Fransa’nın
İsviçre sınırı yakınındaki küçük bir kasabanın zengin bir ailesinden
gelen ve hukuk öğrenimini bırakarak resim derslerine devam eden Gustave Courbet’de (1819-1877) sanat günlük yaşamın içinde sosyal gerçekliğin
gösterildiği, alışılmadık ve rahatsız edici bir araca dönüşür. Figürlü
resimlerindeki ideal vücut ölçülerinde olmayan, doğal davranışlarıyla
iri yarı ve basit kişiler tepki toplar. Seyredene hoş duygular vermeyen
gerçekçi konuları ve figürleriyle toplumsal eleştiri kavramını resme
taşır. Özellikle Klasik ve Romantik anlayışı reddedişinin ve Realizmin
simgesi olan; idealize edilmemiş yırtık giysili köylüleri tasvir ettiği ‘Taş Kırıcılar’
ile keder ve yas gibi gerçek deneyimlerin hiç abartmadan
canlandırıldığı, sanatçının aile çevresinden kişilerden oluşan kalabalık
figürlü ve büyük boyutlu ‘Ornans’da Gömme Töreni’
tepkiyle karşılanır. Eski denenmiş yöntemler yerine yeni arayışlar içinde olan Realizm'in kurucularından Courbet, ölümün herkesin başına geleceğini
vurguladığı ve kuralları yıkan ‘Ornans’da Gömme Töreni’nin Romantizm'in
mezarı olduğunu da belirtir...
sanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
5 Mart 2016 Cumartesi
29 Şubat 2016 Pazartesi
Realist Ressam: Jean François Millet
Çiftçi bir ailenin çocuğu olan Barbizon Okulu kurucularından ve manzara ustalarından Jean François Millet
(1814-1875) doğayı yücelten görünümlerle birlikte kırsal kesim insanını
da resmettiği için Realisttir. Louvre Müzesi’nde İtalyan ressamlarını
ve Fransız klasiklerini özellikle figürlü veya figürsüz manzaralarıyla
ünlü Nicolas Poussin’i inceler. Fransa’da çalışan insanlar sanatçıların
ilgisini çeker. Akademiye ve Romantizm’e karşı çıkan Millet Paris
dışındaki alanlarda çalışanların duruşlarını, hareketlerini coşku ve
heyecan katmadan olduğu gibi gösterir. Günlük ve çalışma hayatının her
anını detaylarıyla verirken görülen gerçeğin aktarılmasını önemser.
Resimlerinde Barbizon Okulu'ndan farklı olarak manzara içinde insan
figürü ön plandadır. Aynı konuyu pek çok kez ele aldığı desenlerini ve
kalın fırça darbeleriyle açıklı koyulu lekelerle ve ışıkla resimlerini
oluşturur. 1864 yılından sonra topladığı Japon baskıları onun için esin
kaynağı olur.
Millet’in kendi anılarından yola çıkarak yaptığı, en bilinen tablolarından küçük boyutlu ‘Akşam Duası’nda güneş batmak üzereyken, arka plandaki kilisenin çanı çalınca patates toplamayı bırakıp Angelus duasını eden köylüler görülür. 19. yüzyılda dua sahneleri ilgi gören konulardan biridir. Geniş düzlük bir arazide patetes hasatı yapan işçilerin etrafında sepet, çatal, çuval ve el arabası vb. nesneler yer alır. Sanatçı köylülerin günlük yaşamının değişmez ritimlerindeki kısa bir anı yakalayıp resmeder. Işık duruşları vurgularken yüzleri gölgede kaldığı için tam seçilemeyen kadın ve adamdan oluşan anıtsal iki figür içsel değerleri, Tanrı’ya saygıyı, toprağı, emeği ve çalışmayı simgeler. Orijinal adıyla L'Angélus 20. yüzyılda dünyaca ünlü bir ikon haline gelir...
Millet’in kendi anılarından yola çıkarak yaptığı, en bilinen tablolarından küçük boyutlu ‘Akşam Duası’nda güneş batmak üzereyken, arka plandaki kilisenin çanı çalınca patates toplamayı bırakıp Angelus duasını eden köylüler görülür. 19. yüzyılda dua sahneleri ilgi gören konulardan biridir. Geniş düzlük bir arazide patetes hasatı yapan işçilerin etrafında sepet, çatal, çuval ve el arabası vb. nesneler yer alır. Sanatçı köylülerin günlük yaşamının değişmez ritimlerindeki kısa bir anı yakalayıp resmeder. Işık duruşları vurgularken yüzleri gölgede kaldığı için tam seçilemeyen kadın ve adamdan oluşan anıtsal iki figür içsel değerleri, Tanrı’ya saygıyı, toprağı, emeği ve çalışmayı simgeler. Orijinal adıyla L'Angélus 20. yüzyılda dünyaca ünlü bir ikon haline gelir...
23 Ocak 2016 Cumartesi
Tuvallere Aktarılmış Gerçek Görüntüler
"Resimlerimde yaşanan, hayattan etkilendiğim toplumsal konulara yer veriyorum ve bunları figüratif olarak işlemek için gerekli etkilerden yararlanıyorum. Sosyal içerikli toplumsal konuları işlerken kendi iç dünyamı da, gizemli, içe dönük, yarı fantastik olarak aktarmayı tercih ediyorum. Toplumdaki çelişkileri dile getirirken sinemadan, televizyondan, hikayelerden, romanlardan, şiirden, müzikten de faydalanıyorum. Herkesin yüz yüze geldiği, dilinin ucunda olduğu halde söyleyemediği şeyleri resim diliyle gün ışığına çıkarmaya çalışıyorum. Bir açıdan da kendi iç dünyamın çıkmazlarını zorluyorum."
