3 Mayıs 2014 Cumartesi

Atatürk Arboretumu

Atatürk Arboretumu tam bir botanik bahçesi. Yeşilin her tonunu görmek mümkün. İstanbul'un nefes aldıran kuzey bölgesindeki yüzlerce tür ağacın ve bitkinin bulunduğu bir müze. Piknik yapmak, yiyecekle girmek, ateş yakmak yasak ki çok yerinde bir uygulama. Kuş sesleri arasında, ağaçlarla çevrili huzurlu bir ortamda yürümenin verdiği keyif anlatılamaz. Doğa, temiz hava, sakinlik ve yavaşlık ihtiyacı hissedildiğinde gözü ve tini doyuran bir yer. Güzelliklere iyi bakmalı çünkü gün gelip yok olduğunda, o anlar hatıralarda canlanıp ruhu tazeler. Gelecek kuşaklara da bozulmadan aktarılmasını umuyorum ve her İstanbullu'nun betonlaşmaya ve ağaçların kesilmesine karşı tepki göstermesinin zorunluluk olduğuna inanıyorum. Böyle gizli bahçeler gün geçtikçe azalıyor maalesef. Yeniden yapılanmalar sonucu özgün ve doğal yerleşimler yerini çirkin, zevksiz betonlara ve avmlere bırakıyor.


*****Bu sayfalardaki yazının ve fotoğrafların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.   2008-2018 Creative Commons License

10 Nisan 2014 Perşembe

Kürk Mantolu Madonna

Dunning-Kruger Sendromu'na göre 'işinde çok iyi olduğuna' yürekten inanan ‘yetersiz’ kişi, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz. Aksine her şeyin hakkı olduğunu düşünür. ‘Cahillik ve haddini bilmeme’ hâli mesleki açıdan şaşılacak bir itici güç oluşturur. ‘Eksiler’ kariyer açısından ‘artıya’ dönüşür. Gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar çalışma hayatında ‘fazla alçakgönüllü' davranır ve öne çıkmaz. Yeteneklerinin görülmesini umarlar. Beklerken daha da geriye çekilirler. Bu yüzden de muhtemelen ‘hırs eksikliği’ ile suçlanırlar. İş hayatı ile ilgili bu tespit hayatın diğer alanları için de geçerlidir. Mutlaka herkesin çevresinde 'yetersiz ama müthiş güvenli' ve 'yetenekli ama iddiasız' insanlar vardır. Bertrand Russel “dünyanın sorununu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendinden emin olmaları” olarak nitelendirir.

Bu açıklamalar doğrultusunda Sabahattin Ali’nin 1940-41 yıllarında 48 bölümlük tefrika olarak yayınlanan ve 1943 yılında roman olarak basılan ‘Kürk Mantolu Madonna’sında Raif Efendi karakteri alçakgönüllülere bulunmaz bir örnektir. Romanın ilk bölümünde Ankara’da yaşayan ve birkaç aydır işsiz olan Rasim’in tesadüfen karşılaştığı arkadaşı Hamdi’nin aracılığıyla işe yerleşip, Raif Efendi ile aynı odada çalışması ve onunla yakınlık kurma çabaları anlatılır. Raif Efendi’nin sessiz yapısı, işyerinde diğer çalışanların ona karşı pervasız bazen de saygısız tutumları karşısındaki sakinliği; bir makine gibi ona verilen metinleri çevirip daktiloya vermesi; bir takım kitaplar okuyup akşam da alışverişini yapıp evine dönmesi genç oda arkadaşının dikkatini çeker. Böylesine uysal ve bir bitki gibi yaşayan insanın düşüncelerini merak eder.

28 Mart 2014 Cuma

Hırsızların Hilekar Tanrısı Hermes

Yunan Mitolojisi’nde Hermes rüyaların ve ruhların rehberi, tanrıların habercisi, Zeus’un güvenilir elçisi, lirin mucididir. Ayrıca yolların, çobanların, hayvanların, sosyal ilişkilerin, ticaretin, şansın, etkili konuşma becerisinin ve hırsızların da tanrısıdır. Gece ile gündüz, rüya ile gerçek, bilinçle bilinçdışı, bilinenle bilinmeyen, ölümle yaşam, tanrılarla insanlar arasında duran eşikleri ve geçişleri; kısacası varoluşun tümünü kapsadığı için yol ve tarla kenarlarında onu simgeleyen sınır taşları dikilirdi. Herme heykellerinin üst kısmı büst veya yarım gövdeli, alt kısmı ise genellikle kare kaidedir. Sınır taşları tapınak, kütüphane, gymnasium gibi yapıların önlerine; evlerin girişlerine; halka açık alanlara, mezarlara yakın ve şehir sınırlarına da yerleştirilirdi. İşaret taşı olarak da kullanılan bu kutsal heykellere adaklar bırakılırdı.

10 Mart 2014 Pazartesi

İş mi Eser mi?

Sanatçıların üretimlerinden son yıllarda 'iş' olarak söz ediliyor. Dergilerde, söyleşilerde, makalelerde hep bu sözcük kullanılıyor. Galericiler, sanat yazarları, sanatçılar, eleştirmenler, sanatseverler 'sanat yapıtı' veya 'sanat eseri' ya da 'çalışma' yerine 'ten bahsediyor. Doğrusu ben bu sözcüğü benimseyemiyorum bir türlü. Yetersiz buluyorum. Sanat tarihi ile ilgili yazılar yazarken de bu kelimeyi kullanmaktan kaçınıyorum. 20. yüzyıl ile birlikte sanatta avangard tutumlar, kavramsal yaklaşımlar sonucu "sanatçının ve sanatın yüceleşmesinin" karşısında bir tavır içinde oluşu anlayabilirim. "Sanatçı diğer meslekler gibi işini yapar" tamam da yine de 'iş' fazla yüzeysel kalmıyor mu?  İş yerine resim, heykel, enstalasyon, fotoğraf, video gibi türsel tanımlar kullanılsa. Kalıcılığı, eser -yapıt- olabilirliği zamana bırakılsa. Başka mesleklerde çalışanlar örneğin bir avukat, bir firma çalışanı, bir memur veya esnaf evet işlerini yapıyorlar. Her mesleğin kendine göre saygınlığı, emeğin ve işin de takdiri var. Peki neden mesleğinin en doruğundaki, en başarılı kişilerin kazancı ile aktörün, aktristin, müzisyenin kazançları arasında uçurumlar var?


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...