24 Eylül 2008 Çarşamba

Rüyaların, Hayallerin ve Öteki Dünyaların Ressamı İstanbul'da

20. yüzyılın önemli sanatçılarından İspanyol Picasso ve Miro'dan sonra Salvador Dali de İstanbul'da. Bu üç isim içinden ilk tercihim Miro. Sabancı Müzesi'nde 20 Eylül'de açılan sergisinden dolayı şu sıralar basında sıkça yer alan sürrealist Dali için deli deniyor dahi deniyor. Resimleriyle ve hayatıyla ilgili bilgiler, yorumlar havada uçuşuyor. Müzenin kapısında uzun kuyruklar oluşuyor. Ne güzel. Benimse gitmek için acelem yok. Nasılsa bu retrospektif 20 Ocak'a kadar sürüyor. Sakin sakin görmek varken niye kalabalıkta itiş kakış bir şey anlamadan gezeyim ki.

Sürrealizm ile ilgili bir makaleye yönlendirmek istiyorum sizi. Gerçeküstücülüğün yazarın tanımıyla üst gerçekçiliğin evrenselliğini, tüm zamanları kapsamasını ve tek bir döneme indirgenemeyeceğini ifade eden bir yazı bu.

Sergiyle ilgili ayrıntılar için tıklayın. http://muze.sabanciuniv.edu/exhibition/exhibition.php?lngExhibitionID=84

20 Eylül 2008 Cumartesi

Arnold Böcklin'in Mitolojik Resimleri

1827-1901 yılları arasında yaşamış İsviçreli Sembolist ressam Arnold Böcklin resimlerinde en çok eski yunan mitolojisinde yer alan doğaüstü varlıkları -sirenler, satirler, kentaurlar, nereus kızları, tanrıçalar, tanrılar vb- ve ölüm temasını işler. Düsseldorf Güzel Sanatlar Akademisi’nde sanat eğitimini tamamlayan Böcklin önce İsviçreyi dolaşır sonra Brüksel, Anvers ve Paris’e gider. Flaman ve Hollandalı ressamların çalışmalarını inceler. Paris’te Louvre’da çalışır ve pek çok manzara resmi yapar. Uzun süre kaldığı İtalya’da Rönesans sanatından etkilenir ve İtalyan sanatçılarla yakınlık kurar. Roma’da evlenen sanatçı 1856 yılında Münih’e döner. Daha sonra sırasıyla Weimar, Roma, Basel, Münih, Floransa gibi kentlerde yaşamını sürdürür. Weimar Sanat akademisinde iki yıl dersler verir. 1866’da Basel Müzesinin cephesine grotesk maskeleri model aldığı freskolar yapar.

Romantizm ve Empresyonizmin ardından 19. yüzyılda ortaya çıkan Sembolizmde en belirgin nitelikler tinsellik ve melankolidir. Sembolizmde iç dünya, düşler, hayaller, yalnızlık, düşünce, gerçek dışı, uyku ve ölüm de yer bulur. Diğer Sembolist ressamlar gibi Arnold Böcklin de doğanın ruhunu ve nesnenin gizini melankolik bir şekilde çağrışımlara ve sembollere başvurarak aktarır. Gördüklerini, yaşadıklarını, edebiyattan ve efsanelerden aldıklarını imgelem ve hayal gücüyle bir araya getirir. Simgesel ve mitolojik resimlerinde ruhsal durumun yansımasına önem verir. Fantastik resimleri yanı sıra ilk dönemlerinde ağırlıklı olarak yaptığı manzaraları da gizemli bir atmosfere sahiptir. Klasik mimariyle doğa, deniz ve antik figürler düşsel düzenlemeler içinde duygulara yönelerek güçlü etkiler uyandırır. Sanatçı manzaralarında romantik ressamlar gibi insanın doğa karşısındaki güçsüzlüğünü ve hüznünü göstermekle birlikte realistik bir tekniği de benimser. Ayrıca manzaralarında klasik mimarinin yer aldığı doğa resimleri yapan Claude Lorrain’den esintiler göze çarpar.

18 Eylül 2008 Perşembe

Constable ve Turner

Francisco de Goya’nın kara romantizmindeki melankoliye karşın John Constable’da açık hava ve doğa tasvirleriyle hüzünlü bir atmosfer göze çarpar. Romantik ressamlarda dalgalı denizin, gece yıldızlarla gündüz bulutlarla donanmış bir gökyüzünün, ormanlıkların, kayalıkların ve çayırların göründüğü manzaralar yaygın konulardır. Doğa doğrudan bir gözlemin yanı sıra düş, ruh ve duygusal değerler de katılarak resmedilir. Geçmişten bir kalıntının olduğu ıssız sakin yerler tercih edilir. İngiliz romantik ressamlarından Constable (1776-1837) kırsal görünümlere olan ilgisinin belirgin olduğu manzaralarında noktasal boya kullanımıyla ve hızlı fırça vuruşlarıyla geçiciliği yakalar. Şiirsel manzaralarını önceden belirlenmiş kurallara göre değil kendi gördüğü ve bildiği gibi yapar.
 
Doğayı gerçekçi bir şekilde vermek ister. Kırlara çıkıp çizimler yapar daha sonra onları renklendirir. Bu özellikleriyle Barbizon Okulu ve Empresyonistler üzerinde etkili olur. Weymout Körfezi'nde kompozisyonun üçte ikisini bulutlu ve hareketlilik içindeki gökyüzü oluşturur. Gökyüzünün kasveti ve dalgalı deniz fırtına habercisidir. Uzaklardaki tepelerin önünde bir çoban ve sürüsü görülür. Ön planda şapkalı küçük bir figür kayığın bulunduğu yere doğru yürür. Kapalı ve rüzgarlı bir havada, dalgalı deniz kıyısında yürüyen insanın doğa içindeki küçüklüğü dikkat çekicidir ve melankolik bir etki yaratır. 

15 Eylül 2008 Pazartesi

Francisco de Goya ve Savaş

İspanyol ressam Francisco de Goya (1746 - 1828) resim öğrenmeye çok küçük yaşta başlar. Roma'da İtalyan sanatını inceler. Halk arasında yaşar ve Fransız - İspanyol savaşına katılır. Halk, saray ve gündelik yaşam sahnelerini konu olarak seçer. Resimlerinde ve taşbaskılarında toplumsal olaylar, acımasızlık, savaşların kötülüğü ve yıkımları ürkütücü bir görünümdedir.


'3 Mayıs 1808' halk ayaklanmasının bastırılmasını ve savaşın dehşetini gösteren bir örnektir. Kurşuna dizilmiş olan direnişçiler yerde kanlar içinde yatarlar. İlk dikkat çeken beyaz bir gömlek ile sarı pantolon giymiş ve ellerini havaya kaldırmış kişidir. Korkuyla kendisine doğrultulmuş namlulara bakar. Çevresindekiler bu şiddeti görmemek için elleriyle yüzlerini kaparlar ve dua ederler. Silahlarını doğrultmuş dizili askerler ise acımasız görevlerini en iyi şekilde yerine getirmeye odaklanmışlar. Tepelerin arkasında bir manastır görülür. Gökyüzü karanlıktır. Kasvetli resmin en ışıklı bölümü beyaz gömlekli figürün çevresidir. Buradaki aydınlık olması gerekenden fazla gibidir. Goya'nın bu resimle birlikte 85 gravürünün konusu İspanya’nın Napolyon’un işgaline uğraması ve savaştır.

Goya hayatının son yıllarında karabasanları, hayallerini, korkularını çizer ve bu çalışmalarıyla resim sanatının gelişmesine katkı sağlar. Sanatçı içsel görüntülerini kağıda veya tuvale yansıtır. Gizemli yaratıklar, büyücü kadınlar, karaltılar, dehşetli ve gülünç olaylar kara bir romantizme dönüşür.

