20 Temmuz 2013 Cumartesi

Fikret Mualla'nın Ölümünün 46. yılı

İnsanın yaşamındaki doğum ve ölüm arasındaki süreci sadece hüzünle ya da sadece mutlulukla sınırlamak yetersiz bir yaklaşım olur. Hayat, acılarla ve sevinçlerle; doğrularla ve yanlışlarla; adaletle ve adaletsizlikle bir bütün. Zaman içinde biri ön plana çıksa da yerini diğerine bırakabilir. Sanatçılar, şairler, filozoflar, müzisyenler için durum biraz daha farklı. Fikret Muallâ Saygı (1903, Moda – 20 Temmuz 1967, Reillanne) için kısa süreli mutluluk uzun süreli cefa gibi görünüyor. Onunla ilgili ilk göze çarpanlar: bohem* ve trajik bir hayat, kültür ve sanat başkenti Paris’teki ekonomik sıkıntıları, Picasso ile tanışması, deli ve alkolik olarak bilinmesi, dostlarının desteğine rağmen toplumdan kopuşuna ve gönüllü yalnızlığına eşlik eden içkisi ve fırçası… Van Gogh gibi acılarını resimle tedavi eden, yaşantısındaki zorlukları üretkenliğe dönüştüren, herhangi bir sanatsal hareket içinde yer almayan, kişisel özgürlükleri savunan, benzersiz ve içten çalışmaları kendi gerçekliğiyle var olan bağımsız bir sanatçı...

12 Temmuz 2013 Cuma

Story Of Stuff

Kendimizin ve gelecekteki nesillerin sağlıklı ve mutlu yaşaması için: Mecbur kalmadıkça AVM'ye gitmeyelim ve alışveriş yapmayalım. Tüketim çılgınlığının bizi esir almasına izin vermeyelim. Reklamlara, medyanın yönlendirmesine kanmayalım. Dünyanın kaynaklarının harcanmasına, doğanın katledilmesine katkıda bulunmayalım. İşlenmiş, paketlenmiş ve raf ömrü uzun besinlerden uzak duralım. Doğal olana ulaşmaya çalışalım. Bir ürün veya eşya işlevini yerine getiremeyecek duruma gelmeden yenisini edinmeyelim. Wabi Sabi felsefesini benimseyelim :). En önemlisi farkında olalım. Geç olmadan daha çok kişinin anlamasını, görmesini sağlayalım... Biraz düşünerek siz de bu listeye çok fazla şey ekleyebilirsiniz.

5 Temmuz 2013 Cuma

Surname-i Hümayun

1582 tarihli ‘Surname-i Hümayun’da III. Murat’ın oğlu Şehzade Mehmet’in sünnet töreni ve eğlenceleri anlatılır. Ana düşünceyi oluşturan, sanatçı kişiliğiyle resimler arasında uyum sağlayan Nakkaş Osman ve onun yönetimindeki atölyesi, 52 gün ve gece süren bu şenliğin zenginliğini, gösterilerini, bütün detaylarıyla, 34 x 22,5 cm boyutunda, tam sayfa 250 minyatürde resmeder. Günümüze, karşılıklı sayfalar üzerinde 215 kompozisyon gelmiştir. Eski adıyla Atmeydanı, bugünkü adıyla Sultanahmet’te, şehzadelerin en önemli töreninde, saray çevresi ve yabancı konuklar için köşkler ve çadırlar kurulur. Kadınlar için tahtadan cumbalı bölümler yapılır. Görkemli şenlikler sırasında dönme dolaplar, atlıkarıncalar, salıncaklar, kuklalar, ip cambazları, oyuncular, çalgıcılar, hokkabazlar ve arabalar getirilir. Gece gündüz açık tutulan dükkânlar süslenir, halka sürekli yemek sunulur. İki yüzden fazla esnaf loncası, mesleklerini, hünerlerini araba üzerinde sergileyerek geçer. Gösteri yapan figürler halkın içinden Sultan’a doğru ilerlerler. Boğazdaki bütün evler aydınlatılır, havai fişekler atılır, denizde gemiler yüzdürülür.

26 Haziran 2013 Çarşamba

Ayasofya Mozaikleri

Roma imparatoru I. Konstantin’in (306-337) eski bir Yunan ticaret kenti olan Byzantion’u 330 yılında Konstantinopolis adıyla başkent ilan etmesiyle 1000 yıldan fazla sürecek Bizans* İmparatorluğu’nun da temelleri atılır. Aynı yıllarda hıristiyanlık da yaygınlaşır. İstanbul’u saldırılardan korumak için yüksek kulelerle çevrili kara ve deniz surları inşa edilir. 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet’in kenti fethetmesiyle Bizans İmparatorluğu son bulur.  Bizans Sanatı’nda Roma geleneği sürmekle birlikte Helenistik kültür ve hıristiyanlık belirleyici unsurlardır. Saraylar, kiliseler, martyrionlar, su kemerleri, sarnıçlar, anıtlar, konutlar; minyatürler, mozaikler, freskler, ikonalar; heykeller, kabartmalar, litürjik eşyalar, fildişi ve madeni eserler bu anlayışlara uygundur. Zamanla doğu sanatının etkileriyle üslupta farklılaşmalar da gözlenir.

27 Mayıs 2013 Pazartesi

İstanbul ve Taşra

İstanbul ile ilgili yazımdan bir bölüm: "...Doğduğum, büyüdüğüm, yaşadığım; keşfedebilecek farklı sokakları olan, karmaşık,  monotonluktan uzak, büyülü, esrarengiz, tarihinden ve sanatından kopmadan geleceğe ulaşmaya çalışan ve tam anlamıyla yaşayan bu kentte ömür tüketmekten memnunum. Kısa süreli uzaklaşmalar iyi geliyor ama döneceğim yer yine İstanbul. Bir de Konstantinos Kavafis'in çok güzel ifade ettiği gibi "gidip gidebileceğim tek yer"de bu kent..."

Osmanlı'da İstanbul merkez, onun dışında her yer taşra olarak algılanıyordu.* Taşra büyük şehrin imkanlarından yoksundur, muhafazakardır, yeniliklere açık değildir veya geç adapte olur. Merkez tarafından ihmal edilmişliğin hüznünü taşır. Genç biri için geleneği, yavaşlığı, ağır ve basık bir havayı, geçmişi, tekdüzeliği, bağımlılığı, sakinliği, sonsuz bir cansıkıntısını ve yaşlı olanı temsil eder. Kasabalı genç başka imkanların olduğunu bilir. Dünyasını genişletmek, özgürleşmek, baskıdan, kasvetten ve kısır döngüden kurtulmak ister. Bir şekilde yaşadığı yerden göç etmeyi hayal eder. İstanbul imkanlar dünyasına açılan bir kapıdır. Nuri Bilge Ceylan'ın  'Kasaba' ve 'Mayıs Sıkıntısı' filmlerinde Anadolu kasabasında doğa içinde geçen hayatlar yalın bir şekilde ele alınır. 'Uzak' filminde ise kasabadan İstanbul'a kuzeninin yanına gelen kişinin köklerinden uzaklaşma isteği, umutları ve kırgınlıkları İstanbul görünümleriyle anlam kazanır...


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...