kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Kasım 2010 Perşembe

Aşkınlığın Simgesi Olarak Kuş

"...Jung'un ruhun aşkın işlevi dediği şeyle insan en yüksek ereğine, kendi kişisel benliğinin tam gerçekleşmesine ulaşabilir. İnsanın aşkınlığa doğru olan çabalarını temsil eden semboller bilindışının içeriklerinin bilince ulaşmasına yardım edecek araçları hazırlarlar, kendileri de bu içeriklerin etkin ifadesidir... Bu simgelerin en arkaik düzeyinde şaman-büyücü Hilekar ile karşılaşırız. Gücü kendi bedenini terk ederek bir kuş halinde bütün evreni dolaşabilmesinden gelir. Bu olguda kuş aşkınlık için en uygun motiftir... Sezginin kendine özgü doğasını belirtir. Bu tür güçlere ilişkin kanıtlar yontma taş devrinde bile bulunabilmektedir. Joseph Campbell'in yazdığına göre Lascaux'da Trans halinde yatan kuş maskeli şaman resmi bulunur... Şamanlar ve kuşlar aşkınlığın simgeleridir ve çoğunlukla birbirine bağlıdır... Sibirya'da şamanlar şimdi bile kuş giysileri giyerler ve birçoğu annelerinin onlara bir kuştan gebe kaldığına inanır. Böylece şamanlar insanın gözüne en fazla bir kez görünen ulu güçlerin kutsanmış çocuğudur..."

C. G. Jung, İnsan ve Sembolleri, çev: Ali Nahit Babaoğlu, Okuyan Us Yayınları, 4. Basım, İstanbul, 2009, s: 149 - 151

7 Ekim 2010 Perşembe

Alberti Teorileri ve İsa'nın Vaftiz Edilişi

Leon Battista Alberti 15. yüzyıl İtalya’sında Rönesans’a özgü evrensel ve bireysel insanın temsilcilerindendir. Çok yönlü kişiliğini ressam, mimar, mühendis, geometrici, oyun yazarı, ozan, Latin yazını uzmanı ve tanrıbilimci gibi meslekler ile ortaya koyar. 1435'te Latince, 1436'da İtalyanca basılan "Della Pittura" (Resim Üzerine) adlı kitabındaki kuramları ile çağının ressamlarını etkiler. Üç bölümlü kitabın ilkinde edebi, felsefi analizler, matematik, biçimler ve analizlerin incelenmesi yer alır. II. bölümde kompozisyon teknikleri, III. bölümde ise bir ressamın nasıl olması, nelere dikkat etmesi gerektiği hakkında öğütler ve bilgiler bulunur. Ona göre resim anlatıcıdır ve insan hareketini tasvir ettiği için en soylu sanattır. Sanatçı her şeyi bilmelidir. Alberti’nin insan ölçüsündeki oranları Vitrivius’a dayanır. Güzelliğin temeli denge, simetri ve ahenktir. Bu kitaptan etkilenen ressamlardan bazıları: Domenica Veneziano, Fra Angelico, Ucello, Fra Flippo Lippi, Polla Iuolo, Mantegna, Botticelli ve Piero della Francesca'dır...

20 Eylül 2010 Pazartesi

Paris'teki Miraçname Minyatürleri’nde Üçüncü Cennet Sahneleri

İslam kitap resimlerinde dini konulara ilk olarak 13. yüzyılda rastlanır. Varka ve Gülşah mesnevisinin son iki minyatüründe öyküde geçen bir olay içinde Hz. Muhammed görülür. Hz. Muhammed'in hayatıyla ilgili ilk tasvirler Moğollar döneminden 1307 tarihlidir. Topkapı Sarayında bulunan genel bir dünya tarihi olan Cami-üt Tevarih’teki minyatürler İncu sülalesi döneminde Şiraz'da yapılmıştır. Bilinen en eski Mirâç sahnesinde Hz. Muhammed’in Burak üzerinde ve meleklerin eşliğinde gökyolculuğu gösterilir.

