2 Ocak 2013 Çarşamba

Japon Kültüründe Sadelik: Wabi Sabi

1500’lü yıllarda müsrifliğe, gösterişe karşı ortaya çıkan Wabi Sabi Japon estetiğini ifade eden eski bir kavram ama bugün de geçerliliğini koruyor. Takeno Jöö ve Sen no Rikyū’nun (1522-1591) Zen Budizminin etkisiyle geliştirdiği Japon çay seremonisinin bir stilinden doğan bu yaşam felsefesi hayatın tüm alanlarında basit şeylerle huzura ulaşmayı ve ruhun arındırılmasını vurgular. Asıl olan alışılmış bir eylemi özenli, ayrıntılı, saygılı, zarif bir ritüel içinde sakince gerçekleştirerek iç dünya ile bağ kurmak. Sado denilen çay hazırlama ve içme töreninde bulunulan mekânlar, bahçeler, kullanılan malzemeler de bu ritüelin bir parçası olurken estetik bir stili de beraberinde getirir. Gereksiz hiçbir şey yoktur etrafta. Rikyū çay kâselerini yerel ustalara yaptırır, bazen de küçük çay salonlarında minimum düzeydeki nesneleri elinin altında bulunanlarla örneğin çamur, kağıt ve bambularla kendisi tasarlar.

İddiasız, sessiz, saf, kısa ömürlü şeylerdeki gizi ve ahengi arayan Japonların geleneksel kültürleri ve buna bağlı olarak güzelliği ele alışları Avrupalı ve Amerikalılardan farklıdır. Temel düşünce; her şeyin geçiciliği, hiçbir şeyin mükemmel olmadığı ve bitmemiş, eksik kaldığı üzerine kuruludur. Zen tasarımı Wabi Sabi anlayışında atmamak, yenilememek, sadelik, zarif bir basitlik ve kendiliğindenlik önemli...

25 Aralık 2012 Salı

Bir Minyatür

Bu minyatür 16. yüzyılda Osmanlı'da tarih, matematik, sanat ve askeri alanlarda önemli bir isim olan Nasuh el Silahi al Şehir bi-Matraki adlı nakkaşa aittir. Bir dövüş sporu olan matrakı bulduğu için Matrakçı Nasuh adıyla anılan nakkaş, padişahla birlikte çıktığı seferlerde kent görünümlerini, kale ve liman manzaralarını gerçekçi bir üslupla belge niteliği taşıyabilecek doğrulukta kağıda aktarır. Tebriz, Bağdat, Diyarbakır, Halep vb. Doğu merkezlerindeki (Derbeyan-ı Menazili Seferi Irakeyn, 132 minyatür) ve Nis, Tulon, Cenova, Budin-Peşte, Estergon, Ustoni-Belgrad vb. Batı şehirlerindeki (Süleyman-name) binaları, surları, çadırları, köprüleri, menzilleri; doğa sevgisinin de yansıdığı ağaçlar, hayvanlar ve tepeleri de ayrıntılı bir şekilde resmeder.  Kuşbakışı manzara denemeleri olarak kabul edilen topografik çizimleri klasik Osmanlı Minyatürüne de örnektir.  

Minyatürde 16. yüzyılın Galata çevresini, Topkapı Sarayı çevresini, surları, Haliç ve üzerindeki yelkenlileri, kadırgaları, köşkleri ve diğer yapıları, ağaç, çiçek gibi natüralist öğeleri; canlı, saf renklerle ve tüm detaylarıyla; objektif, yalın ve etkileyici bir şekilde tasvir edilmiştir.

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.   2008-2018 Creative Commons License

18 Aralık 2012 Salı

Kinik Filozof Diogenes

Büyük İskender'e "Gölge etme başka ihsan istemem" diyerek hayranlığını kazanan; bir fıçıda yaşayan; dünya nimetlerine önem vermeyen felsefesiyle ünlü Sinoplu Kinik filozof. Günün getirdiği yaşam şekline uzak duran, erdemi temel alan, ruh ve beden disiplini ile birlikte bireysel özgürlüğü önemseyen, mümkün olabilecek en az giysi ve eşya ile (çanak, sopa) yetinen Diogenes (MÖ 413-324)Özentiyi ve müsrifliği kötüleyerek ihtiyaçların en aza indirgenmesini; doğal ve sade hayatı savunan; bir çocuğun avucuyla su içtiğini görünce çanağını da kıran filozof kendi kendine yetebilmeye inanır. Platon'un 'Çılgın Sokrates' dediği Diogenes yalınayak dolaşır, tapınak kapılarında yatar. Gündüz elinde bir fenerle dolaşıp soranlara 'Dürüst bir insan arıyorum.' yanıtını verir.

Resim Hiçlikte Bir Söz'den

Ona göre zenginlik ve varlıklı olmak; acıma, alçakgönüllülük, yiğitlik, doğruluk gibi niteliklerin karşısında yer alır. Sürekli kendisiyle ve yaptıklarıyla övünen kibirli insanlara zekice yaklaşımı ise ne kadar erdemli olduğunun kanıtıdır: Filozof, bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir. Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa: "Ben bir serserinin önünden kenara çekilmem" der. Diyojen, kenara çekilerek gayet sakin şu karşılığı verir:  "Ben çekilirim!"

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.   Creative Commons License

14 Aralık 2012 Cuma

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın İstanbul'u

"...Asıl İstanbul, yani surlardan beride olan minare ve camilerin şehri, Beyoğlu, Boğaziçi, Üsküdar, Erenköy tarafları, Çekmeceler, Bentler, Adalar, bir şehrin içinde adeta başka başka coğrafyalar gibi kendi güzellikleriyle bizde ayrı ayrı duygular uyandıran hayalimize başka türlü yaşama şekilleri ilham eden peyzajlardır. Onun için bir İstanbul'lunun gündelik hayatında bulunduğu yerden başka tarafı özlemesi çok tabiidir.... Bu ani özleyiş ve firarların arkasında tabiat güzelliği, sanat eseri, hayat şekilleri ve bir yığın hatıra çalışır. s: 141-142

...Doğduğu, yaşadığı şehri iyi kötü bilmek gibi tabii bir iş, İstanbul'da bir nevi zevk inceliği, bir nevi sanatkarca yaşayış tarzı, hatta kendi nev'inde sağlam bir kültür olur. Her İstanbullu az çok şairdir, çünkü irade ve zekasıyla yeni şeyler yaratmasa bile, büyüye çok benzeyen bir muhayyele oyunu içinde yaşar. s: 145

...Eski İstanbul mahallelerinde satıcı sesleri bütün bir günü baştan başa idare eder, saatlerin rengini verirdi. s: 152

...Şehirde yeni çıkan nağmeleri çocukların macunculardan öğendiği, asmalı, tozlu sokaklarında, kıymetler dünyasının her gün bir parçası kaybolan bir insanlığın tehlike sezmiş bir sürü insiyakıyle birbirine sokulup yaşadıkları, eski İstanbul mahalleleri artık sadece bir hatıradır. İşin garibi onlarla beraber toplu yaşamayı, toplu eğlenmeyi de kaybettik.  Eski İstanbul'da hatta benim çocukluğumda bile zengin, fakir her sınıf beraberce eğlenirdi. Mehtap sefaları, Kağıthane alemleri, Çamlıca gezintileri, boğaz mesireleri şehrin adeta beraberce yaşamasını temin ederdi. s: 157

7 Aralık 2012 Cuma



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...