22 Temmuz 2014 Salı

Nesneden Öte

Sıradan pazar günlerinden biriydi. Haftanın bu son gününde dışarı çıkmaktan hoşlanmazdı. Gazete, kitap okur, müzik dinler ve uyurdu. Televizyon izlemezdi. O günde odasında müzik dinlerken kuzeni aradı. Havanın güzel olduğunu söyleyip yürüyüş yapmayı teklif etti. Dışarı çıkmaya niyetli değildi ama bir yandan kuzeninin davetini geri çevirmemek diğer yandan da sıkıntılı ruh halinin havanın etkisiyle biraz da olsa azalacağını düşündüğünden olumlu cevap verdi. Hemen üzerini değiştirdi. Teyzesinin oturduğu eve doğru yürümek için sokağa çıktı.

Hava gerçekten iyiydi. Yarı yolu geçmişti ki kuzeniyle karşılaştı. Her buluşmalarında olduğu gibi hemen koyu bir sohbete daldılar. Her seferinde somut olaylardan sıyrılıp, soyuta, hayali ve düşünceye dayalı konu ve kavramlara yönelirlerdi. Kendisini ve olayları sorgulaması ve bunlar üzerinde düşünceler oluşturmaya çalışma çabası hiç bitmiyordu. Her duruma bir açıklama getirmeye çalışıyor, bir sebep arıyordu. Kendiliğinden amaçsız oluşabileceklerine karşı da katı değildi. Hep çelişkiler içinde kalıyordu. Beyazdan griye, griden siyaha gidiyor, tekrar beyaza dönebiliyordu. Aslında yaşamda her şeyin bir sebebinin olması gerekmediğini biliyordu. Fazla determinist yaklaşım içinde olmayı da doğru bulmuyordu. Her şey modernlik çerçevesinde nesnel ve rasyonel olup bu mantıkla açıklanmayabilirdi. Netliğin olmadığı, belirsizliğin hâkim olduğu bir karmaşanın yaşandığı geçiş dönemi içinde. 20. yüzyıldaki gelişmeler bunu göstermişti...

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Mondrian Çılgınlığı

Piet Mondrian 1917 yılında Teo Van Doesburg ile birlikte kurdukları De Stijl akımının ve 20. yüzyıl başlarının öncü sanatçılarından. Hollanda çıkışlı, düzen ve uyumun, sanatsal sezgi, evrensellik ve yalınlığın önemsendiği De Stijl, ideal geometrik formlarla ve ana renklerle doğayı dış görünüşünden soyutlamanın arayışındadır. Mondrian’ın geliştirdiği Neoplastisizm’de karşıtlıklar nesneli, düşünseli, erkeği simgeleyen dikeylerle ve özneli, maddeyi, dişiyi simgeleyen yataylarla görselleşir. Saf gerçeği ve ifadeyi savunan Mondrian dik açı ile birbirini kesen dikey ve yatay çizgiler arasında kalan siyah, beyaz, gri, sarı, mavi ve kırmızı gibi renklerle fiziksel ve ruhsal dünyayı birleştirerek evrensel öze ulaşmayı hedefler. Mondrian’a göre renk, simetrik olmayan denge ve oran gibi resim sanatı unsurları mimari, mobilya ve dekorasyon için de geçerlidir.

De Stijl tarzı ve özellikle Mondrian’ın resimleri günümüzde de tasarımcılar için esin kaynağı olmayı sürdürüyor. Moda, dekorasyon, mobilya, grafik, günlük kullanıma yönelik endüstri ürünlerinde ve hatta gıda sektörlerinde örneklerini görmek mümkün. Kişiye özel tasarımın önemli isimlerinden Fransız moda tasarımcısı Yves Saint Laurent, Mondrian’ın beyaz, kırmızı, mavi, siyah ve sarı renk bloklarından oluşan kompozisyonunu 1965 yılında kolsuz elbise üzerine uyarlayarak sanatçıya hayranlığını da gösterir. Moda tarihinde önemli bir yere sahip olan ve en çok kopyalanan elbisede kesişen kalın siyah çizgilerle karşıtlık oluşturan renkler birbirinden ayrılır. Önden dikdörtgen görünümündeki elbise geometrik tasarımıyla da De Stijl tarzını yansıtır. Sanat eseri gibi sergilenen ve bir resmin elbise üzerinde baskısının ötesinde olan bu ikonik tasarım modern sanatla moda etkileşimini çarpıcı biçimde ortaya koyar.