Moğollar döneminden metni günümüze ulaşmayan Mirâçnâme’nin minyatürleri yapraklar halinde Topkapı Sarayı kütüphanesinde H.R.154 no'lu albümdedir. Dost Muhammed bu albümü Safavi Sultanı Şah Tahmasp'ın kardeşi Behram Mirza için resimler. Nakkaş ve hattatlar hakkında bilgi veren 1544 tarihli bir önsözü bulunur. 48,5 x 36,5 cm ölçülerinde 148 yapraktan oluşan kitapta 14. ve 15. yüzyıllara ait minyatürler, desenler, yazı örnekleri ve Ahmet Musa (1) tarafından yapılan Hz. Muhammed'in yolculuğu ile ilgili tasvirler vardır. Mirâç ile ilgili olanlar 14. yüzyıl ortalarında Tebriz'de hazırlanır. Sadelik, altın yaldız fon ve Tanrıya yakınlıklarına göre büyüklü küçüklü hareketli figürler göze çarpar...

20 Ağustos 2010 Cuma

Bir Kitapta Resim Şart

Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan sanat serisinin 56. kitabı ‘Bir Kitapta Resim Şart’ın* ilk baskısı Temmuz 1999 tarihlidir. Ressam Burhan Uygur’a ait kitabın uzun önsözü Samih Rifat tarafından yazılmıştır. Önsözde belirttiği gibi kitap resimleme çok eskilere dayanır. Mısır Ölüler kitabı, Bizans Elyazmaları, İran ve Osmanlı minyatürleri, Avrupa’nın taşbaskıları, 19. yüzyıl gravürleri yanı sıra 20. yüzyılda sanatçıların resimlediği kitaplardan söz edilebilir.

‘Bir Kitapta Resim Şart” tamamıyla ressamın şahsi belgeleri olan defterlerine, okuduğu kitaplar üzerindeki çizimlerine ve notlarına dayanarak hazırlanmış. Burhan Uygur bulunduğu her ortamda omzundaki deri çantası içinde taşıdığı çeşitli kalemler ve pastellerle defterlerine resimler yapardı. Bu defterler taslak, çizim veya desen için değil o anki duygu, düşünce ve gözlemlerini ön çalışmasız aktardığı nesnelerdi. Bazı sayfalarını koparıp çerçeveletir ve sergilerdi.

1979 yılında Ahmet Oktay’ın Sürgün, 1983’de şair Can Yücel’in Rengahenk, 1985’de Günseli İnal’ın Sulara Gömülü Çağrı adlı kitaplarında Burhan Uygur çalışmalarıyla resim ve şiir birlikteliği görülür. Sanatçı bazı resimlerinde görsel anlatımla beraber ilgi alanı ve esin kaynağı olan edebiyat ve şiir dilini de kullanmıştır. ‘Bir Kitapta Resim Şart’ adlı kitapta önsözden sonraki sayfalarda, ressamın kitapların üzerine çizdiklerinden örnekler yer alır. Bunlardan birinde okuduğu bir şiirin kendisinde çağrıştırdıklarını resimlemiştir. Rimbaud’nun ‘Cehennemde Bir Mevsim’, Cevat Çapan’ın ‘Kavafis’ten Kırk Şiir’, Homeros’un ‘İlyada’, C. V. Ceram’ın ‘Tanrıların Vatanı Anadolu’, Aragon’un ‘Mutlu Aşk Yoktur’ kitaplarının sayfaları üzerinde çizimleri ve notları bulunmaktadır. Kitabın 69. sayfasından itibaren de defterlerine yazdığı yazılar, şiirler ve resimler vardır. Gerçek dünyadan koparak adeta bu kitapların içinde kaybolmuştur.

