3 Ekim 2013 Perşembe
Anish Kapoor'un Boşlukları
20 Eylül 2013 Cuma
13. İstanbul Bienali
Tophane'de Antrepo 3 nolu binada 20 Ekim'e kadar ücretsiz gezilebilen 13. İstanbul Bienali'nde Fulya Erdemci küratörlüğünde, Lale Müldür'ün 'Anne ben barbar mıyım?' kitabından alınan başlık altında kamusal alan, kamusallık ve sanat ilişkisi üzerinde duruluyor. Toplumda baskı altında olanlara odaklanılıp, sanatla protesto ve sanatın gerçek hayatın içinde olduğu gündeme geliyor. Aslında önceden planlandığı gibi bu etkinlik kamusal alanda yapılsaydı daha çok anlam bulacaktı ama Gezi Parkı protestoları sonrası açık alanlar yerine kapalı olanlar tercih edildi. Bienal'in diğer mekanları: Galata Özel Rum İlköğretim Okulu, ARTER, Salt Beyoğlu, 5533. Bu mekanlarda 88 yerli ve yabancı sanatçının video, yerleştirme, desen, fotoğraf, ses, tuval ve teknik olanaklardan da yararlanıp çok çeşitli malzemelerle oluşturdukları çalışmalarını görebilmek mümkün...
14 Eylül 2013 Cumartesi
Rönesans'ta Sanat Koruyucuları
Din
karşısında aklın egemenliğinin görüldüğü Rönesans’ta dini konulu sanat
eserleri yapılmakla birlikte sanatçılar daha özgürdür. Hümanizmin,
bireyselliğin ve doğanın önem kazandığı, Antik Çağ’a ilginin arttığı,
arayışlar ve keşifler içindeki bu dönemde kiliseden başka sanat
koruyucuları arasına zengin tüccarlar da (örn. Alberti’nin saray
tasarladığı Giovanni Rucellai, Palla Strozzi) katılır. Ticaretle
zenginleşen bu aileler sanatçılara büstlerini, gerçekçi portrelerini,
mimarlara evlerini yaptırırlar. Ayrıca dini konulardaki kompozisyonların
içinde sanat patronlarının tasvirleri de yer alır. En bilinenlerden
biri İtalyan Rönesans sanatının gelişimine katkıları olan banker
Medici’lerdir. 15. yüzyılda Avrupa’nın en zengin kentlerinden olan
Floransa şehir devletinin başında bulunan ve Platon Akademisi’ni kuran
Cosimo Medici sanata ve sanatçılara kapısını açan entelektüel bir
yöneticidir. Onun girişimiyle bazı ressamların atölyelerinde din dışı
konulu yeni kitaplar resimlenir. Medici kütüphanesi değerli belgelerle
zenginleşir. Ekonomide, politikada ve sanatta söz sahibi Cosimo’nun
ölümünden sonra ailenin diğer üyeleri de birkaç kuşak mesenliği
sürdürür.
20 Ağustos 2013 Salı
20 Temmuz 2013 Cumartesi
Fikret Mualla'nın Ölümünün 46. yılı
İnsanın
yaşamındaki doğum ve ölüm arasındaki süreci sadece hüzünle ya da sadece
mutlulukla sınırlamak yetersiz bir yaklaşım olur. Hayat, acılarla ve
sevinçlerle; doğrularla ve yanlışlarla; adaletle ve adaletsizlikle bir
bütün. Zaman içinde biri ön plana çıksa da yerini diğerine bırakabilir.
Sanatçılar, şairler, filozoflar, müzisyenler için durum biraz daha
farklı. Fikret Muallâ Saygı (1903, Moda – 20 Temmuz 1967, Reillanne) için kısa
süreli mutluluk uzun süreli cefa gibi görünüyor. Onunla ilgili ilk göze
çarpanlar: bohem* ve trajik bir hayat, kültür ve sanat başkenti
Paris’teki ekonomik sıkıntıları, Picasso ile tanışması, deli ve alkolik
olarak bilinmesi, dostlarının desteğine rağmen toplumdan kopuşuna ve
gönüllü yalnızlığına eşlik eden içkisi ve fırçası… Van Gogh gibi
acılarını resimle tedavi eden, yaşantısındaki zorlukları üretkenliğe
dönüştüren, herhangi bir sanatsal hareket içinde yer almayan, kişisel
özgürlükleri savunan, benzersiz ve içten çalışmaları kendi gerçekliğiyle
var olan bağımsız bir sanatçı...