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.   Creative Commons License

13 Eylül 2008 Cumartesi

James Ensor ve Ernst Ludwig Kirchner'in Resimlerinde Alay ve Hüzün

Varoluşçu acılarına yanıt aramak için kendini feda ederek resim yapan Van Gogh, içindeki sıkıntılarını yansıtan Munch gibi James Ensor da ekspresyonistlere öncü olan ressamlardandır. Ensor’un (1860-1949) resimlerinde Flaman geleneğine uygun olarak koyu renklere ve alaycı mizaha rastlanır. İçe dönük, insanlara ve dünyaya yabancılaşan bir kişi olarak gerçeklerden uzaklaşmayı tercih eder. Toplumun yaşam biçimiyle, davranışlarıyla, ikiyüzlülüğüyle dalga geçer ve bunları gülünç maskelerle, melankolik koyu renklerle resmeder. Bu tutumuyla Rönesans Flaman ressamlarından Bosch’un ve Brugel’in devamı gibidir. Çocukluğunda babasının kabuklu hayvan dükkanındaki deniz kabukları ve tavanarasına atılmış maskeler onun imgelem gücünü besleyen öğelerdendir. Ostente kentinin plajlarındaki, balolarındaki ve karnavallarındaki insanları kalabalık olarak tasvir etti. Ostente’nin gündelik yaşamı ona ve sanatına belirgin bir mizah verdi (1).

10 Eylül 2008 Çarşamba

Sözler

Eyleme bağımlı insan sonsuzluğu kaybeder çünkü yaptıkları için kaygılıdır. Olasılıklar dünyasında gezinen ise hiçliği duyumsar.

İnsan yaşadıkça hayat içine çekecektir. Toplum uzak durana karşı kıskançtır ve gelip kapıyı çalar.

İletişimde soru sormamak, sadece anlatılmak isteneni dinlemek ve onaylamak ilgisizliktir. "Anlattıkların umurumda değil aslında" demektir.  Anlatan kişi soru sorulmasını mı ister yoksa durmadan konuşmayı mı?

Rahatsız olanların yanında sigara içenler düşüncesiz ve saygısızdır. Kendi özgürlüğünü savunurken başkasının özgürlük alanına girer.

Ölüm mutlu olmak isteğini güçlendirir. Kimisi ölüm sonrası hayata inanmaz. "Hayat kısa. Onu en güzel şekilde ve istediği gibi yaşamalı" düşüncesine sığınır. Kimisi de bu dünyanın gelip geçiciliğinin uyandırdığı tatlı hüzünle yaşar. Yaşamını güzel ve anlamlı kılmaya çalışırken öteki dünyaya da uzak durmaz.

Nalan Yılmaz. 2008.

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

8 Eylül 2008 Pazartesi

Şeker Ahmet Paşa'nın Hayatı - 1

1841 yılında Üsküdar’da doğan Şeker Ahmet Paşa’nın babası Ali Efendi’dir. Gerçek adı Ahmet Ali olan ressam, çocukken eniştesi Yahya Paşa tarafından himaye edilir. 1846 yılında beş yaşındayken Üsküdar İlkokulu’na başlar. On dört yaşındayken sınavla girdiği Tıbbiye Mektebine kısa bir süre devam eden Şeker Ahmet Paşa doktorluğun kendisine göre olmadığını anlayıp okuldan ayrılır ve 1856 yılında Harbiye Mektebi'ne geçer.

Şeker Ahmet Paşa resme olan ilgisi nedeniyle bu alanda kendini geliştirmek için çok çalışır. Bu çabaları on sekiz yaşındayken Harbiye Mektebinin resim öğretmenliği bölümüne atanmasını sağlar. Harbiye Mektebi'nden en üst dereceyle mezun olur. Sanata düşkün bir padişah olan Abdülaziz teğmen Şeker Ahmet Paşa’nın çalışmalarını gördükten sonra onu resim eğitimi alması için 1861-62 yıllarında Paris’teki Mekteb-i Osmani’ye gönderir. Mekteb-i Osmani Paris’e eğitim için gönderilen gençlerin dersleri izleyebilecekleri bir düzeye getirilmeleri ve disiplin altında tutulmaları için açılan bir okuldur. Öğretim kadrosunun çoğunluğu Fransızlardan oluşan bu okul 1860’da kurulmuş ve 1878’de Fransa-Prusya savaşı sonrasında kapanmıştır...

6 Eylül 2008 Cumartesi

Deniz Kabukları ve Rüzgar Çanı

Dün sabah kız kardeşim, Tayland'ın Phuket'ten sonra 2. büyük adası olan ve beyaz kumlu kumsallara, durgun turkuaz denize sahip Ko Chang'den deniz kabukları, deniz minareleri ve rüzgar çanı getirdi. Deniz minareleri daha önce gördüklerimden farklı. İnce, uzun ve pürüzsüzler. Deniz kabuklarından yapılmış rüzgar çanının benzerlerini ise Bodrum'da görmüştüm. Orada satılan kırmızı deniz yıldızları da göz alıcıydı. Herhangi bir sahilde güneş ardında müthiş renkler bırakarak denizin üzerinden batarken, çeşitli renklerdeki taşları, kabukları ve deniz yıldızlarını toplamak ve hafif dalgayla kıyıya vuran suyun sesini dinlemek sonsuzluk hissi uyandıran dingin ve huzurlu bir ortam oluşturuyor. Kaçırılmayacak anlardan biri bu. Bir de sabahın erken saatlerinde, tüm kumsal boyunca kimsenin girmediği durgun denizde yüzmek inanılmaz bir keyif. Geçmiş yazlardan birinde kuzey Ege sahillerinde 7.00 civarında sisli bir havada denize girmiştim. Sise doğru yüzmek o andan kopmamı sağlayan bir eylemdi. Grinin tonlarında bir bulut içinde kaybolmak. Başka boyutlara geçmek gibiydi ve unutulmaz anlardan biriydi. 


*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

5 Eylül 2008 Cuma

Melankoli Gizem Hiçlik Gölge

Bulunamıyor dürtülere cevap verecek his köşe bucak aransa da. Tembellik kaplayınca bedeni bahaneler uydurmak boşuna. Tembellik sinsice gizlenmiş dehlizlerimde.

Geçmiş yadsıyorum seni ve tüm görkemini de. Sen miydin beni getiren bu günlere? Öyleyse tüm gücümle vuruyorum tekmemi ardından. Hatırlayabildiğim bir şeyler olsa da geçmişten değil.

İmgeler nasıl doluştunuz böyle! Ne o dar mı geldi yeriniz? Nefes almaksa isteğiniz, buysa seçiminiz yer açıyorum size. Ama duruşum mesafeli.

Ah görülmüyor mu coşmuş yüreğim dans ediyor uçsuz bucaksız ormanın derinlerinde. Tüm oyunların yasaklandığı ürkek bakışlı çocuk yok mudur bir arkadaşın? Perçemlerin alnında uçuşuyorken kaçar mıydın o çok bilmiş küçümser sosyallerin bakışlarından? Bil ki senin gölgendir aşacak olan o görülmeyen erişilmez dağları...

Dar, ışıksız koridorlarında geleceğin, kaybolan korkularda, ıssız çöllerde kimsesiz, insansız. Duydum bir melodi içimden gelen, çıkarmak ister ruhu saklandığı yerden. Felsefe ve din besleyin bu doymak bilmeyeni! Sanatı ve bilimi de ekleyin. Aç kurtlar gibi saldırıyor etrafa. Göndermeyin kapılardan bir dilenci gibi.

Kötülük bulaşma bana desem de gitmeyecek. Yüzsüz bir sivrisinek gibi niyetli kanımı emmeye. İçimdeki güce inanıp alacağım onu karşıma.

Hiçliğe çarpıp duran yaratıklar. Nasıl da korkuyorlar. Nasıl da kaçıyorlar. Kaybolmak hiçliğin hiçliğinde. Boşluklara dalmak. Denize dalar gibi atlayışlar yükseklerden. Islanıyor saçlarım, bedenim, ayaklarım. Gerek yok avlamanıza bir avcı gibi. Hep buradaydım karşınızda.

Acılar her zaman koşarak geldiniz sadık müşterinize. İşte giyindim üzerime. Hüznün şapkam olduğunu unutmadım hiçbir zaman. Güvendim size. Güçlendim, korku nedir bilmedim, çünkü korku parçanızdı. Biliyorum terk etmeyeceksiniz kolay kolay.

Sürekli savunmalar çalışmamaya. Üstelik arkaya güçlü isimler alarak avareliği yüceltmek. Sevdiği bir işi ve uğraşı olanlar ne mutlu size, yaşayın keyfinizce. Bir iş, uğraş değil benim gerçeğim, bağlılık değil. Öyleyse niye bu huzursuzluk?

Eylemlerle belirlemedim ki yaşamı. Boşuna güç gösterilerinde mi bulundum? Sonuçsuz harcanmışlıklara girişmedim. Görülmüyor mu? Boşuna cevap beklemek. Kör, sağır ve dilsizsiniz anlayışınızın dışındakilere.

