Dolmabahçe Sarayı |
2 Nisan 2015 Perşembe
Dolmabahçe Sarayı'nın Süsleme Özellikleri
18 Mart 2015 Çarşamba
Alberto Giacometti Sergisi
20. yüzyıl sanatında önemli bir yere sahip İsviçre asıllı heykeltıraş ve
ressam Alberto Giacometti’nin (1901-1966) Türkiye’deki ilk retrospektif
sergisi 11 Şubat’ta Pera Müzesi’nde açıldı. Müzenin 5. ve 4. katlarında
26 Nisan’a kadar izlenebilecek olan ve belirli başlıklar altında ele
alınan kapsamlı sergi Paris’teki Giacometti Vakfı’nın
katkılarıyla ve vakfın yöneticisi Catherine Grenier’in küratörlüğünde
düzenlendi. Cenevre Güzel Sanatlar Okulu’nda, İtalya’da ve Paris’te
sanat eğitimi alan sanatçının Paris Montparnesse’taki 23 m2’lik
atölyesinde çalıştığı desenleri, yağlıboya resimleri, büstleri,
heykelleri; mektuplar ve çeşitli yayınlar gibi arşiv belgeleri;
atölyesinde çekilmiş fotoğrafları; gençlik yıllarından son yapıtlarına
kadar bir seçki* ile birlikte sunuluyor. Çoğunlukla bronz olan
heykellerinin arasında az sayıda alçı ve mermer de bulunuyor.
Küçük yaşlardan itibaren heykel ve resimle uğraşmaya başlayan ve sanat hayatı boyunca insan figürünü ön planda tutan sanatçı; babası İsviçreli ressam Giovanni Giacometti etkisiyle ilk yapıtlarında Yeni İzlenimci örnekler verir. Portrelerinde özenli ve açık tonlamalarla ustaca renk uygulayışı babasının sanatsal gelişmişliğinden yararlandığını gösterir. 1925 yılından sonra basit ve geometrik formlu Avangard ve Kübist heykel çalışmalarıyla uğraşır. Afrika ve Okyanusya sanatlarına, Kübizme ve Sürrealizme yakınlık duyar. Constantin Brancusi, Alexander Archipenko, Henri Laurens ve Jacques Lipchitz gibi sanatçıların I. Dünya Savaşı öncesine ait modern, kübist, soyut heykelleri Giacometti’ye ilham kaynağı olur. Dinamizm ile sabitliğin, soyut ile figüratifin çelişkisinden rahatsızlık duyan sanatçı hafif ve hayali formlar üzerinde çalışmaya başlar.
Küçük yaşlardan itibaren heykel ve resimle uğraşmaya başlayan ve sanat hayatı boyunca insan figürünü ön planda tutan sanatçı; babası İsviçreli ressam Giovanni Giacometti etkisiyle ilk yapıtlarında Yeni İzlenimci örnekler verir. Portrelerinde özenli ve açık tonlamalarla ustaca renk uygulayışı babasının sanatsal gelişmişliğinden yararlandığını gösterir. 1925 yılından sonra basit ve geometrik formlu Avangard ve Kübist heykel çalışmalarıyla uğraşır. Afrika ve Okyanusya sanatlarına, Kübizme ve Sürrealizme yakınlık duyar. Constantin Brancusi, Alexander Archipenko, Henri Laurens ve Jacques Lipchitz gibi sanatçıların I. Dünya Savaşı öncesine ait modern, kübist, soyut heykelleri Giacometti’ye ilham kaynağı olur. Dinamizm ile sabitliğin, soyut ile figüratifin çelişkisinden rahatsızlık duyan sanatçı hafif ve hayali formlar üzerinde çalışmaya başlar.
12 Mart 2015 Perşembe
Kübizm ve Sürrealizm
20. yüzyılın önemli hareketlerinden biri olan Kübizm
Paris’te Fransız Georges Braque ve İspanyol Pablo Picasso tarafından
biçim aramaları sonucu 1906'dan sonra oluşturulur. Daha sonra Joan Gris, Man Ray ve daha çok hız ve hareket
tutkunu fütürist yaklaşıma giren Fernand Léger ve Robert Delaunay gibi
ressamlar da bu tür resimler yapar. Afrika maskelerinin yalınlıklarının
izlerinin görüldüğü 'Avignonlu Kızlar' resmiyle Picasso’nun sanatında
Kübizm’e giden yeni bir dönem başlar. Çarpıtılmış şekillerle ve deformasyonun ifade
gücüyle savaşın korkunçluğunu gösteren son derece etkileyici bir
anlatıma sahip Guernica
ile de mükemmelliğe ulaşır.
