Japonya’da
675 yıl boyunca askeri bir yönetim olan ve babadan oğula geçen
Şogunluk hüküm sürer. 1867’de feodal rejim son bulur ve bütün hâkimiyet
imparatorun olur. Başkent Kyoto’dan Tokyo’ya taşınır. 1603-1868 yılları
arası Edo veya Tokugawa döneminde Tokugawa ailesi Japonya’yı dünyadan
soyutlayarak şogun kurallarını uygular. Japonya’nın kapılarını Batıya
kapadığı bu dönemde Hokusai Fransa ve Hollanda’dan gravürler getirtip
Avrupa sanatını araştırır. Gölgelendirme, perspektif, hacimlendirme,
renklendirme öğrenerek ‘Ukiyo-e’ tarzına uygular ve Japon sanatına
farklı bir canlılık katar.
Tokyo’da el sanatçıları ve tüccarlardan oluşan yeni bir burjuva sınıfı ortaya çıkar. Konfüçyüsçü toplumsal değerlerin ve feodalitenin egemen olduğu zaman diliminde üretilen Japon ahşap baskılara yüzen veya geçici dünya anlamındaki ‘Ukiyo-e’ denir. Bu resimlerde çoğunlukla sıradan yaşamın sorumluluklarından kurtulmuş kısa güzel anlar, erotik sahneler, fahişeler, geyşalar, aktörler, sumo güreşçileri, efsaneler, tiyatro aktörleri vb. gibi konular, servet ve gösteriş yapan elit kesimin popüler eğlenceleri, zevkleri, moda ve nesnelerin estetik nitelikleri tercih edilir. İlk zamanlar sadece siyah mürekkeple tek renk baskılar yapılırken 18. yüzyıldan sonra renkli baskı tekniği uygulanır. Dönemin önde gelen Ukiyo-e sanatçıları: zarif kadın çizimleriyle Utamaro, Hokusai, romantik ve duygusal manzaralarıyla Hiroshige ve Kabuki aktörleri resimleriyle Sharaku’dur. Utamaro kuşları ve çiçekleri kitap illüstrasyonlarında kullanır ancak Hokusai’de bu motifler (kachô-e) gravürlerin (1833-1834) belli başlı konularından biri olur. Ukiyo-e baskılarında alışılmadık ve beklenmedik anlar, karmaşık ve kıvrımlı çizgiler, gelişkin renk duygusu, doğa ve kadın güzelliğine duyulan sevgi ustalıkla, gündelik yaşam ve manzara yüksek anlatım gücüyle aktarılır...