"Çalışmalarımda mutlaka insan vardır, çünkü insanı kainatın mihveri ve yaratılan en mükemmel varlık olarak kabul ediyorum."
"Çalışmalarımda mutlaka insan vardır, çünkü insanı kainatın mihveri ve yaratılan en mükemmel varlık olarak kabul ediyorum."
"Resimlerim yaşayan insan hayatının tuvallere aktarılmış gerçek görüntüleridir."
Nazmi Yılmaz, (23 Ocak 1944, İstanbul - 29 Nisan 2004, İstanbul)
6 Ocak 2016 Çarşamba
ZERO ile Yeni Bir Başlangıç 2
Heinz Mack monokrom resimlerinde dinamizm hissi oluşturmak için yüzeyi
titreşimliymiş gibi gösteren seri çizgiler uygular. Yine düz yüzeylerde
ve disklerde cam, kontrplak, mukavva ve motorla kinetik etki sağlar. “Bizim
‘titreşim’ dediğimiz, gözlerimizin estetik olarak deneyimlediği,
sürekli hareketin bir ifadesidir. Çalışmanın yaşamı ve soluğu olan
hareketin ahengi, ruhumuzu titreştirir.” 1991 yılında saf ve parlak
renkli soyut kompozisyonlarında renk, ritim, ışık ve titreşim
ilişkilerini inceler. Taş, metal, ahşap, alüminyum, alçı, kum, cam veya
seramik malzemeli ışıklı ve hafif kinetik geometrik heykellerinde
dinamik hareket, strüktür ve ışığı görselleştirir. Sabancı Müzesi’ndeki
denize bakan terastaki altın renkli ‘Dokuz Sütun Üzerindeki Gökyüzü’
adlı anıtsal yerleştirmesi gün ışığının ve ayın yansımalarıyla göğe
doğru yükseliyor.
2 Ocak 2016 Cumartesi
ZERO ile Yeni Bir Başlangıç 1
Sakıp Sabancı Müzesi’nde 2 Eylül’de açılan ve 10 Ocak’a kadar gezilebilecek
olan ‘ZERO. Geleceğe Geri Sayım’ adlı sergide Heinz Mack, Otto Piene,
Günther Uecker, Yves Klein, Piero Manzoni ve Lucio Fontana’nın farklı
tekniklerdeki mekân yerleştirmeleri, resim ve heykelleri bulunuyor.
Küratörlüğünü ZERO Vakfı Kurucu Yöneticisi Mattijs Visser’in yaptığı
sergi zaman, uzam, ışık, ateş, renk, hareket, titreşim gibi doğadaki
güçler üzerine yoğunlaşıyor.
1956’da Fransız sanatçı Yves Klein yoğun bir mavi tonunu monokrom kullanarak geniş alana yayılan çerçevesiz resimler yapar. Patentini aldığı ‘Uluslararası Klein Mavisi’ denilen bu parlak tonu çeşitli nesneler üzerine de uygular. Ateşten heykeller yapar, kadın bedenlerini fırça olarak kullanır, yeni bitirdiği tablosunu yağmurda dolaştırır. Sanat ve yaşam arasında bağ kurmaya çalışan sanatçının 1958’de Paris’teki ‘Boşluk’ adlı sergisinde tüm mekânda sadece pencereler mavi, boş bırakılan iç mekân ise beyazdır. Mavi kumaş perde asılı girişten geçen ve mavi kokteyl ikram edilen ziyaretçiler sadece 2-3 dakika boş mekânda kalırlar. Renk aracılığıyla mekânla özdeşleşme ve özgürleşme yaşadığını belirten Klein’ın saf rengi vurgulayan yoğun pigmentli, tinsellik ve özgürlük duygusu veren, düşünsel yönden güçlü çalışmaları ZERO sanatçıları üzerinde etkili olur.
1956’da Fransız sanatçı Yves Klein yoğun bir mavi tonunu monokrom kullanarak geniş alana yayılan çerçevesiz resimler yapar. Patentini aldığı ‘Uluslararası Klein Mavisi’ denilen bu parlak tonu çeşitli nesneler üzerine de uygular. Ateşten heykeller yapar, kadın bedenlerini fırça olarak kullanır, yeni bitirdiği tablosunu yağmurda dolaştırır. Sanat ve yaşam arasında bağ kurmaya çalışan sanatçının 1958’de Paris’teki ‘Boşluk’ adlı sergisinde tüm mekânda sadece pencereler mavi, boş bırakılan iç mekân ise beyazdır. Mavi kumaş perde asılı girişten geçen ve mavi kokteyl ikram edilen ziyaretçiler sadece 2-3 dakika boş mekânda kalırlar. Renk aracılığıyla mekânla özdeşleşme ve özgürleşme yaşadığını belirten Klein’ın saf rengi vurgulayan yoğun pigmentli, tinsellik ve özgürlük duygusu veren, düşünsel yönden güçlü çalışmaları ZERO sanatçıları üzerinde etkili olur.
