8 Kasım 2009 Pazar

Bilim ve Sanat Koruyucuları: Mesenler - 2

Avrupa’daki Ortaçağ ile Doğu’daki farklıdır. Avrupa’da bu dönemde sanat kilisenin ve dinin egemenliğindeyken Doğu sanatı, bilimi ve düşünce dünyası çok çeşitli, daha özgür ve üretkendir. Mesenler genellikle hükümdar veya yönetim çevresindendir. 1300’lü yılların başında Reşidettin tarihi metinlerden oluşan kitaplar yazdırıp resimlettirir ve dönemin hükümdarlarına gönderir. Özellikle 15. yüzyılda Bağdat, Tebriz, Herat, Şiraz, Semerkant gibi Doğu kentlerinde sanat ve zanaat işlerinin yapıldığı atölyeler bulunur. Şiraz’da Timur’un torunu İskender Sultan himayesinde çalışan sanatçılar ve astronomi ile ilgilenenler daha sonra Herat’a giderler. Herat atölyeleri 1418’lerden 1507’ye kadar süren hareketli bir sanat ortamı oluşturur. Kendisi de şiirler yazan Timurlu Hüseyin Baykara birçok nakkaş, şair ve düşünürü koruyan bir hükümdardır. 1433’den önce Gıyaseddin Baysungur Herat’ta nakkaşhane denilen atölye, işlik ve kütüphane yaptırır. Burada bir arada çalışan sanatçılar tarafından el yazma kitaplar hazırlanır, mimari ve köşk tasarımları yapılır.

Tekrar Avrupa’ya dönersek; Michelangelo Floransa’da kaldığı yıllarda Lorenzo Medici tarafından dört yıl boyunca teşvik edilir ve Medici Sarayı’nda yaşar. Onun kurduğu San Maria Sarayı bahçesindeki heykel okuluna gider. Medici’lerin anıtsal ve yalın antik heykel birikiminden yararlanır. Sonraki yıllarda aile için anıtsal eserler, Kitaplık, Medici Şapeli ve Mezarlığı meydana getiren bu inanılmaz yetenek Mediciler’den sonraki çöküntü içindeki İtalya’nın durumundan etkilenir. 16. yüzyılda Roma’da Papa mesendir. Michelangelo, Raffaello ve Tiziano Papaların verdiği siparişler sonucu önemli işler ortaya çıkarırlar. Raffaello Vatikan’da 'Raffaello Odalarını' Medici korumasındayken resimler. Michelangelo sanatçıların patrona bağımlılığını kırarak öngörüldüğü gibi değil kendi yeteneği ve tarzı doğrultusunda hareket eder ve bağımsız bir tutum da sergiler. Yeteneğine hayranlık duyulan ama uzlaşmayan kişiliği yüzünden korkulan biridir.

6 Kasım 2009 Cuma

Bilim ve Sanat Koruyucuları: Mesenler - 1

Bilim ve sanat koruyuculuğu anlamına gelen mesenlik çağlar boyunca varlığını sürdürür. Ülkelerin, toplumların ilerlemesinde büyük rol oynayan sanat, kültür, bilim gibi yüksek değerler dini, resmi ya da özel kurumlar, burjuva, tüccarlar ve üst düzey yöneticiler tarafından sağlanan imkânlarla gelişme gösterir. Sanat önceki yüzyıllarda zenginlikle bağlantılıdır. Her kesimin ulaşabileceği bir şey değildir. Bu da onu prestijli bir duruma getirir. Mesenler sanatı önemsedikleri için mi yoksa saygınlık edinmek için mi desteklerler? Sanat nesnelerine sahip olmanın ve onları üretenleri korumanın belli bir saygınlık ve hayranlık uyandırdığı doğrudur. İhtişamı artırırken gücü ve zenginliği de ifade edebilir. Sosyal, politik ve toplumsal nedenlere dayanabilir. Yine de daha çok sanatsever ve yeniliklere açık fikirli aydın kişilerin yapılan yardımdan karşılık beklemeleri yerine hayırseverliği olarak görmek mümkündür.

28 Ekim 2009 Çarşamba

Hiçlikte Bir An

Sessizlik seslerin arasındaki boşluklarsa onu fark edebilmek de ayrıcalık. Sessiz olan tüm seslerden, kargaşadan, patırtıdan uzak anlamını ve varlığını mütevazilikle iddiasız bir şekilde içinde taşır. Ses ve konuşmalar sessizliğin değerini artırır. Sessizlik istiridyenin içinde saklı inci gibidir. Evrende sessizlik var mı? Zaman, mekan kavramından soyutlanmış evrensel bir şey salt sessizlikte olsa kendi sesine sahiptir

Hayat kısa diye ne kadar çok deneyim yaşanırsa o kadar iyi midir? Her şey çok hızlı mı olmalıdır hayatta? Yavaşlık ve sakinlik uyuşukluk değildir. Sadece doğal bir akış vardır ve o da hızla yönünü bulmaz. Kadercilik ya da oluruna bırakma değil bu. Eğer her şey çok hızlıysa biraz yavaşlık ve sükunet eğer çok yavaşsa biraz daha devinim ve ivme gerekir. Zıtlıklar bazen birbirine yaklaşabilmeli ki denge sağlanabilsin. Kutuplar arasında gidip gelebilmeli. Sadece bir tarafta kalınca eksik olur.

