sanat tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sanat tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Mart 2015 Çarşamba

Alberto Giacometti Sergisi

20. yüzyıl sanatında önemli bir yere sahip İsviçre asıllı heykeltıraş ve ressam Alberto Giacometti’nin (1901-1966) Türkiye’deki ilk retrospektif sergisi 11 Şubat’ta Pera Müzesi’nde açıldı. Müzenin 5. ve 4. katlarında 26 Nisan’a kadar izlenebilecek olan ve belirli başlıklar altında ele alınan kapsamlı sergi Paris’teki Giacometti Vakfı’nın katkılarıyla ve vakfın yöneticisi Catherine Grenier’in küratörlüğünde düzenlendi. Cenevre Güzel Sanatlar Okulu’nda, İtalya’da ve Paris’te sanat eğitimi alan sanatçının Paris Montparnesse’taki 23 m2’lik atölyesinde çalıştığı desenleri, yağlıboya resimleri, büstleri, heykelleri; mektuplar ve çeşitli yayınlar gibi arşiv belgeleri; atölyesinde çekilmiş fotoğrafları; gençlik yıllarından son yapıtlarına kadar bir seçki* ile birlikte sunuluyor. Çoğunlukla bronz olan heykellerinin arasında az sayıda alçı ve mermer de bulunuyor.

Küçük yaşlardan itibaren heykel ve resimle uğraşmaya başlayan ve sanat hayatı boyunca insan figürünü ön planda tutan sanatçı; babası İsviçreli ressam Giovanni Giacometti etkisiyle ilk yapıtlarında Yeni İzlenimci örnekler verir. Portrelerinde özenli ve açık tonlamalarla ustaca renk uygulayışı babasının sanatsal gelişmişliğinden yararlandığını gösterir. 1925 yılından sonra basit ve geometrik formlu Avangard ve Kübist heykel çalışmalarıyla uğraşır. Afrika ve Okyanusya sanatlarına, Kübizme ve Sürrealizme yakınlık duyar. Constantin Brancusi, Alexander Archipenko, Henri Laurens ve Jacques Lipchitz gibi sanatçıların I. Dünya Savaşı öncesine ait modern, kübist, soyut heykelleri Giacometti’ye ilham kaynağı olur. Dinamizm ile sabitliğin, soyut ile figüratifin çelişkisinden rahatsızlık duyan sanatçı hafif ve hayali formlar üzerinde çalışmaya başlar.

12 Mart 2015 Perşembe

Kübizm ve Sürrealizm

Pablo Picasso
20. yüzyılın önemli hareketlerinden biri olan Kübizm Paris’te Fransız Georges Braque ve İspanyol Pablo Picasso tarafından biçim aramaları sonucu 1906'dan sonra oluşturulur. Daha sonra Joan Gris, Man Ray ve daha çok hız ve hareket tutkunu fütürist yaklaşıma giren Fernand Léger ve Robert Delaunay gibi ressamlar da bu tür resimler yapar. Afrika maskelerinin yalınlıklarının izlerinin görüldüğü 'Avignonlu Kızlar' resmiyle Picasso’nun sanatında Kübizm’e giden yeni bir dönem başlar. Çarpıtılmış şekillerle ve deformasyonun ifade gücüyle  savaşın korkunçluğunu gösteren son derece etkileyici bir anlatıma sahip Guernica ile de mükemmelliğe ulaşır.

Picasso ve önceleri Fov anlayışta resimler yapan Braque, Apollinaire aracılığıyla 1907 yılında tanışırlar. Natüralizmden uzak olan Kübistler konuyla değil biçimle; doğa görüntüleri arkasındaki formlarla ilgilidirler. Cezanne’ı örnek alarak yeni bir biçim dili kurarken öznellikten arınmış nesnel ve basit geometrik formları özellikle küpü tercih ederler. Resimde yanılsamayı uygunsuz bulup sonsuza giden derinlik yerine form yüzeyleri ön plana çıkarırlar. Her eleman yüzeyle bağlantılı olmalıdır. Natüralist sanatın tek bakış biçimini kırıp nesneyi çeşitli yönlerden gösterirler. Objelerin hissedilebilirlik nitelikleri erir, hacimsellik dağılır. Değişik açılar altında aynı anda görülebilirliğine odaklanırlar. Nesne sadece görüldüğü gibi değil düşünüldüğü gibi de resme geçirilir. Nesnelerin kavramı da verilir.  "Çivi kavramı olmadan bir çivi bile yapamam." diyen Juan Gris gerçeğin özünü ve İdea'yı yansıtmayı amaçlar. Picasso'nun kübist resimlerinde figürlerin gözleri, ağzı ve burnu yer değiştirir; bazı kısımlar cepheden, bazıları profilden görülür. Ağlayan, acı çeken, şaşkın veya gülümseyen bir ruhun ifadesi olan yüzün bölümleri parçalanır, deforme edilir ve yeniden düzenlenir. Aynı zamanda sanatçının iç dünyasının günlüğü gibidirler...