15 Haziran 2010 Salı

Evinden Çıkman Gerekmez

"Evinden çıkman gerekmez. Masandan kalkma ve dinle. Hatta dinleme, yalnızca bekle. Hatta bekleme bile, kesinlikle sessiz ve yalnız ol. Dünya, maskesini düşüresin diye, gelip kendini sunacaktır sana, başka türlü olamaz; kendinden geçmiş bir halde eğilecektir önünde." Franz Kafka, Günah, Acı, Umut ve Doğru Yol Üzerine Düşünceler, s: 7

"Sen bir aylak, bir uyurgezersin, bir istiridyesin. Tanımlar saatlere, günlere göre değişiyor ama taşıdıkları anlam az çok belli: yaşamanın harekete geçmenin, bir şey yapmanın pek sana göre olmadığını hissediyorsun; sadece sürüp gitmek istiyorsun, sadece bekleyişi ve unutuşu istiyorsun." Georges Perec, Uyuyan Adam s: 18 "Odan dünyanın merkezi."   Georges Perec, Uyuyan Adam, s: 35

"Tam bir huzur içindesin, her an esirgeniyor, korunuyorsun. Çok mutlu bir parantez içinde hiçbir şey beklemediğin, vaatlerle dolu bir boşlukta yaşıyorsun. Görünmez, duru ve saydamsın. Yoksun artık: saatlerin ardından, günlerin ardından, mevsimler geçerken, zaman akarken, neşelenmeden, hüzünlenmeden, geleceksiz ve geçmişsiz, öylece, düpedüz, apaçık yaşayaduruyorsun..." Georges Perec, Uyuyan Adam, s: 54

Perec, Georges, Uyuyan Adam, çev: Sosi Dolanoğlu, Metis Yayınları, Haziran 2000

Yedi sekiz yıl önce okuduğum bu kitabın sayfalarında dolaşıyorum, işaretlediğim yerlere bakıyorum. Uyuyan Adam'da Beckett karakterlerinin tadı var sanki. Aslında Uyuyan Adam flaneur de. Ne güzel söylemiş Kafka ve Perec. Ben de öyle düşünüyorum ama kısa bir süre için durgun sularda sise doğru yüzmeye gidiyorum.
 

4 Mayıs 2010 Salı

Nakkaş Osman

Osmanlı klasik minyatür sanatının en olgun ve verimli dönemi olan 16. yüzyılın ikinci yarısında, sarayın baş minyatürcüsü Nakkaş Osman’dır. Osmanlı saray nakkaşhanesinde, yazmalar için önce bu işle görevli nakkaşlardan örnek hazırlaması istenir, padişah onay verirse asıl nüsha yapılırdı. Arşiv belgeleri bu eserleri hazırlayan sanatçılarla ilgili en güvenilir kaynaktır ama bu konularla ilgili yeterli çalışma yoktur. Topkapı Sarayı’ndaki atölyesinde çıraklarıyla birlikte el yazmaları resimleyen Nakkaş Osman’ın arşivlerde ve tasvirli kitaplarda adı geçmekle birlikte hayatı hakkında bilgiye sahip değiliz. Ancak yaptığı 600’den fazla minyatür, onun önemli bir nakkaş olduğunu gösterir. Tarihçi Gelibolulu Mustafa Âli’nin Menakıb-ı Hünerveran (1) adlı kitabında övdüğü sanatçı, döneminin diğer nakkaşlarıyla klasik kabul edilen bir ekol oluşturur, Osmanlı tasvir sanatının karakterini belirler ve İslam minyatürlerinden ayırt edici özellik kazandırır.

Nakkaş Osman ve okulunun, II. Selim dönemi eseri olan, 1568-69 tarihli, Kanuni’nin son Macaristan seferinin konu edinildiği, 39 x 25 cm ölçülerinde, 305 sayfalık ve 20 minyatürlü ‘Nüzhetü’l-ekber der-sefer-i Zigetvar’ adlı kitapta yer alan resimlerinde, sadelik, kompozisyonda ustalık, belgecilik, biçimde ve içerikte bütünlük göze çarpar. Tam veya çift sayfa minyatürlerde figürlerle çevre uyumludur.

