26 Ocak 2009 Pazartesi

Marc Chagall'ın Masalsı Dünyası

Belarus-Beyaz Rusya sınırları içinde kalan Vitebsk kasabası yakınlarında doğan ve asıl ismi Moshe Shagal olan Marc Chagall'ın (1887-1985) resimlerinde mutluluk teması ağır basar. Yahudi bir anne ve babaya sahip olan ressam geleneklerine bağlı, sinagoga giden, balıkçı babasına işlerinde yardım eden duygusal bir çocuktur. Yoksul ve kalabalık bir ailede büyürken Yahudilerin sosyal ve kültürel yaşamlarını da iyi gözlemler. 1906 yılında sanat eğitimine başlar. 1908-1910 arası St. Petersburg’da dönemin avangard resim ve çizim okulu Zvantseva’ya bir süre devam eder. Cezanne, Van Gogh ve Gauguin’in resimleriyle karşılaşır. Bu kentte Yahudilere uygulanan sınırlamalardan dolayı hayatı zorlaşır. ‘Kanepe’deki Genç Kız’, ‘Oturan Kırmızı Çıplak’, ‘Fırçalarla Otoportre’, ‘Rus Düğünü’, ‘Doğuş’ gibi resimleri bu dönemden örneklerdir. 1910 yılında kazandığı bir bursla Avrupa’nın sanat merkezi kabul edilen Paris’e giden sanatçı ilk zamanlar kenti pek sevmez, zamanla alışır ve dört yıl orada kalır. Paris’te Fovistlerin etkisiyle güçlü bir renk tekniği kazanır. Picasso onun ‘Matisse’den sonra renk duygusuna ve yüceliğine sahip tek sanatçı olduğunu’ belirtir. Chagall 1911’de Léger, Delanuay, Gleizes ve Modigliani gibi ressamlarla arkadaş olur ve Kübizm ile de ilgilenir. Kübist etkileri ‘Ben ve Köy’, ‘Şair’, ‘Adem ve Havva’ ve 'Yedi Parmaklı Kendi Portresi' adlı çalışmalarında fark edilir. 1911 ve 1912 yıllarında Paris’te sergiler açar. Montmartre’daki atölyesini başka bir ressamla paylaşır ve maddi açıdan sıkıntılı dönemler geçirir. 1912 başlarında daha ucuz olduğu için La Ruche’de bir atölyeye taşınır.

23 Ocak 2009 Cuma

Wabi Sabi

Blog sayfalarımın mümkün olduğunca sade ve göze batmayan olmasını tercih ediyorum. Bu nedenle html'yi arada bir düzenliyorum. Sadelik sadece beyaz ve gri renklerle olmaz tabi ama beyaz üzerinde açık gri, açık mavi, krem, uçuk sarı hoşuma gidiyor. Renk karmaşası değil de birbirine uygun tonlar. Yine de herkesin zevki farklıdır.

Tercihlerimin Japon estetiğini ifade eden 600 yıllık wabi sabi kavramıyla yakın olduğunu fark ettim. Güzellik anlayışları batılılardan farklı olan Japonlar iddiasız, sessiz, yalın ve geçici şeylerdeki gizi ve ahengi arıyorlar. Wabi anlayışında zarif bir basitlik ve doğallık önemli. Mümkün olduğunca doğal malzemelerle az, süssüz eşyalar ve nesneler seçmek, tamamlanmamış veya eskitme yüzeylere, yıpranmış görünümlere değer vermek, atmamak, yenilememek: cilasız ahşap, yamuk çay kaseleri, geçmişle bağ kurmayı sağlayan yıpranmış, kusurlu ve birbiriyle uyumsuz günlük kullanım eşyaları...

Fark edilemeyecek şeylerdeki güzelliği görmek, doğa olaylarını önemsemek, yağmurun ve karın yağışını seyretmek, sıradan görünümlerin tadına varmak ve üstünlüğünü fark etmek gibi wabi özellikleri 19. yüzyıl başlarında Batı'da kendini gösteren Romantizm akımıyla, sadelik ve azlık da Minimalizm akımıyla benzerlik gösteriyor. Wabi nesnelerin üzerinde fazla oynamadan düzenlemeden, mükemmel bir hale getirmek için uğraşmadan kendi halinde bırakılmasından ve nesneye doğal bir biçim verilmesinden yana.

Wabi'de gri, kahverengi ve siyah renkler estetik bulunur. Wabi estetiğinde düzensizlik ve asimetri söz konusudur. İnsanın yaşlanması gibi doğadaki veya el yapımı nesnelerin de bir ömrü var. Onlara müdahale etmeden bu yaşlanmayı yavaşlatmak wabi sabi felsefesine uyuyor.

