12 Aralık 2008 Cuma

Anadolu Selçuklu Türbeleri ve Kümbetleri

Anadolu Selçuklu kümbetleri Büyük Selçuklu mezar yapılarının devamı niteliğinde olmakla birlikte daha sadedirler. Kare, dairesel ve çokgen planlı taştan yapılmış kümbetlere Erzurum, Ahlat, Kayseri, Sivas, Tokat, Konya, Niğde, Kırşehir ve Divriği'de rastlanır. Bağımsız tek başına olanlar yanı sıra medreselere ve camilere bitişik olarak yapılanlar da vardır. Kare gövdeli ve kubbeli olanlar türbe, kare kaide üzerinde yükselen silindirik ya da çokgen gövdeli ve içeriden kubbe dıştan piramidal veya konik külahla örtülü, iki katlı yapılarda kümbettir

Merdivenle inilen alt kısımda toprağa gömülü kare planlı mezar odası-kripta-, üzerinde yerüstü odası bulunur. Ölünün mumyalanarak toprağa gömüldüğü hücre biçimindeki mezar odası olan kriptaya herkes giremez. Yerüstü odasında sembolik bir lahit yer alır ve ziyaretçiler buraya girebilir. Sultanlar, emirler ve önemli kişiler için inşa edilen bu küçük yapıların dış yüzeyleri, kapıları, pencereleri, saçak ve çatıları geometrik ve bitkisel motiflerle süslüdür. Giriş kapısına tekli ya da karşılıklı iki merdivenle ulaşılır...

10 Aralık 2008 Çarşamba

Anadolu Selçuklu Hanları

Selçuklu döneminde han ve kervansaraylar gibi sivil yapılar Anadolu’da kuzey güney yolu yanı sıra İstanbul’dan İran’a uzanan İpek yolu kenarlarında da inşa edilmiştir. Özellikle Konya, Kayseri, Sivas gibi ticaret merkezlerinin bulunduğu yollar sayesinde Selçuklular büyük gelir sağlamışlardır.

Hanlar Anadolu’daki ilk ticari konaklama mekanlarıdır. Ulaşımın kontrol altında tutulması amacıyla Selçuklu Sultanları ve vezirleri tarafından yaptırılmışlardır. Dönemin sosyal ve kültürel yapıları içinde önemli yere sahip olan hanlar bugünkü otellerin işlevlerini yerine getirirlerdi. Karahanlı, Gazneli ve Büyük Selçuklu ribatlarından esinlenerek yapılan yapılar anıtsallıklarıyla dikkat çeker. İki han arası mesafe -menzil- yaklaşık 35 km, dağlık bölgelerde 15 km'dir...

8 Aralık 2008 Pazartesi

Minyatür Sanatının Anadolu'da ve Osmanlı'da Gelişimi - 2

Selçuklulardan sonra 14. yüzyılda Türk resmi ile ilgili belgelere rastlanmıyor. Ancak 15. yüzyıldan itibaren Herat’ta ve başka bölgelerde yapılmış bazı resimler Mehmet Siyah Kalem imzasını taşır. Bu resimler ‘Fatih Albümü’ adı altında toplanmıştır. Minyatürler Uzakdoğu resim sanatına yakın figürler içerir. Resimlerde çeşitli doğaüstü yaratıklar, büyücüler, dervişler ve hayvanlar bulunur. Fatih döneminde Edirne sarayında hazırlanmış bazı yazmalar da vardır. Dönemin en önemli ressamı ‘Gül koklayan Fatih’ portresiyle Nakkaş Sinan’dır. 16. yüzyıldan sonra Klasik Osmanlı minyatüründe tarihi konularda işlenmiştir. Selimname, Süleymanname ve Hünername el yazmalarında bu tür minyatürler bulunur. 16. yüzyılın önemli nakkaşlarından Matrakçı Nasuh’un Derbeyan-ı Menazili Seferi Irakeyn’de Osmanlı ordusunun doğu seferi 132 minyatürle tasvir edilir. Bu yazmada şehirler, kaleler, çadırlar, köprüler yanı sıra manzara görünümleri de yer alır. Matrakçı Nasuh’un minyatürlerinde topografik çizimleri manzara denemeleri olarak kabul edilir. Kent ve kasaba tasvirlerinde de gerçeğe uygunluğa önem vermiştir. Dönemin diğer önemli nakkaşları Tebrizli Veli Can, Hasan Nakkaş, Kanuni ve Barbaros portreleriyle bilinen Nigari ve III. Mehmet’in çocuklarının sünnet düğününün tasvir edildiği Surname ve Seyyit Lokman’ın yazdığı Hünername’deki minyatürleri yanı sıra Şemailname’de on iki padişah portresiyle Nakkaş Osman’dır. Surname’de minyatürler ikiye bölünmüş; üst bölüme hareketsiz padişah, şehzade ve ileri gelenler, alt bölümeyse hareketli seyirciler, cambazlar vb. figürler yerleştirilmiştir.