20 Şubat 2015 Cuma

20. Yüzyıl'ın ilk Yarısında Paris'te Sanat Ortamı

19. yüzyılın ortalarından itibaren öncü sanatçıların yaşadığı ve modern sanatın temellerinin atıldığı bir yerdir Fransa. Geleneksel sanata ve akademiye tepkiler arttıkça, klâsik resim kuralları yıkıldıkça Paris, 15. yüzyılda Floransa, 16. yüzyılda Roma gibi sanatın kalbinin attığı merkez olur. Bu dönemde Avrupa’da sanatsal etkinliklerin görüldüğü pek çok kent olsa da Paris’in bambaşka bir büyüsü vardır. Fransa diğer ülkelerin sanatçıları için Olimpos’tur. Bütün esin perileri orada yaşar sanki. O nedenle resim ve edebiyat alanında yetenekli kişiler dünyanın sanat merkezinde önemli hocaların atölyelerinde eğitimlerini, üretimlerini sürdürerek Montmartre kafelerinde sanat ile ilgili tartışmalar yaparak bu ortamı solumak isterler. Montmartre sadece ressamların (Pierre-Auguste Renoir, Edgar Degas, Maurice Utrillo, Vincent van Gogh, Henri Matisse, André Derain, Picasso vb...) değil oyuncu, şair, yazar, dansçı, heykeltıraş ve müzisyenlerinde uğrak yeridir. Buradaki kabareler, barlar, kafeler, atölyeler ve bohem hayat yeni zenginleri de kendisine çeker. Fransız ressam Henri Toulouse Lautrec, Moulin Rouge ve diğer kabarelerin ve yıldızlarının afişlerini yapar. 19. yüzyıl eski dönemlerin tersine çoğunlukla ölümünden sonra değerlendirilen ilerici sanatçıların çağıdır. 

Sanat kokan Montmartre 20. yüzyıl başlarında yerini yavaş yavaş Montparnasse’a bırakır. Görsel sanatlarla uğraşan tanınmış veya umudu ve çabası olan sanatçıların içinde yaşadığı bir başka kent gibidir kahve ve barlarıyla ünlü Montparnasse. Kimi zaman zorluklar ve yoksulluk içinde bohem bir hayatın yaşandığı bir yerdir. Henri Matisse, Pablo Picasso, Guillaume Apollinaire, Fernand Leger, Marc Chagall, Max Jacob, Amedio Modigliani, Ezra Pound, Marcel Duchamp, Constantin Brancusi, Juan Gris, Diego Rivera, Alberto Giacometti, André Breton, Salvador Dali, Jean Paul Sartre, Henry Miller, Samuel Beckett, Joan Miro, Ernst Hemingway gibi sanatçılar kısa veya uzun süre burada kalırlar.

22 Ocak 2015 Perşembe

Şehzade Abdülmecid Efendi Köşkü

Aralık 2014'te Kuzguncuk gezimiz sırasında görebilme  şansı bulduğum Bağlarbaşı'ndaki ‘Koç Topluluğu Spor Kulubü’ne ait tesis arazisi içinde bulunan Abdülmecid Efendi Köşkü dış ve iç görünümüyle etkileyici. Mısır Hıdıvi İsmail Paşa'nın 1880’li yıllarda oğlu Tevfik Paşa için av köşkü olarak yaptırılan yapı, 1895’te Sultan II. Abdülhamid tarafından satın alınarak Abdülaziz'in oğlu Abdülmecid Efendi'ye (1868–1944) tahsis edilir. Şehzade Abdülmecid Efendi harem ve müştemilat binalarıyla genişletilen yapıların günümüze ulaşan selamlık bölümünü 1918 yılına kadar yazlık konut olarak kullanır. Burada özellikle Çarşamba günleri resim yaptığı bilinir. Diğer günlerde ise dönemin sanatçılarının, edebiyatçılarının ve siyasetçilerinin sık sık toplandığı bir kültür merkezine dönüşür.  200 dönüme yakın bir koru içinde yer alan ve 1903 yılında onarım gören köşkün bazı kaynaklarda mimar Alexandre Vallaury tarafından tasarlandığı belirtilir.

