7 Ekim 2008 Salı

Batı Resminde Natürmort

1560’lardan sonra Hollanda resim atölyelerinde görülen tür stilleven adını alır. Bu sözcük Fransa'da nature morte - ölmüş doğa-, İngilizce’de still-life, Almanca’da stilleben, İtalyanca’da natura morta olarak nitelendirilir. Bu tür, akademi yanlısı ve barok üslup karşıtı çevrelerde yaygınlık kazanır. Natürmortta; canlı varlıklar dışında kalan nesnelerle, çevremizdeki hareketsiz doğa öğeleri, özellikle çiçekler, meyveler ve küçük hayvanlar konu olarak seçilir. Nesneler pratik kullanımları dışındasimgeselbağlantılar açısından da önemlidir. 

Ölüdoğa öğeleri 17. yüzyıla kadar resmin konusuna ve ayrıntıya destek olarak tasvir edilir. İlk kez 17. yüzyılda ana konu olur. Ancak bu türün ilk örneklerine eski Mısır mezarlarında ve Antik Yunan duvar resimlerinde, mozaiklerde, toprak vazoları ve tabakları üzerinde de rastlanır. M.Ö. 1422-1411 yıllarında Mısır’da Menna’nın mezarının duvarlarında meyve, balık, tavuk ve testi tasvirleri bulunur. Bu resimler ölüye sunulan yiyecekleri gösterir. Antik Yunan’dan günümüze örnek ulaşmamıştır ama Pliny ‘Doğa Tarihi’ adlı kitabında Xenion denilen bu resimlerin yapıldığını ve en önemli ustanın Peiraikos olduğunu (M. Ö. III. yy.) belirtmiştir. Natürmort resimler Roma döneminde de Herculanium ve Pompei'de küçük taşınabilir eşyalar üzerine, duvarlara fresk ve mozaik olarak uygulanır. Ekmek dilimleri, yumurta, sebze, meyve, deniz ürünleri gibi yiyeceklerle birlikte pişmiş toprak, cam ve metal kaplar içinde su, zeytinyağı ve şarap ile masada düzenlenmiş çiçek ve meyvelerin resimlendiği Roma natürmortları gerçekçi ve dekoratif özellikler gösterir.

4 Ekim 2008 Cumartesi

Tabula Rasa

Bazen kendimi Samuel Beckett'in romanlarındaki anti-kahramanlar gibi hissediyorum: yatarken veya kımıldamadan otururken zihninden binlerce şeyin akıp gitmesine izin veren, hiçbirini durdurmayan, iç dünyalarında yolculuklara çıkan, boşuna bekleyen, umutsuz, isteksiz, kendinden uzaklaşamayan, hiç kimse olduğunu duyumsayan ve bundan memnun olan.

Bazense bomboş bir zihnim varmış gibi hissediyorum. Sanki o güne kadar hiç bir şey yaşamamış, öğrenmemiş, duymamış, görmemiş, hiçbir şeyin çağrışım yapmadığı, imgesiz boş bir levha. Anılar yok, duygular yok, hortlak düşünceler yok. Sadece oradayım. Bir hiç olarak duruyorum. Suprematistlerin nesnesiz dünyasındaki beyaz içinde beyazı gibi. Dinamik bir sessizlik içinde kozmik sonsuzluğun ritmini duyar gibi.

***** Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

1 Ekim 2008 Çarşamba

Samuel Beckett'in Hiçlik'te Yüzen Kahramanları

"Hiçbir şey hiçten daha gerçek değildir."