5 Ekim 2009 Pazartesi

"Ölmek ya da Olmak, İşte Bütün Mesele"

"Eski aşıklar sevgili uğruna ölmeyi bir ideal, bir amaç bilirlermiş. Sevgilinin penceresi önünde naralanıp söğüt yaprağı bıçak ile bileğini dirseğine kadar yaran aşık da, gönül sultanının geçtiği yola yatıp ya üstüne basıp geçmesini,yoksa bir kerecik olsun yüzüne bakıp gülümsemesini isteyen aşık da ölmek ile olmak arasında kendini kaybediyorlardı. Onlar, uğruna ölünecek sevgililer buldukları için bahtiyar idiler. Gün gelir, sevgililer de aşıklarını sever umudunu içlerinde durmadan büyütüyorlardı. Oysa aşk, iki kişi arasında asla eşitlenmeyen bir şeydi. Allah, aşığın uğraştığı sevgiyi maşuktan esirgemişti. Bunun içindir ki aşıklar, ya kendilerine verilen derdin aynısının sevgiliye de verilmesi ya da sevgilideki vurdumduymazlığın aynısı ile kendilerine de ihsanda bulunulması için yakarır dururlar. İsterler ki, Allah aşkı seven ile sevilen arasında eşit bölüştürsün… Oysa aşk bu demek değildir. Seveni sevmek kolaydır; marifet o sevmediği zaman da onu sevebilmektir. Gerçek aşık bilir ki, kendi içindeki aşk ateşinin aynısı sevgilide de vardır ve gönülsüz de olsa, o da aşkı duyumsamaktadır. Ne var ki sevgili çok sabırlı, aşık da çok sabırsız olduğu için bu aşk yarası tek taraflı kanamaktadır...

O acılar, o ayrılık ve hasret ateşleri aşığı yakıyorsa öte yandan da pişiriyor demektir… Aşık, ancak bu pişirme sürecinde ham iken olgun, çiğ iken kâmil olur. Çünkü aşk yolunda varılacak merhalelerin en yücesi, aşkın olgunluğu ile kendi dünyasını kurabilmektir. O mertebeye gelindikten sonra aşk uğruna can vermek aşığa âsân gelir. Buraya kadar söylediklerimizi bir de öbür türlü söyleyelim: Amaç aşk uğruna ölmek değil, uğruna ölünecek aşkı bulmaktır. Bu aşk, cennet emelinden uzaklaşıp cemale erme hedefini gözetir. Böyle bir aşka giriftar olduktan sonra geriye ne kalır ki!?... Dünyayı elinin tersiyle itiver gitsin!.. Hani Fuzûli diyor ya: Cennet için men eden âşıkları didârdan / Bilmemiş ki cenneti âşıkların didâr olur (Cennetten uzaklaştırıldığı gerekçesiyle aşıkları sevgilinin didarına (yüzüne) bakmaktan alıkoyan kişi bilmiyor ki aşıkların cenneti sevgilinin yüzüdür!..) İmdi başa dönünüz ve yalnızca sevmek için seven aşığın tavrı ile hedefi sevgilinin yüzünü görebilmek olan aşığın gayretini ölçünüz; arada beşeri, mecazi, platonik, tasavvufi ve ilahî aşkların harmanlandığını fark edeceksiniz.
Aşk ki vardır, gerisi vesairedir"

İskender Pala, Kitab-ı Aşk, Alfa Yayınları, 1. Basım, Şubat 2005, İstanbul, s: 21, 22

2 Temmuz 2009 Perşembe

Birkaç Aforizma

Etrafımda yemek ve çoğalmak için yaşayan her zamanın ve her yerin insanlarından başka kimseler görmüyorum. Onlardan nefret etmiyorum ama beni hiç ilgilendirmiyorlar. Dünyayı bir hara ve yemekhane gibi görmeye alışmamışım. kuşkusuz insanlığın yüzükoyun yerde sürünmemek için elinden geleni yaptığını bilmiyor değilim ama ne yalan söyleyeyim bu konudaki gayretleri bana acınacak şeyler gibi görünüyor. Hiçbir büyük şey yapılmıyor. PANAIT ISTIRATI

İnsan kalbinde sevgi duymuyorsa, kıpırdamadan otursun bir yerde. Kendi kendisiyle ya da sevdiği bir şeyle uğraşsın ama insanlarla hiç ilişki kurmasın. Tıpkı karnı acıktığı zaman insan nasıl yemek yemek isterse insanlarla da sevgi duyduğu zaman uğraşmalı. TOLSTOY

Enerji sonsuz bir mutluluktur. Kim ki bir şeyi çok arzuladığı halde isteklerini eyleme dökemez ölümü davet etmiş olur. WILLIAM BLAKE