1 Kasım 2014 Cumartesi

Burhan Uygur'un 'Kapı' adlı Resmi

Burhan Uygur'un Edpa Sanat Galerısı'ndeki 30 Mart - 24 Nisan 1989 tarihinde açık kalan 'Zamanın Sarkacındaki Adam' adlı  sergisinde 15 resimle birlikte "Kapı" adlı eseri de yer almıştır. Erol Aksoy'un sahibi olduğu bu sanat eseri daha sonra Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'ndan (TMSF) Bülent Eczacıbaşı tarafından satın alınarak müzenin daimi koleksiyonuna (Geçmiş ve Gelecek) katılmıştır ve  ziyarete açıktır. Burhan Uygur antikalara meraklı bir sanatçıydı. Evinde de çok sayıda antika eşya ve nesne bulunurdu. Bit pazarından aldığı iki kanatlı, 260 x 180 cm ölçülerindeki 76 yıllık ahşap bir konak kapısının çıkıntılı ve oymalı yüzeyleri dışında her yerini akrilik boya kullanarak farklı konularla resmetmiştir.  İşlevselliğini yitirmiş kapı resimlerle bambaşka bir anlam kazanırken değerini de korumuştur. (Bu konuda farklı görüşler de olanlar da var. Antika ahşap kapının kendi halinde kalmasının daha doğru olduğunu düşünenler...)

13 Ekim 2014 Pazartesi

Pablo Picasso: Guernica

    İnsanların birbirini öldürebildiği bu acımasız dünyada ne kadar mutlu olunabilir ki? Hiçlikte Bir Söz 

Resim: Pablo Picasso, Guernica, 1937, tuval üzerine yağlıboya, 3,5 m x 7,8 m,  Museo Reina Sofia, Madrid  

1937 yılında Paris Dünya Sergisindeki İspanyol pavyonu için yaptığı 3.5 x 7.8 m ölçülerindeki anıtsal duvar resminde Picasso, kutsal bir meşe ağacının orada bulunması nedeniyle Basklılar ve Cumhuriyetçi direnişçiler için önemli olan Guernica adlı bir kasabanın bombalanmasını resmeder. Guernica İspanyol Milliyetçileri’nin yönlendirmesiyle Alman uçakları tarafından bombalanır. Kasabadaki erkeklerin çoğu savaşta olduğundan masum siviller üzerine yönelik bu insanlık dışı saldırıda ölenlerin çoğu kadınlar ve çocuklardır. Picasso, İspanya İç Savaşı ile ilgili duygularını dışa vurduğu ve genel olarak o yıllardaki bütün savaşların getirdiği dehşeti ve yıkımı gösterdiği ‘Guernica’ dışındaki resimlerindeki nesnelere ve figürlere kendileri dışında bir anlam yüklemez. 

Sanatçı acı ve yıkım üreten olarak gördüğü Milliyetçilerin lideri General Francisco Franco’ya karşı Cumhuriyetçi mücadeleci gençleri destekleyerek maddi yardımlarda bulunur. İspanyol Savaşı’nın, halka ve özgürlüğe karşı olan gericiliğe yönelik bir mücadele olduğunu belirtir: “Çocuk feryatları, kadınların feryatları, kuş feryatları, çiçek feryatları, taşların ve kirişlerin feryadı, tuğlaların feryadı, mobilyaların, yatakların, sandalyelerin, perdelerin, tavaların, kedilerin ve kâğıtların feryatları, birbirlerini tırmalayan kokuların feryatları, dumanın feryatları, tencerede pişenlerin boğazı yakan feryatları ve kemiği kemirirken, dişlerini kıran denizi istila eden kuş yağmurlarının feryatları…” (1). İşte bu feryatlar Guernica’dan dışarı taşar.

Daha detaylı bilgi için Picasso’nun İki Kübist Resmi: ‘Avignon’lu Kızlar’ ve ‘Guernica’ adlı yazımı tıklayın.

Picasso ile ilgili diğer yazılarım:

Pablo Picasso’nun Mavi Dönemi
Kübizm ve Sürrealizm 
Avignon'lu Kızlar

***Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.   2008-2018 Creative Commons License

8 Ekim 2014 Çarşamba

Sakıp Sabancı Müzesi Bahçesi

Daha önce Miró sergisine nasıl sabırsızlıkla gittiğimden bahsettim. Serginin Sakıp Sabancı Müzesi'nde olmasına da sevindim. Bu müzede daha önce de pek çok sergiyi gezdim. Sergileme düzeni ve seçilen sanatçılar ya da konular hep iyiydi. Ayrıca 'Tanzimattan Cumhuriyete Türk Resim Sergisi'ni de ikinci kez gördüm. O da müzenin değerli bir koleksiyonu. Bir de kalıcı olarak Kitap Sanatları ve Hat koleksiyonu var.