20 Haziran 2014 Cuma

Balat, Fener, Kariye, Mihrimah Sultan ve Fatih

8 Haziran sabahı arkadaşlarımla mini İstanbul turlarımızdan birini daha gerçekleştirmek üzere Üsküdar iskelesinde buluştuk. Haliç hattına giden motora binerek yarım saatlik keyifli bir yolculuk sonrası Ayvansaray'a geldik. Hava bir güneşli bir bulutluydu. Yağmur yağacak gibiydi ama yağmadı. Öğle saatlerinde güneş çıktığında epey sıcak oldu o ayrı. Haliç'te seyir halindeyken tarihi yarımadanın siluetini bozan o çirkin köprünün altından da geçtik tabi. Ayvansaray'da parktaki boş salıncaklarda sallanmayı ihmal etmedik :).  Park içindeki akıllı bisiklet kiralama sisteminde sorun vardı sanırım. Hiç bisiklet olmadığı gibi kilit sistemleri de parçalanmıştı nedendir bilinmez. Bisiklet kullanmaya teşvik etmesi açısından güzel bir uygulama. Ne var ki halkın da yeterince özenli olması gerekiyor. Ayvansaray'dan doğuya doğru yürüyerek kiliseleriyle ve sinagoglarıyla ünlü Balat'taki Özel Balat Hastanesi'nin önüne geliyoruz. 19. yüzyılın sonlarına ait bu yapı taş yığma ve zamanının eklektik mimari özelliklerini yansıtıyor. Neo Klasik unsurlar da dikkat çekiyor. Fener'de İstanbul Rum Ortodoks Patrikhane'sinin 1601 yılından itibaren merkezi olan Aya Yorgi Kilisesi bulunuyor. İstanbul Patriği 6. yüzyıldan bu yana Ekümenik Patrik olarak dünyadaki tüm Ortodoksların ruhani lideri kabul ediliyor. Kilise'nin onarım çalışmaları 1991'de tamamlanmış.

10 Haziran 2014 Salı

Sanatçı, Sembol ve Algı

Vincent van Gogh, Bedroom in Arles, 1888,  72 x 90 cm
Sanatçı algıladıklarını sembollerle iletir ama ne kadar olağanüstü de olsa semboller temsil ettikleri şeyler yanında her zaman yetersiz kalırlar. Gerçeği, saf olanı ve mutlak olanı anlayabilmek, tüm netliğiyle kavrayabilmek için yol gösteren simgeler simgeledikleri şeyin önüne geçip öze inilmesini ve odaklanmayı zorlaştırabilir. Bazen de gerçek olandan çok daha fazla bir etki uyandırır. Sanatçının yaradılış bilinci, görüşü ve algısı herkesten daha gelişkindir. Bitmeyen çabası saf varoluşun muhteşemliğini yansıtabilmek üzerinedir. İfade gücünün tüm olanaklarını kullanarak renkleri ve biçimi kontrol altına alıp; şeyleri ve yoğun düşüncelerle, rüyalarla açığa çıkan iç dünyayı ve görüyü olduğu gibi gösterebilmek… Bir bakışla görülemeyeni kavrayabilmek, katmanlarına inebilmek… Sıradan insani kaygılar ve sorunların ötesinde algıları başka boyutlara açabilmek… Gösterişsiz, sadece kendi olanı ve bundan da hoşnut olanı ayırt etmek... Gerçekliğin daha derin bir görüş gücüyle kavranmasını sağlamak... Kendi varlığındakini anlamaya çalışmak…

2 Haziran 2014 Pazartesi

Üsküdar'dan Görünümler

Geçen hafta doğup büyüdüğüm Üsküdar'da aylakça dolaştık. Sadece amaçsızca kentte yürüyerek gezinmekten keyif alan, vakti bol bir flaneur gibi :). Eskiden en çok zamanımızın geçtiği yer Sultantepe'ydi aslında. Daha önce kimisini onlarca kez ve kimisini ilk kez gördüğüm ya da dikkatimi verdiğim mekanların fotoğrafları aşağıda:

Salacak'ta efsaneleriyle ünlü ve dünyada en çok fotoğrafı çekilen 10 yerden biri olan tarihi yapı Kız Kulesi