Gerek yok kendimi kandırmak için yolculuklara çıkarmaya. Belki sonsuz can sıkıntısından kurtuluş bir süre için ama dış yolculuklar ilgilendirmiyor beni. Her an gezinebilirim evrenin her bir gizemli köşesinde. Değil mi ki beynim evrenin haritası.

Nalan Yılmaz. 1996

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

2 Eylül 2008 Salı

Schirn Kunsthalle Frankfurt’ta Optik Sanat

1986 yılından itibaren 170’den fazla serginin gerçekleştiği Schirn Kunsthalle-sanat galerisi- 17 Şubat-20 Mayıs tarihleri arasında büyük bir sanat olayına daha ev sahipliği yapıyor. Martina Weinhart küratörlüğündeki sergide İkinci Dünya Savaşı sonrasının sanat anlayışlarına karşı Avrupa’da ortaya çıkan Optik Sanat’ın (Op Art) ve üç boyutlu hareketin önem kazandığı Kinetik Sanat’ın örnekleri yer alıyor.

1950’lerde bireysel veya grup içinde bazı sanatçıların çalışmaları olsa da 1960'lı yıllarda gelişme gösteren Optik Sanat’ta renklerden, çizgilerden ve biçimlerden yararlanarak izleyende görsel tepkiler uyandırmak amaçlanır. Tual resmi olarak durağan bir devingenlikle iki veya makine gösterileriyle üç ve çok boyutlu nesneler bakışla ve ışığın etkisiyle ilişkili olarak oyunlar oluşturur...

Önceden çalışılmış tasarıma göre geliştirilen Optik Sanat eserleri seyredenin kültürel bir birikime gerek duymadan o anki görsel algılamasına yöneliktir. Bu tasarımlarda yan yana gelen çizgiler, açıklı koyulu renkler, geometrik düzenler ve tekrarlarla sağlanan ritim yanılsamaya neden olur. Titreşimler ve farklı görünüşler ortaya çıkar. İfadeyi azaltmak için yalınlık benimsenir. İzleyenle önem kazanan göz yanılmasına dayalı akıma gösterilen ilgi kısa süreli olmuştur. Yine de eserlerini galerilere ve müzelere kabul ettirmişlerdir. Günümüz görsel kültürünün meydana gelmesinde rol oynayan akımın en önemli sanatçıları: Victor Vasarely, Bridget Riley, Jesus Raphael Soto ve Carlos Cruz-Diez’dir. Jesus Raphael Soto’nun 'Titreşim' adlı çalışması seyircinin yer değiştirmesiyle hareket kazanır ve farklılaşır. Bridget Riley’in siyah-beyaz resimlerinde iki boyutlu düzlemde matematik bir düzenle sağlanan biçimlerle statik-kinetik görünüm elde edilir.

30 Ağustos 2008 Cumartesi

Leyleği Havada Görmek

Hiç seyahat planım yokken iki hafta önce AKM önünde havada uçuşan leylek sürüsü gördüm. 'Leylekleri havada gördüm ama benim bir yere gideceğim yok' diye düşündüm. Dört gün sonra yollardaydım :) Bakalım sonraki aylarda plansız yolculuklar olacak mı?



28 Ağustos 2008 Perşembe

Efsanevi yaratık: Grifon 1- Mezopotamya

M.Ö. 3. binden itibaren Mezopotamya, Suriye ve Mısır sanatlarında rastlanan karışık yaratıklar tanrıların insan şeklinde görülmesiyle ortaya çıkarlar. Tanrısallıklarını vurgulamak için doğaüstü bir şekilde gösterilirler. Yeryüzü ve gökyüzünün en güçlü hayvanlarının birleşimiyle oluşurlar ve dayanılmaz bir güce sahiptirler. Grifon da bu yaratıklardan biridir. Aiskhylos’un ‘Prometheus’unda ve Heredot Tarihi'nde sözü geçen bu efsanevi varlığa Yunanca’da gryps denir. Hyberboreliler ülkesinde İskitlerin elinde bulunan kutsal altınlara bekçilik eden grifonlar tek gözlü Arimaspes tarafından saldırıya uğrar. Aiskhylos, ‘havlamaz, uzun gagalı, kanatlı köpek’ olarak tanımladığı grifonların Apollon’un ve diğer tanrıların takipçileri olduğunu yazar. Cteias’a göre kırmızı göğüslü, siyah kuştüylü grifonlar, Hindistan dağları üzerinde bulunan saklı hazineyi korurlar. Ayrıca grifon Yunan'da Nemesis’le birleştirilir ve Dionysos’un şarap çanağının muhafızıdır.

Orta Asur, Kırmızı Silindir Mühür,  M.Ö. 11. yüzyıl

25 Ağustos 2008 Pazartesi

Defterler

Her elime aldığımda hüzünle gülümseyen bu defterler yol gösteren, bazen çıkmazlara, karamsarlığa, umutsuzluğa iten ve yüzlerce, binlerce yılı aşarak sonsuzluğa giden düşünceleri barındırıyor. Onunla geçirilen anlarla önem kazanan nesne anlamını ve değerini fark edilerek ve kullanılarak bulur. 

 1. defterden bazı sayfalar


3. defterden bazı sayfalar

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

18 Ağustos 2008 Pazartesi

Burhan Uygur'un Resimlerinde Simge ve Dışavurum

Simge başka bir şeyi temsil eder. Bir duygu ya da düşüncenin yerine geçer. “Charles Morice’in tanımına göre simge ruhumuzun duygularımızı yaratan nesnelerle karşılaşmasıdır. Bizi zaman ve mekan dışına götürür (1). Burhan Uygur’un resimlerindeki figürlerin davranış biçimleri, duruşları, ifadeleri onların iç dünyalarını simgeler. Sanatçıda yer eden görüntüler, anılar, olaylar, kişiler, sevgi, acı, düş kırıklığı, hüzün gibi duygular resimlerinde yer bulur. Ruhsal durumlara, iç yaşamların ifadesine yönelmesi fantastik bir resim oluşturmasına olanak sağlar. Açığa çıkmamışları, hayal ve düşleri yansıtmaya çalışması onun simgeci ve fantastik duyarlı olarak tanımlanmasına neden olur. Simgesel ve fantastik öğeleri gerçekliğin dışından değildir. Yine yaşamın içinden alınmıştır. Simge ile gerçeklik birbirine karşıt değil tam tersine oldukça yakındır. Simgeyi vurgulamak için resminin içine bazı sözler ilave eder: ‘Henüz açmamış bahar çiçeğinin tevazu dolu güzelliğine hasret kalmış bir faninin yoksulluk dolu bekleyişinin hüzün dolu anısınadır’, ‘Bahar gecelerinde cömert bir ışığın ortasında kanatsız bir ateşböceğinin donmuş ölümüydüm. Ve o rüzgar renkli gözleriyle bakıyordu’...

16 Ağustos 2008 Cumartesi

Burhan Uygur ve 19. Yüzyıl Sembolistleri

Burhan Uygur’u sembolistlerle karşılaştırmayı sağlayan onun nesnelerin ve insanların içindeki gizin peşinde olmasıdır. Dış görünüşlerin ötesine geçerek içteki açığa çıkmayan korkuları, acıları, istekleri yansıtır. Yaratıcı düş gücü imgelemi ile derinlere ulaşır. İmgelem gücüyle simgeledikleri arasındaki uyum onu sembolistlere yaklaştırır. Ancak resimde simgeler olsa da bunun yansıtılması dışavurumcu bir tarzdadır.

Sembolistlere göre ruh maddeden önce gelir. Sezgi ve iç duyumlar önemlidir. Özellikle düşler sık başvurdukları bir kaynaktır. Her sanatçı kendi düşerinden yola çıktığı için bir öznellik söz konusudur. Burhan Uygur düşlere sık yer vermesinden dolayı sembolistlere uyar. Sembolist sanatçı ele geçmeyeni, gerçekliğin görünümleri arkasına gizlenen şeyleri, gözünün erişemediği gizemli dünyayı ele geçirmeye çalışmıştır. Colleridge “Sanatçı nesnenin içinde olanı, eylemini biçim ve şekil aracılığıyla gerçekleştiren ve bize sembollerle sesleneni; doğanın ruhunu yansıtmalıdır” demiştir. Düş, gönül gözüyle görme ve sanrı gerçeğe, nesnenin özüne ulaşabilmek için akıldan önce gelir...

