3 Mart 2015 Salı

Ece Temelkuran'ın son kitabı: DEVİR

Devir, 20 yıl muhabirlik ve köşe yazarlığı yapan Ece Temelkuran’ın 3 Şubat’ta Can Yayınları’ndan çıkan son kitabı. “Unutmamak ile hatırlamak aynı şey midir? Yaşananlar, yani "hayat" yeni devirlere, kuşaklara nasıl geçer? Hangi izleri bırakır?”gibi sorular üzerinde duran ve bu soruların unutulmaması için yazılan Devir’in Cumhuriyet ile gelişen Türkiye’nin ortasındaki başkent Ankara’da geçen konusu, 1980 Mayıs ayının son günlerinden başlıyor. Ankara’yı arka planda tutup, Türkiye tarihinin önemli bir dönemi olan 1980 darbesinden önceki birkaç ayı, biri kız diğeri erkek iki küçük çocuğun naif; bazen gerçekleri son derece net görebilen, ayrıntılara dikkat eden bakış açısıyla aktarmasından dolayı özel bir yerde duruyor.

Bir ilkokul çocuğunun ders kitabı gibi 19 ünitesi olan romana aile, mahalle tanıtımlarıyla giriş yapılıyor. Sekiz yaşındaki* Ayşe, annesi ve babası 12 Mart 1971 askeri darbesinden sonra evlenmiş, Kurtuluş’ta oturan orta sınıf bir ailenin çocuğudur. Ayşe’nin annesi Meclis arşivinde, babası Devlet Planlama Teşkilatı’nda çalışıyor.

26 Şubat 2015 Perşembe

Büyükada'da Güneşli Bir Pazar Günü

Bazen insan çok yakınındaki güzelliklerin farkında olmaz. Güzel yerler, mekanlar, yemekler, müzeler, doğa... Oradadır ve bekler. Gidilmesini, ziyaret edilmesini, tadına varılmasını, keyfinin çıkarılmasını... İstanbul gezilecek yerler açısından son derece zengin bir kent. Eski-yeni, modern-geleneksel, tarihi-güncel, doğu-batı, güzel-çirkin, doğa-bina, iyi-kötü, zengin-yoksul... Yaşam gibi tüm zıtlıkları içinde barındırır. Kökeni 500 yıl öncesine dayanan İstanbullu olarak* sanırım genlerden İstanbul'un bütün çalkantılı geçmişinin yansımalarını ruhumuzda da taşıyoruz. Melankolik İstanbul insanı hem büyülüyor, hem de bazen itiyor. Vazgeçilmesi zor bir kent. Kavafis'in dediği gibi "Bu kenttir gidip gidebileceğim yer."

Geçtiğimiz hafta ortası son yılların en karlı günlerinden birine tanık olduk. Ailemle bu bembeyaz görüntünün tadını çıkardık. Herkes gibi sokağa çıkıp kartopu oynadık. Kardeşimin doğum gününü kutlamak için onu ziyaret ettik. Pazar günü ise sanki birkaç gün önce kar yağmamış gibiydi. Güzel ve güneşli bir hava vardı. O günü de Büyükada'ya giderek değerlendirdik. Öğle saatlerinde Bostancı'dan Adalara hareket eden  motorlardan birine bindik. Yeğenlerim simit getirmişlerdi martılara vermek için. Bir İstanbul klasiği olan görüntüler eşliğinde mavi sularda yol aldık. Minik ve gezgin yeğenlerim dünyanın bir ucunda yaşadıkları için martıları simitle beslemek ve havada kapışlarını görmek onlar için eğlenceli bir deneyim oldu...

20 Şubat 2015 Cuma

20. Yüzyıl'ın ilk Yarısında Paris'te Sanat Ortamı

19. yüzyılın ortalarından itibaren öncü sanatçıların yaşadığı ve modern sanatın temellerinin atıldığı bir yerdir Fransa. Geleneksel sanata ve akademiye tepkiler arttıkça, klâsik resim kuralları yıkıldıkça Paris, 15. yüzyılda Floransa, 16. yüzyılda Roma gibi sanatın kalbinin attığı merkez olur. Bu dönemde Avrupa’da sanatsal etkinliklerin görüldüğü pek çok kent olsa da Paris’in bambaşka bir büyüsü vardır. Fransa diğer ülkelerin sanatçıları için Olimpos’tur. Bütün esin perileri orada yaşar sanki. O nedenle resim ve edebiyat alanında yetenekli kişiler dünyanın sanat merkezinde önemli hocaların atölyelerinde eğitimlerini, üretimlerini sürdürerek Montmartre kafelerinde sanat ile ilgili tartışmalar yaparak bu ortamı solumak isterler. Montmartre sadece ressamların (Pierre-Auguste Renoir, Edgar Degas, Maurice Utrillo, Vincent van Gogh, Henri Matisse, André Derain, Picasso vb...) değil oyuncu, şair, yazar, dansçı, heykeltıraş ve müzisyenlerinde uğrak yeridir. Buradaki kabareler, barlar, kafeler, atölyeler ve bohem hayat yeni zenginleri de kendisine çeker. Fransız ressam Henri Toulouse Lautrec, Moulin Rouge ve diğer kabarelerin ve yıldızlarının afişlerini yapar. 19. yüzyıl eski dönemlerin tersine çoğunlukla ölümünden sonra değerlendirilen ilerici sanatçıların çağıdır. 