Nesnelerin içine gizlenen şeyin bizi heyecanlandırdığını bilmeksizin onların dış görünüşlerine bağlanırız. PLOTIN

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Melankoli-Hüzün-Boşluk-Derin Düşünce

Melankoli ile ilgili bu blogda epey yazı var. Melankoliyi incelemeye 2000 yılında başladım. O sıralar Prof. dr. Ayla Ödekan'ın doktora dersi için "Batı Sanatı'nda Melankoli" adlı bir çalışma hazırlarken 35 kitaptan ve çok sayıda makaleden yararlanmış; batı resminin melankoliye uygun örnekleri üzerinde durmuştum. O kadar mutlulukla ve coşkuyla çalışmıştım ki -biraz çelişen bir tutum oldu farkındayım :) -. Şimdiye kadar yaptığım araştırmalar içinde en sevdiğim konu bu oldu. Zaten melankoliye yatkın bir yapım olduğundan mı, varoluşla ilgili derin düşüncelerin tatlı hüznünden zevk aldığımdan mı, nedensiz hafif üzüntünün arada bir insanı esir aldığını, sevinç ve kederin birbirine yakın durduğunu bildiğimden mi, en mutlu anda bile buruk bir acı duyulacağını hissettiğimden mi, yalnızken insanın kendisiyle iletişimini önemsediğimden mi bilmiyorum.

Hayatın koşuşturması içindeki insanlardan kaçıp ilgisizleşen, dünyevi şeylere yabancılaşan, kalabalık içindeyken bile çevresinden ve dünyadan soyutlanarak hülyalı gezinen, her şeyi sorgulayan buna vakit ayıran, bir gereklilikmiş gibi sunulan hıza ve "Her şey yaşanmalı, her şey tüketilmeli" düşüncesine ayak uydurmayan, arzular ve yoksunluklar arasındaki çelişkide çaresizliği duyumsayan yine de "hiçlik içinde bile bir umut düşleyen"*, kaplumbağa gibi hareket eden melankolik bir flaneur. Melankoli; boşluk duygusu, tembellik ve uyuşukluk içinde olanı simgelemez. "Ben de tembelim,  ben de boşluk içindeyim; öyleyse melankoliğim." demek bilgisizce sığ bir yaklaşım olur. Bu ise olguyu sıradanlaştırırken, gizemini ve değerini de yok sayar.

5 Mart 2009 Perşembe

Melankolik Kent: İstanbul

Her mevsimde ayrı bir güzellikte olan İstanbul'un tam anlamıyla içine girmeden onu seyretmek daha hoş geliyor bazen. İnsanların metropolde yaşamanın gereklerini yerine getirmedeki umursamazlığı sinir bozucu. Doğduğu yerlerden göç edenlerin kentin düzenine uyması icap ederken, gelen önceden alıştığı yaşam tarzını da beraberinde getiriyor. Tamam çeşitliliğe diyeceğim bir şey yok ama kişilerin önce kendine, sonra karşısındakine saygısıyla; düşünceli davranışlarıyla ve uzun bir geçmişe sahip kente karşı özenli tutumuyla kültürel zenginliğe ulaşılabilir. Başkasını rahatsız etmediği, şehrin dokusuna zarar vermediği sürece herkes istediği gibi yaşama hakkına sahip elbette. Büyük kentin göç ve nüfus yoğunluğuyla beraber trafik, düzensiz ve fazla yapılaşma sorunları da var. Bunun yanında kargaşa, uyumsuz şeylerin bir araya gelişiyle kendini gösteren zevksizlik, çeşitli kokular, bunaltıcı nemli hava da var. Hiçbir suçu olmayan, sadece sessizce ama hüzünle tanıklığını sürdüren İstanbul'un gün geçtikçe yıprandığını görmek üzüntü verici. Yine de doğduğum, büyüdüğüm, yaşadığım ve keşfedebilecek farklı yaşantıların sürdürüldüğü sokakları olan, karmaşık, kozmopolit, monotonluktan uzak, büyülü, esrarengiz, tarihinden ve sanatından kopmadan geleceğe ulaşmaya çalışan ve tam anlamıyla yaşayan bu kentte ömür tüketmekten memnunum. Kısa süreli uzaklaşmalar iyi geliyor ama dönüp dolaşıp geleceğim yer yine İstanbul. Bir de Konstantinos Kavafis'in çok güzel ifade ettiği gibi "gidip gidebileceğim tek yer"de bu kent...