27 Mayıs 2014 Salı

Mimar Sinan'ın İzinde

Önceki haftalarda Çengelköy, Anadolu Kavağı, Yoros Kalesi, Yuşa Tepesi; Karaköy kafeleri, Galata ve Beyoğlu gezilerimizden sonra yine güzel bir bahar gününde arkadaşlarımla Mimar Sinan Gezisi* yapmaya karar verdik. Eminönü'ne geçerken Gökçeada'da 6.5 şiddetinde deprem olmuş. İstanbul'un pek çok yerinden de hissedilmiş. Denizde seyir halindeki motorda depremi hiç fark etmedim. Küçük turumuzun ilk durağı olan Tahtakale'deki Rüstem Paşa Camii'nin -1561- iç ve dış duvarlarındaki çiniler renkleri, motiflerin çeşitliliği, ince işçiliği ve uyumlu düzenlemeleriyle göz alıcı. Natüralist üslubun hakim olduğu çiniler arasında 41 çeşit lale motifi bulunuyor. Kütahya ve İznik'te çini atölyeleri sahibi, zenginliği ve entirikacı yönü dillere destan Rüstem Paşa 4000 kadar çiniyi camide kullandırır Mimar Sinan'a. Mavi ve beyaz rengin hakimiyetindeki çinileri ön planda olsa da kalem işleriyle de dikkat çeken süslemeler klasik Osmanlı özelliklerini yansıtıyor. Sinan yapılarının sadeliğinden uzak olan sekiz destekli cami, altındaki depo katıyla yükseltilmiş bir platform üzerinde inşa edilmiş. Alt katın paralelinde dükkanlar sıralanıyor. Dar alana kurulu caminin önünde beş bölümlü son cemaat yeri mevcut. Camide etraftaki dükkanların esnafı öğle namazı kılarken turist grupları da bizim gibi son cemaat yerinde içeri girmek için bekliyor. Külliye iki han, hamam ve medreseye de sahip.

14 Mayıs 2014 Çarşamba

Gün Kömür Karası

Soma'da hayatını kaybeden maden işçilerimiz için çok üzgünüm. Yakınlarının acısını paylaşıyorum. Bir daha bu tür kazalarla karşılaşmamak için en kısa zamanda sorumlular bulunup cezalandırılmalı. Bu ölümler 'kader' deyip geçiştirilemez. Önlem almak, işçilerin güvenliğini sağlamak ve haklarını korumak için uluslararası sözleşmeler imzalanmalı; bir an önce yeni kanunlar çıkartılmalı.

yusuftansuozel.blogspot.com.tr
 İllüstrasyon Yusuf Tansu Özel

10 Mayıs 2014 Cumartesi

Ve Bahar

Göztepe 60. Yıl Parkı
İstanbul'un Kadıköy tarafında baharın keyfinin çıkarılacağı güzel parklardan biri Göztepe 60. Yıl Parkı. Bağdat Caddesi kenarında yer alan park çiçekleri, bitkileri, ağaçları ve minik göletiyle Kadıköy ilçesinde yaşayanların huzurlu vakit geçirmesini sağlıyor. Kadıköy parkları ve yapılaşma şekli açısından İstanbul'un en yaşanabilir ilçelerinden biri aslında. Binalar bitişik değil. Her binanın kendi otoparkı ve bahçesi var. Ve sokaklar boyunca ağaçlar sıralanıyor. Moda'dan başlayan sahil şeridi ve Bağdat caddesi her zaman hareketli. Kadıköy merkezde kafeleri, kültür merkezleri, operası, mağazaları vb. yerleriyle öyle.

*****Bu sayfalardaki yazıların ve fotoğrafların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.   2008-2018 Creative Commons License 

3 Mayıs 2014 Cumartesi

Atatürk Arboretumu

Atatürk Arboretumu tam bir botanik bahçesi. Yeşilin her tonunu görmek mümkün. İstanbul'un nefes aldıran kuzey bölgesindeki yüzlerce tür ağacın ve bitkinin bulunduğu bir müze. Piknik yapmak, yiyecekle girmek, ateş yakmak yasak ki çok yerinde bir uygulama. Kuş sesleri arasında, ağaçlarla çevrili huzurlu bir ortamda yürümenin verdiği keyif anlatılamaz. Doğa, temiz hava, sakinlik ve yavaşlık ihtiyacı hissedildiğinde gözü ve tini doyuran bir yer. Güzelliklere iyi bakmalı çünkü gün gelip yok olduğunda, o anlar hatıralarda canlanıp ruhu tazeler. Gelecek kuşaklara da bozulmadan aktarılmasını umuyorum ve her İstanbullu'nun betonlaşmaya ve ağaçların kesilmesine karşı tepki göstermesinin zorunluluk olduğuna inanıyorum. Böyle gizli bahçeler gün geçtikçe azalıyor maalesef. Yeniden yapılanmalar sonucu özgün ve doğal yerleşimler yerini çirkin, zevksiz betonlara ve avmlere bırakıyor.