15 Ağustos 2008 Cuma

Burhan Uygur - Sergiler, Ödüller, Kitaplar

Sergiler

1968 Beyoğlu Şehir Galerisi, İstanbul
İlk sergisini öğrenciyken Komet ile birlikte bir yaz sezonunda açar. Paraları olmadığı için Caddebostan Maksim Gazinosu’ndan camlar toplayıp döküntülerden çerçeve yaparlar. Çiçek Pasajından buldukları midye, istiridye gibi şeyleri tavandaki ipe asarlar. Mahmutpaşa’dan birkaç kutu çay bardağı alırlar. Açılışa akademililer gelir. İçkisini içen bardağını yere atıp kırar.
1970 Açık Hava Sergileri, Salzburg ve Amsterdam’da
Bir dergiye verdiği röportajda bu sergilerden şöyle söz eder: “Sokak sergileri konusunda söylenecek pek çok olumlu şey var. Bir kere insanın medeni cesareti müthiş artıyor. Orada her çeşit sanatseverle karşılaşıyorsun. Sokak sergileri genç sanatçılar için bir nevi imtihan oluyor. Belediyenin verdiği koskoca bir alanda Japon’u, İtalyan’ı, Fransız’ı, Amerikalı’sı herkes maharetini sergiliyor. Mesela bazı heykeltıraşlar küçük heykellerini sergiliyordu. Köseleden gayet güzel işler yapan genç sanatçılar vardı. İyi satışlar da oluyordu. Ama işin satıştan daha güzel yanı çeşitli milletlerden sanatçılarla tanışmaktı. Sonra kendi işlerinle o sanatçıların işlerini mukayese etme fırsatı da yakalanıyor. Sokak sergileri ve bu sergilerin verdiği fırsatları doyasıya yaşadım, tadına da vardım ayrıca (1)...
1972 ‘Hiçlik Üzerine Kurulan BHayaller’, Taksim Sanat Galerisi, İstanbul  
Bu sergisini gezen hocası Bedri Rahmi Eyüboğlu 1972 yılının Aralık ayında Milliyet Sanat Dergisi’nde “Ele avuca sığmayan ve yüzde yüz resim sanatı için yaratılmış Burhan’ın özelliği beyazı çok iyi kullanmasıdır. Kişiliğine inanıyorum, bu sevgiyle çalışmasını sürdürürse yakında memleketinde değil dünyanın her yanında işini kabul ettireceğine inanıyorum” diye yazmıştır..

14 Ağustos 2008 Perşembe

Burhan Uygur'un Sanatı

1940 yılında Tirebolu’da doğan Burhan Uygur 1960’ların başında Güzel Sanatlar Akademisine kaydını yaptırıp öğrenci olduktan sonra sanat hayatını otuz iki yıl sürdürür. Öğrenciliğinin son dönemlerinde sergiler açmaya başlar. 1980’lerde yeni açılan galerilerle sanat ortamı canlanır. Ankara ve İstanbul’daki bu galerilerin en çok aradıkları isim Burhan Uygur olur. Bunda 1978 yılında aldığı Sedat Simavi Vakfı ödülünün de rolü vardır. Sanat dergilerinde ve diğer yayınlarda hakkında çıkan yazıların hepsi onun sanatının gün geçtikçe geliştiğini ve duyarlılığını hep koruduğunu belirten yorumlardır. Sanat Çevresi’nin 1986 yılı Ocak ayında I. Asya-Avrupa Sanat Bienali’ne katılım konusunda yaptığı ankette otuz bir sanat yazarı, eleştirmen ve galericiden on beş ressam seçmesi istenir. On dokuzunun listesinde Burhan Uygur ilk on beş içinde yer alır. Böylece en yüksek puanı alan ressam olur...

11 Ağustos 2008 Pazartesi

Umutsuz Melankolik

'Umutsuz melankolik' adını değiştirmeli artık. Melankoli hem sözcük olarak hem de anlam olaylara ve yaşanılanlara iyi tarafından bakmaya ve umutlu olmaya yer açmak gerektiğini anladım. Hayatımda değişen çok fazla şey olmamasına rağmen bir süredir karamsarlığa uzak duruyorum. Karamsar durumlara girildiğinde fazla derine dalmadan yüzeye çıkabilmek ve yeni bir bakış edinebilmek gerekiyor. Geçmişte iyimser, hayata bağlı, hep gülen, mutlu kişilere hafif alaycı yaklaşırdım. Şimdi herhangi bir yargıda bulunmuyorum. İnsan hep aynı düşüncede kalınca her yere beraber gittiği kendinden sıkılıyor. Seçimler elimizdeyse hayatı istenilen şekilde yaşamak için eylem kaçınılmaz oluyor -yine geçmişte yararsızlığına inandığım bir şey-. Melankoliyi çok ağır olmadan ve hayattan fazla kopartmayacak düzeyde keyfine vararak yaşıyorum. Neşeli, yaşama sevinci içinde ve mutlu olmak da güzel :). İki karşıtın birlikteliği zor da olsa eski dostu tatlı hüzün olarak her zaman önemsediğim ve hayatımda yeri olan bir kavramdı. Şimdi de vazgeçmiş değilim. Bu ruh durumunu kontrol edebilmeyi tercih ediyorum sadece. Önceden bilsem de uygulamadığım- ihmal etmeden.

Melankolik Aylak

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.   Creative Commons License

8 Ağustos 2008 Cuma

Bir Joan Miro Resmi İstiyorumm!!

Bugün üç ay gecikmeli olarak Joan Miro sergisini gördüm. Sergi Pera Müzesi'nde ve benim bu müzeye yanlış hatırlamıyorsam ilk gidişim. Ne ayıp!!! Nereden baksam on sekiz yıllık hayranlığım var Miro resimlerine. 19. yüzyılda Van Gogh benim için neyse, 20. yüzyılda Miro'da o. Yıllarca pek çok yere onun resimlerini kopya ettim. Mesela yırtık jean, mont arkası, dolap kapakları, komodin çekmeceleri, tepsi, deniz kenarından topladığım taşlar... Örgü örmeyi pek beceremem ama siyah bir süeter örüp ön ve arkasına yine Miro figürleri işledim. aslında Miro'nun çizimleri benim içime de işledi. Röprodüksiyonları yıllarca bana eşlik etti.

Sarı, mavi, kırmızı, siyah, beyaz... Renklerin uyumu ve karşıtlığı, biçimlerin yalınlığı, çizgilerin bir araya gelişindeki o şaşırtıcı etki. Siyah bir noktadan başlayan ve zikzaklarla devam eden ince ve kalın hatlı çizgiler, kıvrımlar, yuvarlaklar, yarım daireler, üçgenler, kareler, oklar, ay ve yıldızlar, gözler, lekelerden oluşan biçimler, kuşlar, kadınlar, stilize figürler... Düşsel ve gizemli nesnelerin özenli bir şekilde düzensiz sıralanışı sanatçının bağımsız ruhuna rağmen sürrealistlerle yakınlığını da gösteriyor.

Çoğunlukla aside yedirme ve taş baskılar, birkaç heykel, bir vazo, kitap için hazırlanan resimler sergileniyordu. Hepsini beğendim ama sadece üç tane olan tuval üzerine yağlıboya resimlerinin karşısından ayrılamadım. Sanırım milyon dolarlara ihtiyacım var bir Miro resmi alabilmek için. Çok zor olmanın ötesinde bu. İyi ki Miro yaşamış ve bu sıradışı resimleri yapıp başkalarıyla da paylaşmış.

Sergiyle ilgili detaylar için bakınız: http://www.peramuzesi.org.tr/Sergi/Miro/56

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

6 Ağustos 2008 Çarşamba

19. Yüzyıl Melankolikleri: Sembolistler (2)

Sembolizm, Romantizm ve Empresyonizmin ardından 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkmıştır. Sembolistler, Baudelaire, Verlaine, Mallerme ve Yeats gibi şairlerden etkilenmişlerdir. Empresyonist resimlerin aydınlık ve neşe içindeki kompozisyonlarında geçicilik duygusu bir melankoli yaratsa da onlar için önemli olan gözün gücü, mekan ve ışıktır. Amaçlanan figürler ve manzaralar üzerinde ışığın etkileridir. Açık havada yapılan resimlerde aydınlık ve ışıklı olmalarında ilk algılanan neşedir. Sembolizmde ruhun duyguları yaratan nesnelerle kaynaşması sonucu oluşan simgesel anlatım önemlidir. Pierre Louys simgeyi simgeleyen şeyin içinde bir gerçeğin gizlendiğini ama bu gerçeğin açığa vurulmaması gerektiğini söyler. Simgede bir giz söz konusudur. Sembolist sanatçı nesnenin gizini ve doğanın ruhunu sembollerle, çağrışımlarla yansıtmak amacındaydı. Sembolistler varlıkların iç dünyalarına yoğunlaşmışlardır. Sembolizmin belirleyici nitelikleri tinsellik ve melankolidir. Ayrıca düşler, hayaller, yalnızlık, düşünce, gerçek dışı ve gizem de önemlidir. Topluma karşı ve uyumsuz olan sembolist sanatçıların her birinde özgün bir kişilik vardır. Bireysel çıkışlar görülür. Her sanatçının özel bir yazgısı vardır.