27 Ekim 2015 Salı
Bulutların Arasında Kaybolmak
Hangimiz bulutlara bakıp hayallere dalmadık, şekilleri bir şeylere benzetmedik. "Zürafaya benziyor, şu gelen de uyuyan bir insan sanki. O da çatık kaşlı bir surat mı? Anne ve yanında çocuğu duruyor bak." Birazdan kaybolacak. Ne kadar da geçici. Hayal gibi. Bu biraz melankoliye neden olsa da güzel. Gece başka, gündüz başka... Bazen havada asılı duran, bazen hızlıca hareket eden bulutlar... Bazen bembeyaz, bazen gri hatta siyah... Bazen pamuk gibi ve birazdan dağılıp güneşi ortaya çıkaracak... Bazen öfkeli gürültüyle patlayıp yağacak gibi... Her hali başka güzel bulutlar. Görkemli gökyüzünü kuşlarla birlikte mavi, beyaz ve gri tonlarda en güzel, en sahici tabloya dönüştüren bulutlar... Hangimiz uçakta pencereden baktığımızda pamuksu dokusunun üzerinde olmayı gözümüzde canlandırmadık. Alçakta kalan bulutları; bu harika doğa olayını hayranlıkla seyretmedik. Yerdeyken veya havadaykan sanki bir geçit gibi arada kalan benzersiz ve her an değişen görünümden etkilenmedik.
21 Eylül 2015 Pazartesi
ArtInternational Sanat Fuarı 2015
İstanbul, Eylülün ilk günlerinden itibaren
pek çok galeride açılan yeni sergilerle, ‘Tuzlu
Su: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori’ başlıklı 14. İstanbul Bienali
(5 Eylül – 1 Kasım) ve 4 - 6 Eylül
tarihlerinde düzenlenen çağdaş sanat fuarı ArtInternational ile hareketlenmeye
başladı. ArtInternational’ın ulusal ve uluslararası ilişkileri canlandırmak
için özel kart ve kayıtla katılımın sağlandığı VIP programında yerel kurumlar,
yönetim kurulu ve kültürel kurul işbirliği ile koleksiyonerlere sanatçı
atölyeleri, özel müze ve kurum ziyaretlerine yer verildi. Bazı galerilerin
sergi açılışları, fuar açılış partisi, ön izlemeler, küratör eşliğinde fuar
turu, resepsiyonlar, müzelerde ve koleksiyonerlerin evlerinde sanat temalı
kahvaltılar, Boğaz’da gerçekleşen tekne turu gibi birçok etkinlik programın
içeriğini oluşturuyordu. Uluslararası sanat fuarını özel etkinliklere katılmadan
üçüncü gününde Vip Turizm’in kartıyla gezme fırsatım oldu.
Haliç Kongre Merkezi’nde üçüncü yılındaki
ArtInternational’da Seçim Komitesi tarafından belirlenen 27 ülkeden 88 galerinin
400’den fazla sanatçının çalışmaları yer aldı. Yönetmenliğini yine Dyala
Nusseibeh, sanat yönetmenliğini Stephane Ackermann’ın üstlendiği fuarın
artistik programında videolar yanı sıra yedi sanatçının özel performans ve
yerleştirmeleri bulunuyordu. Fuar izleyicileri için tartışma ortamı oluşturmayı
amaçlayan ve kâr amaçsız bağımsız sanat kurumlarının katkısıyla ziyaretçileri
de sanatın bir parçası yapan Alternatifler, Avcı Toplayıcı adlı projeyle
gerçekleşti. Artistik Program kapsamındaki ‘Harabeler ve Yaralar’ konulu üç
bölümlü ‘Sahnedeki Videolar’ projesinde kişisel
geçmişler, yaralar ve anılar üzerinde duruluyordu. Dört bloklu kongre
merkezinin kuleli binasının ikinci kat koridor ve salonlarında dünyanın farklı yerlerinden video ve yerleştirme
seçkisiyle bağımsız Moving Image’i de ArtInternational ile aynı çatı
altında izlemek mümkündü.
5 Eylül 2015 Cumartesi
28 Ağustos 2015 Cuma
Wang Yue ve Ağaç Kovuğu Resimleri
Çinli
genç sanatçı Wang Yue ağaç kovuklarını boyayarak sokak sanatının farklı ve
ilginç bir türüne imza atıyor. Aslında yıkıntı duvarlar üzerine graffitiler
yapmayı planlayan Yue, bir gün yürüyüş sırasında renksiz, yapraksız, kasvetli
ve kuru görünen ağaçların kırık kabuklarının altındaki yüzeyin düzgünlüğü
nedeniyle üzerine resim yapılabileceğini fark eder ve fikrini değiştirir. 2013
yılında Dalian Politeknik Üniversitesi’nde çağdaş sanat lisansüstü programında
öğrenciyken, profesörlerden destek alarak iki ayda 16 resimden oluşan ‘Ağaç
Kovuğu Resimleri’ projesini gerçekleştirir. Arkadaşı Li Yue kamerayla onun kamusal sanat çalışmalarının kaydını tutar.
Wang Yue, Jiuzhong caddesinden
gelip geçenlerin dikkatini çeken ve Meitu adını verdiği bu uygulamalarla
yaratıcı fikirlerini ortaya koyar. Kent hayatı içindeki doğal alanları keşfetmek,
çevre bilincini geliştirmek ve doğanın yaşama kattıkları üzerinde yoğunlaşır.