29 Ocak 2009 Perşembe

Sanat Kitabı

10 senedir arada bir göz gezdirdiğim 512 sayfalık bu kitapta A'dan Z'ye, farklı dönemlerden 500 önemli ressama ve heykeltıraşa yer verilmiş. arka sayfalarında ise teknik terimler sözlüğü, sanat akımları sözlüğü, müzeler ve galeriler rehberi ve kaynaklar bulunuyor. görselliğiyle etkileyen kitap kapsamlı ve tasarımı hoş. hem sanat uzmanları hem de plastik sanatlarla ilgilenenler için başvuru niteliğinde. 500 sanatçı hakkında kısa bilginin yanı sıra seçilen resmin veya heykelin kompozisyon özelliklerini ve resmin altında teknik bilgileri içeren bu büyük boyutlu kitap kapakla aynı tasarımda karton kutu içinde korunuyor. Orijinali Phaidon yayınlarından çıkan The Art Book, Türkçeye YEM yayınları tarafından kazandırılmış. 

500 sanatçı - 500 sanat eseri,  YEM yayın, 1996, 1. baskı, İstanbul (İngilizce baskı Phaidon Press 1994)

 *****Bu sayfadaki yazının ve fotoğrafların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir. Creative Commons License

16 Aralık 2008 Salı

Kaba Oyalanmalar

Sonbaharla ve kışla ilgili daha önce ne yazmışım? Tadını çıkarmak konusunda şimdi ne hissediyorum? Hüzün. Kış hüznüne kapıldım. Masumiyet Müzesi'ni okuyorum. 340. sayfadayım. Kitap çıktıktan sonra hakkında çok yorum yapıldı. Nedense köşe yazarları bir yarış halindeydi. Ondan bahsetmeyen yoktu tıpkı Issız Adam filmi gibi. Masumiyet Müzesi'ndeki Kemal'in aşkı Issız Adam'daki Alper'in aşkından daha içe işleyici ve buruk. Orhan pamuk'un en sevdiğim kitabı 'İstanbul, Hatıralar ve Şehir' di. Hem o kitapta hem de son kitabında Nerval'den söz etmesi ve istanbul ile melankolinin birleşmesi de bunda etken olabilir:

"Nerval istanbul'a geldiği zaman 35 yaşındaydı. 12 yıl sonra kendisini Paris'te asmasına yol açacak melankoli buhranlarından ilkini iki yıl önce geçirmiş ve bir süreliğine tımarhanede yatmıştı. Bütün hayatını belirleyecek karşılıksız bir aşkla sevdiği tiyatro oyuncusu jenny colon da altı ay önce ölmüştü. Nerval, Mısır - Kahire, İskenderiye - Suriye, Kıbrıs, Rodos, İzmir ve İstanbul'dan geçecek 'Doğu Yolculuğu'na bu acılarla birlikte tabi ki Chateaubriand, Lamartine ve Hugo ile Fransız edebiyatında bir gelenek olmaya başlayan romantik doğu düşlerinin etkisiyle çıkmıştı. Nerval'in kendinden önceki yazarlar gibi doğu hakkında bir şeyler yazma niyetini ve fransız edebiyatında melankoli ile özdeşleştiğini de göz önünde tutunca, insan şairin istanbul'da göreceklerinin çok özel ve değerli olacağına hükmediyor ama Nerval 1843 istanbul'unda kendi melankolisine değil de onu unutturacak şeylere dikkat eder... Kendini astığı sırada sayfalarını cebinde taşıdığı ve gerçeküstücülerin, Andre Breton, Paul Eluard ve Antonin Artaud'nun büyük hayranlık duyduğu 'Aurelia' ya da 'Hayat ve Rüya' adlı tüyler ürpertici ve benzersiz otobiyografik kitabında Nerval aşık olduğu kadın tarafından reddedilince hayatta artık kendisine "
kaba saba oyalanmalardan" başka bir şey kalmadığını anlatır ve dünyayı dolaştığını ve uzak milletlerin kıyafetleri, tuhaf töreleriyle aptalca oyalandığını dürüstçe itiraf ediverir...