Picasso ve önceleri Fov anlayışta resimler yapan Braque, Apollinaire aracılığıyla 1907 yılında tanışırlar. Natüralizmden uzak olan Kübistler konuyla değil biçimle; doğa görüntüleri arkasındaki formlarla ilgilidirler. Cezanne’ı örnek alarak yeni bir biçim dili kurarken öznellikten arınmış nesnel ve basit geometrik formları özellikle küpü tercih ederler. Resimde yanılsamayı uygunsuz bulup sonsuza giden derinlik yerine form yüzeyleri ön plana çıkarırlar. Her eleman yüzeyle bağlantılı olmalıdır. Natüralist sanatın tek bakış biçimini kırıp nesneyi çeşitli yönlerden gösterirler. Objelerin hissedilebilirlik nitelikleri erir, hacimsellik dağılır. Değişik açılar altında aynı anda görülebilirliğine odaklanırlar. Nesne sadece görüldüğü gibi değil düşünüldüğü gibi de resme geçirilir. Nesnelerin kavramı da verilir. "Çivi kavramı olmadan bir çivi bile yapamam." diyen Juan Gris gerçeğin özünü ve İdea'yı yansıtmayı amaçlar. Picasso'nun kübist resimlerinde figürlerin gözleri, ağzı ve burnu yer değiştirir; bazı kısımlar cepheden, bazıları profilden görülür. Ağlayan, acı çeken, şaşkın veya gülümseyen bir ruhun ifadesi olan yüzün bölümleri parçalanır, deforme edilir ve yeniden düzenlenir. Aynı zamanda sanatçının iç dünyasının günlüğü gibidirler...
5 Mart 2015 Perşembe
Senin Sanatın Senin Sergin!
Son senelerde sanat alanında yapılan yatırımlar ve etkinlikler gün geçtikçe artıyor ve gelişiyor. Özellikle İstanbul’da hayat bulan bu tarz etkinliklerden biri var ki, çok kısa sürede hem kendine has tarzı hem de izlediği yol ile oldukça ses getirdi. Bundan 2 sene önce, ulaşılabilir sanat alternatifi olarak yola çıkan ve her yıl yeni sanatçıların üretimleriyle gelişen Mamut Art Project’ten bahsediyoruz. Mamut Art Project bu sene Akkök Holding’le birlikte yoluna devam ediyor. Akkök Holding gibi güçlü şirketlerin genç sanatçılara destek olması, hiç şüphesiz ülkemizde kültür sanatın gelişmesinde ve yaygınlaşmasında önemli rol oynuyor. MAP’15 by Akkök hakkında daha fazla bilgi almak isterseniz, www.mamutartproject.com adresini ziyaret edebilirsiniz.
Proje, genç sanatçıları, koleksiyonerler, galeriler, kültür-sanat kurumları ve sanatseverlerle galeri, müze, atölye gibi alışılagelmiş mekanların dışında, bir araya getirmeyi hedefliyor. İsmini de insanoğlunun mağaralarda keşfedilmiş ilk çizimlerinde en çok görülen figürlerden biri olan “mamut”tan alıyor. Bir başka deyişle, “Mamut” bu projede sanatçıların büyük kitlelere göstereceği ilk eserlerini simgeliyor.
3 Mart 2015 Salı
Ece Temelkuran'ın son kitabı: DEVİR
Devir, 20 yıl muhabirlik ve köşe yazarlığı yapan Ece Temelkuran’ın 3
Şubat’ta Can Yayınları’ndan çıkan son kitabı. “Unutmamak ile hatırlamak aynı
şey midir? Yaşananlar, yani "hayat" yeni devirlere, kuşaklara nasıl
geçer? Hangi izleri bırakır?”gibi sorular üzerinde duran ve bu soruların unutulmaması
için yazılan Devir’in Cumhuriyet
ile gelişen Türkiye’nin ortasındaki başkent Ankara’da geçen konusu, 1980 Mayıs
ayının son günlerinden başlıyor. Ankara’yı arka planda tutup, Türkiye tarihinin
önemli bir dönemi olan 1980 darbesinden önceki birkaç ayı, biri kız diğeri erkek iki
küçük çocuğun naif; bazen gerçekleri son derece net görebilen, ayrıntılara
dikkat eden bakış açısıyla aktarmasından dolayı özel bir yerde duruyor.