Sokaklarda yürürken ya da araçlarda giderken görülen binaların, çöp kovalarının, reklamların ve tabela karmaşasının ortasındaki, kentsel
çevreye saygılı resimler eğlenceli, hoş ve sıcak bir deneyime davet eder. Aynı
zamanda üç boyutlu ve canlı bir görsel etkiye uyandırır.
21 Ağustos 2015 Cuma
Banksy'nin Kasvetli Parkı: Dismaland
Esrarengiz ve bilinmeyen İngiliz graffiti sanatçısı, siyasi aktivist, yönetmen ve ressam Banksy'nin
2009 yılından sonra İngiltere'deki ilk sergisi 22 Ağustos'ta ziyarete
açılıyor. Bristol'da Weston-super-Mare'in 2.5 dönümlük terk edilmiş
sahilinde* aylardır gizli bir şekilde hazırlanan ve "küçük çocuklar için uygun olmayan aile eğlence parkı" olarak düzenlenen anti-ütopik tema parkı Dismaland'de** Banksy'nin
10 heykeli ve graffitisi yer alıyor. Ayrıca Damien Hirst, Bill
Barminski, Caitlin Kiraz, Polly Morgan, Josh Keyes, Mike Ross, David
Shrigley,
Bast ve Espo dahil dünyanın pek çok yerinden 58 sanatçının da olağandışı ve rahatsız edici çalışmaları görülüyor.
Katılan sanatçıların çoğu Banksy ile hiç karşılaşmamış olsa da bu
serginin parçası olmaktan memnun. Kendine özgü toplumsal ve siyasi
eleştirileriyle şaşırtmayı seven Banksy, sanat alanlarının dışında gerçekleştiği için pop up nitelikteki gösteride yine ziyaretçileri sarsıp düşündürecek. İzleyicinin de katılımıyla interaktif sanat eserlerinin, rastgele canlı performansların ve kazanması imkansız oyunların da içinde olduğu bu büyük projede eğlence ve anarşizm birlikteliği dikkat çekiyor.
20 Temmuz 2015 Pazartesi
Sanat Tarihinde Ekfrasis
Ekfrasis en basit tanımıyla bir
görsel sanat çalışmasının yazılı veya sözel anlatımıdır. Görseli açıklamanın ve
Batı sanatıyla ilgili yazmanın özel ve en eski örneği olan ve ek ile phrasis kelimelerinden türeyen sözcük Yunanca kökenlidir. Görüntü
ve yazın arasında bağ kuran ekfrasis detaylı ve derinlemesine anlatmak anlamına
da gelir. Amaç tanımlanan görünüşü okuyucunun karşısındaymış gibi
algılatmaktır. Antik dönemde herhangi bir şeyi açıklamak olarak da kullanılır. Bazen
söz edilen şey hayalidir; yazarın hayal gücü ve yazma yeteneğiyle var olur. Okuyucu
veya dinleyici için konunun gerçek ya da uydurma olmasının önemi yoktur. Genellikle
metinler sanat tarihsel ifadeler gibi olmak zorunda değildir. Retorik derslerinde
öğrencilerin düşünme ve yazma alışkanlıkları oluşturması içindir. Retorikçiler
zamanla resim, heykel ve mimari gibi konuları daha çok tercih ederler.
Antik dönemde Yunanlı filozoflar Sokrates,
Platon, Aristoteles ekfrasisi gerçek dünyadaki bir nesnenin sanat yapıtıyla
ifade edilmesi olarak ele alırlar. Sokrates Phaidros ile söyleşisinde yazı
yazmayı resim yapmaya benzetir. "Ressamın
yapıtı gerçeğin kendisi gibi gözlerimizin önünde durur ama onu sorgularsan, derin
sessizliğini korur. Yazılı kelimeler için de böyledir aslında. Akıllılarmış
gibi seninle konuşurlar ama anlattıkları hakkında daha fazla bir şeyler
öğrenmek için soru yöneltirsen söylediklerini sonsuza kadar yinelerler."
Ressam şekil ve renklerle bir nesneyi taklit ediyorsa, o nesneye ad verilerek
de ses, hece ve kelimelerle özleri taklit edilir. Şiir ve resim birbirini
tamamlar. Platon’a göre ressam ağaç resmi yaptığında bu varlık bakımından
üçüncü sıradadır ve o yüzden değersizdir. İlk sırada zihinde kavranabilen idea
vardır, daha sonra onun kopyası ve görünüşler dünyasına ait olan ağaç yani
nesne ve son olarak da onun da kopyası resimdeki ağaçtır. Resim görünenin yansımasıdır.
Bu da taklit yani mimesis’ten başka
bir şey değildir. Platon için gençlerin yetiştirilmesinde araç olan sanat
eldekinin biçimlenmesidir.
15 Haziran 2015 Pazartesi
Kafka'nın Çizimleri
Franz Kafka, 1922 |
10 Mayıs 2015 Pazar
Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Çağdaşlarından Mektuplar “Biz Mektup Yazardık” Sergisi’nde!
İş Sanat Kibele Galerisi’ndeki “Biz Mektup Yazardık” Sergisi geçmişi günümüze taşıyor.