6 Aralık 2008 Cumartesi

Minyatür Sanatının Anadolu'da ve Osmanlı'da Gelişimi - 1

Minyatür, Ortaçağ Avrupası’nda yapılan el yazmalarının bölüm başlarındaki harflerin minyum denilen maden kırmızısıyla boyanmasına verilen isimdi. Zamanla bu kitaplardaki metni açıklayıcı resimler minyatür adını aldı. Osmanlıda el yazması kitapların resimlerine ilk zamanlarda nakış, ressamlarına da nakkaş deniyordu. Daha sonra sadece boya ile yapılan her türlü süsleme için nakış veya tasvir ve bunu yapanlar için de nakkaş veya Allah’ın 99 adından biri olan ve şekil veren anlamında musavvir kullanılmıştır. Osmanlı Minyatür sanatında portre yapmaya şebi yazmak, grup halinde resimlere meclis, peyzajlara tar, peyzaj ressamlarına tarrah, perspektifli minyatüre ise endamlı denir.

Bir tür suluboya tekniğiyle yapılmasına rağmen minyatürde toprak boyalarla şeffaf ve solmaz renkler elde edilir. Boyalar suda eritilir veya mermer plakalar üzerinde kitre ile karıştırılır ve ezilir. İçine yumurta sarısı ilave edilerek boya sabitleştirilir. Yumurta sarısı ayrıca boyanın kağıt üzerinde hafif kabarık olmasına yol açar ve kalitesini yükseltir ancak çabuk kurur. Bu yüzden 18. yüzyıldan itibaren doğal boyalar yerine tutkallı boyalar kullanılmaya başlanır. Suda eritilen tutkala bir damla saf pekmez veya iki damla üzüm suyu karıştırılarak yumurta sarısının verdiği parlaklık daha da kuvvetlendirilir. Pamuktan yapılan yumuşak bir kağıt veya parşömen kağıdı üzerine ahar astarı geçirilir. “Ahar kaynatılmış nişastadan ya da nişasta ile yumurta akından hazırlanan kağıt yüzeyini düzgün ve kaygan hale getirmeye yarayan bir bileşimdir. Kağıdın üzerine bu bileşimi sürmeye aharlamak denirdi”(1). Bileşim kağıda deniz canlıları veya böceklerin kabuğuyla sürülür, mermer üzerinde kağıdın son derece kaygan olmasını ve fırçanın kaymasını sağlar. Nakkaş ufak bir yanlışlık yaparsa kağıdın üzerinde hafif bir fırça darbesiyle hatayı düzeltmesi mümkündür. “Aharlanmış ve parlatılmış kağıt üzerine suya batırılmış boyasız fırçayla minyatür çizilir. Islak fırçanın kağıda temas eden yerleri cilayı gidererek matlaşır. Böylece ressamın çizeceği minyatürün kompozisyonu renksiz olarak kağıt üzerinde belirir. Kağıt kuruduktan sonra kompozisyonun bölümleri boyalarla istenilen renklerde doldurularak tamamlanır” (2).