5 Ağustos 2008 Salı

19. Yüzyıl Melankolikleri: Romantikler (1)

19. yüzyılın tek melankoliği Van Gogh değildir. Van Gogh'un resimlerinde hüzün vardır, keder vardır ama neşe ve sevinç de vardır. Bu duygular bir aradadır ve birbirlerinin içinden çıkarlar. O çevresinde gördüğü her şeyin resmini yaparak neşe ve sevinç uyandırmaya çalışır. Yaşama sevincini de resimde bulur. 19. yüzyıl tam bir bunalım, huzursuzluk ve çöküntü çağıdır. Çalkantılı bir dönemde uluslar kimliklerini bulmaya çalışır. İdealizm ve romantizm ile birlikte yeni buluşlar, gelişmeler ve uyanışlar görülür. Akımlar kendilerine karşıt yeni akımları içlerinden çıkarır. İlerlemeler karşısında insanın geleceği düşünülür. Geleceğe karşı, korku ve umutsuzluk hakimdir ve çağın insanı karmaşa içinde kendi yerini sorgular. Böyle bir ortamda melankoliklerin olması kaçınılmaz bir durumdur.

19. yüzyıl sanatçılarının bunalımları ve hayal kırıklıkları bitmez. Yazarlar kitaplarında, ressamlar tuvallerinde hep çağın bunalımını, inancı azalan kişinin, bireyin bu sarsılan kültür ve ahlak içindeki durumunu anlatırlar. 19. yüzyılın ilk yarısında belirgin bir şekilde kendini gösteren romantik akım ve düşünüşe göre hareket eden sanatçılardan melankolik yapıya sahip olanlar oldukça fazladır. Romantizm'de varolana karşı hoşnutsuzluk, düzen içinde sıkıntı duymak, kutsallığa, sonsuzluğa ya da başka şeylere yönelik sevgi söz konusudur. 18. yüzyılın sonlarından 19. yüzyılın ortalarına kadar süren romantizm edebiyatta, felsefede, sanat ve müzikte önemli olur...

3 Ağustos 2008 Pazar

Umutsuz

Kırgınlık, hüzün ve umutsuzluk birbirini izliyorsa gözyaşları kaçınılmazdır.


Resimler: Roy Lichtenstein

1 Ağustos 2008 Cuma

Ses, Görünüş, Belirsizlik ve Nesnellik

Görselliğin her şeyin önüne geçtiği bir çağda yaşıyoruz. Gizemli ve hayal gücünü harekete geçiren bir yanı olsa da sesin geçicilik hissi uyandırması hüzünlü. Leonardo da Vinci resmin müzikten üstün ve kalıcı olduğunu, onun müzik gibi doğar doğmaz ölmediğini ileri sürer. Çağına göre bir düşünce. Zaten uzun süredir müzik kaydediliyor. Yine de kayıt edilen ses ya da müzik somut bir şey değil. Başlayan, biten, görülemeyen ve dokunulamayan soyut bir şey. Schopenhauer plastik sanatların sonsuzluk hissi uyandırdığını, müziğin ise duyarlılığımız üzerinde hiçbir sanatla karşılaştırılamayacak bir etki yaptığını, onda evrenin kalbinde çalışan doyumsuz istek duygusunun göründüğünü belirtir. Sahici, samimi, iç esrikliğin, heyecanın ölçüsüzce yansıdığı müzik 'geleceğin refleksleriyle titreşimler geçiriyorsa(Breton)' görünmez ama gene de çok canlı oluşuyla dionysosca coşkusallığa, duygusallığı, duyuları aşan tinselliğe ve salt müziksel öze ulaşır dinlemesi bir süreç olsa da...

26 Temmuz 2008 Cumartesi

Dört Kuşak Bir Arada Resim Heykel Sergisi

Beyoğlu İstiklal Caddesi’ndeki Yeminli Mali Müşavirler Sanat Galerisinin ikinci katında 29 Mart’ta açılan Berlin Talat Paşa Harekatı 2006, Her Yer Lozan Fotoğraf Sergisi ve Dört Kuşak Bir Arada Karma Resim, Heykel Sergisi 25 Nisan’a kadar sürecek. Geniş bir salona sahip galeride 80’nin üzerinde sanatçının çeşitli tekniklerdeki ve ebatlardaki 103 çalışmasını beraber görme imkanı bulunuyor. 

Sergide resimleri ve heykelleri bulunan sanatçılar: Bedri Rahmi Eyüboğlu (1913-1975), Eren Eyüboğlu, Abidin Dino, Devrim Erbil, Cihat Aral, Alaattin Aksoy, Burhan Uygur (1940-1992), Ekrem Kahraman, Nazmi Yılmaz(1944-2004), Orhan Benli, Ali Candaş, Balaban, Faruk Cimok, Filiz Başaran, İrfan Okan, Neriman Oyman, Hakan Gürsoytırak, Fikret Öztürk, Zafer Erkan, Muharrem Pire, Serpil Yeter, Nevin İşlek, Yunus Tonkuş, Kazım Karakaya, Levent Taka, Adnan Olgun, Hamiyet Uslu, İ.Taşçıoğlu, Emre Şenoğlu, Canan Atalay, Müjde Ayan, Kaan Güner, Rıdvan Coşkun, Biles Öcal, Aydemir Atalay, Nevin Erhal, Evrim Erbek, Mehlika Baş, Şadan Bezeyiş, Fahri Sever, Yusuf Ziya Aygen, Nihal Okçetin, Turan Enginoğlu, Akif Şenoğlu, Selçuk Günay, Sabiha, Maruf, Oğuz Dinçer, Feriha Tuğran, Yücel Dönmez, Ahmet Yeşil, Basri Erdem, Şeyma, A. Onat, Halim Çeliker, M. Füsun, Halil Coşkun, L. P. Kumbul, Hamiyet Uslu, Murat Ergin, Faruk, Niyazi Toptoprak, Bünyamin Özgültekin, Umur Türker, Fatih Sarmanlı, Süha Semerci, Vural Yıldırım, Bedri Karayağmurlar, Can Keser, Türkan Göksan, Sema Tekin, Cahit Koççoban, Rasin, Barış Sarıbaş, Saadet, Özgür Oral, A.Bisen Tatlıdere, Ercan Demir, Oğuz, Şerif Günyar, Kemal Uludağ, Faruk Manici, Nihal Doğanay, Saim Dursun, Hakan Kutlu, Ayten Çağlar, Berç Toroser, Burcu Perçin, Barış Sarıbaş, Ceren Başenek...

25 Temmuz 2008 Cuma

Karışık Yaratıklar: Grifon, Sfenks, Kentauros*

Grifon
Karışık yaratıklar M.Ö. 3. binden itibaren Mezopotamya, Suriye ve Mısır sanatlarında yer alırlar. Bu yaratıklar tanrıların insan şeklinde görülmesiyle ortaya çıkmışlardır. Yeryüzü ve gökyüzünün en güçlü hayvanlarının birleşimiyle oluşurlar. Tanrısallıklarını vurgulamak için doğaüstü bir şekilde tasvir edilmişlerdir. Grifon, sanat tarihinde görülen karışık bir hayvana verilen isimdir. Aiskhylos’un ‘Prometheus’unda ve Heredot Tarihi'nde sözü geçen bu efsanevi yaratığa Yunanca’da ‘gryps’ denilir. Grifonlar Hyberboreliler ülkesinde İskitlerin elinde bulunan kutsal altınlara bekçilik ederlerdi. Oradaki tek gözlü Arimaspes bu altınları almak için grifona saldırır. Aiskhylos ‘havlamaz, uzun gagalı, kanatlı köpek’ olarak tanımladığı grifonun Apollon’un ve diğer tanrıların takipçileri olduğunu yazar. Cteias’a göre kırmızı göğüslü, siyah kuştüylü grifonlar, Hindistan dağları üzerinde bulunan saklı hazineyi koruyorlardı. Ayrıca grifon Yunanca’da Nemesis’le birleştirilmiş ve Dionysos’un şarap çanağının muhafızı gibi görülmüştür...