Bir ilkokul çocuğunun
ders kitabı gibi 19 ünitesi olan romana aile, mahalle tanıtımlarıyla giriş
yapılıyor. Sekiz yaşındaki* Ayşe, annesi ve babası 12 Mart 1971 askeri
darbesinden sonra evlenmiş, Kurtuluş’ta oturan orta sınıf bir ailenin çocuğudur.
Ayşe’nin annesi Meclis arşivinde, babası Devlet Planlama Teşkilatı’nda
çalışıyor.
26 Şubat 2015 Perşembe
Büyükada'da Güneşli Bir Pazar Günü
Bazen insan çok yakınındaki güzelliklerin farkında olmaz. Güzel yerler, mekanlar, yemekler, müzeler, doğa... Oradadır ve bekler. Gidilmesini, ziyaret edilmesini, tadına varılmasını, keyfinin çıkarılmasını... İstanbul gezilecek yerler açısından son derece zengin bir kent. Eski-yeni, modern-geleneksel, tarihi-güncel, doğu-batı, güzel-çirkin, doğa-bina, iyi-kötü, zengin-yoksul... Yaşam gibi tüm zıtlıkları içinde barındırır. Kökeni 500 yıl öncesine dayanan İstanbullu olarak* sanırım genlerden İstanbul'un bütün çalkantılı geçmişinin yansımalarını ruhumuzda da taşıyoruz. Melankolik İstanbul insanı hem büyülüyor, hem de bazen itiyor. Vazgeçilmesi zor bir kent. Kavafis'in dediği gibi "Bu kenttir gidip gidebileceğim yer."
Geçtiğimiz hafta ortası son yılların en karlı günlerinden birine tanık olduk. Ailemle bu bembeyaz görüntünün tadını çıkardık. Herkes gibi sokağa çıkıp kartopu oynadık. Kardeşimin doğum gününü kutlamak için onu ziyaret ettik. Pazar günü ise sanki birkaç gün önce kar yağmamış gibiydi. Güzel ve güneşli bir hava vardı. O günü de Büyükada'ya giderek değerlendirdik. Öğle saatlerinde Bostancı'dan Adalara hareket eden motorlardan birine bindik. Yeğenlerim simit getirmişlerdi martılara vermek için. Bir İstanbul klasiği olan görüntüler eşliğinde mavi sularda yol aldık. Minik ve gezgin yeğenlerim dünyanın bir ucunda yaşadıkları için martıları simitle beslemek ve havada kapışlarını görmek onlar için eğlenceli bir deneyim oldu...
20 Şubat 2015 Cuma
20. Yüzyıl'ın ilk Yarısında Paris'te Sanat Ortamı
Sanat kokan Montmartre 20. yüzyıl başlarında yerini yavaş yavaş
Montparnasse’a bırakır. Görsel sanatlarla uğraşan tanınmış veya umudu ve
çabası olan sanatçıların içinde yaşadığı bir başka kent gibidir kahve
ve barlarıyla ünlü Montparnasse. Kimi zaman zorluklar ve yoksulluk
içinde bohem bir hayatın yaşandığı bir yerdir. Henri Matisse, Pablo Picasso, Guillaume Apollinaire, Fernand Leger, Marc Chagall, Max Jacob,
Amedio Modigliani, Ezra Pound, Marcel Duchamp, Constantin Brancusi, Juan
Gris, Diego Rivera, Alberto Giacometti, André Breton, Salvador Dali,
Jean Paul Sartre, Henry Miller, Samuel Beckett, Joan Miro, Ernst
Hemingway gibi sanatçılar kısa veya uzun süre burada kalırlar.
12 Şubat 2015 Perşembe
Van Gogh Kızları
Resim sanatının başta sinema ve
moda olmak üzere mimari, dekorasyon, mobilya,
grafik, reklam, endüstri ürünleri ve hatta gıda sektörlerinde etkilerine
sıklıkla rastlıyoruz. 1937 yılında Sürrealistlerle arkadaş olan İtalyan modacı Elsa Schiaparelli, Salvador Dali ile işbirliği sonucu ipek
organze ve sentetik at kılından yapılmış, ıstakoz
baskılı elbise
tasarlar. Kişiye özel tasarımın önemli isimlerinden Fransız moda tasarımcısı
Yves Saint Laurent, Mondrian’ın beyaz, kırmızı, mavi, siyah ve sarı renk
bloklarından oluşan kompozisyonunu 1965 yılında kolsuz elbise üzerine uyarlamasıyla moda ve sanat arasında bağ kurar.