3 Aralık 2008 Çarşamba

Batılılaşma Dönemi Osmanlı Mimarisinde Duvar Resimleri

Yapıların iç ve dış duvarlarına ve tavanlarına fresko, tempera, yağlıboya ve mozaik olarak yapılan duvar resimlerinin geçmişi tarih öncesi dönemlere dayanır. Mağara resimlerinde konturlar kazındıktan sonra tebeşirin, bitkilerin ve toprağın ezilip suyla karıştırılmasıyla elde edilen bir boya sürülüyordu. Binlerce yıldır korunan ve çoğunlukla hayvan figürlerinin tasvir edildiği bu çizimlerde renk ve desendeki ustalık şaşırtıcıdır. Daha geç dönemden örneklere Anadolu’da Çatalhöyük evlerinde rastlamak mümkün. M.Ö 6800-5700 arasına tarihlenen yapıların kutsal alanlarında kirli bej kerpiç sıvası üzerinde çeşitli renklerle sembolik motifler yanı sıra hayvan ve insan figürleri de görülür. Eski Mısır’da da tapınakların ve mezarların kireçlenmiş ve düzeltilmiş duvarlarına dinsel, askeri ve günlük olaylar resmedilirdi. Sanatçı sıvalı duvarın üzerine siyah boyaya batırdığı fırçayla belge niteliğindeki resimleri çizdikten sonra renklendirirdi. Antik dönemden beri bilinen fresko ve mozaik teknikleriyle İtalya'da Pompei evlerinin, Efes'te zenginlerin ve ileri gelenlerin oturduğu yamaç evlerin duvarları ve zeminleri çeşitli sahnelerle süslenmişti. Batı sanatında 14. yüzyılda Giotto’yla yeniden karşılaşılan fresko, Rönesans’ta büyük aşama kaydeder ve birçok ressamın başvurduğu bir teknik olur. Parlak olmayan ancak dayanıklı olan fresko ıslak sıva üzerine su ile karışan boyalarla yapılır. Kuru sıva üzerine olanına secco denir. Secco’da sıva kuru olduğu için boya çok az çekilir ve dayanıklılık azalır. Tempera tekniği ise boya maddesinin tutkallı suyla ve yumurta akıyla karıştırılmasıyla elde edilir. Ortaçağda sık kullanılan tempera yağlıboyanın kullanılmasıyla ortadan kalkmıştır. Yağlıboya ilk kez ayrıntı, derinlik, saydamlık ve parlaklık verebilmek için Kuzeyli sanatçı Jan Van Eyck tarafından geliştirilmiştir.

27 Kasım 2008 Perşembe

20. Yüzyılda Mobilya Tasarımı 2


Mobilya alanında 1950'ler bazen kitsch sınırlarını zorlayan mantarsı, eğrisel tasarımların olduğu yıllardır. Dönemin en önemli ismi Charles Eames'tir. Mimar Euro Saarinen'in 1956 tarihli tek bacaklı Lale Sandalyeleri de tüm dünyaya yayılmıştır. Plastik malzemenin kalıba dökülmesiyle oluşturulmuş sandalyelerin oturma kısmında renkli kumaş minderler yer alır. Harry Bertoia'nın organik biçimli sandalyeleri çelik krom ağdan bir yastıkla meydana getirilmiştir. Polyester, alüminyum, kontrplak kullanımları dikkati çeker. Yaslanılan ağ kısım yelpaze gibi açılmıştır. Oturulan bölümde kumaş minder kullanılır. Ayaklar ince çubuklar halindedir. Charles Eames'in chaise lounge adlı mobilyası kalıplanabilen sert plastikten yapılmıştır. 1948 tarihli bu koltuk sentetik örtüye sahiptir. Henry Moore'un heykellerini andıran koltukta simetri ve orana uygunluk önemsenmemiştir. Koltuk ince bacaklarla çarpı şeklinde kaide üzerine oturur...

25 Kasım 2008 Salı

20. Yüzyılda Mobilya Tasarımı 1

Mackintosh, Tepe Evi Sandalyeleri, 1897,
20. yüzyılın başlarında üretilen mobilyalar gerçek ve zengin sanat alıcılarıyla orta sınıfa hitap eder. Tasarımcı her iki kesimi dikkate almak zorundadır. "İskoç'un liman şehri Glaslow Sanat Okulu'nda Japon sanatından etkilenen bir grup mimar ve sanatçı yeni bir stil geliştirdiler, az süslemeyi ve siyah beyaz renkleri tercih ettiler. Art Nouveau'nun son dönemlerinde grubun başında bulunan Charles Rennie Mackintosh ince zarif yatay ve dikey hatlardan kurulu formlar kullandı." (1). Mackintosh'un 1897 yılında tasarladığı sandalyeleri sade süsleme öğeleriyle Art Nouveau'nun son dönem örneklerini gösterirler. Hellensburg'daki Tepe Evi'nin yatak odası için 1903 yılında yaptığı sandalyede yatay ve dikeyin vurgulandığı geometrik formlar ve yalınlık göze çarpar..

Art Nouveau'dan sonra 1920 ve 30'larda görülen bir diğer akım Art Deco'dur. "20. yüzyılın başlarında Almanya ve Avusturya'nın geleneksel el sanatları atölyelerinde üretilen mobilyalara dayanan bir akımdır. 1930'lara kadar özellikle Jacques Emile Ruhlmann, Andre Gnoult ve Eilen Gray gibi tasarımcıların öncülük ettiği bu üslupta üretilen mobilyalarda sedef, fildişi, abanoz, altın, gümüş, kaplan ve leopar postları ile parlak renkli ipekli kumaşlar gözde malzemeler olarak kullanılmıştır." (2). 