 Pamuk, Orhan, İstanbul, Hatıralar ve Şehir, YKY, İstanbul, 2003 Aralık,

1 Ekim 2008 Çarşamba

Samuel Beckett'in Hiçlik'te Yüzen Kahramanları

"Hiçbir şey hiçten daha gerçek değildir."

Malone ölüyor

... Yeterince beklemiş olan biri beklemeyi sürdürebilir sonsuza kadar. Belli bir süre geçtikten sonra hiçbir şeyin olmayacağı, hiç kimsenin gelmeyeceği anlaşılır, geriye boş bir bekleyiş kalmıştır yalnızca. 249 / ... Ayakta durmaktansa yatmayı severdi daha çok; en küçük bir gerekçe yatmasına ya da oturmasına yeterliydi; yaşam mücadelesi kıpırdaması için ona baskı yaptığında ancak kalkardı yerinden. Varoluşunun önemli bir bölümü bir taş kadar devinimsiz geçmişti. 251... Günahsız birinin önüne çıkan onca tuzak ve dikenden kendisini koruyacak biri yardımına gelmedi hiç; kendi gücünü ve olanaklarını kullandı, sabahtan akşama akşamdan sabaha süren ölümcül bir yara almadan ayakta kalma uğraşında... Kimse ödüllendirmedi onu, paradan yana da hiç şansı olmadı, alnının teriyle ya da aklını kullanarak biraz kazanabilse çok sorun yaşamayacaktı aslında. 251/ ... Kimsesizlik ve saltık bir yoksunluğun açlık çektiği ve öteki garipler gibi barınacak bir yerin izini sürdüğü günlerin, yalnız ve boşlukta yaşamanın kara sevincini tatmanın bilgiden, güzellikten ve sevgiden uzakta, isteksizlik ve çaresizliğin yoğun özlemini çekiyordu.

Adlandırılamayan 

... Kendimi bulmak, kendimi yitirmek demek, yok olmak ve ilkin bir yabancı gibi, sonra yavaş yavaş her zamanki kimliğimle başka bir yerde yeniden başlamak demek benim için. Bu yere gelince hep orada olduğumu söyleyeceğim ben.  s: 313
... İnsanın nerede olduğunu, nerede kalacağını bilmesi ama orada olmaması ne güzel şey! Sonsuza değin hiç kimse olmadığının bilincinde gönül rahatlığıyla işkence masasına uzanır insan.  s: 351 
... Umutsuzluğa düşmek için düşünmeye gerek yok. s: 382 
... Doğru düşünceyle karşılaşana kadar düşünce üretip durmaktan başka ne yapabilir insan? Her şey sustuğunda, her şey sona erdiğinde tüm söylenmesi gerekenler söylenmiş olacak, bilinmesi gerekmiyor hangi sözler bunlar bilmenin olanağı yok, oralarda bir yerde, yığının kalabalığı içindeler son sözcükler olmaları gerekmiyor. s: 384
... Hiçbir şey olamamış, hiçbir şey yapamamış biri için yeterince aynı şeyi yapıp, yeterince aynı şeyi olduğum için, yalnızca sonu beklemek gerekiyor, yine aynı şey olacak sonunda belki aynı önceki gibi olacak. Yalnızca sona doğru gitmeye ya da sonu titreyerek ya da neşeyle, bilinçle ya da boyun eğerek beklemeye zorunlu olduğumuz onca zaman boyunca olduğumuz gibi olacak. s: 395
... Her şey sonunda nasıl da düzeliyor; sabrın sonu selamet demişler, zaman her derdin ilacı bu düzelmenin nedenlerinden biri de dünyayı artık dönmez, zamanı artık geçmez kılan, acıları sona erdiren dönüp duran şu dünya, hiçbir şey yapmadan, hiçbir şey anlamadan yalnızca beklemeniz gerekiyor, bir şey yapmak bir işe yaramıyor, elinize bir şey geçmiyor, her şey düzeliyor, hiçbir şey düzelmiyor, hiçbir şey asla bitmeyecek, bu ses asla susmayacak, burada yalnızım, ilk ve son kişiyim, kimseye acı çektirmedim, kimsenin acılarına bir son vermedim, kimse gelip benim acılarıma son vermeyecek, hiçbir zaman gitmeyecek onlar, yerimden kımıldamayacağım hiçbir zaman, huzur nedir bilmeyeceğim hiçbir zaman. s: 397