Müze'ye ulaşmadan önce caddeden kapıdan girince huzurlu bir ortama ayak basılıyor. Bilet alıp geçtikten sonra hoş bir görünüme sahip minik bir yapay şelalenin yanındaki merdivenlerden ağaçlar, sütun başlıkları, kabartmalar arasından çıkılıyor. Bu noktada müzenin ana binası görülüyor. Her seferinde bu binanın aşağıdan görüntüsünün fotoğrafını çekmeyi de ihmal etmem. Müze bahçesinde çok fazla ağaç ve çeşitli bitkiler var. Ayrıca aralarda mermer veya taş heykeller ve çeşmelerle karşılaşılıyor. Tabi yüksek bir kaide üzerinde yükselen hareket halindeki at heykelini unutmamalı. Bahçedeki terastan Boğazı seyretmek de ayrı bir keyif. Sergi sonrası insan bu saklı bahçeden ayrılmak istemiyor. İyi ki eskiden özel olan bu mülk ve çevresi kamuya yönelik faydalı bir kuruma dönüştürülmüş.

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.   2008-2018 Creative Commons License

2 Ekim 2014 Perşembe

Ve Miró'ya Kavuştum...


Emirgan’da Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki Joan Miró'nun 'Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar' sergisi 23 Eylül'de açıldı ve 1 Şubat 2015'e kadar gezilebilecek. Açıldığının ertesi günü hemen müzeye koştum çünkü en sevdiğim ikinci ressam olan Miró'nun resimlerine hayranlığım 25 yıl öncesine kadar gidiyor :). Önceki yıllarda Pera Müzesi'nde yine bir sergisi olmuştu ama daha çok aside yedirme ve taş baskılar, birkaç heykel, bir vazo, kitap resimleri  ve üç tuval resmi vardı. Sabancı Müzesi ilk defa sergilenecek eserlerin ve kişisel eşyalarının olmasıyla farklılık yaratırken 123 eser de sunuyor. Sergiyi mutlulukla gezdim. Gözden kaçırdığım ayrıntılar için Şubat'a kadar birkaç kez daha gitmeyi planlıyorum. Açılışın ertesi günü Çarşamba'ya denk geldiğinden ücretsiz günüydü. Diğer günler giriş ücreti tam 20 TL, öğrenci 10 TL. Çok aşırı bir kalabalık yoktu ama yoğunluk ve ilgi vardı yine de.  Müzeden ayrılmadan güzel ve bakımlı bahçede oturup Boğazı seyrettim. 17.00' ye doğru ayrılırken başka şehirden gelen bir otobüs dolusu Miró sevenleri sergiyi gezmek için sabırsızlanıyordu.

5 Ağustos 2014 Salı

Arkeoloji Üzerine

C. W. Ceram'ın "Tanrıların Vatanı Anadolu"yu okudum. Daha önce "Tanrılar, Mezarlar ve Bilginler"i okumuştum. Bu iki kitap arkeolojinin romanı. Arkeoloji en büyük tutkum. Bunu  fark ettiğimde 14 yaşımdaydım. 1988'de Arkeoloji ve Sanat Tarihi bölümünü kazandığımda çok sevinmiştim. Arkeolog olabilecektim. Ama birkaç günde ben ve 40 öğrenci hayal kırıklığı yaşadık. Çünkü arkeoloji değil sanat tarihi eğitimi veriliyordu. Mezunlar arkeolog  değil sanat tarihçi oluyordu. 4 yıl sanat tarihi eğitimi aldım ama arkeoloji sevgim hiç bitmedi. 

1993 Haziran ayında Efes'te kazıya katılma girişimim oldu ama müze müdürünün koşulları uygun gelmedi. Oturmuş bir kazı değildi ve ekip yoktu. Oysa ben 25 yıldır orada kazı yapan ekiple çalışmak, staj yapmak istemiştim. Efes ve diğer yerlerde kazıları yürütenler hep yabancılar: Almanlar, Avusturyalılar, Amerikalılar... Neden buralarda Türk profesörleri ve öğrencileri kazı yapmıyor veya buna imkan sağlanmıyor? Öncelikle bunu karşılayacak paranın sağlanması gerekiyor ki devlet-üniversite fazla ödenek ayıramıyor. Öyleyse özel sponsorlar gerekir ki kimse parasını bu alanda harcamak istemiyor. 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren yabancı arkeologlar kazı yapmış ve pek çoğu buluntuları ülkesine götürmüş. Bunların çok azı geri gönderilmiş. Hele Bodrum'daki mozole ve Bergama'daki Zeus Sunağı'nın taşınması inanılmaz bir şey. Hâlâ tarihi eser kaçakçılığı devam ediyor. Kimi göz göre göre, kimi fark ettirmeden. 