Bursa’nın ufak tefek yolları
Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri
Tepeden tırnağa şiir gülleri
Yiğidim aslanım burda yatıyor
Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri
Tepeden tırnağa şiir gülleri
Yiğidim aslanım burda yatıyor
İşte mürekkep bu dizelerdeki gibi damlar Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun kaleminden… Sanatçı, 64 yıllık hayatına sığdırdığı sanat tutkusunu, aşklarını, sevinçlerini, hüzünlerini, dostluklarını çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını geçirdiği Anadolu’nun naifliğiyle yakın dostu Nâzım Hikmet’e yazdığı bu dizelerdeki gibi aktarır kâğıda ve tuvallere… Onun şiirlerindeki ve tablolarındaki narlar, dutlar, ayvalar kimi zaman sevdiği kadına duyduğu özlemi kimi zamansa amansız bir kara sevdayı anlatır. Babasından Batı Edebiyatı’nı, annesinden Yunus Emre’yi, Karacaoğlan’ı öğrenen sanatçı Anadolu’nun toprak damlı evlerinden, İstanbul’un martılarından, köpüren denizinden, Âşık Veysel’in sazından dem vurur.
Bedri Rahmi Eyüboğlu iç dünyasını tuvallere ve şiirlere aktarırken sanat, edebiyat, siyaset ve iş dünyasının önemli isimleriyle gerçekleştirdiği, yaşadığı döneme ışık tutacak mektuplaşmaları da tarih yolculuğundaki yerlerini alıyor. Güzel Sanatlar Akademisi’nde başlayıp Paris’te süren eğitim hayatından, resim tutkusunun peşinden gittiği Anadolu’daki yurt gezilerine kadar sanatçının yaşamından birçok kesiti yansıtan mektuplar, “Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Çağdaşlarından Mektuplar - Biz Mektup Yazardık” Sergisi ile İş Sanat Kibele Galerisi’nde ilk kez gün yüzüne çıkıyor. Sergi, hem sanatçının kaleme aldığı hem de kendisine gelen yüzlerce mektubun Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından uzun soluklu ve titiz bir çalışma ile kitaplaştırılmasına paralel olarak hayata geçiriliyor. Sanatçının gelini Hughette Eyüboğlu’nun hazırladığı, editörlüğünü Rûken Kızıler’in üstlendiği kitabın ve serginin tasarımı Emre Senan tarafından gerçekleştirildi.
Resim-Edebiyat İlişkisi ve Eskiz Defteri Sergisi
Sanat tarihinde edebiyat, müzik,
sinema, resim, mimari, heykel ve diğer sanat dalları arasında etkileşim
olduğunu görürüz. Sanatçı kendisini çevreleyen pek çok şeyden esinlenebilir. Çok yönlü Rönesans sanatçıları birden çok sanat dalında
yetkindirler: Düşünür, mimar, mucit, matematikçi, anatomist, müzisyen,
heykeltıraş, yazar, ressam Leonardo da Vinci; ressam, heykeltıraş, şair, mimar Michelangelo; mimar, müzisyen, oyun yazarı, ressam, kuramcı Leon
Battista Alberti vb. isimler sayılabilir. 20. yüzyılda Wassily Kandinsky, Franz Kupka gibi bazı
ressamlar müzikten etkilenir. Arnold Schönberg,
Paul Klee, Semiha Berksoy -opera sanatçısı- hem müzisyen hem ressamdır. 20. yüzyıl
başlarında Almanya’da kurulan, Rönesans atölyelerini örnek alan ve plastik
sanatları bir bütün olarak düşünen Bauhaus
Okulu’yla farklı sanat disiplinleri iç içe
geçer.
Resim
ve edebiyat ya da yazı arasındaki ilişki ve kitap resimlemenin geçmişi ise Çin,
Orta Asya ve Mısır’da M.Ö. 2. yüzyılda ilk kez uygulanan minyatürlü el
yazmalarına kadar dayanır. Daha sonra Yunan, Roma, Avrupa, İslam, Selçuklu,
Osmanlı’da yüzyıllar boyunca bu geleneğe devam edilir. İngiliz William Blake
(1757-1827) şair, ressam ve gravürcüdür. Şiirleri ve resimleri düşsel ve
doğaüstü bir dünyaya davet eder. 19. ve 20. yüzyılda kısa süreli akımlar
ve okullar içinde ressamlar, mimarlar, heykeltıraşlar, tasarımcılar ve yazarlar
birlikte hareket ederler. 19. yüzyılda İngiltere’de birlik oluşturan
Ön-Raffaellocu ressamlar doğayı yansıtmakla beraber edebiyattan, şiirden yola
çıkıp resimler yaparlar. Bu resimlerin çoğunda şiirsel bir atmosfer dikkat
çeker. Fransa’da Romantik ve Sembolist ressamlar için edebiyat önemlidir.
Dönemin bohem ressamları, şairleri ve yazarları yakın dostturlar. Fransız şair
Charles Baudelaire ‘Salon Sergileri’ ile ilgili eleştiri yazıları kaleme alır. Arkadaşı
Eugene Delacroix Faust ve Hamlet; Honore
Daumier Don Kişot ve Gargatua’dan konuları çizgilerle ve renklerle tuvale
ve kağıda aktarırlar. 19. yüzyılda gravürlü kitaplar da yaygındır. 1936’da
Sürrealistler 19. yüzyıl şairi Lautreamont’un ‘Maldoror’un Şarkıları’ adlı
kitabını görselleştirirler. Aşkı, özgürlüğü ve şiirsel imgeyi önemseyen Sürrealistler
için Fransız şairlerinden Lautreamont ve Rimbaud öncülerdendir.