23 Temmuz 2008 Çarşamba

Kibir

http://img0.etsystatic.com/il_fullxfull.50721641.jpg
Kendini beğenme*, kendini başkalarından üstün görme ve gösterme yani kibir tüm dinlerde en büyük günahlardan biri olarak kabul edilir. Hatta en üst sırada yer alır. İyiliklere engeldir. Şeytanın özelliğidir. Kibirli kişi kendi güçsüzlüğünü, yetersizliğini, güvensizliğini ve kompleksini bastırabilmek için sürekli kendiyle ve yaptığı şeylerle abartılı bir şekilde övünür. Egosunun ve nefsinin esiridir. Her şeyi ilk önce o yapar! O ne yaparsa en iyisidir! Onun seçtikleri en güzeldir! Onun yaşam şekli ve davranışları en doğrudur! Herkes herşeyi ondan görür de yapar! Başkaları hiçbir şeyden anlamaz! Onların anlattıklarıyla ilgilenmez görünür ve dinlemez. Herkes aptal bir o akıllıdır! Kendini öncü, avangard sanır. Oysa her şey daha önce yapılmıştır. Bu gerçeği unutur ya da bilgisizliğinden farkında değildir. Başkalarını değil sadece kendini kandırabilir. Diğer insanların özelliklerini kıskanır. Karşısındakini kötü hissettirmeye çalışır, onun iyi yönlerinden bahsetmez. İğneleyici sözlerle yılan gibi ısırmak hoşuna gider. Snob'luğunun kendisini ne kadar itici ve tahammül edilemez biri yaptığını fark etmez. Kendisi gibi olamayan veya yaşayamayan başkaları "zavallıdır, onlara yazıktır"! Kendi değersizliğinin üstünü örtmek için başkalarına acır. Belki de bir sebepten "yazık" dediği kişi de başka bir sebepten onun için üzülüyordur ama incitmemek için bunu dile getirmiyordur. Birisi için 'yazık' diyen veya 'zavallı' olduğunu sanan kişi kendisini ondan üstün görür.  Farklı görünümlerde, farklı dinlerde, farklı milletlerde, farklı koşullarda da olsa her insan eşittir ve aynı haklara sahiptir.

20 Temmuz 2008 Pazar

Melankolik Aylak

'... için yaşıyorum' sözünde boşluğu doldurabilecek kelime bulunsa, düşünceler, gözlemler ve duygular bu yöne aktarılabilse belki ‘memnunum’ denilen ama genellikle tarif edilemez bir hiçlik içindeki durumdan çıkılabilir. Eskilerin deyimiyle ‘bir baltaya sap olamamak’ önemsenmese de alışılan bu tür sözler bazen sızlatıcı olur. 19. yüzyılda kente bugünkü görünümünü veren Baron Haussmann’ın Paris’inde görülen, Baudelaire’in sözünü ettiği* olayları uzaktan gözlemleyen kişi anlamına gelen flâneur olmayı düşlemek -aslında bir anlamda da öyle olmak- 21. yüzyılda, modern zamanlarda...


İşsiz güçsüz gezen bu avare adam tipi -ki pek tercih edilecek bir tip değil- kentte yürüyerek dolaşır ve neler olup bittiğini inceler. Flâneur aynı zamanda gezip gördüklerini düşünen, değerlendiren, tanık olduğu olayları ve anları farklı açılardan ele alan, bakışını geniş tutarak yeni açılımlar yaratan, kentin içinde tam da bir kentli gibi durabilen ama doğanın sunduklarına da kendini bırakabilen, kendi dışındaki görüş ve fikirlere de kapısını kapatmayan ama bildiğinden şaşmayan ve kaçınılmaz olarak yalnız biridir. Yaşantısı, konumu, sosyal ve ekonomik kimliği belirsiz olan** herhangi bir politik görüşü ve çalışması olmayan, hakkında fazla bilgi sahibi olunmayan melankolik düşünür, bağımsız kent gezgini bu tutumuyla -yaşadıkları ve seçimleriyle- Dada’daki gibi bir sanat eserine dönüşür. Dada hareketinde üreten kişinin ve üretilen eserin yüceltildiği bir sanat anlayışı yoktur; sanatın hayat pratiğine yakınlığı ve hayatla birleştirilmesi söz konusudur. Avangardlar sanat kurumuna dolayısıyla yaratılan somut sanat nesnesine ve bireysel tutumlara karşı olduğu için olumsuzlarken seçilenlerin tarihsel gelişim içinde sanat eseri olarak nitelenmesi çelişkidir. “Sanatı olumsuzlama çabaları üreticilerinin niyetlerinden bağımsız bir biçimde eser niteliği kazanan sanatsal gösteriler haline gelir” (1). Yine de sanat alanında etkileri göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür. Flâneur ise üretimde bulunmasa da bireyseldir ve özneldir. Zaten Dadacılar ya da diğer avangardlar gibi kaygılar taşımaz. Herhangi bir şeye karşı tavır geliştirmez. Her türlü dayatmadan ve kuraldan uzaktır. İddiasızdır, sadece kendisidir ve öyle kalır.

18 Temmuz 2008 Cuma

Lale Devri'nin Usta Nakkaşı: Levni

Batılılaşma hareketlerinin başladığı Lale Devri’nde (1718-1730) toplumsal hayat ve kültürel hayat yanı sıra minyatür sanatı da yeniden canlanıp gelişme göstermiştir. Bu durumda sanata düşkünlüğü bilinen, kendisi de şair ve hattat olan padişah III. Ahmet’in etkisi vardır. III. Ahmet ile Edirne’den İstanbul’a geldiği belirtilen Abdülcelil Çelebi (Edirne-İstanbul, 1732) Lale Devri’nin en önemli nakkaşlarındandır. II. Mustafa döneminde (1695-1703) Edirne’de nakkaşlık yapan Abdülcelil Çelebi’ye renkli ve renkle ilgili anlamına gelen Levni adı sonradan verilmiştir. İstanbul’da bir nakkaşın yanına giren Levni minyatürün yanı sıra musiki derslerine de katılmıştır. Saray atölyelerinde çalışıp minyatürler yaparak hayatının sonuna kadar görevini sürdürmüştür. Aynı zamanda halk şairi olan Levni’nin adı Kilari Ahmet Efendi’nin 'Enderun’lu Şairler, Hattatlar ve Musiki Sanatkarları Tezkiresi’nde geçer. Buradan onun Enderun’da yetişmiş ya da Enderun’la ilgili bir kişi olduğu anlaşılır. Levni ‘Atalar Sözü Destanı’ adlı kitabında yalın bir dil kullanarak her kesime hitap etmeyi amaçlamıştır. Bu destanda atasözleriyle çalışkan, dürüst, iyi huylu, tok gözlü, bilgili ve hünerli olmayı öğütlemiştir. Halk şairleri tarafından örnek alınan bu atasözlerinin tersine Levni, aşk şiirlerinde çeşitli çağrışımlarla süslü bir dil kullanmıştır. III. Ahmet için de kasideler yazdığı bilinen sanatçı hayata veda ettiğinde Otlakçılar Camii yakınlarına gömülmüştür. Ancak sonraları açılan yollar nedeniyle mezarı kaybolmuştur...

15 Temmuz 2008 Salı

19. Yüzyıl Melankoliği: Van Gogh

2001 yılında doktora dersi için yaptığım araştırmanın küçük bir bölümü aynı yıl Hürriyet'in internet dergisi Agora'da yayınlandı. Bu makalem Agora'daki yazılarımın -70- çoğu gibi pek çok foruma ve siteye eklenmiş. Yazılarımın web'de bu kadar çok dolaşması ve okunması iyi, güzel ama yazarı belirtildiğinde ve bu blogdaki sayfalarına bağlantı verildiğinde.