Madem her yerde kazıları yabancılar yapıyor, niye bu kadar çok Arkeoloji veya Sanat Tarihi bölümü açılıp her yıl yüzlerce öğrenciyi bu bölümlere kaydediyorlar. Madem Türkiye'nin sanatına ve tarihi değerlerine önem verilmiyor öyleyse bu bölümler ya kapatılsm ya da birkaç tane olsun ve en az öğrenciyle kaliteli eğitim yapılsın. Böylece bu alanda bir şeyler yapmak için çırpınanlar da ümitsizce dolaşmazlar ortalıkta. 
                                   
Nalan YILMAZ - İSTANBUL - Sabah Gazetesi, Al Kalemi Eline, Sayfa 30, 28 Eylül 1993


*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.   Creative Commons License

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Mondrian Çılgınlığı

Piet Mondrian 1917 yılında Teo Van Doesburg ile birlikte kurdukları De Stijl akımının ve 20. yüzyıl başlarının öncü sanatçılarından. Hollanda çıkışlı, düzen ve uyumun, sanatsal sezgi, evrensellik ve yalınlığın önemsendiği De Stijl, ideal geometrik formlarla ve ana renklerle doğayı dış görünüşünden soyutlamanın arayışındadır. Mondrian’ın geliştirdiği Neoplastisizm’de karşıtlıklar nesneli, düşünseli, erkeği simgeleyen dikeylerle ve özneli, maddeyi, dişiyi simgeleyen yataylarla görselleşir. Saf gerçeği ve ifadeyi savunan Mondrian dik açı ile birbirini kesen dikey ve yatay çizgiler arasında kalan siyah, beyaz, gri, sarı, mavi ve kırmızı gibi renklerle fiziksel ve ruhsal dünyayı birleştirerek evrensel öze ulaşmayı hedefler. Mondrian’a göre renk, simetrik olmayan denge ve oran gibi resim sanatı unsurları mimari, mobilya ve dekorasyon için de geçerlidir.

De Stijl tarzı ve özellikle Mondrian’ın resimleri günümüzde de tasarımcılar için esin kaynağı olmayı sürdürüyor. Moda, dekorasyon, mobilya, grafik, günlük kullanıma yönelik endüstri ürünlerinde ve hatta gıda sektörlerinde örneklerini görmek mümkün. Kişiye özel tasarımın önemli isimlerinden Fransız moda tasarımcısı Yves Saint Laurent, Mondrian’ın beyaz, kırmızı, mavi, siyah ve sarı renk bloklarından oluşan kompozisyonunu 1965 yılında kolsuz elbise üzerine uyarlayarak sanatçıya hayranlığını da gösterir. Moda tarihinde önemli bir yere sahip olan ve en çok kopyalanan elbisede kesişen kalın siyah çizgilerle karşıtlık oluşturan renkler birbirinden ayrılır. Önden dikdörtgen görünümündeki elbise geometrik tasarımıyla da De Stijl tarzını yansıtır. Sanat eseri gibi sergilenen ve bir resmin elbise üzerinde baskısının ötesinde olan bu ikonik tasarım modern sanatla moda etkileşimini çarpıcı biçimde ortaya koyar.

20 Haziran 2014 Cuma

Balat, Fener, Kariye, Mihrimah Sultan ve Fatih

8 Haziran sabahı arkadaşlarımla mini İstanbul turlarımızdan birini daha gerçekleştirmek üzere Üsküdar iskelesinde buluştuk. Haliç hattına giden motora binerek yarım saatlik keyifli bir yolculuk sonrası Ayvansaray'a geldik. Hava bir güneşli bir bulutluydu. Yağmur yağacak gibiydi ama yağmadı. Öğle saatlerinde güneş çıktığında epey sıcak oldu o ayrı. Haliç'te seyir halindeyken tarihi yarımadanın siluetini bozan o çirkin köprünün altından da geçtik tabi. Ayvansaray'da parktaki boş salıncaklarda sallanmayı ihmal etmedik :).  Park içindeki akıllı bisiklet kiralama sisteminde sorun vardı sanırım. Hiç bisiklet olmadığı gibi kilit sistemleri de parçalanmıştı nedendir bilinmez. Bisiklet kullanmaya teşvik etmesi açısından güzel bir uygulama. Ne var ki halkın da yeterince özenli olması gerekiyor. Ayvansaray'dan doğuya doğru yürüyerek kiliseleriyle ve sinagoglarıyla ünlü Balat'taki Özel Balat Hastanesi'nin önüne geliyoruz. 19. yüzyılın sonlarına ait bu yapı taş yığma ve zamanının eklektik mimari özelliklerini yansıtıyor. Neo Klasik unsurlar da dikkat çekiyor. Fener'de İstanbul Rum Ortodoks Patrikhane'sinin 1601 yılından itibaren merkezi olan Aya Yorgi Kilisesi bulunuyor. İstanbul Patriği 6. yüzyıldan bu yana Ekümenik Patrik olarak dünyadaki tüm Ortodoksların ruhani lideri kabul ediliyor. Kilise'nin onarım çalışmaları 1991'de tamamlanmış.