12 Temmuz 2013 Cuma
Story Of Stuff
Kendimizin ve gelecekteki nesillerin sağlıklı ve mutlu yaşaması için: Mecbur kalmadıkça AVM'ye gitmeyelim ve alışveriş yapmayalım. Tüketim çılgınlığının bizi esir almasına izin vermeyelim. Reklamlara, medyanın yönlendirmesine kanmayalım. Dünyanın kaynaklarının harcanmasına, doğanın katledilmesine katkıda bulunmayalım. İşlenmiş, paketlenmiş ve raf ömrü uzun besinlerden uzak duralım. Doğal olana ulaşmaya çalışalım. Bir ürün veya eşya işlevini yerine getiremeyecek duruma gelmeden yenisini edinmeyelim. Wabi Sabi felsefesini benimseyelim :). En önemlisi farkında olalım. Geç olmadan daha çok kişinin anlamasını, görmesini sağlayalım... Biraz düşünerek siz de bu listeye çok fazla şey ekleyebilirsiniz.
5 Temmuz 2013 Cuma
Surname-i Hümayun
1582 tarihli ‘Surname-i Hümayun’da III. Murat’ın oğlu Şehzade Mehmet’in
sünnet töreni ve eğlenceleri anlatılır. Ana düşünceyi oluşturan, sanatçı
kişiliğiyle resimler arasında uyum sağlayan Nakkaş Osman ve onun
yönetimindeki atölyesi, 52 gün ve gece süren bu şenliğin zenginliğini,
gösterilerini, bütün detaylarıyla, 34 x 22,5 cm boyutunda, tam sayfa 250
minyatürde resmeder. Günümüze, karşılıklı sayfalar üzerinde 215
kompozisyon gelmiştir. Eski adıyla Atmeydanı, bugünkü adıyla
Sultanahmet’te, şehzadelerin en önemli töreninde, saray çevresi ve
yabancı konuklar için köşkler ve çadırlar kurulur. Kadınlar için
tahtadan cumbalı bölümler yapılır. Görkemli şenlikler sırasında dönme
dolaplar, atlıkarıncalar, salıncaklar, kuklalar, ip cambazları,
oyuncular, çalgıcılar, hokkabazlar ve arabalar getirilir. Gece gündüz
açık tutulan dükkânlar süslenir, halka sürekli yemek sunulur. İki yüzden
fazla esnaf loncası, mesleklerini, hünerlerini araba üzerinde
sergileyerek geçer. Gösteri yapan figürler halkın içinden Sultan’a doğru
ilerlerler. Boğazdaki bütün evler aydınlatılır, havai fişekler atılır,
denizde gemiler yüzdürülür.
26 Haziran 2013 Çarşamba
Ayasofya Mozaikleri
Roma imparatoru I. Konstantin’in (306-337) eski bir Yunan ticaret kenti olan Byzantion’u 330 yılında Konstantinopolis adıyla başkent ilan etmesiyle 1000
yıldan fazla sürecek Bizans* İmparatorluğu’nun da temelleri atılır. Aynı
yıllarda hıristiyanlık da yaygınlaşır. İstanbul’u saldırılardan korumak için
yüksek kulelerle çevrili kara ve deniz surları inşa edilir. 1453 yılında Fatih
Sultan Mehmet’in kenti fethetmesiyle Bizans İmparatorluğu son bulur. Bizans Sanatı’nda Roma geleneği sürmekle birlikte Helenistik kültür ve hıristiyanlık belirleyici unsurlardır. Saraylar,
kiliseler, martyrionlar, su kemerleri, sarnıçlar, anıtlar, konutlar;
minyatürler, mozaikler, freskler, ikonalar; heykeller, kabartmalar, litürjik
eşyalar, fildişi ve madeni eserler bu anlayışlara uygundur. Zamanla doğu
sanatının etkileriyle üslupta farklılaşmalar da gözlenir.