Beckett, Samuel, Üçleme, 'Molloy, Malone Ölüyor, Adlandırılamayan', çev: Uğur Ün, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1997.

... Malone 'gözden uzak durmak istiyorsanız bütün yapacağınız dümdüz yatmaktır. Heyecan duymadan, hareketsiz, ne sıcak, ne soğuk, ne ılık'... s: 343
... Malone öncelikle iki kişinin ne cesaretle birbirlerine sarılabildiklerine şaşar... Sonra umutsuzluğun güzüyle birbirlerini kucakladıkları kararını verir ama bunun boşuna olduğunu, çünkü her biri kendi sınırlarına çekilmiş iki ayrı vücudun bulunduğunu düşünür. Her birinin ötekine umut bağlayarak birbirlerine sarılmalarından ne sonuç alabileceklerini anlayamaz bir türlü... Sonra gözlemlerini sürdürür. s: 344   

Teber, Serol, Melankoli, Normal bir Anomali, Say Yayınları, İstanbul, 2001
 
Yukarıdaki cümleler yıllar önce okuduğum kitaplardan alıntıdır.

15 Ağustos 2008 Cuma

Burhan Uygur - Sergiler, Ödüller, Kitaplar

Sergiler

1968 Beyoğlu Şehir Galerisi, İstanbul
İlk sergisini öğrenciyken Komet ile birlikte bir yaz sezonunda açar. Paraları olmadığı için Caddebostan Maksim Gazinosu’ndan camlar toplayıp döküntülerden çerçeve yaparlar. Çiçek Pasajından buldukları midye, istiridye gibi şeyleri tavandaki ipe asarlar. Mahmutpaşa’dan birkaç kutu çay bardağı alırlar. Açılışa akademililer gelir. İçkisini içen bardağını yere atıp kırar.
1970 Açık Hava Sergileri, Salzburg ve Amsterdam’da
Bir dergiye verdiği röportajda bu sergilerden şöyle söz eder: “Sokak sergileri konusunda söylenecek pek çok olumlu şey var. Bir kere insanın medeni cesareti müthiş artıyor. Orada her çeşit sanatseverle karşılaşıyorsun. Sokak sergileri genç sanatçılar için bir nevi imtihan oluyor. Belediyenin verdiği koskoca bir alanda Japon’u, İtalyan’ı, Fransız’ı, Amerikalı’sı herkes maharetini sergiliyor. Mesela bazı heykeltıraşlar küçük heykellerini sergiliyordu. Köseleden gayet güzel işler yapan genç sanatçılar vardı. İyi satışlar da oluyordu. Ama işin satıştan daha güzel yanı çeşitli milletlerden sanatçılarla tanışmaktı. Sonra kendi işlerinle o sanatçıların işlerini mukayese etme fırsatı da yakalanıyor. Sokak sergileri ve bu sergilerin verdiği fırsatları doyasıya yaşadım, tadına da vardım ayrıca (1)...
1972 ‘Hiçlik Üzerine Kurulan BHayaller’, Taksim Sanat Galerisi, İstanbul  
Bu sergisini gezen hocası Bedri Rahmi Eyüboğlu 1972 yılının Aralık ayında Milliyet Sanat Dergisi’nde “Ele avuca sığmayan ve yüzde yüz resim sanatı için yaratılmış Burhan’ın özelliği beyazı çok iyi kullanmasıdır. Kişiliğine inanıyorum, bu sevgiyle çalışmasını sürdürürse yakında memleketinde değil dünyanın her yanında işini kabul ettireceğine inanıyorum” diye yazmıştır..


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...