29 Nisan 2015 Çarşamba
Ressam Nazmi Yılmaz'ın Sergileri
Ressam Nazmi Yılmaz (23 Ocak 1944, İstanbul - 29 Nisan 2004, İstanbul)
Kişisel Sergileri
1- 12 Şubat - 1 Mart 1982, Tünel Cep Galeri, İstanbul
2- 5 - 30 Kasım 1982, Tünel Cep Galeri, İstanbul
3- 14 Ekim - 5 Kasım 1983, Tünel Cep Galeri, İstanbul
4- Mayıs 1984 Tünel Cep Galeri, İstanbul
5- 3 - 24 Kasım 1984, Sevimce Sanat Galerisi, Fenerbahçe, İstanbul
6- 15 Şubat - 6 Mart 1985, Siyah - Beyaz Sanat Galerisi, Kavaklıdere, Ankara 7- 24 Nisan - 10 Mayıs 1985, Cüzzamla Savaş Derneği, İstanbul
8- 14 Mayıs - 7 Haziran 1986, Vepa Sanat Galerisi, İstanbul
9- 4 - 22 Nisan 1987, Tünel Sanat Galerisi, İstanbul
10- 8 - 22 Ekim 1987, Füzen Sanat Galerisi, İzmir
11- 24 Mayıs - 10 Haziran 1988, Siyah - Beyaz Sanat Galerisi, Ankara
12- 7 - 27 Ekim 1988, Bütün Zamanlar Sanat Galerisi, Bakırköy, İstanbul 13- 24 Mart - 12 Nisan 1989, Tünel Cep Galeri, İstanbul
14- 1 - 14 Aralık 1990, Üsküdar Belediyesi Sanat Galerisi, İstanbul
15- 15 Şubat - 11 Mart 1992, Ürün Sanat Galerisi, Tünel, İstanbul
16- 7 - 26 Aralık 1992, Büyükşehir Belediyesi, Taksim Sanat Galerisi
17 - 23 1992, 1993, 1994, 1995, 1996, 1997, 1998 Efes Müzesi ve Efes Celsus Kitaplığı, İzmir
24- 17 Eylül - 5 Ekim 1993, Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı Sanat Galerisi, İzmir
25- 7 - 27 Ekim 1994, Tünel Cep Galeri, İstanbul
26- 6 - 29 Aralık 1995, Atatürk Kitaplığı, Taksim, İstanbul
27- 1996 D.Y.O. Sanat Galerisi, İzmir
28- 20 Mayıs - 5 Haziran 1998, Barometre, Beyoğlu, İstanbul
10 Nisan 2015 Cuma
Fransız Realist Ressamları
19. yüzyılın ortalarında Gustave Courbet, Honoré Daumier ve Jean François Millet'nin içinde bulunduğu Realizm çağdaş Batı resminin oluşmasına bir hazırlık gibidir. Gerçekler karşısında hayal dünyası değil doğa bilimi ve teknik kurallar geçerlidir. Doğanın değerini bilerek sevgi duyarlar. Düşsel romantik manzaraların veya tarihsel konuların yerini yaşanılanlar alır. Antik Yunan, Roma veya Hıristiyan konularına, mitolojiye, kahramanlıklara yer veren, ‘sanat sanat içindir’ diyen, belirli kurallar içinde idealist ve mükemmeliyetçi Klasisizm ile geçmişe özlem duyan, duyguları ve coşkuyu önemseyen, simgesel ve melankolik Romantizm sonrası Realizm kolay benimsenmez. Küçük bir sanatçı grubu arasında kalır. Çoğu kişi fotoğraf gibi olduğunu düşünür. Oysa bireyselliklerinin yansıdığı bağımsız tarzlarıyla bu üç gerçekçi sanatçı salonlarda sergilenen resimlerin aksine Paris’in hızla modernleşen kent ve kırsal hayatını gösteren, eleştirel, anlamlı, içten, içerik açısından zengin ve yaşayan sanatın yanındadırlar.
Gustave Courbet, Ressamın Atölyesi,1855 |
18 Mart 2015 Çarşamba
Alberto Giacometti Sergisi
20. yüzyıl sanatında önemli bir yere sahip İsviçre asıllı heykeltıraş ve
ressam Alberto Giacometti’nin (1901-1966) Türkiye’deki ilk retrospektif
sergisi 11 Şubat’ta Pera Müzesi’nde açıldı. Müzenin 5. ve 4. katlarında
26 Nisan’a kadar izlenebilecek olan ve belirli başlıklar altında ele
alınan kapsamlı sergi Paris’teki Giacometti Vakfı’nın
katkılarıyla ve vakfın yöneticisi Catherine Grenier’in küratörlüğünde
düzenlendi. Cenevre Güzel Sanatlar Okulu’nda, İtalya’da ve Paris’te
sanat eğitimi alan sanatçının Paris Montparnesse’taki 23 m2’lik
atölyesinde çalıştığı desenleri, yağlıboya resimleri, büstleri,
heykelleri; mektuplar ve çeşitli yayınlar gibi arşiv belgeleri;
atölyesinde çekilmiş fotoğrafları; gençlik yıllarından son yapıtlarına
kadar bir seçki* ile birlikte sunuluyor. Çoğunlukla bronz olan
heykellerinin arasında az sayıda alçı ve mermer de bulunuyor.
