çeşitliliğe diyeceğim bir şey yok ama kişilerin önce kendine, sonra karşısındakine saygısıyla; düşünceli davranışlarıyla ve uzun bir geçmişe sahip kente karşı özenli tutumuyla kültürel zenginliğe ulaşılabilir. Başkasını rahatsız etmediği, şehrin dokusuna zarar vermediği sürece herkes istediği gibi yaşama hakkına sahip elbette. Büyük kentin göç ve nüfus yoğunluğuyla beraber trafik, düzensiz ve fazla yapılaşma sorunları da var. Bunun yanında kargaşa, uyumsuz şeylerin bir araya gelişiyle kendini gösteren zevksizlik, çeşitli kokular, bunaltıcı nemli hava da var. Hiçbir suçu olmayan, sadece sessizce ama hüzünle tanıklığını sürdüren İstanbul'un gün geçtikçe yıprandığını görmek üzüntü verici. Yine de doğduğum, büyüdüğüm, yaşadığım ve keşfedebilecek farklı yaşantıların sürdürüldüğü sokakları olan, karmaşık, kozmopolit, monotonluktan uzak, büyülü, esrarengiz, tarihinden ve sanatından kopmadan geleceğe ulaşmaya çalışan ve tam anlamıyla yaşayan bu kentte ömür tüketmekten memnunum. Kısa süreli uzaklaşmalar iyi geliyor ama dönüp dolaşıp geleceğim yer yine İstanbul. Bir de Konstantinos Kavafis'in çok güzel ifade ettiği gibi "gidip gidebileceğim tek yer"de bu kent...
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)