18. yüzyılın sonlarından 19. yüzyılın ortalarına kadar süren ve edebiyatta, felsefede,
sanatta, müzikte görülen Romantizmde yaratıcılık ve bireysellik vurgulanır. Uzak ve ulaşılmaz olanın özlemini duyan Romantikleri gece, alacakaranlık, düşler, doğa, eski uygarlıklardan kalıntılar ve doğaüstü şeyler çeker.
Gerçeklikten, toplumsal sorunlardan kaçarak geçmişe, kasvetli,
esrarengiz ve gizemli olana* ilgi gösterirler. Özgürlük, yalnızlık, tinsellik, duygular, içe yönelme ve sezgiler önemsenir. Doğa ve insan kaynaşır. Romantik kişi bireyseldir,
dâhilere özgü bir tembelliğe sahiptir, kendi varlığında kendini uyumsuz,
aykırı biri olarak duyumsar. Duygular ile gerçek dünya arasındaki fark
büyüktür. Bütün bu özelliklerden dolayı romantiklerin pek çoğu
melankoliktir ve genç yaşta genellikle veremden ölürken bazıları da
intihar eder.
Genç dehalardan Novalis gecenin gündüze üstünlüğünden, gizemli karanlıkların ayartıcılığından söz eder. Novalis’e göre: Gizemli yol içe açılandır. Doğa uçsuz bucaksız bir simgedir. Evren insanın içindedir ve insan evrenin sırlarını çözmek için kendine yönelmelidir. İngiliz şair Shelley evrenin ruhu olduğuna inanır. Kederli Alman şair Hölderlin’in şiirlerinde doğaya övgü vardır ve doğanın insanı içinde bulunduğu kuşkulardan, çaresizlik hissinden kurtaracağı belirtilir. Çağın hüznünü yansıtan Chateaubriand kurulu düzeni yadsır. Çalışmalarında yaşama duyduğu kini ve umutsuzluğunu işler. Başka bir romantik Lamartine'in şiirlerinde ise hiçlik ve boşluk duygusu egemendir. Hayatının son dönemlerinde öncekine oranla daha acı bir kederle yazılmış içe kapanık ve dağınık şiirleri vardır. Romantiklerin en yalnızı Gérard de Nerval'dır (1808–1855). Bilgilerinin aşırılığından beynine fazla yüklenme olan ve mistik hezeyan krizlerinin ardından sekiz ay tımarhanede kalan Nerval bu dönemden sonra simyacılığa, parapsikolojiye, metafiziğe, mitolojiye ilgi gösterip bu konuları araştırır. İmkânsız aşkına kavuşamaması hastalığını ilerletir...
Genç dehalardan Novalis gecenin gündüze üstünlüğünden, gizemli karanlıkların ayartıcılığından söz eder. Novalis’e göre: Gizemli yol içe açılandır. Doğa uçsuz bucaksız bir simgedir. Evren insanın içindedir ve insan evrenin sırlarını çözmek için kendine yönelmelidir. İngiliz şair Shelley evrenin ruhu olduğuna inanır. Kederli Alman şair Hölderlin’in şiirlerinde doğaya övgü vardır ve doğanın insanı içinde bulunduğu kuşkulardan, çaresizlik hissinden kurtaracağı belirtilir. Çağın hüznünü yansıtan Chateaubriand kurulu düzeni yadsır. Çalışmalarında yaşama duyduğu kini ve umutsuzluğunu işler. Başka bir romantik Lamartine'in şiirlerinde ise hiçlik ve boşluk duygusu egemendir. Hayatının son dönemlerinde öncekine oranla daha acı bir kederle yazılmış içe kapanık ve dağınık şiirleri vardır. Romantiklerin en yalnızı Gérard de Nerval'dır (1808–1855). Bilgilerinin aşırılığından beynine fazla yüklenme olan ve mistik hezeyan krizlerinin ardından sekiz ay tımarhanede kalan Nerval bu dönemden sonra simyacılığa, parapsikolojiye, metafiziğe, mitolojiye ilgi gösterip bu konuları araştırır. İmkânsız aşkına kavuşamaması hastalığını ilerletir...
1846 yılında Paris Dünya Fuarı’ndan sonra saray sanatı olan ve akla hitap
eden Klâsisizm yerini coşkuyu, duyguları ön plâna çıkaran Romantizm’e bırakır. J. M. William Turner ve Constable ile İngiltere, Caspar David Friedrich ile Almanya
gibi ülkelerde manzara ağırlıklı olarak görülen ve edebiyat alanında da
etkili olan bu akım aslında Fransız resminde 1819’da Théodore
Géricault’nun 'Méduse’ün Salı' ile başlamış kabul edilir. Géricault
ayrıntılarda gerçekçi olsa da ışığı kullanışıyla, heyecanı verişiyle,
hareketli, dehşet ve çılgınlık sahneleriyle Romantizm’in
temsilcilerindendir. Fransa’da toplumsal değişimler ve kent yaşantısının
problemleri sanatçılarda ve aydınlarda çevrelerinden uzaklaşma isteği
doğurur. Bu kaçış özlemdir ve Romatizmin de özüdür.