Malone ölüyor

... Yeterince beklemiş olan biri beklemeyi sürdürebilir sonsuza kadar. Belli bir süre geçtikten sonra hiçbir şeyin olmayacağı, hiç kimsenin gelmeyeceği anlaşılır, geriye boş bir bekleyiş kalmıştır yalnızca. 249 / ... Ayakta durmaktansa yatmayı severdi daha çok; en küçük bir gerekçe yatmasına ya da oturmasına yeterliydi; yaşam mücadelesi kıpırdaması için ona baskı yaptığında ancak kalkardı yerinden. Varoluşunun önemli bir bölümü bir taş kadar devinimsiz geçmişti. 251... Günahsız birinin önüne çıkan onca tuzak ve dikenden kendisini koruyacak biri yardımına gelmedi hiç; kendi gücünü ve olanaklarını kullandı, sabahtan akşama akşamdan sabaha süren ölümcül bir yara almadan ayakta kalma uğraşında... Kimse ödüllendirmedi onu, paradan yana da hiç şansı olmadı, alnının teriyle ya da aklını kullanarak biraz kazanabilse çok sorun yaşamayacaktı aslında. 251/ ... Kimsesizlik ve saltık bir yoksunluğun açlık çektiği ve öteki garipler gibi barınacak bir yerin izini sürdüğü günlerin, yalnız ve boşlukta yaşamanın kara sevincini tatmanın bilgiden, güzellikten ve sevgiden uzakta, isteksizlik ve çaresizliğin yoğun özlemini çekiyordu.

Adlandırılamayan 

... Kendimi bulmak, kendimi yitirmek demek, yok olmak ve ilkin bir yabancı gibi, sonra yavaş yavaş her zamanki kimliğimle başka bir yerde yeniden başlamak demek benim için. Bu yere gelince hep orada olduğumu söyleyeceğim ben.  s: 313
... İnsanın nerede olduğunu, nerede kalacağını bilmesi ama orada olmaması ne güzel şey! Sonsuza değin hiç kimse olmadığının bilincinde gönül rahatlığıyla işkence masasına uzanır insan.  s: 351 
... Umutsuzluğa düşmek için düşünmeye gerek yok. s: 382 
... Doğru düşünceyle karşılaşana kadar düşünce üretip durmaktan başka ne yapabilir insan? Her şey sustuğunda, her şey sona erdiğinde tüm söylenmesi gerekenler söylenmiş olacak, bilinmesi gerekmiyor hangi sözler bunlar bilmenin olanağı yok, oralarda bir yerde, yığının kalabalığı içindeler son sözcükler olmaları gerekmiyor. s: 384
... Hiçbir şey olamamış, hiçbir şey yapamamış biri için yeterince aynı şeyi yapıp, yeterince aynı şeyi olduğum için, yalnızca sonu beklemek gerekiyor, yine aynı şey olacak sonunda belki aynı önceki gibi olacak. Yalnızca sona doğru gitmeye ya da sonu titreyerek ya da neşeyle, bilinçle ya da boyun eğerek beklemeye zorunlu olduğumuz onca zaman boyunca olduğumuz gibi olacak. s: 395
... Her şey sonunda nasıl da düzeliyor; sabrın sonu selamet demişler, zaman her derdin ilacı bu düzelmenin nedenlerinden biri de dünyayı artık dönmez, zamanı artık geçmez kılan, acıları sona erdiren dönüp duran şu dünya, hiçbir şey yapmadan, hiçbir şey anlamadan yalnızca beklemeniz gerekiyor, bir şey yapmak bir işe yaramıyor, elinize bir şey geçmiyor, her şey düzeliyor, hiçbir şey düzelmiyor, hiçbir şey asla bitmeyecek, bu ses asla susmayacak, burada yalnızım, ilk ve son kişiyim, kimseye acı çektirmedim, kimsenin acılarına bir son vermedim, kimse gelip benim acılarıma son vermeyecek, hiçbir zaman gitmeyecek onlar, yerimden kımıldamayacağım hiçbir zaman, huzur nedir bilmeyeceğim hiçbir zaman. s: 397

Beckett, Samuel, Üçleme, 'Molloy, Malone Ölüyor, Adlandırılamayan', çev: Uğur Ün, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1997.

... Malone 'gözden uzak durmak istiyorsanız bütün yapacağınız dümdüz yatmaktır. Heyecan duymadan, hareketsiz, ne sıcak, ne soğuk, ne ılık'... s: 343
... Malone öncelikle iki kişinin ne cesaretle birbirlerine sarılabildiklerine şaşar... Sonra umutsuzluğun güzüyle birbirlerini kucakladıkları kararını verir ama bunun boşuna olduğunu, çünkü her biri kendi sınırlarına çekilmiş iki ayrı vücudun bulunduğunu düşünür. Her birinin ötekine umut bağlayarak birbirlerine sarılmalarından ne sonuç alabileceklerini anlayamaz bir türlü... Sonra gözlemlerini sürdürür. s: 344   

Teber, Serol, Melankoli, Normal bir Anomali, Say Yayınları, İstanbul, 2001
 
Yukarıdaki cümleler yıllar önce okuduğum kitaplardan alıntıdır.

