8 Ocak 2009 Perşembe
Beylerbeyi Sarayı Cephe Süslemelerinde Batı ve Doğu Etkileri
5 Ocak 2009 Pazartesi
Beylerbeyi Sarayı Cephe Süslemeleri
Beylerbeyi Sarayı cephe süslemeleri açısından 19. yüzyılın diğer Osmanlı saray ve
kasırlarından daha sade bir görünüme sahiptir. Ana yapının cephelerinde
iç mekanın tersine ağırlıklı olarak batı tarzları hakimdir.
1. Selamlık Girişi Cephesi: Sarayın
Selamlık tarafının önünde Avrupa barok saraylarının bahçelerinin
tarzında düzenlenmiş simetrik ve havuzlu bir bahçe yer alır. Bahçedeki
oval havuzun etrafında mermer aslan heykelleri vardır. “İki katlı olan sarayın cephesi Fransız barok saraylarından esinlenerek düzenlenmiştir” (1).
Öne doğru çıkıntı oluşturan bölüm Barok yapılara özgüdür ve
hareketlilik getirir. Selamlık cephesinin çıkıntılı giriş bölümünün iki
katında da aynı tarz mimari öğelere yer verilmiştir. Ortada üçlü,
yuvarlak kemerli pencereler varken alt katta ortadaki pencere giriş
olarak kullanılır. Üçlü pencere guruplaması Neo-klasik yapıların
özelliklerindendir. Bu pencerelerin iki yanında daha küçük boyutlu birer
dikdörtgen pencere yer alır. Pencereler arasında alçak bir podyum
üzerinde yükselen ve öne doğru çıkıntı oluşturan korint başlıklı
sütunların yivleri antik mimarideki örneklerinden farklıdır...
20 Aralık 2008 Cumartesi
Olası dünyaların ressamı Paul Klee
1879-1940 yılları arasında yaşamış olan İsviçreli ressam Paul Klee, 20. yüzyılın ilk
yarısında modern sanatın önemli temsilcilerinden biridir. Müzisyen bir anne ve
babanın oğludur. Keman çalan, şiir ve kısa öyküler yazan sanatçı Bern’de
öğrenim görür ve 1898’de diplomasını alır. 1900 yılında Münih Akademisi’ne
kayıt olur ama orada resim yapmayı öğrenemediğini belirtir. Birkaç ay İtalya’da
kalır ve çalışmalarda bulunur. 'Komedyen 2', 'Dağın Kötümser Alegorisi' ilk
dönem resimlerindendir. 1906 yılında evlenip Münih’e yerleşir. 1907’de bir oğlu
olur ve mutlu bir aile yaşantısı sürdürür. Keman çalmaya devam ederken bir
yandan da 1910’da ve 1911‘de İsviçre’de ve Münih’de sergiler düzenler. Wassily
Kandisnky, Franz Marc ve diğer avangardlarla yakınlık kurar. Ekspresyonist
anlayışta resimler yapan sanatçıların yer aldığı Der Blaue Reiter -Mavi Atlı- grubunun ikinci sergisine katılır. 1912’deki Paris seyahatinde Kübist deneylerden etkilenir. İki yıl sonra Tunus’a
yaptığı gezinin ardından resimlerini renk kütleleriyle kurarak ritimli ve
şiirsel bir anlatıma ulaşır. 1916 yılında orduya katılan sanatçı 1. Dünya
Savaşı sırasında da resim yapmaya devam eder ve sergiler açar. 'Mavi Ay',
'Çatı' gibi geometrik, renkli, şiirsel ve evrensel manzaralar yapar. Savaş
sonrası yağlıboya çalışmalara ağırlık verir. Bu resimleri hiyeroglifi andıran motiflerle
zenginleştirir. 1920’den sonra yüzden fazla resmi bir retrospektif kapsamında
sergilenir. Bu ticari başarısını artırır ve ona ün kazandırır.
