Görselliğin her şeyin önüne geçtiği bir çağda yaşıyoruz. Gizemli ve hayal gücünü harekete geçiren bir yanı olsa da sesin geçicilik hissi uyandırması hüzünlü. Leonardo da Vinci resmin müzikten üstün ve kalıcı olduğunu, onun müzik gibi doğar doğmaz ölmediğini ileri sürer. Çağına göre bir düşünce. Zaten uzun süredir müzik kaydediliyor. Yine de kayıt edilen ses ya da müzik somut bir şey değil. Başlayan, biten, görülemeyen ve dokunulamayan soyut bir şey. Schopenhauer plastik sanatların sonsuzluk hissi uyandırdığını, müziğin ise duyarlılığımız üzerinde hiçbir sanatla karşılaştırılamayacak bir etki yaptığını, onda evrenin kalbinde çalışan doyumsuz istek duygusunun göründüğünü belirtir. Sahici, samimi, iç esrikliğin, heyecanın ölçüsüzce yansıdığı müzik 'geleceğin refleksleriyle titreşimler geçiriyorsa(Breton)' görünmez ama gene de çok canlı oluşuyla dionysosca coşkusallığa, duygusallığı, duyuları aşan tinselliğe ve salt müziksel öze ulaşır dinlemesi bir süreç olsa da...
1 Ağustos 2008 Cuma
26 Temmuz 2008 Cumartesi
Dört Kuşak Bir Arada Resim Heykel Sergisi
Beyoğlu İstiklal Caddesi’ndeki Yeminli Mali Müşavirler Sanat Galerisinin ikinci katında 29 Mart’ta açılan Berlin Talat Paşa Harekatı 2006, Her Yer Lozan Fotoğraf Sergisi ve Dört Kuşak Bir Arada Karma Resim, Heykel Sergisi 25 Nisan’a kadar sürecek. Geniş bir salona sahip galeride 80’nin üzerinde sanatçının çeşitli tekniklerdeki ve ebatlardaki 103 çalışmasını beraber görme imkanı bulunuyor.
Sergide resimleri ve heykelleri bulunan sanatçılar: Bedri Rahmi Eyüboğlu (1913-1975), Eren Eyüboğlu, Abidin Dino, Devrim Erbil, Cihat Aral, Alaattin Aksoy, Burhan Uygur (1940-1992), Ekrem Kahraman, Nazmi Yılmaz(1944-2004), Orhan Benli, Ali Candaş, Balaban, Faruk Cimok, Filiz Başaran, İrfan Okan, Neriman Oyman, Hakan Gürsoytırak, Fikret Öztürk, Zafer Erkan, Muharrem Pire, Serpil Yeter, Nevin İşlek, Yunus Tonkuş, Kazım Karakaya, Levent Taka, Adnan Olgun, Hamiyet Uslu, İ.Taşçıoğlu, Emre Şenoğlu, Canan Atalay, Müjde Ayan, Kaan Güner, Rıdvan Coşkun, Biles Öcal, Aydemir Atalay, Nevin Erhal, Evrim Erbek, Mehlika Baş, Şadan Bezeyiş, Fahri Sever, Yusuf Ziya Aygen, Nihal Okçetin, Turan Enginoğlu, Akif Şenoğlu, Selçuk Günay, Sabiha, Maruf, Oğuz Dinçer, Feriha Tuğran, Yücel Dönmez, Ahmet Yeşil, Basri Erdem, Şeyma, A. Onat, Halim Çeliker, M. Füsun, Halil Coşkun, L. P. Kumbul, Hamiyet Uslu, Murat Ergin, Faruk, Niyazi Toptoprak, Bünyamin Özgültekin, Umur Türker, Fatih Sarmanlı, Süha Semerci, Vural Yıldırım, Bedri Karayağmurlar, Can Keser, Türkan Göksan, Sema Tekin, Cahit Koççoban, Rasin, Barış Sarıbaş, Saadet, Özgür Oral, A.Bisen Tatlıdere, Ercan Demir, Oğuz, Şerif Günyar, Kemal Uludağ, Faruk Manici, Nihal Doğanay, Saim Dursun, Hakan Kutlu, Ayten Çağlar, Berç Toroser, Burcu Perçin, Barış Sarıbaş, Ceren Başenek...