Küçük yaşlardan itibaren heykel ve resimle uğraşmaya başlayan ve sanat hayatı boyunca insan figürünü ön planda tutan sanatçı; babası İsviçreli ressam Giovanni Giacometti etkisiyle ilk yapıtlarında Yeni İzlenimci örnekler verir. Portrelerinde özenli ve açık tonlamalarla ustaca renk uygulayışı babasının sanatsal gelişmişliğinden yararlandığını gösterir. 1925 yılından sonra basit ve geometrik formlu Avangard ve Kübist heykel çalışmalarıyla uğraşır. Afrika ve Okyanusya sanatlarına, Kübizme ve Sürrealizme yakınlık duyar. Constantin Brancusi, Alexander Archipenko, Henri Laurens ve Jacques Lipchitz gibi sanatçıların I. Dünya Savaşı öncesine ait modern, kübist, soyut heykelleri Giacometti’ye ilham kaynağı olur. Dinamizm ile sabitliğin, soyut ile figüratifin çelişkisinden rahatsızlık duyan sanatçı hafif ve hayali formlar üzerinde çalışmaya başlar.
Küçük yaşlardan itibaren heykel ve resimle uğraşmaya başlayan ve sanat hayatı boyunca insan figürünü ön planda tutan sanatçı; babası İsviçreli ressam Giovanni Giacometti etkisiyle ilk yapıtlarında Yeni İzlenimci örnekler verir. Portrelerinde özenli ve açık tonlamalarla ustaca renk uygulayışı babasının sanatsal gelişmişliğinden yararlandığını gösterir. 1925 yılından sonra basit ve geometrik formlu Avangard ve Kübist heykel çalışmalarıyla uğraşır. Afrika ve Okyanusya sanatlarına, Kübizme ve Sürrealizme yakınlık duyar. Constantin Brancusi, Alexander Archipenko, Henri Laurens ve Jacques Lipchitz gibi sanatçıların I. Dünya Savaşı öncesine ait modern, kübist, soyut heykelleri Giacometti’ye ilham kaynağı olur. Dinamizm ile sabitliğin, soyut ile figüratifin çelişkisinden rahatsızlık duyan sanatçı hafif ve hayali formlar üzerinde çalışmaya başlar.
12 Mart 2015 Perşembe
Kübizm ve Sürrealizm
20. yüzyılın önemli hareketlerinden biri olan Kübizm
Paris’te Fransız Georges Braque ve İspanyol Pablo Picasso tarafından
biçim aramaları sonucu 1906'dan sonra oluşturulur. Daha sonra Joan Gris, Man Ray ve daha çok hız ve hareket
tutkunu fütürist yaklaşıma giren Fernand Léger ve Robert Delaunay gibi
ressamlar da bu tür resimler yapar. Afrika maskelerinin yalınlıklarının
izlerinin görüldüğü 'Avignonlu Kızlar' resmiyle Picasso’nun sanatında
Kübizm’e giden yeni bir dönem başlar. Çarpıtılmış şekillerle ve deformasyonun ifade
gücüyle savaşın korkunçluğunu gösteren son derece etkileyici bir
anlatıma sahip Guernica
ile de mükemmelliğe ulaşır.
Picasso ve önceleri Fov anlayışta resimler yapan Braque, Apollinaire aracılığıyla 1907 yılında tanışırlar. Natüralizmden uzak olan Kübistler konuyla değil biçimle; doğa görüntüleri arkasındaki formlarla ilgilidirler. Cezanne’ı örnek alarak yeni bir biçim dili kurarken öznellikten arınmış nesnel ve basit geometrik formları özellikle küpü tercih ederler. Resimde yanılsamayı uygunsuz bulup sonsuza giden derinlik yerine form yüzeyleri ön plana çıkarırlar. Her eleman yüzeyle bağlantılı olmalıdır. Natüralist sanatın tek bakış biçimini kırıp nesneyi çeşitli yönlerden gösterirler. Objelerin hissedilebilirlik nitelikleri erir, hacimsellik dağılır. Değişik açılar altında aynı anda görülebilirliğine odaklanırlar. Nesne sadece görüldüğü gibi değil düşünüldüğü gibi de resme geçirilir. Nesnelerin kavramı da verilir. "Çivi kavramı olmadan bir çivi bile yapamam." diyen Juan Gris gerçeğin özünü ve İdea'yı yansıtmayı amaçlar. Picasso'nun kübist resimlerinde figürlerin gözleri, ağzı ve burnu yer değiştirir; bazı kısımlar cepheden, bazıları profilden görülür. Ağlayan, acı çeken, şaşkın veya gülümseyen bir ruhun ifadesi olan yüzün bölümleri parçalanır, deforme edilir ve yeniden düzenlenir. Aynı zamanda sanatçının iç dünyasının günlüğü gibidirler...