Sanat kokan Montmartre 20. yüzyıl başlarında yerini yavaş yavaş Montparnasse’a bırakır. Görsel sanatlarla uğraşan tanınmış veya umudu ve çabası olan sanatçıların içinde yaşadığı bir başka kent gibidir kahve ve barlarıyla ünlü Montparnasse. Kimi zaman zorluklar ve yoksulluk içinde bohem bir hayatın yaşandığı bir yerdir. Henri Matisse, Pablo Picasso, Guillaume Apollinaire, Fernand Leger, Marc Chagall, Max Jacob, Amedio Modigliani, Ezra Pound, Marcel Duchamp, Constantin Brancusi, Juan Gris, Diego Rivera, Alberto Giacometti, André Breton, Salvador Dali, Jean Paul Sartre, Henry Miller, Samuel Beckett, Joan Miro, Ernst Hemingway gibi sanatçılar kısa veya uzun süre burada kalırlar.

12 Şubat 2015 Perşembe

Van Gogh Kızları

Resim sanatının başta sinema ve moda olmak üzere mimari, dekorasyon, mobilya, grafik, reklam, endüstri ürünleri ve hatta gıda sektörlerinde etkilerine sıklıkla rastlıyoruz. 1937 yılında Sürrealistlerle arkadaş olan İtalyan modacı Elsa Schiaparelli, Salvador Dali ile işbirliği sonucu ipek organze ve sentetik at kılından yapılmış, ıstakoz baskılı elbise tasarlar. Kişiye özel tasarımın önemli isimlerinden Fransız moda tasarımcısı Yves Saint Laurent, Mondrian’ın beyaz, kırmızı, mavi, siyah ve sarı renk bloklarından oluşan kompozisyonunu 1965 yılında kolsuz elbise üzerine uyarlamasıyla moda ve sanat arasında bağ kurar. Sonrasında moda sektörüyle sanat arasındaki ilişkide en çok, soyutu ön plana çıkaran Hollandalı Piet Mondrian’ın zamansız ve evrensel yapıtları uygulanır hale gelir. Karl Lagerfeld, Chanel'in 2014 İlkbahar - Yaz hazır giyim defilesinde podyumu büyük bir sanat sergisi gibi düzenler. Günümüzde moda tasarımcılarının ve sanatçıların ortak projeler üzerinde çalışması yaygın bir durum artık.

Bir başka Hollandalı Vincent van Gogh da modaya esin kaynağı olan ressamlardan. Rodarte’nin 2012 Bahar koleksiyonunda Kate ve Laura Mulleavy kardeşler, Van Gogh’un ‘Yıldızlı Gece’, ‘Vazoda On İki Ayçiçeği’, ‘Ren Nehrinde Yıldızlı Bir Gece’, ‘Çiçek Açan Badem Ağacı’ gibi resimlerinden uyarlanan baskılı kıyafetlerle ressamın hayal dünyasında kaybolurlar. Resimleriyle umut aşılamak, acıları sevince dönüştürmek isteyen, ölümde bile iyi bir yan gören trajik yazgılı ressama, sarılar, maviler, lacivertler, toprak tonlarıyla; bahar dalları, ayçiçekleri, yıldızlarla; uçuşan tüller ve parlak kumaşlarla selam yollarlar. Baharda umudun ve neşenin yeniden ortaya çıkacağını göstermeye çalışırlar...

22 Ocak 2015 Perşembe

Şehzade Abdülmecid Efendi Köşkü

Aralık 2014'te Kuzguncuk gezimiz sırasında görebilme  şansı bulduğum Bağlarbaşı'ndaki ‘Koç Topluluğu Spor Kulubü’ne ait tesis arazisi içinde bulunan Abdülmecid Efendi Köşkü dış ve iç görünümüyle etkileyici. Mısır Hıdıvi İsmail Paşa'nın 1880’li yıllarda oğlu Tevfik Paşa için av köşkü olarak yaptırılan yapı, 1895’te Sultan II. Abdülhamid tarafından satın alınarak Abdülaziz'in oğlu Abdülmecid Efendi'ye (1868–1944) tahsis edilir. Şehzade Abdülmecid Efendi harem ve müştemilat binalarıyla genişletilen yapıların günümüze ulaşan selamlık bölümünü 1918 yılına kadar yazlık konut olarak kullanır. Burada özellikle Çarşamba günleri resim yaptığı bilinir. Diğer günlerde ise dönemin sanatçılarının, edebiyatçılarının ve siyasetçilerinin sık sık toplandığı bir kültür merkezine dönüşür.  200 dönüme yakın bir koru içinde yer alan ve 1903 yılında onarım gören köşkün bazı kaynaklarda mimar Alexandre Vallaury tarafından tasarlandığı belirtilir.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...