27 Mayıs 2013 Pazartesi
İstanbul ve Taşra
İstanbul ile ilgili yazımdan bir bölüm: "...Doğduğum, büyüdüğüm, yaşadığım; keşfedebilecek farklı sokakları olan,
karmaşık, monotonluktan uzak, büyülü, esrarengiz, tarihinden
ve sanatından kopmadan geleceğe ulaşmaya çalışan ve tam anlamıyla
yaşayan bu kentte ömür tüketmekten memnunum. Kısa süreli uzaklaşmalar
iyi geliyor ama döneceğim yer yine İstanbul. Bir de Konstantinos
Kavafis'in çok güzel ifade ettiği gibi "gidip gidebileceğim tek yer"de
bu kent..."
Osmanlı'da İstanbul merkez, onun dışında her yer taşra olarak algılanıyordu.* Taşra büyük şehrin imkanlarından yoksundur, muhafazakardır, yeniliklere açık değildir veya geç adapte olur. Merkez tarafından ihmal edilmişliğin hüznünü taşır. Genç biri için geleneği, yavaşlığı, ağır ve basık bir havayı, geçmişi, tekdüzeliği, bağımlılığı, sakinliği, sonsuz bir cansıkıntısını ve yaşlı olanı temsil eder. Kasabalı genç başka imkanların olduğunu bilir. Dünyasını genişletmek, özgürleşmek, baskıdan, kasvetten ve kısır döngüden kurtulmak ister. Bir şekilde yaşadığı yerden göç etmeyi hayal eder. İstanbul imkanlar dünyasına açılan bir kapıdır. Nuri Bilge Ceylan'ın 'Kasaba' ve 'Mayıs Sıkıntısı' filmlerinde Anadolu kasabasında doğa içinde geçen hayatlar yalın bir şekilde ele alınır. 'Uzak' filminde ise kasabadan İstanbul'a kuzeninin yanına gelen kişinin köklerinden uzaklaşma isteği, umutları ve kırgınlıkları İstanbul görünümleriyle anlam kazanır...
Osmanlı'da İstanbul merkez, onun dışında her yer taşra olarak algılanıyordu.* Taşra büyük şehrin imkanlarından yoksundur, muhafazakardır, yeniliklere açık değildir veya geç adapte olur. Merkez tarafından ihmal edilmişliğin hüznünü taşır. Genç biri için geleneği, yavaşlığı, ağır ve basık bir havayı, geçmişi, tekdüzeliği, bağımlılığı, sakinliği, sonsuz bir cansıkıntısını ve yaşlı olanı temsil eder. Kasabalı genç başka imkanların olduğunu bilir. Dünyasını genişletmek, özgürleşmek, baskıdan, kasvetten ve kısır döngüden kurtulmak ister. Bir şekilde yaşadığı yerden göç etmeyi hayal eder. İstanbul imkanlar dünyasına açılan bir kapıdır. Nuri Bilge Ceylan'ın 'Kasaba' ve 'Mayıs Sıkıntısı' filmlerinde Anadolu kasabasında doğa içinde geçen hayatlar yalın bir şekilde ele alınır. 'Uzak' filminde ise kasabadan İstanbul'a kuzeninin yanına gelen kişinin köklerinden uzaklaşma isteği, umutları ve kırgınlıkları İstanbul görünümleriyle anlam kazanır...
7 Mayıs 2013 Salı
De Stijl Mobilya Tasarımı
Theo van Doesburgs, Ağaç, 1916 |
Grubun
teorilerini yaymak için aracı olan De Stijl dergisindeki yazısında
sanatla yaşamın ayrı alanlar olmadığını anlamak gerektiğinden bahseder.
Bu dergide ressamlar, mimarlar, heykeltıraşlar düşüncelerini,
manifestolarını ve yeni modern sanatı anlatan yazılar kaleme alırlar.
Mondrian ‘Resim Sanatında Yeni Biçimlendirmeler’ adlı yazısında günün
medeni insanının yaşamının giderek doğadan uzaklaşıp soyuta dönüştüğünü,
sanatın da bu duruma ayak uydurarak natüralistin yerini soyuta
bırakacağını öngörür. Düşünce düzeyine aktarılan karşıtlıklar dikey ve
yatayla görselleşir. Dikeyler nesneli, düşünseli ve erkeği; yataylar
özneli, somutu ve dişiyi temsil eder. Grubun diğer üyeleri ressam Vilmos
Huszár, Bart van der Leck, mimar Jacobus Johannes Pieter Oud, Jan Wils,
Robert van't Hoff, şair Wim Kok, heykeltıraş Georges Vantongerloo’dur.
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)