10 Haziran 2014 Salı

Sanatçı, Sembol ve Algı

Vincent van Gogh, Bedroom in Arles, 1888,  72 x 90 cm
Sanatçı algıladıklarını sembollerle iletir ama ne kadar olağanüstü de olsa semboller temsil ettikleri şeyler yanında her zaman yetersiz kalırlar. Gerçeği, saf olanı ve mutlak olanı anlayabilmek, tüm netliğiyle kavrayabilmek için yol gösteren simgeler simgeledikleri şeyin önüne geçip öze inilmesini ve odaklanmayı zorlaştırabilir. Bazen de gerçek olandan çok daha fazla bir etki uyandırır. Sanatçının yaradılış bilinci, görüşü ve algısı herkesten daha gelişkindir. Bitmeyen çabası saf varoluşun muhteşemliğini yansıtabilmek üzerinedir. İfade gücünün tüm olanaklarını kullanarak renkleri ve biçimi kontrol altına alıp; şeyleri ve yoğun düşüncelerle, rüyalarla açığa çıkan iç dünyayı ve görüyü olduğu gibi gösterebilmek… Bir bakışla görülemeyeni kavrayabilmek, katmanlarına inebilmek… Sıradan insani kaygılar ve sorunların ötesinde algıları başka boyutlara açabilmek… Gösterişsiz, sadece kendi olanı ve bundan da hoşnut olanı ayırt etmek... Gerçekliğin daha derin bir görüş gücüyle kavranmasını sağlamak... Kendi varlığındakini anlamaya çalışmak…

27 Mayıs 2014 Salı

Mimar Sinan'ın İzinde

Önceki haftalarda Çengelköy, Anadolu Kavağı, Yoros Kalesi, Yuşa Tepesi; Karaköy kafeleri, Galata ve Beyoğlu gezilerimizden sonra yine güzel bir bahar gününde arkadaşlarımla Mimar Sinan Gezisi* yapmaya karar verdik. Eminönü'ne geçerken Gökçeada'da 6.5 şiddetinde deprem olmuş. İstanbul'un pek çok yerinden de hissedilmiş. Denizde seyir halindeki motorda depremi hiç fark etmedim. Küçük turumuzun ilk durağı olan Tahtakale'deki Rüstem Paşa Camii'nin -1561- iç ve dış duvarlarındaki çiniler renkleri, motiflerin çeşitliliği, ince işçiliği ve uyumlu düzenlemeleriyle göz alıcı. Natüralist üslubun hakim olduğu çiniler arasında 41 çeşit lale motifi bulunuyor. Kütahya ve İznik'te çini atölyeleri sahibi, zenginliği ve entirikacı yönü dillere destan Rüstem Paşa 4000 kadar çiniyi camide kullandırır Mimar Sinan'a. Mavi ve beyaz rengin hakimiyetindeki çinileri ön planda olsa da kalem işleriyle de dikkat çeken süslemeler klasik Osmanlı özelliklerini yansıtıyor. Sinan yapılarının sadeliğinden uzak olan sekiz destekli cami, altındaki depo katıyla yükseltilmiş bir platform üzerinde inşa edilmiş. Alt katın paralelinde dükkanlar sıralanıyor. Dar alana kurulu caminin önünde beş bölümlü son cemaat yeri mevcut. Camide etraftaki dükkanların esnafı öğle namazı kılarken turist grupları da bizim gibi son cemaat yerinde içeri girmek için bekliyor. Külliye iki han, hamam ve medreseye de sahip.

28 Mart 2014 Cuma

Hırsızların Hilekar Tanrısı Hermes

Yunan Mitolojisi’nde Hermes rüyaların ve ruhların rehberi, tanrıların habercisi, Zeus’un güvenilir elçisi, lirin mucididir. Ayrıca yolların, çobanların, hayvanların, sosyal ilişkilerin, ticaretin, şansın, etkili konuşma becerisinin ve hırsızların da tanrısıdır. Gece ile gündüz, rüya ile gerçek, bilinçle bilinçdışı, bilinenle bilinmeyen, ölümle yaşam, tanrılarla insanlar arasında duran eşikleri ve geçişleri; kısacası varoluşun tümünü kapsadığı için yol ve tarla kenarlarında onu simgeleyen sınır taşları dikilirdi. Herme heykellerinin üst kısmı büst veya yarım gövdeli, alt kısmı ise genellikle kare kaidedir. Sınır taşları tapınak, kütüphane, gymnasium gibi yapıların önlerine; evlerin girişlerine; halka açık alanlara, mezarlara yakın ve şehir sınırlarına da yerleştirilirdi. İşaret taşı olarak da kullanılan bu kutsal heykellere adaklar bırakılırdı.