Sonrasında moda sektörüyle sanat arasındaki ilişkide en çok, soyutu ön plana çıkaran Hollandalı Piet
Mondrian’ın zamansız ve evrensel yapıtları
uygulanır hale gelir. Günümüzde moda tasarımcılarının ve sanatçıların
ortak projeler üzerinde çalışması yaygın bir durum artık.
Bir başka Hollandalı Vincent van
Gogh da modaya esin kaynağı olan ressamlardan. Rodarte’nin 2012 Bahar koleksiyonunda Kate ve Laura Mulleavy kardeşler, Van Gogh’un ‘Yıldızlı Gece’, ‘Vazoda On
İki Ayçiçeği’, ‘Ren Nehrinde Yıldızlı Bir Gece’, ‘Çiçek Açan Badem Ağacı’ gibi resimlerinden
uyarlanan baskılı kıyafetlerle ressamın hayal dünyasında kaybolurlar. Resimleriyle
umut aşılamak, acıları sevince dönüştürmek isteyen, ölümde bile iyi bir yan
gören trajik yazgılı ressama, sarılar, maviler, lacivertler, toprak tonlarıyla;
bahar dalları, ayçiçekleri, yıldızlarla; uçuşan tüller ve parlak kumaşlarla selam
yollarlar. Baharda umudun ve neşenin yeniden ortaya çıkacağını göstermeye
çalışırlar...
22 Ocak 2015 Perşembe
Şehzade Abdülmecid Efendi Köşkü
Aralık 2014'te Kuzguncuk gezimiz sırasında görebilme şansı bulduğum Bağlarbaşı'ndaki ‘Koç Topluluğu Spor Kulubü’ne ait tesis arazisi içinde bulunan Abdülmecid Efendi Köşkü
dış ve iç görünümüyle etkileyici. Mısır Hıdıvi İsmail Paşa'nın 1880’li
yıllarda oğlu Tevfik Paşa için av köşkü olarak yaptırılan yapı, 1895’te Sultan
II. Abdülhamid tarafından satın alınarak Abdülaziz'in oğlu Abdülmecid
Efendi'ye (1868–1944) tahsis edilir. Şehzade Abdülmecid Efendi harem
ve müştemilat binalarıyla genişletilen yapıların günümüze ulaşan
selamlık bölümünü 1918 yılına kadar yazlık konut olarak kullanır. Burada
özellikle Çarşamba günleri resim yaptığı bilinir. Diğer günlerde ise
dönemin sanatçılarının, edebiyatçılarının ve siyasetçilerinin sık sık
toplandığı bir kültür merkezine dönüşür. 200 dönüme yakın bir koru
içinde yer alan ve 1903 yılında onarım gören köşkün bazı kaynaklarda
mimar Alexandre Vallaury tarafından tasarlandığı belirtilir.
16 Ocak 2015 Cuma
Aslan Şehir: SİNGAPUR
Changi havaalanına iner inmez ne kadar düzenli bir şehre geldiğimizin sinyallerini aldık. Şehirde geçirdiğimiz üç günün sonunda da bundan emin olduk. Geldiğimiz yer olan Bangkok’un karmaşasından sonra Singapur, metrosuyla, tertemiz sokaklarıyla bizi etkilemeye hazır. Dünyanın dördüncü büyük ticaret ve finans merkezi olmasıyla, gökdelenlerin çokluğuyla yaşam kalitesini de belli ediyor.
Burada yaşayanlar çoğunlukla Çinli, Hintli ve Malezyalı. Her üç kişiden sadece biri Singapurlu. Bu kültür çeşitliliği yemeklere de yansıyor. İnsanları seviyeli ve mesafeliler. Ülkede pek çok yasak olduğunu hediyelik eşya dükkanlarındaki tişörtlerin baskılarından anladık. Genelde mantıklı yasaklar: tükürmek, sakız çiğnemek ve yemek yemek (bazı yerlerde) vb. Bu yasakları bilmeden önce kuşları beslemek için ekmek kırıntıları attığımızı hatırlayınca -kuş beslemekte yasak- yakalanmadığımıza ve ceza ödemediğimize sevindik.
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)