16 Aralık 2008 Salı
Kaba Oyalanmalar
Sonbaharla ve kışla ilgili daha önce ne yazmışım? Tadını çıkarmak konusunda şimdi ne hissediyorum? Hüzün. Kış hüznüne kapıldım. Masumiyet Müzesi'ni okuyorum. 340. sayfadayım. Kitap çıktıktan sonra hakkında çok yorum yapıldı. Nedense köşe yazarları bir yarış halindeydi. Ondan bahsetmeyen yoktu tıpkı Issız Adam filmi gibi. Masumiyet Müzesi'ndeki Kemal'in aşkı Issız Adam'daki Alper'in aşkından daha içe işleyici ve buruk. Orhan pamuk'un en sevdiğim kitabı 'İstanbul, Hatıralar ve Şehir' di. Hem o kitapta hem de son kitabında Nerval'den söz etmesi ve istanbul ile melankolinin birleşmesi de bunda etken olabilir:
"Nerval istanbul'a geldiği zaman 35 yaşındaydı. 12 yıl sonra kendisini Paris'te asmasına yol açacak melankoli buhranlarından ilkini iki yıl önce geçirmiş ve bir süreliğine tımarhanede yatmıştı. Bütün hayatını belirleyecek karşılıksız bir aşkla sevdiği tiyatro oyuncusu jenny colon da altı ay önce ölmüştü. Nerval, Mısır - Kahire, İskenderiye - Suriye, Kıbrıs, Rodos, İzmir ve İstanbul'dan geçecek 'Doğu Yolculuğu'na bu acılarla birlikte tabi ki Chateaubriand, Lamartine ve Hugo ile Fransız edebiyatında bir gelenek olmaya başlayan romantik doğu düşlerinin etkisiyle çıkmıştı. Nerval'in kendinden önceki yazarlar gibi doğu hakkında bir şeyler yazma niyetini ve fransız edebiyatında melankoli ile özdeşleştiğini de göz önünde tutunca, insan şairin istanbul'da göreceklerinin çok özel ve değerli olacağına hükmediyor ama Nerval 1843 istanbul'unda kendi melankolisine değil de onu unutturacak şeylere dikkat eder... Kendini astığı sırada sayfalarını cebinde taşıdığı ve gerçeküstücülerin, Andre Breton, Paul Eluard ve Antonin Artaud'nun büyük hayranlık duyduğu 'Aurelia' ya da 'Hayat ve Rüya' adlı tüyler ürpertici ve benzersiz otobiyografik kitabında Nerval aşık olduğu kadın tarafından reddedilince hayatta artık kendisine "kaba saba oyalanmalardan" başka bir şey kalmadığını anlatır ve dünyayı dolaştığını ve uzak milletlerin kıyafetleri, tuhaf töreleriyle aptalca oyalandığını dürüstçe itiraf ediverir...'
Pamuk, Orhan, İstanbul, Hatıralar ve Şehir, YKY, İstanbul, 2003 Aralık,
13 Aralık 2008 Cumartesi
Anadolu Selçuklu Medreseleri
Konya, İnce Minareli Medrese |
Kapalı Avlulu -Kubbeli- Medreseler:
Anadolu’da açık avlulu medreselerden önce ortaya çıkan kapalı avlulu medreselerde ortadaki kare avlunun üzeri kubbe ile örtülür. Avlunun etrafında revaklar, eyvan ve hücre gibi mekanlar bulunur. Yapıların kubbeleri renkli çinilerle kaplıdır. Görkemli taçkapıları ise taş işçiliğinin özen ve inceliğini gösterir. Dışarıya açılmalar küçük pencerelerle sağlanır. Odaların kapalı avluya açıldığı yapılar açık avlululara oranla daha küçüktür. Bu türün ilk örnekleri 1167 tarihli, iki eyvanlı Danişmentliler’e ait Tokat Yağıbasan Medresesi'dir. Afyon, Sincanlı yakınlarındaki 1210 tarihli Boyalıköy Medresesi iki katlı ve simetrik planlıdır.
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)