3 Mart 2014 Pazartesi

Sanat Tarihi

Sanat Tarihi'ne ilgi duyanlara önerilecek bir site Khan Academy. Geçtiğimiz haftalarda Gülse Birsel köşesinde bu siteden bahsetti. Sanat Tarihi'ni dönemsel ele alan kısa videolar bulunuyor. Üniversitede bu eğitimi almış, yüksek lisans yapıp, doktora derslerinde de kredilerimi tamamlamış olsam da izliyorum. Dersler dışında sanat tarihi ile ilgili pek çok makale ve kitap okudum, araştırma yaptım; seminer, söyleşi, panel vs. takip ettim; belgeseller izledim; sergi, müze ve antik yerler gezdim ama biraz eğlenceli yaklaşmanın da sakıncası yok. Görsel iletişimin ön planda olduğu günümüzde çoğu kişi uzun okumalara tahammül edemiyor. Ben tabi ki kitaptan ve görselle desteklenmiş yazılı sanat tarihi metinlerinden yanayım. Gerçek ve doğru bilgi çok yönlü ve kapsamlı araştırmalar sonucu edinilir. Kitap okumayı sevmeyenler ya da vakit ayıramayanlar -ki kitap tutkunları için bu sadece bir bahanedir- Khan Academy'deki matematik, fen bilimleri, sosyal bilimler, ekonomi ve finans vs. hakkında 4500 videodan seçtiklerini izleyerek genel bilgi edinebilirler. İçerik çok zengin değil elbette. Daha detaylı bilgiler isteyenler mutlaka başka kaynaklara da başvurmalı. 2354 video Türkçe altyazılı ve Türkçe seslendirmeli.  Buraya eklediğim videoda Bergama Zeus Sunağı'nın kabartmaları anlatılıyor. Ne yazık ki Bergama'ya gidenler bu harikulade sunağın sadece temeliyle karşılaşıyorlar. Tamamı Berlin'de özel oluşturulmuş müzesinde :(


*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.    Creative Commons License

10 Ocak 2014 Cuma

19. Yüzyılda Paris

Vincent Van Gogh, Boulevard de Clichy, Paris - 1887, tuval üzerine yağlıboya, 45,5 x 55 cm, Van Gogh Museum
Yüzyılın ortalarından itibaren öncü sanatçıların yaşadığı ve modern sanatın temellerinin atıldığı bir yerdir Fransa. Geleneksel sanata ve akademiye tepkiler arttıkça, klâsik resim kuralları yıkıldıkça Paris, 15. yüzyılda Floransa, 16. yüzyılda Roma gibi sanatın kalbinin attığı merkez olur. Bu dönemde Avrupa’da sanatsal etkinliklerin görüldüğü pek çok kent olsa da Paris’in bambaşka bir büyüsü vardır. Fransa diğer ülkelerin sanatçıları için Olimpos’tur. Bütün esin perileri orada yaşar sanki. O nedenle resim ve edebiyat alanında yetenekli kişiler dünyanın sanat merkezinde önemli hocaların atölyelerinde eğitimlerini, üretimlerini sürdürerek Montmartre kafelerinde sanat ile ilgili tartışmalar yaparak bu ortamı solumak isterler. Montmartre sadece ressamların (Pierre-Auguste Renoir, Edgar Degas, Maurice Utrillo, Vincent van Gogh, Henri Matisse, André Derain, Picasso vb...) değil oyuncu, şair, yazar, dansçı, heykeltıraş ve müzisyenlerinde uğrak yeridir. Buradaki kabareler, barlar, kafeler, atölyeler ve bohem hayat yeni zenginleri de kendisine çeker. Fransız ressam Henri Toulouse Lautrec, Moulin Rouge ve diğer kabarelerin ve yıldızlarının afişlerini yapar. 19. yüzyıl eski dönemlerin tersine çoğunlukla ölümünden sonra değerlendirilen ilerici sanatçıların çağıdır.

15 Aralık 2013 Pazar

Kafka Müzesi

Prag ile anılan Franz Kafka’nın Müzesi loş ve alışılmışın dışında iç mekan düzenlemesiyle yazarın bunaltılarını, umutsuzluğunu ve huzursuzluğunu hissettiren ilginç, merak uyandıran ve kasvetli bir deneyime davet ediyor. Yargı, Dava, Şato, Dönüşüm, Açlık Sanatçısı, Ceza Kolonisi, Amerika gibi kitapların yazarı Kafka’nın (1883-1924) ana dili Almancadır ama Çekçe’yi de çok iyi bilir. Babasının zoruyla hukuk eğitimini tamamlar. Baskıcı tutumundan dolayı iyi ilişkiler içinde olamadığı babasına pek çok hikâyesinde yer verir. Bu hükmedici tavır Kafka’nın kendine yönelik eleştirilerinde aşırıya kaçmasına, çelişkiler ve bunalımlar yaşamasına neden olur. Kitaplarında olanı değil kendi kurallarına uygun dünyayı kurgular Kafka çünkü dünya onun için ürperticidir.