*****Bu sayfalardaki yazının ve fotoğrafların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.   2008-2018 Creative Commons License

10 Nisan 2014 Perşembe

Kürk Mantolu Madonna

Dunning-Kruger Sendromu'na göre 'işinde çok iyi olduğuna' yürekten inanan ‘yetersiz’ kişi, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz. Aksine her şeyin hakkı olduğunu düşünür. ‘Cahillik ve haddini bilmeme’ hâli mesleki açıdan şaşılacak bir itici güç oluşturur. ‘Eksiler’ kariyer açısından ‘artıya’ dönüşür. Gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar çalışma hayatında ‘fazla alçakgönüllü' davranır ve öne çıkmaz. Yeteneklerinin görülmesini umarlar. Beklerken daha da geriye çekilirler. Bu yüzden de muhtemelen ‘hırs eksikliği’ ile suçlanırlar. İş hayatı ile ilgili bu tespit hayatın diğer alanları için de geçerlidir. Mutlaka herkesin çevresinde 'yetersiz ama müthiş güvenli' ve 'yetenekli ama iddiasız' insanlar vardır. Bertrand Russel “dünyanın sorununu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendinden emin olmaları” olarak nitelendirir.

Bu açıklamalar doğrultusunda Sabahattin Ali’nin 1940-41 yıllarında 48 bölümlük tefrika olarak yayınlanan ve 1943 yılında roman olarak basılan ‘Kürk Mantolu Madonna’sında Raif Efendi karakteri alçakgönüllülere bulunmaz bir örnektir. Romanın ilk bölümünde Ankara’da yaşayan ve birkaç aydır işsiz olan Rasim’in tesadüfen karşılaştığı arkadaşı Hamdi’nin aracılığıyla işe yerleşip, Raif Efendi ile aynı odada çalışması ve onunla yakınlık kurma çabaları anlatılır. Raif Efendi’nin sessiz yapısı, işyerinde diğer çalışanların ona karşı pervasız bazen de saygısız tutumları karşısındaki sakinliği; bir makine gibi ona verilen metinleri çevirip daktiloya vermesi; bir takım kitaplar okuyup akşam da alışverişini yapıp evine dönmesi genç oda arkadaşının dikkatini çeker. Böylesine uysal ve bir bitki gibi yaşayan insanın düşüncelerini merak eder.

28 Mart 2014 Cuma

Hırsızların Hilekar Tanrısı Hermes

Yunan Mitolojisi’nde Hermes rüyaların ve ruhların rehberi, tanrıların habercisi, Zeus’un güvenilir elçisi, lirin mucididir. Ayrıca yolların, çobanların, hayvanların, sosyal ilişkilerin, ticaretin, şansın, etkili konuşma becerisinin ve hırsızların da tanrısıdır. Gece ile gündüz, rüya ile gerçek, bilinçle bilinçdışı, bilinenle bilinmeyen, ölümle yaşam, tanrılarla insanlar arasında duran eşikleri ve geçişleri; kısacası varoluşun tümünü kapsadığı için yol ve tarla kenarlarında onu simgeleyen sınır taşları dikilirdi. Herme heykellerinin üst kısmı büst veya yarım gövdeli, alt kısmı ise genellikle kare kaidedir. Sınır taşları tapınak, kütüphane, gymnasium gibi yapıların önlerine; evlerin girişlerine; halka açık alanlara, mezarlara yakın ve şehir sınırlarına da yerleştirilirdi. İşaret taşı olarak da kullanılan bu kutsal heykellere adaklar bırakılırdı.

10 Mart 2014 Pazartesi

İş mi Eser mi?