Yaşam sorgulamaz sadece olduğu gibidir, öyle kalır. Herkes farklı değerlendirir...

18 Ekim 2009 Pazar

Hiçlik

"Manevi anlamda hiçliğin tarifi şudur; “Hiçlik, Tanrının yüceliği ve bilgisi karşısında, O’na hayranlık ve saygı duyarak, kendi küçüklüğünün farkındalığını yaşama halidir.” Hiçlikte bilginin getirdiği büyük bir tevazu da vardır. Hiçlik aynı zamanda büyük bir bilgeliktir. Ayrıca hiçlikte kendini, yerini ve haddini bilme hali de vardır. Yaşam bir sonsuzluktur. Bunu bir bilebilsek! Korkularımızdan, kontrollerimizden, kendimizi “ben” dediğimiz duygularımızdan bir kurtarabilsek! Önce kendimizi, sonra herkesi, sonuçta hiçliği sevebilsek! Hiçlik kadar küçülebilsek, o noktaya varabilsek! O zaman neler olacağını, nerelere varabileceğimizi bir görebilsek! Bunu, şimdiki halimizle bir kıyaslayabilsek, bir karşılaştırabilsek!...Tanrıya, birliğe varmanın yolu hiçlikten geçer. " Erol Yurderi

 Yazının tamamı ise şu adreste:

 http://bilgelikyolu.wordpress.com/category/ruhsal-gelisim/hiclik/

12 Ekim 2009 Pazartesi

Flâneur ve Aylaklık


Flâneur için aylaklıkla kazanılan çalışarak kazanılandan çok daha değerlidir. Breton’un ‘İnsan çalışmak zorundaysa hayatta kalmak neye yarar’ (6) sözü flâneur’a yakınlığını gösterir. Flâneur işsiz gezen biri olarak işbölümü ve uzmanlığı umursamaz. İnsanların iş peşinde koşturmalarını anlamsız bulur. “Yaşamın uğursuz zorunluluklarının çalışmayı zorla dayatıyor olmasına bir diyeceğim yok, evet de, buna inanmamın istenmesine, kendimin ya da başkalarının çalışmasının yüceltilmesine gelince, bu asla... Gece karanlığında yürüyüp de gündüz yürüyor sanmayı yeğliyorum. Çalışıp emek harcamanın hiçbir işe yaradığı yok. Herkesin yaşamının anlamını ortaya çıkarmasını bekleyebileceği olay, belki henüz rastlamadığım ancak peşi sıra giderken kendimi aradığım olay emek pahasına sağlanan bir şey değildir” (7)...

Breton Nadja’da ‘çalışmaya mahkum insana çalışmadan yakasını sıyıramadığı için acıdığını’ belirtir. Oblomov da hiçbir zaman işe giremeyen işsizlikten zevk almak istese de ve avutucu şeyler bulsa da sıkıntıdan kurtulamayan biridir. Tembel gibi işten kaçıp işsizlikte mutluluk bulmaz. Oblomov için yüz parçaya bölünmeden ruh ve vücut güçlerini belirsiz şeylerde harcamamak mutluluktur. Yazmayı boşuna kafa ve ruhu harcayıp, hayalleri, düşünceleri satmak olarak görür. Tıpkı Yusuf Atılgan’ın ‘aylak adam’ının ifade ettiği gibi; “İş avutur derdi babası. O böyle avuntu istemiyordu. Bir örnek yazılar yazmak, bir örnek dersler vermek, bir örnek çekiç sallamaktı onların iş dedikleri. Kornasını ötekilerden farklı öttüren bir şoför, çekicini başka ahenkle sallayan bir demirci bile ikinci gün kendi kendini tekrar ediyordu. Yaşamın amacı alışkanlıktı, rahatlıktı. Çoğunluk çabadan yenilikten korkuyordu. Ne kolaydı onlara uymak” (8). "Aylak olmak dünyanın en zor işiydi" (9). “Biri çıkıp yazsa. Ben? Yapamam, yaşamak varken. Ben ya ararım ya da yaşarım” (10)
...

Tamamı
Melankolik Aylak adlı yazımda.

***** Bu sayfadaki yazının tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License  


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...