25 Temmuz 2008 Cuma
Karışık Yaratıklar: Grifon, Sfenks, Kentauros*
Grifon
Karışık yaratıklar M.Ö. 3. binden itibaren Mezopotamya, Suriye ve Mısır sanatlarında yer alırlar. Bu yaratıklar tanrıların insan şeklinde görülmesiyle ortaya çıkmışlardır. Yeryüzü ve gökyüzünün en güçlü hayvanlarının birleşimiyle oluşurlar. Tanrısallıklarını vurgulamak için doğaüstü bir şekilde tasvir edilmişlerdir. Grifon, sanat tarihinde görülen karışık bir hayvana verilen isimdir. Aiskhylos’un ‘Prometheus’unda ve Heredot Tarihi'nde sözü geçen bu efsanevi yaratığa Yunanca’da ‘gryps’ denilir. Grifonlar Hyberboreliler ülkesinde İskitlerin elinde bulunan kutsal altınlara bekçilik ederlerdi. Oradaki tek gözlü Arimaspes bu altınları almak için grifona saldırır. Aiskhylos ‘havlamaz, uzun gagalı, kanatlı köpek’ olarak tanımladığı grifonun Apollon’un ve diğer tanrıların takipçileri olduğunu yazar. Cteias’a göre kırmızı göğüslü, siyah kuştüylü grifonlar, Hindistan dağları üzerinde bulunan saklı hazineyi koruyorlardı. Ayrıca grifon Yunanca’da Nemesis’le birleştirilmiş ve Dionysos’un şarap çanağının muhafızı gibi görülmüştür...
23 Temmuz 2008 Çarşamba
Kibir
Kendini beğenme*, kendini başkalarından üstün görme ve gösterme yani kibir tüm dinlerde en büyük günahlardan biri olarak kabul edilir. Hatta en üst sırada yer alır. İyiliklere engeldir. Şeytanın özelliğidir. Kibirli kişi kendi güçsüzlüğünü, yetersizliğini, güvensizliğini ve kompleksini bastırabilmek için sürekli kendiyle ve yaptığı şeylerle abartılı bir şekilde övünür. Egosunun ve nefsinin esiridir. Her şeyi ilk önce o yapar! O ne yaparsa en iyisidir! Onun seçtikleri en güzeldir! Onun yaşam şekli ve davranışları en doğrudur! Herkes herşeyi ondan görür de yapar! Başkaları hiçbir şeyden anlamaz! Onların anlattıklarıyla ilgilenmez görünür ve dinlemez. Herkes aptal bir o akıllıdır! Kendini öncü, avangard sanır. Oysa her şey daha önce yapılmıştır. Bu gerçeği unutur ya da bilgisizliğinden farkında değildir. Başkalarını değil sadece kendini kandırabilir. Diğer insanların özelliklerini kıskanır. Karşısındakini kötü hissettirmeye çalışır, onun iyi yönlerinden bahsetmez. İğneleyici sözlerle yılan gibi ısırmak hoşuna gider. Snob'luğunun kendisini ne kadar itici ve tahammül edilemez biri yaptığını fark etmez. Kendisi gibi olamayan veya yaşayamayan başkaları "zavallıdır, onlara yazıktır"! Kendi değersizliğinin üstünü örtmek için başkalarına acır. Belki de bir sebepten "yazık" dediği kişi de başka bir sebepten onun için üzülüyordur ama incitmemek için bunu dile getirmiyordur. Birisi için 'yazık' diyen veya 'zavallı' olduğunu sanan kişi kendisini ondan üstün görür. Farklı görünümlerde, farklı dinlerde, farklı milletlerde, farklı koşullarda da olsa her insan eşittir ve aynı haklara sahiptir.
20 Temmuz 2008 Pazar
Melankolik Aylak
'... için yaşıyorum' sözünde boşluğu doldurabilecek kelime bulunsa, düşünceler, gözlemler ve duygular bu yöne aktarılabilse belki ‘memnunum’ denilen ama genellikle tarif edilemez bir hiçlik içindeki durumdan çıkılabilir. Eskilerin deyimiyle ‘bir baltaya sap olamamak’ önemsenmese de alışılan bu tür sözler bazen sızlatıcı olur. 19. yüzyılda kente bugünkü görünümünü veren Baron Haussmann’ın Paris’inde görülen, Baudelaire’in sözünü ettiği* olayları uzaktan gözlemleyen kişi anlamına gelen flâneur olmayı düşlemek -aslında bir anlamda da öyle olmak- 21. yüzyılda, modern zamanlarda...
