1344 yılında IV. Charles tarafından inşası başlatılan, Prag’ın en büyük ve önemli katedrali Aziz Vitus‘ta dini hizmetler yanı sıra kral ve kraliçelerin taç giyme törenleri de yapılırdı.
Sonraki yıllarda yarı değerli taşlarla ve duvar resimleriyle hareketlendirilen
dekorasyonuyla katedralin kült merkezi olan Aziz Wenceslas Şapeli, Altın Kapı
ve ana çan kulesi eklenmiştir. Kapısında askerlerin beklediği kaleye girip,
ikinci ve üçüncü avlular arasındaki geçiş yolundan sonra karşılaşılan
katedralin bronz kapısı Aziz Wenceslas ve Aziz Adalbert hakkında efsaneleri
gösteren kabartmalarla süslüdür. Kapının üzerinde sivri kemerli bölüm içinde
dini konulu sahneler, yukarıda ise tipik bir gotik öğe olan ve merkezdeki nefe
ışık sağlayan gül pencere, yan kısımlarda yapıyı kötü güçlerden koruduğuna
inanılan çıkıntı şeklinde korkunç hayvan veya yaratık heykelleri -garguy-
etkileyici bir görsellik sunuyor. Göğe doğru yükselme uzatılmış öğelerle,
dışarıdan kulelerle, yapıyı destekleyen payandalarla, içeriden sütunce ve
plastır demetiyle oluşturulan birleşik payelerle, galeriler ve sivri kemerlerle
ifade buluyor. Pencerelerdeki renkli vitraylar mistik bir atmosfer yaratarak iç
mekandaki soyutluğu ve maneviyatı güçlendiriyor.
15 Temmuz 2011 Cuma
13 Temmuz 2011 Çarşamba
Masal Kuleleriyle Prag - 1
Prag tarihi ve entelektüel yapısıyla Orta Avrupa’nın gözdesi olmakla birlikte son on yılda Türklerin de seyahat planlarına dâhil ettikleri bir yer. Genellikle seyahat firmaları Budapeşte, Viyana ve Prag turu düzenler ve PVB derler. Bu
üçlüden görmediğim Tuna kıyısındaki Budapeşte Avrupa’nın incisi diye
tanımlanır. Kız kardeşimi, eşini ve yeğenlerimi ziyarete gittiğim
Prag’da uçak bulutların üzerinden alçalınca edindiğim ilk izlenim “Ne
kadar çok yeşil alan ve planlı bir yerleşim var” oldu. Havaalanından kent
merkezine giderken de bu düşüncem değişmedi.
5 Temmuz 2011 Salı
Praha Vytopna Restaurant
Prag'da bir akşam yemeğe gittiğimiz ve yeğenlerimin çok sevdiği Vytopna Restaurant turistlerin de ilgisini çekiyor. Masaların yanlarına 400 metre uzunluğunda minyatür raylar döşenmiş ve içeçekler her masanın ortasına küçük tren vagonlarıyla dağıtılıyor. Bardaklar boşalınca tren onları almak için bir kez daha geliyor. Çocuklu masalara Thomas adlı tren servis yapıyor. Ayrıca geleneksel demiryolları ile ilgili olan restoranın sahibinin tren koleksiyonu cam bölmeler içinde sergileniyor. Aileler ve özellikle çocuklar için eğlenceli restoranun menüsünde ızgara somon, kızartılmış ördek, salatalar, makarnalar, vejeteryan yemekleri, biftek, tavuk ve çeşitli tatlılar yer alıyor.
Prag, Vytopna Restaurant |
Prag ile ilgili diğer yazılarım:
Masal Kuleleriyle Prag
Prag'daki Müzeler
Kafka Müzesi
Masal Kuleleriyle Prag
Prag'daki Müzeler
Kafka Müzesi
*****Bu
sayfadaki yazının ve görsellerin tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak
gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek
alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.