Müzede yazarın kitaplarının ilk baskıları, yazışmaları, hayatına giren insanlarla ilgili belgeler, günlükleri, fotoğrafları, çizimleri, kullandığı nesneler dijital medya olanaklarıyla görsel, işitsel ve müzikle birlikte ziyaretçiye sunuluyor. Müzenin sürekli sergisi Varoluşçu Alan ve Hayali Topografya adlı iki bölümlü. Kafka’nın şehrinin derinliklerini, hayatını nasıl şekillendirdiğini ve üzerinde bıraktığı etkileri onun bakışıyla algılamak söz konusu. Prag melankolik büyüsüyle, başkalaştıran gücüyle, belirsizliğiyle ve boğucu mekansallığıyla Kafka’yı kuşatır ve varoluşuna harika bir arka fon olur.     

Bu yazı lebriz sanal dergi'deki Prag ile ilgili yazımdan alıntıdır.

Prag ile ilgili diğer yazılarım:  

Masal Kuleleriyle Prag 
Prag'daki Müzeler
Prag'dan Görünümler 
Praha Vytopna Restaurant

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

17 Ekim 2013 Perşembe

Yalvarırım, Uyandırma Beni!!!

"İtalya'da Borgia'lar altında yaşanan otuz yıllık savaşın, cinayetlerin, terörün ve dökülen kanın ardından Rönesans, Leonardo da Vinci ve Michelangelo gelir. İsviçre'nin beşyüz yıllık demokrasi ve barışı ise guguklu saatten başka bir şey üretmez."* Bu sıkıntılı dönem Michelangelo için kolay değildi: 

"Kentin olabileceği her şeyi oldu, ya da olmak istedi: yapı ustası, ressam, yontucu, ozan. İnsan vücudunu tanıyabilmek için, koku onu odadan kaçırana dek, cesetlerle bir yere kapanıyordu. Ateşli kentin bütün düşü ve bilgisi Vinci'de uyuşuyor, ondaysa durmadan çatışıyordu. Yüce ruhu, mutsuz yurdunun enerji taşmalarıyla korkaklık bunalımlarına ayak uydurarak yükselip alçalan bir dalganın doruğu gibiydi. Kurtarmak üzere döndü doğduğu kente. Gözden düşmüş İtalya'da, köleliğin ağırlığını belki de yalnız onun yüreği duydu: "Uyumak çok tatlı benim için, taş olmak çok daha tatlı, şu mutsuzlukla utanç sürdükçe. Hiçbir şey görmemek, hiçbir şey duymamak, budur işte en büyük mutluluğum. Yalvarırım, uyandırma beni! Yavaş konuş!..." s: 147"

14 Eylül 2013 Cumartesi

Rönesans'ta Sanat Koruyucuları

Din karşısında aklın egemenliğinin görüldüğü Rönesans’ta dini konulu sanat eserleri yapılmakla birlikte sanatçılar daha özgürdür. Hümanizmin, bireyselliğin ve doğanın önem kazandığı, Antik Çağ’a ilginin arttığı, arayışlar ve keşifler içindeki bu dönemde kiliseden başka sanat koruyucuları arasına zengin tüccarlar da (örn. Alberti’nin saray tasarladığı Giovanni Rucellai, Palla Strozzi) katılır. Ticaretle zenginleşen bu aileler sanatçılara büstlerini, gerçekçi portrelerini, mimarlara evlerini yaptırırlar. Ayrıca dini konulardaki kompozisyonların içinde sanat patronlarının tasvirleri de yer alır. En bilinenlerden biri İtalyan Rönesans sanatının gelişimine katkıları olan banker Medici’lerdir. 15. yüzyılda Avrupa’nın en zengin kentlerinden olan Floransa şehir devletinin başında bulunan ve Platon Akademisi’ni kuran Cosimo Medici sanata ve sanatçılara kapısını açan entelektüel bir yöneticidir. Onun girişimiyle bazı ressamların atölyelerinde din dışı konulu yeni kitaplar resimlenir. Medici kütüphanesi değerli belgelerle zenginleşir. Ekonomide, politikada ve sanatta söz sahibi Cosimo’nun ölümünden sonra ailenin diğer üyeleri de birkaç kuşak mesenliği sürdürür.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...