İşsiz güçsüz gezen bu avare adam tipi -ki pek tercih edilecek bir tip değil- kentte yürüyerek dolaşır ve neler olup bittiğini inceler. Flâneur aynı zamanda gezip gördüklerini düşünen, değerlendiren, tanık olduğu olayları ve anları farklı açılardan ele alan, bakışını geniş tutarak yeni açılımlar yaratan, kentin içinde tam da bir kentli gibi durabilen ama doğanın sunduklarına da kendini bırakabilen, kendi dışındaki görüş ve fikirlere de kapısını kapatmayan ama bildiğinden şaşmayan ve kaçınılmaz olarak yalnız biridir. Yaşantısı, konumu, sosyal ve ekonomik kimliği belirsiz olan** herhangi bir politik görüşü ve çalışması olmayan, hakkında fazla bilgi sahibi olunmayan melankolik düşünür, bağımsız kent gezgini bu tutumuyla -yaşadıkları ve seçimleriyle- Dada’daki gibi bir sanat eserine dönüşür. Dada hareketinde üreten kişinin ve üretilen eserin yüceltildiği bir sanat anlayışı yoktur; sanatın hayat pratiğine yakınlığı ve hayatla birleştirilmesi söz konusudur. Avangardlar sanat kurumuna dolayısıyla yaratılan somut sanat nesnesine ve bireysel tutumlara karşı olduğu için olumsuzlarken seçilenlerin tarihsel gelişim içinde sanat eseri olarak nitelenmesi çelişkidir. “Sanatı olumsuzlama çabaları üreticilerinin niyetlerinden bağımsız bir biçimde eser niteliği kazanan sanatsal gösteriler haline gelir” (1). Yine de sanat alanında etkileri göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür. Flâneur ise üretimde bulunmasa da bireyseldir ve özneldir. Zaten Dadacılar ya da diğer avangardlar gibi kaygılar taşımaz. Herhangi bir şeye karşı tavır geliştirmez. Her türlü dayatmadan ve kuraldan uzaktır. İddiasızdır, sadece kendisidir ve öyle kalır.
İşsiz güçsüz gezen bu avare adam tipi -ki pek tercih edilecek bir tip değil- kentte yürüyerek dolaşır ve neler olup bittiğini inceler. Flâneur aynı zamanda gezip gördüklerini düşünen, değerlendiren, tanık olduğu olayları ve anları farklı açılardan ele alan, bakışını geniş tutarak yeni açılımlar yaratan, kentin içinde tam da bir kentli gibi durabilen ama doğanın sunduklarına da kendini bırakabilen, kendi dışındaki görüş ve fikirlere de kapısını kapatmayan ama bildiğinden şaşmayan ve kaçınılmaz olarak yalnız biridir. Yaşantısı, konumu, sosyal ve ekonomik kimliği belirsiz olan** herhangi bir politik görüşü ve çalışması olmayan, hakkında fazla bilgi sahibi olunmayan melankolik düşünür, bağımsız kent gezgini bu tutumuyla -yaşadıkları ve seçimleriyle- Dada’daki gibi bir sanat eserine dönüşür. Dada hareketinde üreten kişinin ve üretilen eserin yüceltildiği bir sanat anlayışı yoktur; sanatın hayat pratiğine yakınlığı ve hayatla birleştirilmesi söz konusudur. Avangardlar sanat kurumuna dolayısıyla yaratılan somut sanat nesnesine ve bireysel tutumlara karşı olduğu için olumsuzlarken seçilenlerin tarihsel gelişim içinde sanat eseri olarak nitelenmesi çelişkidir. “Sanatı olumsuzlama çabaları üreticilerinin niyetlerinden bağımsız bir biçimde eser niteliği kazanan sanatsal gösteriler haline gelir” (1). Yine de sanat alanında etkileri göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür. Flâneur ise üretimde bulunmasa da bireyseldir ve özneldir. Zaten Dadacılar ya da diğer avangardlar gibi kaygılar taşımaz. Herhangi bir şeye karşı tavır geliştirmez. Her türlü dayatmadan ve kuraldan uzaktır. İddiasızdır, sadece kendisidir ve öyle kalır.
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)