17 Mayıs 2011 Salı
Botticelli ve Primavera
Arno nehri kıyısında dükkanı olan deri ustasının oğlu, Floransalı Sandro
Botticelli’nin (1446 – 1510) gerçek ismi Alessandro di Mariano Vanni
Filipepi’dir. Fra Filippo Lippi’nin ve Verrocchio’nun öğrencisi olduktan
sonra 1470’de kendi atölyesini kuran sanatçı Medici ailesinin
korumasında çalışmalarını sürdürür. 14. yüzyılda Duccio, Cimabue,
Giotto, Simone Martini, Lorenzetti ile resimde Bizans etkileri kırılmaya
başlar. Floransa’da 15. yüzyılda, Rönesans resminin biçimlenmesinde ve
gelişmesinde etken olan Massacio, Fra Angelica, Uccello, Fra Filippo
Lippi, Gentile de Fabriano, Benozzo Gozzali, Domenico Ghirlandio, Luca
Signorelli, Antonio Pollaiuolo, Pinti Ruchio, Piero Della Francesca,
Botticelli, Leonardo da Vinci vb. sanatçılar genellikle kilise ve
belediye saraylarının duvarlarına freskler yaparlar. Yaş sıva üzerine
suda çözülmüş boya pigmentleri kullanılan bu duvar resmi zorlu bir
tekniktir. Ressamlar güneş doğmadan kalkıp sıva kurumadan boyayı sürmek
zorundadır.
Sanata, bilime, doğaya, insana, bireyselliğe değer verilen Floransa’nın altın çağında sanatçılar, filozoflar, edebiyatçılar, mimarlar, bilim adamları birbirleriyle yakınlık kurarlar ve hümanist düşünceyi yayarlar. Entelektüeller Yunan ve Roma’nın özgün sanat ve edebi eserleriyle, derin ve gizemli gerçekler içerdiğini düşündükleri mitolojisiyle ilgilenirler. Klasik Yunanca metinleri çevirirler. Küçük bir kent olmasına rağmen ekonomik yönden gelişmiş Floransa’nın çok sayıda üretken ve özel kişilikleri ortaya çıkarması hayranlık uyandırır. Çok yönlü evrensel insan tipi bu döneme özgüdür. Kültürel ortamın şekillenmesinde hümanist hareketin kurucularından Leon Battista Alberti’nin de katkıları büyüktür.
Sanata, bilime, doğaya, insana, bireyselliğe değer verilen Floransa’nın altın çağında sanatçılar, filozoflar, edebiyatçılar, mimarlar, bilim adamları birbirleriyle yakınlık kurarlar ve hümanist düşünceyi yayarlar. Entelektüeller Yunan ve Roma’nın özgün sanat ve edebi eserleriyle, derin ve gizemli gerçekler içerdiğini düşündükleri mitolojisiyle ilgilenirler. Klasik Yunanca metinleri çevirirler. Küçük bir kent olmasına rağmen ekonomik yönden gelişmiş Floransa’nın çok sayıda üretken ve özel kişilikleri ortaya çıkarması hayranlık uyandırır. Çok yönlü evrensel insan tipi bu döneme özgüdür. Kültürel ortamın şekillenmesinde hümanist hareketin kurucularından Leon Battista Alberti’nin de katkıları büyüktür.
11 Mayıs 2011 Çarşamba
Makaron
Pazar günü arkadaşımla Kadıköy'ün eski pastanelerinden Baylan'da kahveli, karamelli, frambuazlı ve kayısılı makaronları denedik. Ne yazık ki çikolatalı kalmamıştı. Makaronlar az şekerli ve hafif kremalı olduğu için lezzetliydi. Beyaz Fırın ve Divan (Frambuaz, Şokola, Fıstık, Passion Fruit, Gül, Karamel, Türk Kahvesi, Vanilya...) gibi pastanelerde de var. Aslında bu işin uzmanı Ladurée. Geçtiğimiz aylarda Bebek'te ve İstinye Park'ta şubeleri açıldı. Henüz Ladurée makaronlarını tatmadım ama çok lezzetli olduklarına eminim. Makaronlar Fransa'da üretilip bütün dünyadaki şubelere dağılıyormuş. Her yerde tat aynıymış. Fransa'da 26 çeşitken İstanbul şubelerinde 12; belki zamanla diğerleri de gelir. Rengarenk makaronların kutularının dizaynı da gerçekten hoş ve zarif. Evet Türkiye'nin de geleneksel acıbadem kurabiyesi var ama ben oldum olası sevemedim.
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)