Van Gogh'un melankolik olduğunu vurgularken onun hüzünlü resimlerinden yola çıkmıştım. O bir kenara çekilip düşüncelere ve olası dünyalara dalsa da aynı zamanda heyecanlı, tutkulu, coşkulu ve resim konusunda fazlasıyla çaba gösteren biriydi. Sanat eleştirmeni veya herhangi bir sanatsever, herkes kendisine göre bir şeyler görecektir onun resimlerinde. Ben hüzünlü bulduklarımı ele aldım. Yoksa bir başkası yaşama sevinci dolu çalışmaları üzerinde durup farklı bir değerlendirmeye gidebilir. Sonuçta hiçbir tanımlama onun hayatını ortaya koyarak oluşturduğu resimlerini tam olarak açıklayamaz, anlamlandıramaz.

Bazı düzeltmeler yaptığım makalemin son halini aşağıya ekliyorum... 

10 Temmuz 2008 Perşembe

Melankoli ve Yazı Hırsızları

Aşağıdaki yorumu bir sitenin agora'da yayınlanan 'melankoli' adlı yazımı kendi sayfasına aldığını fark ettikten ve yazıya yapılan 200'den fazla yorumu okuduktan sonra yazdım:  

"Melankoliklik günlük hayatta herkesin başına gelebilecek sıkıntılarla değil varoluşsal kaygılarla ilgilidir. kişinin kendisini, yaşamı, niye burada olduğunu sorgulaması, düşüncelere dalması ve çözümler aramasıdır. çözüm bulamayınca hissettiği çaresizlik ve umutsuzluk duygusudur. bütün insanlığın binlerce yıldır çektiği sıkıntıları, acıları duyumsayabilmesidir. acı çeken milyonlarca insan varken çok mutlu olabilmek mümkün müdür? kişisel mutluluk yetmiyor. dünyadaki haksızlıkları değiştirme şansı olmadığını anlayan kişi ya boşverecek ya melankolik olacak. yine de insanların dikkatini bir şeylere çekebilmek ve bu dünyayı daha yaşanılabilir hale getirmek için üretimde bulunmak gerekiyor, vazgeçmemek. sanatla, bilimle, politikayla, sporla ne ile olursa olsun faydalı olmaya çalışmak. herkes elinden gelenin en iyisi için çaba göstermeli sonuç istediği gibi olmasa bile. yoksa “aa bende melankoliğim napıcaz şimdi” demek çok yüzeysel bir yaklaşım. bütün bunları yukarıdaki “melankoli” yazısını araştırıp yazan biri olarak söylüyorum. insanın bir deniz kıyısına çekilip tek başına denize bakarak düşüncelere dalması da melankolidir. tatlı bir hüzündür. evet bu tatlı hüzünden de keyif alınabilir yeter ki derin bir kayboluş içinde olunmasın. dünyanın kötü, olumsuz yanları kaçınılmaz ama iyi olanları da görüp çoğaltabilmek gerekiyor."...

Sözü edilen site yazıyı Agora sayfalarından kaynak göstermeden almış. Üstelik alıntılar yaptığım cümleleri numaralandırıp notlar bölümünde yazarları belirtmiştim. O kısımları da çıkarmışlar. Kendilerine link eklemeden bu yazıyı sayfalarında kullanmalarının doğru olmadığını yazdım. Bunun üzerine sadece 'kaynak: hürriyet' diye ekleme yapılmış. Ne tarih, ne link, ne yazar adı var. Bir de kendilerine ait olmayan bu yazıyı bloglara veya forumlara aktarmak isteyen okuyuculara verdikleri cevap şu: "Tabi ama siteyi kaynak olarak gösterirseniz"!!! Söyleyecek söz bulamıyorum bu gibi kişilere...

Araştımalarımı, yazılarımı sadece üniversite hocalarının kütüphanelerinin bir köşesinde kalmasını ya da birkaç öğrenci dışında kimsenin bilmemesini doğru bulmayıp bilgiyi paylaşmak istediğimden internet ortamına aktarıyorum. Ne yazık ki kolaya kaçanların kopyala yapıştırla sahiplendiklerini gördükçe üzülüyorum. Belki de bilgiyi geniş kitlelerle paylaşmak hata. İsteyen aradığı bilgiye birkaç tuş ardından değil de çaba göstererek ulaşmalı: o yazıları oluştururken benim yaptığım gibi dışarı çıkmalı, kütüphaneleri dolaşmalı, fotokopiler çektirmeli, kitaplar satın almalı. Sonra da o bilgileri okuyup özümseyip gerekli bulduğu bölümleri yazısında kullanmalı, yeni düşüncelere ulaşırken esinlenmeli, kafa patlatarak yeni bir şeye dönüştürmeli. Hem emek, hem zaman, hem para harcamalı.

Yüksek lisans ve doktora yapan herkes nasıl araştırma yapılacağını, nasıl makale yazılacağını ve makalenin kurallarını bilir. İnternet ortamında ise kolaycılık ve tembellik ön planda. O yüzden Türkçe içeriklerin hepsi birbirinin aynı. Yeni ve doğru düzgün bilgi yok. Kişisel blogların bazıları içerik yönünden pek çok siteden daha iyi.

Melankoli başlıklı yazımın 1 Ekim 2005'de ilk yayınlandığı gerçek hali Agora'da.

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

9 Temmuz 2008 Çarşamba

Melankolik Kişi

Melankoli derin bir keder içinde hüzünlü, acı çeken, yalnız, umutsuz bir insanın içinde bulunduğu durumdur. Melankolik mizaçlı kişi yalnızlığı, toplumdan uzaklaşmayı ve insanlardan soyutlanmayı tercih eder. Diğer insanlarla yakın ilişkiler içine girmekten kaçar. Yaşamı boş ve anlamsız bulur. Mutluluktan çok içsel huzuru, sakinliği ve sessizliği arar. Melankolik insan huzurlu olabilmek, sakin bir hayat sürebilmek için yalnızlığı seçer. Ancak yalnız olduğunda da hayatla ve insanlarla olan ilişkilerini sorgulaması ve sürekli düşünmesi, kendine yönelik acımasız eleştirileri ve varoluşunun nedenini araması gibi sebeplerden dolayı bir türlü dinginliğe ulaşamaz. Sıkıntıları ve bunalımları sona ermez. İçinde bulunduğu dünyaya ve topluma uyumsuz olduğunu hisseder. Bu durum bazen onu hüzünlendirirken bazen de memnunluk hissi verir. Olayların, yaşamın ve insanların içinde olmaktansa dışarıdan çıkarsız, amaçsız bir izleyici ve gözlemci olmayı tercih eder. Bu da hafif içsel bir gülümsemeyi beraberinde getirir. Kimsenin yerinde olmak istemez. Kendi olmaktan memnundur ama kendiyle uğraşmaktan da geri durmaz. Bitmeyen sıkıntısı, boşluk içinde oluşu ve hüznü onu içinden çıkamayacağı kederlere de boğabilir. Hüznü bazen gülerek –Demokritos-, bazen ağlayarak -Heraklitos-, bazen de suskunluğuyla –Hölderlin- açığa çıkabilir. 

Duyarlı bir yapıya sahip olan melankolik kişi insanlarla iyi ilişkiler kurmak isteyebilir. Ancak doğal olmayan yapmacık ilişkiler, sahte kimlikler, maskeler, incelikten yoksun düşüncesiz davranışlarla karşılaştıkça vazgeçip içine kapanır. Doğal, içten, ruhun özünü kavrayabilmiş ve onu yansıtabilen bilgelikteki insanlarla karşılaşmayı ummak ister ama umutsuzdur çünkü insan içinde bulunduğu toplum düzeninde -özellikle para ve statü odaklı kapitalist düzende- böyle bir şeye pek yatkın değildir. Birbirlerine güvenemeyenlerden oluşan toplumlarda maskeler takılmadan rahat edilemez. Melankolik insan çelişkiler içindedir ve kararsızdır. Bir yandan yalnızlığı seçmesinden hoşnuttur bir yandan da toplum içinde olmayışının hüznünü duyar. İnsanlarla ilişkilerinde hep bir sorun vardır. Anlaşılamaması, mizacı gereği farkındalığı, uyanık ve bilinçli yapısından dolayı iletişimde güçlük çekebilir. Toplumsallaşmaktan, bir yere bir kimseye bağlı olmaktan kaçınmak melankoliklerin tutumudur. Kendilerine duydukları saygı, kendilerine yönelik olmaları belirgin özelliklerindendir. O nedenle aylaktırlar. Kendi sorunlarını çözemeyen insanların başkalarını yargılamaları ve incitici sözler söylemeleri karşısında da her seferinde şaşkındırlar. Zamanla insanların bu davranışlarına üzülmeyi bırakırlar. 