Sanatçıların üretimlerinden son yıllarda 'iş' olarak söz ediliyor. Dergilerde, söyleşilerde, makalelerde hep bu sözcük kullanılıyor. Galericiler, sanat yazarları, sanatçılar, eleştirmenler, sanatseverler 'sanat yapıtı' veya 'sanat eseri' ya da 'çalışma' yerine 'ten bahsediyor. Doğrusu ben bu sözcüğü benimseyemiyorum bir türlü. Yetersiz buluyorum. Sanat tarihi ile ilgili yazılar yazarken de bu kelimeyi kullanmaktan kaçınıyorum. 20. yüzyıl ile birlikte sanatta avangard tutumlar, kavramsal yaklaşımlar sonucu "sanatçının ve sanatın yüceleşmesinin" karşısında bir tavır içinde oluşu anlayabilirim. "Sanatçı diğer meslekler gibi işini yapar" tamam da yine de 'iş' fazla yüzeysel kalmıyor mu?  İş yerine resim, heykel, enstalasyon, fotoğraf, video gibi türsel tanımlar kullanılsa. Kalıcılığı, eser -yapıt- olabilirliği zamana bırakılsa. Başka mesleklerde çalışanlar örneğin bir avukat, bir firma çalışanı, bir memur veya esnaf evet işlerini yapıyorlar. Her mesleğin kendine göre saygınlığı, emeğin ve işin de takdiri var. Peki neden mesleğinin en doruğundaki, en başarılı kişilerin kazancı ile aktörün, aktristin, müzisyenin kazançları arasında uçurumlar var?

3 Mart 2014 Pazartesi

Sanat Tarihi

Sanat Tarihi'ne ilgi duyanlara önerilecek bir site Khan Academy. Geçtiğimiz haftalarda Gülse Birsel köşesinde bu siteden bahsetti. Sanat Tarihi'ni dönemsel ele alan kısa videolar bulunuyor. Üniversitede bu eğitimi almış, yüksek lisans yapıp, doktora derslerinde de kredilerimi tamamlamış olsam da izliyorum. Dersler dışında sanat tarihi ile ilgili pek çok makale ve kitap okudum, araştırma yaptım; seminer, söyleşi, panel vs. takip ettim; belgeseller izledim; sergi, müze ve antik yerler gezdim ama biraz eğlenceli yaklaşmanın da sakıncası yok. Görsel iletişimin ön planda olduğu günümüzde çoğu kişi uzun okumalara tahammül edemiyor. Ben tabi ki kitaptan ve görselle desteklenmiş yazılı sanat tarihi metinlerinden yanayım. Gerçek ve doğru bilgi çok yönlü ve kapsamlı araştırmalar sonucu edinilir. Kitap okumayı sevmeyenler ya da vakit ayıramayanlar -ki kitap tutkunları için bu sadece bir bahanedir- Khan Academy'deki matematik, fen bilimleri, sosyal bilimler, ekonomi ve finans vs. hakkında 4500 videodan seçtiklerini izleyerek genel bilgi edinebilirler. İçerik çok zengin değil elbette. Daha detaylı bilgiler isteyenler mutlaka başka kaynaklara da başvurmalı. 2354 video Türkçe altyazılı ve Türkçe seslendirmeli.  Buraya eklediğim videoda Bergama Zeus Sunağı'nın kabartmaları anlatılıyor. Ne yazık ki Bergama'ya gidenler bu harikulade sunağın sadece temeliyle karşılaşıyorlar. Tamamı Berlin'de özel oluşturulmuş müzesinde :(


*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.    Creative Commons License

25 Şubat 2014 Salı

Randall Rosenthal’ın Şaşırtıcı Kutuları

Nesnelerin özüne inmek, hayal olan doğanın ardına bakmak, fenomeni doğal gibi görünen çarpıtılmış temsilinden arındırmak. Özneli ve nesneli bütünleştiren sanatın ilgi alanlarından, bakış açılarından biri de bu değil midir? Asılın yanında ikincil bir öneme sahip olsa da estetik değerlerin dikkati çekme özelliği ve etkileyiciliği yadsınamaz. Ressam ve heykeltıraş Randall Rosenthal’in günlük hayatta karşılaşılabilen nesneleri zihninde yeniden düzenleyerek yansıtmasında estetik kaygıyı da algılarız. Aslında kendisi ahşabı gizlemeye çalışmadığından, hatta yakından bakıldığında birçok şeklin ve kalınlıkların abartısından, ölçülerin birebir olmadığından, ağacın damarlarının görülebileceğinden söz eder. Yine de ayrıntılar ve renkler ilk bakışta göz aldanmasına neden olur. İmge temsil ettiği şeyin kendisidir sanki (trompe l'oeil).


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...