Picasso ve önceleri Fov anlayışta resimler yapan Braque, Apollinaire aracılığıyla 1907 yılında tanışırlar. Natüralizmden uzak olan Kübistler konuyla değil biçimle; doğa görüntüleri arkasındaki formlarla ilgilidirler. Cezanne’ı örnek alarak yeni bir biçim dili kurarken öznellikten arınmış nesnel ve basit geometrik formları özellikle küpü tercih ederler. Resimde yanılsamayı uygunsuz bulup sonsuza giden derinlik yerine form yüzeyleri ön plana çıkarırlar. Her eleman yüzeyle bağlantılı olmalıdır. Natüralist sanatın tek bakış biçimini kırıp nesneyi çeşitli yönlerden gösterirler. Objelerin hissedilebilirlik nitelikleri erir, hacimsellik dağılır. Değişik açılar altında aynı anda görülebilirliğine odaklanırlar. Nesne sadece görüldüğü gibi değil düşünüldüğü gibi de resme geçirilir. Nesnelerin kavramı da verilir. "Çivi kavramı olmadan bir çivi bile yapamam." diyen Juan Gris gerçeğin özünü ve İdea'yı yansıtmayı amaçlar. Picasso'nun kübist resimlerinde figürlerin gözleri, ağzı ve burnu yer değiştirir; bazı kısımlar cepheden, bazıları profilden görülür. Ağlayan, acı çeken, şaşkın veya gülümseyen bir ruhun ifadesi olan yüzün bölümleri parçalanır, deforme edilir ve yeniden düzenlenir. Aynı zamanda sanatçının iç dünyasının günlüğü gibidirler...
5 Mart 2015 Perşembe
Senin Sanatın Senin Sergin!
Son senelerde sanat alanında yapılan yatırımlar ve etkinlikler gün geçtikçe artıyor ve gelişiyor. Özellikle İstanbul’da hayat bulan bu tarz etkinliklerden biri var ki, çok kısa sürede hem kendine has tarzı hem de izlediği yol ile oldukça ses getirdi. Bundan 2 sene önce, ulaşılabilir sanat alternatifi olarak yola çıkan ve her yıl yeni sanatçıların üretimleriyle gelişen Mamut Art Project’ten bahsediyoruz. Mamut Art Project bu sene Akkök Holding’le birlikte yoluna devam ediyor. Akkök Holding gibi güçlü şirketlerin genç sanatçılara destek olması, hiç şüphesiz ülkemizde kültür sanatın gelişmesinde ve yaygınlaşmasında önemli rol oynuyor. MAP’15 by Akkök hakkında daha fazla bilgi almak isterseniz, www.mamutartproject.com adresini ziyaret edebilirsiniz.
Proje, genç sanatçıları, koleksiyonerler, galeriler, kültür-sanat kurumları ve sanatseverlerle galeri, müze, atölye gibi alışılagelmiş mekanların dışında, bir araya getirmeyi hedefliyor. İsmini de insanoğlunun mağaralarda keşfedilmiş ilk çizimlerinde en çok görülen figürlerden biri olan “mamut”tan alıyor. Bir başka deyişle, “Mamut” bu projede sanatçıların büyük kitlelere göstereceği ilk eserlerini simgeliyor.
12 Şubat 2015 Perşembe
Van Gogh Kızları
Resim sanatının başta sinema ve
moda olmak üzere mimari, dekorasyon, mobilya,
grafik, reklam, endüstri ürünleri ve hatta gıda sektörlerinde etkilerine
sıklıkla rastlıyoruz. 1937 yılında Sürrealistlerle arkadaş olan İtalyan modacı Elsa Schiaparelli, Salvador Dali ile işbirliği sonucu ipek
organze ve sentetik at kılından yapılmış, ıstakoz
baskılı elbise
tasarlar. Kişiye özel tasarımın önemli isimlerinden Fransız moda tasarımcısı
Yves Saint Laurent, Mondrian’ın beyaz, kırmızı, mavi, siyah ve sarı renk
bloklarından oluşan kompozisyonunu 1965 yılında kolsuz elbise üzerine uyarlamasıyla moda ve sanat arasında bağ kurar.
Sonrasında moda sektörüyle sanat arasındaki ilişkide en çok, soyutu ön plana çıkaran Hollandalı Piet
Mondrian’ın zamansız ve evrensel yapıtları
uygulanır hale gelir. Günümüzde moda tasarımcılarının ve sanatçıların
ortak projeler üzerinde çalışması yaygın bir durum artık.
Bir başka Hollandalı Vincent van
Gogh da modaya esin kaynağı olan ressamlardan. Rodarte’nin 2012 Bahar koleksiyonunda Kate ve Laura Mulleavy kardeşler, Van Gogh’un ‘Yıldızlı Gece’, ‘Vazoda On
İki Ayçiçeği’, ‘Ren Nehrinde Yıldızlı Bir Gece’, ‘Çiçek Açan Badem Ağacı’ gibi resimlerinden
uyarlanan baskılı kıyafetlerle ressamın hayal dünyasında kaybolurlar. Resimleriyle
umut aşılamak, acıları sevince dönüştürmek isteyen, ölümde bile iyi bir yan
gören trajik yazgılı ressama, sarılar, maviler, lacivertler, toprak tonlarıyla;
bahar dalları, ayçiçekleri, yıldızlarla; uçuşan tüller ve parlak kumaşlarla selam
yollarlar. Baharda umudun ve neşenin yeniden ortaya çıkacağını göstermeye
çalışırlar...
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)