Yalnız bir münzevi olmayı tercih eden melankolik kişinin kendine yönelişleri hem en güzel hem de en sıkıntılı anlarıdır. Güzeldir çünkü kendisini kendinden başka anlayacak biri daha yoktur. Sıkıntılıdır çünkü sorgulamaları, kendini eleştirmesi, düşüncelere dalması onu içinden çıkamayacağı durumlara götürebilir. Yine de bazı insanlar gibi yalnızlıktan, dolayısıyla kendilerinden kaçmazlar tam tersi kendi alanlarındayken huzur bulabilirler. Melankoliklerde hep bir karşı koyuş ve başkaldırı görülür. Özgürlüğü ararlar. İnançlardan uzaklaşınca da acı ve boşluk içine düşerler. Yanlış giden bir şeyleri sezerler. Daha iyilerinin olabileceğini düşlerler ancak başarısızlığa uğrayınca acı çekerler. Bu gerilimli ortam sanat ve yaratıcılığın da ortamıdır belki de.

Sürekli arayış içinde olan melankolik kişi kendine yönelik durumlarda hep bir karşı koyuş ve başkaldırı gösterir. Her şeyde hiçliği görür. Hiçliği ve özgürlüğü duyumsar. Arayışı olanaksız bir dünyaya doğrudur. Bu dünyada olmayan başkalıkların özlemi içindedir. Uyumsuzluğu ve kabullenemeyişi bundandır. Nietzsche’nin dediği gibi ‘Sürülere özgü zevkler herkes için değildir’. Sürülere özgü olanlar melankolik ruhlar için de geçerli değildir. Uyumsuzluk acı verse de, acıdan kıvransa da kendisini bir yere, bir tanıma yerleştirmek istemez...

Son söz: Hafif bir melankoli her insan için gereklidir ancak kronikleşip hayatı zindana çeviren depresyona dönüşmemesi kaydıyla. Çünkü hayat içinde her şeye rağmen sevgiyi, sevinçleri, neşeyi, mutlulukları ve güzel anları da barındırır. Zaten her şey tek bir andadır. Hepimiz de birbirimizle bağlantılıyız. 2023.

Bu yazımın tamamı Melankoli 1 Ekim 2005 tarihinde Hürriyet'in Agora adlı haftalık internet dergisinde yayınlandı.

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

7 Temmuz 2008 Pazartesi

Alphonse Mucha

19. yüzyıl sonlarında Art Nouveau döneminin önemli sanatçılarından biri olan Alphonse Mucha (1860-1939) bugünkü Çek Cumhuriyeti’nin Brno şehri yakınlarındaki Moravia’nın küçük bir kenti olan Ivancice’de dünyaya gelir. Çocukluğundan itibaren resme ilgisinin yanı sıra müzikte de yetenekli olan Mucha liseyi Brno kentinde bitirir. 1879-1881 yılları arasında Viyana’da sanat eğitimini sürdürürken tiyatro tasarım firmasında da çalışır. Moravia’da bir kaç başarılı dekoratif resim yaptıktan sonra 1885’den 1887 yılına kadar Münih Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim eğitimi alır. Münih’ten sonra Paris’e taşınıp Julian ve Colarossi Akademilerinde çalışmalarda bulunurken dergilerde, kitaplarda ve gazetelerde çizimleri de yayınlanır. Kısa bir süre Paul Gauguin ile atölyesini paylaşan sanatçı 1894’de dönemin ünlü aktristi Sarah Bernhardt’ın Gismando adlı oyunu için poster hazırlar. Alışılmadık tarzdaki bu çalışma oyuncu tarafından çok beğenilir. Sanatçı taşbaskı tekniğindeki bu posterle Art Nouveau tarzındaki kendine özgü yeni sanat anlayışını da ortaya koyar. Daha sonra afişlerde kadın kullanımı Art Nouveau’nun özelliklerinden olur. Gismando adlı çiziminin başarıya ulaşmasıyla Mucha, Sarah Bernhardt için başka afişlerle birlikte vitray, dekoratif pano, mücevher ve giysi tasarımları da yapar.

19. yüzyılın ikinci yarısından sonra eklektisizme ve makineleşmeye karşı çıkan Arts and Crafts hareketinin ardından 1895-1905 yılları arasında Avrupa'da ve Amerika'da Art Nouveau yaygınlaşır. 19. yüzyıl sonunda Japonya ve Çin gibi yeni dünyalara açılım olur. Art Nouveau akımının örnekleri bütün dünyada görülür. Almanya’da Jugendstil, İtalya’da Liberstil, İngiltere’de Style Liberty, Amerika’da Modern Style adlarını alan ve mimarlık, dekorasyon, mobilya, resim ve el sanatlarında kendini gösteren bu akım doğayı taklit eden eğri çizgilerle oluşturulan süsleme tarzıyla halkın yaşamında sanatın yer almasına çalışan bir anlayıştır. Adı Paris’teki bir dükkândan gelen Art Nouveau “Sanata özgürlük ve her çağa kendi sanatı” sloganını benimser. Her şeyin sanat olabileceği fikri önemsenir. Ne yalın ne de eskiye bağlı olan daha çok geçiş üslubu olarak değerlendirilen ve geleneksel sanattan ilk kopuş olarak kabul edilen bu anlayışın mimari örneklerinde demir bitkisel biçimde hem taşıyıcı hem de dekoratif öğe olarak kullanılır. Doğudan ve botanik kitaplarından etkilerin gözlendiği dekoratif çalışmalarda bitkisel motifler, kıvrık hatlar, akıcı formlar, dalgalanmalar ve çizgisel nitelik belirgin özelliklerdir. Bitkisel bezemenin temsilcileri İngiltere'de William Morris, Belçika'da Henri Van De Velde ve Amerika'da Levis C. Tiffany'dir. Fransa'da Art Nouveau’nun önderi olan Nancy Okulu’nda mobilya tasarımları yanı sıra cam ve metal işler de yapılır. 

30 Haziran 2008 Pazartesi

Mehmet Siyah Kalem'in Masalsı Figürleri

Kim olduğu ve nerede yaşadığı belirsizdir Mehmet Siyah Kalem’in. Bazı tarihçiler diğer adı Bahşi Uygur olan Herat’lı Muhammet Nakkaş olduğunu ileri sürmüştür. Timurlu kaynaklarında ise Bahşi Uygur’un Uygurlu Ali Şir Nevai’nin kütüphanecisi olduğu belirtilmiştir. Bedi el Zaman Mirza’nın hizmetine girdikten sonra Irak’a ve Hicaz’a gittiği ve 1507’de Herat’ta öldüğü de rivayet edilmiştir. Dost Muhammed, Kadı Ahmet, Gelibolulu Mustafa Ali gibi Osmanlı tarihçileri bu sanatçıdan bahsetmezler. 20. yüzyılda yapılan araştırmalarda efsanevi üstat ile ilgili ortaya somut bir şeyler konamamıştır.

Topkapı Sarayı hazine kitaplığında kayıtlı olan ve 2152, 2153, 2154, 2160 numaralı ciltlerden oluşan Fatih Albümü’ndeki bir grup çalışmaya sonradan Mehmet Siyah Kalem imzası atılmıştır. İmzalar, 2153 numaralı albümdeki aharsız kağıt üzerine yapılan renkli ve karakalem çizimlerin farklı yerlerinde farklı adlarladır. ‘Kar-ı Üstat Siyah Kalem’ adı ‘kalem ustası Mehmet’ anlamındadır. Siyah Kalem İranlı yazarlar tarafından kalın kenarlı, siyah beyaz çizgi resimler için kullanılan bir isimdir. Mehmet Siyah Kalem imzalı 64 resmin büyük bir kısmı el yazma için hazırlanmamıştır: Rulolardan kesilerek yapıştırılmış parçalardır. Rulo halindeki bu tür resimler Orta Asya göçebe topluluklarında anlatılan epik, dramatik ve dinsel metinlerin gözde canlandırılmasında yardımcı oluyorlardı. Hikaye, hikaye anlatıcısı ve tamamlayıcı olarak gösterilen resimler bir bütünlük içindedir. Albümdeki rulo parçalarının öykü metinleri günümüze gelmemiştir. Anlatılan hikayeler de zaman içinde unutulmuştur.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...