Benzer Yazılar:

Japon Kültüründe Sadelik 
Ukiyo-e ve Hokusai 
Baltalimanı'nda Japon Bahçesi 
Ahşap Kapıların Gizemi 
Zarif Basitliğin Yüceliği: Şibumi ve Sakura

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.   Creative Commons License

16 Ocak 2009 Cuma

Korku ve Çaresizlik

Televizyonda Gazze'den görüntüler izledim. Üzülmemek mümkün mü? Bir anne kucağındaki ve çevresindeki çocuklarıyla sokakta koşturuyor ve 'Nereye gideceğimizi şaşırdık. Her evi, her binayı vuruyorlar' diyordu. Öylesine çaresizdi ki. Birleşmiş Milletler binası ve hastaneler bile bombalanıyordu. Şehirden kapkara dumanlar yükseliyordu. Gece atılan bombalarla şehir aydınlanıyor, ışıldıyor ama bu bir yanılsama aslında karanlık ve kötü bir aydınlanma, ölüme götüren. Korkuyla yaşıyorlar haftalardır. İnsan aynı durumda kaldığını düşündüğünde acımasızlığı anlayabilir. Hayatınızdaki en kötü kabusu hatırlayın ondan kat kat korkunç. Dünyanın bu adil olmayan savaşa seyirci kalması, durdurmak için yeterli çaba göstermeyişi inanılır gibi değil.  Bu durumdan utanmamız gerekiyor insanlık adına. Sadece bu savaşta değil; kadınlara, çocuklara kısacası sivillere yönelik geçmişteki tüm savaşlar için geçerli. 20. yüzyılın ilk yarısında da savaşlar, belirsizlik, bunalımlar ve acılar vardı. 21. yüzyıl başlarında yine aynısı. 100 yıl geçmiş insanlık inanılmaz ilerleme kaydetmiş. İlerlemiş mi gerçekten!!! Yoksa ilkel mi kalmış?

Creative Commons License*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.   

8 Ocak 2009 Perşembe

Beylerbeyi Sarayı Cephe Süslemelerinde Batı ve Doğu Etkileri

18. yüzyılda Batılılaşma sonucu Osmanlı mimarisine giren ve yaygınlaşan Barok ve Rokoko süslemelerinin uygulamaları çoğunlukla sebillerde, çeşmelerde, dinsel ve askeri yapılarda ağırlık kazanmıştır. Bu düzenlemeleri planda İtalyan Barok, bezemede Fransız Rokoko olarak görmek mümkündür. 18. yüzyıl İstanbul yapılarındaki hareketlenme, kademelenme, kırılmalar, hareketli silmeler, yapısal çoğalmalar, C ve S formları, bu formların bitiminde yaprağa veya bitkiye dönüşümleri, altın yaldız, topuz formları, kartuşlar Barok ve Rokoko süslemelerine özgüdür. Barokta hareket ve ritim duygusu yüzeyi zenginleştirir. Mimaride görülen bu özellikler 19. yüzyıl başlarında yerini Ampir’e ve Neo-klasiğe bırakır ancak Barok ve Rokoko tamamen terk edilmez. Barok ile Ampir çelişkilidir. Barok’un hareketli, karmaşık, bitkisel ve organik kökenli olmasına karşın Ampir geometrik, akılcı, temiz form ve kalıplar içinde, hareketsiz, dengeli ve anıtsaldır. Neo-klasik mimaride de Yunan ve Rönesans yapılarında görülen öğelere yer verilmiştir. Cephe düzenlemesinde üçgen alınlık ve sütun kullanımı Neo-klasik yapılarda belirgindir...

5 Ocak 2009 Pazartesi

Beylerbeyi Sarayı Cephe Süslemeleri

Beylerbeyi Sarayı cephe süslemeleri açısından 19. yüzyılın diğer Osmanlı saray ve kasırlarından daha sade bir görünüme sahiptir. Ana yapının cephelerinde iç mekanın tersine ağırlıklı olarak batı tarzları hakimdir.


1. Selamlık Girişi Cephesi: Sarayın Selamlık tarafının önünde Avrupa barok saraylarının bahçelerinin tarzında düzenlenmiş simetrik ve havuzlu bir bahçe yer alır. Bahçedeki oval havuzun etrafında mermer aslan heykelleri vardır. “İki katlı olan sarayın cephesi Fransız barok saraylarından esinlenerek düzenlenmiştir” (1). Öne doğru çıkıntı oluşturan bölüm Barok yapılara özgüdür ve hareketlilik getirir. Selamlık cephesinin çıkıntılı giriş bölümünün iki katında da aynı tarz mimari öğelere yer verilmiştir. Ortada üçlü, yuvarlak kemerli pencereler varken alt katta ortadaki pencere giriş olarak kullanılır. Üçlü pencere guruplaması Neo-klasik yapıların özelliklerindendir. Bu pencerelerin iki yanında daha küçük boyutlu birer dikdörtgen pencere yer alır. Pencereler arasında alçak bir podyum üzerinde yükselen ve öne doğru çıkıntı oluşturan korint başlıklı sütunların yivleri antik mimarideki örneklerinden farklıdır...


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...