Romantiklerin pek çoğu gibi Caspar David
Friedrich de melankolik bir yapıya ve resimlerine de yansıyan ölüm duygusuna
sahiptir. Doğanın
tinselliğini sık sık en melankolik durumunda gösterir. Friedrich
doğanın kutsal olduğuna ve bunun doğanın her görünümünde –ağaçta, dağda,
denizde, gökyüzünde- dile geldiğine inanır. Resimlerindeki
figürler ıssız ve gösterişli manzaralar içinde yalnızlıktan kurtulup doğanın sonsuzluğuna yönelerek ruhlarını keşfederler ve kutsallığı
hissederler.
Romantik ressam içinden geldiği gibi çizer, düzeltme yapmaz, güncel konulardan yararlanır, kendine göre yorumlar, heyecanlandığı şeyi belli eder, iç dünyayı yansıtır. Charles Baudelaire’e göre Romantizm ve modern sanat aynı şeydir: sanatların içerdiği tüm araçlarla ifade edilen içtenlik, tinsellik, renk, sonsuza duyulan özlem. Duyguları ön plana çıkaran, portre ustası olan, kalabalık figürlü genellikle oryantalist konular işleyen ve saf renkler kullanan Eugéne Delacroix, Baudelaire’in övgüyle söz ettiği romantik ressamdır. Manevi acı, ağır melankoli, kasvetli ışıkla parlayan renkler, çökmüş figürler... Dante’nin Kayığı, Aslan Avı, Sardanapel’in Ölümü, Cezayirli Kadınlar, 1830 Devrimi, Sakız Katliamı, Chopen Portresi bu üslûbunu yansıtan resimlerdendir.
İspanyol ressam Francisco de Goya (1746 - 1828) resim öğrenmeye çok küçük yaşta başlar. Roma'da İtalyan sanatını inceler. Halk arasında yaşar ve Fransız - İspanyol savaşına katılır. Halk, saray ve gündelik yaşam sahnelerini konu olarak seçer. Resimlerinde ve taşbaskılarında toplumsal olaylar, acımasızlık, savaşların kötülüğü ve yıkımları ürkütücü bir görünümdedir. Goya hayatının son yıllarında karabasanları, hayallerini, korkularını çizer ve bu çalışmalarıyla resim sanatının gelişmesine katkı sağlar. Sanatçı içsel görüntülerini kağıda veya tuvale yansıtır. Gizemli yaratıklar, büyücü kadınlar, karaltılar, dehşetli ve gülünç olaylar kara bir romantizme dönüşür.
*Düşler ve peri masalları sisin çocuklarıdır (Baudelaire).
19. Yüzyıl Melankolikleri: Romantikler (1)
19. Yüzyıl Melankolikleri: Sembolistler (2)
Romantik ressam içinden geldiği gibi çizer, düzeltme yapmaz, güncel konulardan yararlanır, kendine göre yorumlar, heyecanlandığı şeyi belli eder, iç dünyayı yansıtır. Charles Baudelaire’e göre Romantizm ve modern sanat aynı şeydir: sanatların içerdiği tüm araçlarla ifade edilen içtenlik, tinsellik, renk, sonsuza duyulan özlem. Duyguları ön plana çıkaran, portre ustası olan, kalabalık figürlü genellikle oryantalist konular işleyen ve saf renkler kullanan Eugéne Delacroix, Baudelaire’in övgüyle söz ettiği romantik ressamdır. Manevi acı, ağır melankoli, kasvetli ışıkla parlayan renkler, çökmüş figürler... Dante’nin Kayığı, Aslan Avı, Sardanapel’in Ölümü, Cezayirli Kadınlar, 1830 Devrimi, Sakız Katliamı, Chopen Portresi bu üslûbunu yansıtan resimlerdendir.
İspanyol ressam Francisco de Goya (1746 - 1828) resim öğrenmeye çok küçük yaşta başlar. Roma'da İtalyan sanatını inceler. Halk arasında yaşar ve Fransız - İspanyol savaşına katılır. Halk, saray ve gündelik yaşam sahnelerini konu olarak seçer. Resimlerinde ve taşbaskılarında toplumsal olaylar, acımasızlık, savaşların kötülüğü ve yıkımları ürkütücü bir görünümdedir. Goya hayatının son yıllarında karabasanları, hayallerini, korkularını çizer ve bu çalışmalarıyla resim sanatının gelişmesine katkı sağlar. Sanatçı içsel görüntülerini kağıda veya tuvale yansıtır. Gizemli yaratıklar, büyücü kadınlar, karaltılar, dehşetli ve gülünç olaylar kara bir romantizme dönüşür.
*Düşler ve peri masalları sisin çocuklarıdır (Baudelaire).
19. Yüzyıl Melankolikleri: Romantikler (1)
19. Yüzyıl Melankolikleri: Sembolistler (2)
*****Bu
sayfadaki yazının ve fotoğrafların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak
gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek
alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.
0 comments :
Yorum Gönder