22 Kasım 2008 Cumartesi

Gelenekten Kopuş: Art Nouveau

19. yüzyılın ikinci yarısından sonra zevksiz makine üretimine karşı çıkan Arts and Crafts hareketinin (Güzel Sanatlar ve El Sanatları) yalın ve işlevsel mobilya tasarımları sonraki dönemleri de etkiler. El işçiliğinin ve zanaatın öne çıkarılması yanı sıra sanatın herkese ulaşabilmesi 1890-1914 yılları arasında Avrupa'da ve Amerika'da kendini gösteren Art Nouveau (Yeni Sanat) tarafından da önemsenir. 1862 yılından sonra Dünya ticaret fuarlarında Japon ahşap baskıları, tekstiller, porselenler sergilenmeye başlar. Bunun sonucunda Doğu dünyasına, Japonya’ya ve Çin’e ilgi artar. Tarihselci yaklaşımlardan uzak durarak geleneksel sanattan kopan ve doğanın çekiciliğine kapılan ‘Yeni Sanat’ tüm dünyada benimsenir.

20 Kasım 2008 Perşembe

19. Yüzyıl Akımı: Arts and Crafts

18. yüzyıl sonunda Avrupa'da endüstri devrimi gerçekleşir. Endüstri devriminin ardından İngiltere'de makine kullanımı buharlı makinelerle yaygınlaşır. İnsan ve hayvan gücünün yerine makine geçer. Kırsal kesimlerden kentlere göçler başlar. İngiltere'de nüfusun çok az bir kesimi kentte yaşarken 30 yıl içinde yarısı kentli olur. Tren 1825'te İngiltere'de, 1829'da Amerika'da, 1835'te Almanya'da ve 1874'te Osmanlı'da görülür. 1855'te ilk elektrikli telgraf, 1862'de telefon, elektrik santralleri, 1885'te motorlu taşıtlar ortaya çıkar. Hızlı kentleşme sonucu oluşan karışıklık strese yol açar.

Eski kentlerin yerine yenileri kurulur. Sanayi devrimiyle mekanik üretim ön plana geçer, el sanatları geriler. Küçük dükkanların yerini fabrikalar alır. Kentleşme yeni yapıların inşa edilmesini zorunlu kılar. Yeni yapılarda demir kullanımı önem kazanır. Endüstri yapıları dışta geleneksel görünüme sahipken içte demir kullanılan geniş bir strüktür ve mühendislik yapılarıdır. İkinci malzeme camdır. Demir daha çok pasajlarda, sergi salonlarında, istasyonlarda, cam ise konut yapılarında uygulanır. Endüstri devrimi sonucu oluşan yeni kentlerde yeni planlamalar yapılır: kent içinde pasajlar, sergi binaları, depolar, kütüphaneler, mağazalar, gar binaları, borsa binaları, seralar, botanik bahçeleri ve köprüler gibi..

17 Kasım 2008 Pazartesi

At adamlar: Kentaurlar

Eski medeniyetlerin mitolojilerinde ve sanatlarında rastlanan doğaüstü yaratıklardan en ilginç olanlarından biri Kentaur'dur. Bu yarı insan yarı atın çıkışı diğer karışık yaratıklar gibi Doğu kökenli olsa da daha çok Yunan’da benimsenir. Kentaurların başları, göğüsleri, kolları ve bazen de ön bacakları insan, karınlarından arkası at biçimindedir. Yeleleri, kuyrukları vardır. Yabanıl ve azgındırlar. Dağlarda ve ormanlarda yaşarlar ve çiğ et yerler.

Kentaurlar ilk olarak Mezopotamya’da Babil sınır taşlarında görülürler. Kassiti’de ve Orta Asur döneminde mühür üzerinde de oldukları bilinir. Bazen kuyruğu aslan gibidir. İnsan kısmı genellikle bir sopa veya benzeri bir şeyle silahlandırılmış olarak diğer hayvanları avlarken gösterilirler. Orta Asur döneminden bir silindir mühürdeki sakallı ve kanatlı kentaur bir antilopu yakalar. Başında konik bir şapka ve elinde bir silah vardır. Asur sanatında üst kısmı erkek, belden aşağısı aslan olan aslan-kentaur’a da rastlanır. Genellikle boynuzlu tanrılık kasketi giyen bu yaratığın ismi Urmahlulluy’dur. Demon Mukilresule-muttiyle çarpıştığı sahneleri de bulunan ve kötü güçleri korkutan aslan-kentaur Ninive’den Asurbanipal’in sarayının bir odasındaki anıtsal kabartmada da yer alır...


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...