30 Eylül 2008 Salı

Edward Hopper ve Deniz Tarafındaki Odalar

Hudson nehri yakınlarındaki küçük bir tatil kasabası olan Nyack’ta doğan Amerikalı sanatçı Edward Hopper (1882–1967) New York’ta hayatını sürdürür. Yaz aylarını ressam eşi Josephine Nivision ile birlikte Cape Cod yakınlarındaki deniz kıyısındaki evinde geçirir. En büyük tutkusu gün ışığıdır. Işığın etkileri üzerine yoğunlaşır. Paris’te genç bir sanat öğrencisiyken başlayan bu ilgi tüm kariyeri boyunca devam eder. Sıradan olan şeylerdeki farklı ve garip yönleri arayan Hopper Avrupa seyahatlerinde eğitimlere, sanatsal etkinliklere katılır ama herhangi bir akımdan etkilenmez. Sanatı tutarlı, kendine yeten ve bağımsızdır.

İlk yıllarında suluboya resim, gravürler, hayatını kazanmak için ise isteksizce reklam tasarımları yapar. Suluboyalarında köy ve küçük kasaba görünümleri yer alır. Gravürlerinde çoğunlukla çevresinden soyutlanmış figürler, boş caddeler, ışık-gölge karşıtlığı ve mimari üzerine düşen güneş ışığı oyunları ön plandadır. New England’daki binalara sıkça yer verse de doğaya uzak değildir. New York’ta yaşayan Amerikalı modern sanatçıların tercih ettiği sanatsal motifler: kalabalık caddeler, gökdelenler, endüstriyel makineler ve Jazz müziği vb. konulardır. Hopper ise şehir hayatının gürültüsünü ve kargaşasını yansıtmaktan kaçınır. İnsansız ya da tek tük insanın olduğu sokakları, müşterisiz mağazaları, restoranları New York’un göğe yükselen binalarının aksine manzara geleneğine bağlı olarak yatay biçimde resmeder.

28 Eylül 2008 Pazar

Melankoli

Melankoli en yoğun halindeyken derin bir keder içinde hüzünlü, acı çeken, yalnız, umutsuz bir insanın içinde bulunduğu durumdur. Melankolik mizaçlı kişi yalnızlığı, toplumdan uzaklaşmayı ve insanlardan soyutlanmayı tercih eder. Diğer insanlarla yakın ilişkiler içine girmekten kaçar. Yaşamı boş ve anlamsız bulur. Mutluluktan çok içsel huzuru, sakinliği ve sessizliği arar. Melankolik insan huzurlu olabilmek, sakin bir hayat sürebilmek için yalnızlığı seçer. Ancak yalnız olduğunda da hayatla ve insanlarla olan ilişkilerini sorgulaması ve sürekli düşünmesi, kendine yönelik acımasız eleştirileri ve varoluşunun nedenini araması gibi sebeplerden dolayı bir türlü dinginliğe ulaşamaz. Sıkıntıları ve bunalımları sona ermez. İçinde bulunduğu dünyaya ve topluma uyumsuz olduğunu hisseder. Bu durum bazen onu hüzünlendirirken bazen de memnunluk hissi verir. Olayların, yaşamın ve insanların içinde olmaktansa dışarıdan çıkarsız, amaçsız bir izleyici ve gözlemci olmayı tercih eder. Bu da hafif içsel bir gülümsemeyi beraberinde getirir. Kimsenin yerinde olmak istemez. Kendi olmaktan memnundur ama kendiyle uğraşmaktan da geri durmaz. Bitmeyen sıkıntısı, boşluk içinde oluşu ve hüznü onu içinden çıkamayacağı kederlere de boğabilir. Hüznü bazen gülerek –Demokritos-, bazen ağlayarak -Heraklitos-, bazen de suskunluğuyla –Hölderlin- açığa çıkabilir. 



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...