gezinti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gezinti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Aralık 2015 Çarşamba

Hititler’in Gölgesinde - 4 - Şapinuva - İncesu Kanyonu

Çorum'da ilk gün Çorum Müzesi, Alacahöyük, Hititler'in başkenti Hattuşa ve açık hava tapınağı Yazılıkaya gezilerimizden sonra ikinci gün Şapinuva, İncesu Kanyonu ve İskilip'e gitmeye karar verdik. Sabah 9.00 da otelden ayrılıp Şapinuva'nın bağlı bulunduğu Ortaköy'e hareket ettik. Muhteşem manzaralar eşliğinde bir ara görüş mesafesinin birkaç metreye indiği sise doğru çok güzel bir yolculuktan sonra Ortaköy'e ulaştık. Hitit ve Roma dönemlerine ait kalıntıların bulunduğu bölgeye daha sonra Orta Asya'dan üç kavim halinde gelen Türkler yerleşmiş. Ortaköy'e 3 kilometre uzaklıktaki Şapinuva Hititlerin önemli bir askeri ve dini merkeziymiş. M.Ö. 13. yüzyıldan II. Murşili'ye ait bir metinde Şapinuva'dan söz edilir: "İlkbahar olduğunda Hattuşa'dan dışarı gittim... AN.TAH.SUM (şar)* bitkisini tanrıların huzuruna koydum. Şapinuva'daki birlikleri teftiş ettim ve orduma öncülük ettim."

27 Kasım 2015 Cuma

Hititler’in Gölgesinde - 3 - Yazılıkaya

...M.Ö. 16 - 13. yüzyıla tarihlenen ve etrafı yüksek kayalıklarla çevrili Açık Hava Tapınağına ilerleyince gördüklerimiz karşısında son derece heyecanlanıyoruz. Mutluluk, şaşkınlık, hayranlık hepsini birden duyumsuyoruz. Biraz abartı varmış gibi algılansa da gerçek şu ki ‘anlatılamaz, yaşanır’ denilen anlardayız. Özellikle Küçük Galeri olarak adlandırılan Oda B’deki kabartmalar, içinde bulunulan ortam, dar girişe ve kayalara vuran güneş ışığı gizemli ve olağandışı bir deneyim yaşatıyor. Hitit kralları ya da tanrıları bizi izliyor gibi hissediyoruz ve hiçbirimiz bu doğal kutsal ortamdan ayrılmak istemiyoruz. Akşamın en güzel saatinde, güneş ağaçların ardından süzülen ışıklarıyla uzaklardaki tepelerde olağanüstü görünümlerle batmak üzereyken, Hititler’in dünyasına girdik. Tekrar zihnimde canlandırdığımda bile tuhaf bir sezgiyle orada dolaşıyorum sanki. Üstelik Hattuşa ve Yazılıkaya’ya yeniden gitme isteği de duyuyorum. 

22 Kasım 2015 Pazar

Hititler’in Gölgesinde - 2 - Hattuşa

Anadolu’da adı bilinen ilk halk olan Hattiler’le ve onlardan büyük oranda etkilenen ilk merkezi devlet kuran Hititler’le dolu geçen günümüze beş heyecanlı ve başı dönmüş yerli tarih gezgini olarak devam ediyoruz. Yarım saatlik yolculukla bu kez Hitit İmparatorluğu'nun M.Ö. 17 ile 13. yüzyıllar arasında başkenti olan ve sanat ile mimaride gelişme gösteren Boğazköy olarak da bilinen Hattuşa’ya geliyoruz. Ne yazık ki gezmek için bir saatten biraz fazla zamanımız var. Müzekart’larımızla geçiş yapıp hemen aracımızla 2 kilometrelik geniş alana yayılı ve zamanında 6 kilometrelik surlarla ve kulelerle çevrili kalıntılara doğru yol alıyoruz. 8 metre yüksekliğindeki surların 65 metrelik bölümü 2003 yılında Türk, Alman ve Japon arkeologlar tarafından o çağın teknikleriyle aslına uygun olarak yeniden yapılmış.

Askeri, politik ve dinsel gücün yönetildiği 3500 yıl öncesinin merkezinde 5 kültür katı ortaya çıkarılmış. Bu katlarda Hatti, Asur, Hitit, Frig, Galat, Roma ve Bizans dönemlerinden kalan kalıntılar bulunmuş. Aşağı Kent  -kuzey tarafı-, Yukarı Kent, kraliyet sarayının bulunduğu Büyük Kale'yi içine alan Hattuşa’da Aslanlı Kapı, Kral Kapısı, gizli tüneliyle Yerkapı, Sfenksli Kapı, kent duvarı ve büyük tapınak kalıntıları, yeşil taş, Nişantaşı, Hiyeroglifli Oda görülebilecek yerler arasında. Hattuşa’nın kalıntılarının çoğu M.Ö. 13. yüzyıldaki yeniden yapılanma döneminden.

16 Kasım 2015 Pazartesi

Hititler’in Gölgesinde - 1 - Çorum Müzesi - Alacahöyük

Arkeoloji sevgim arkeolog olacağımı sanarak başladığım üniversitede Sanat Tarihi eğitimi almama rağmen hiçbir zaman bitmedi. Antik yerleri görme heyecanım ve isteğim bir Van Gogh tablosunu görmekle aynıydı. Sanat Tarihi’nde en çok milattan önceki kültürlerle 19. ve 20. yüzyıl resim sanatı ilgimi çekti. Üniversite yıllarında eski uygarlıklara yönelik genellikle Yunan, Roma, biraz da Mezopotamya ve Mısır ağırlıklı dersler gördük ama Anadolu’nun ilk devleti olan Hititler üzerinde nedense fazla durulmamıştı. Zaten lisans derslerinde çok ayrıntılı bilgiler edinmeyi beklemek de doğru değildi. İlgilenilen konular daha sonra kitaplardan, dergilerden, makalelerden incelenebilirdi ya da o alana yönelik sempozyumlardan takip edilebilirdi.

M.Ö. 1750-1200/700 yılları arasına tarihlenen zaman diliminde, Hattiler’in (MÖ 2500-2000/1700) ülkesinde güçlü bir imparatorluk kuran Hititler, Anadolu topraklarının en önemli uygarlıklarından biri. Hep aklımın bir köşesinde olduğu halde Hititler’in başkenti Hattuşa’yı görmeyi bugüne kadar niye erteledim bilmiyorum. Yazın okuduğum Buket Uzuner’in Toprak adlı romanı Hattuşa’ya, Alacahöyük’e ve Yazılıkaya’ya artık gitmem gerektiğini bir kez daha öne çıkardı. Üstelik Anadolu’daki antik Yunan ve Roma yerleşimlerinin pek çoğunu gören, mitolojilerini bilen biriyken onları fazlasıyla etkileyen Hititler’inkileri neden daha az biliyor oluşumu da sorgulattı. Kültürel gezileri birlikte yaptığımız arkadaşlarımla iki ay önceden biletlerimizi alıp iki gün Amasya, iki gün Çorum gezisi planladık. Aynı ekiple ilkbaharda Anadolu Selçuklu Devleti’nin (1075-1308) başkenti Konya’ya gitmiştik. Selçuklu yapıları ve eserleri, Mevlana Müzesi çok önemliydi ve binlerce yıl öncesine dayanan tarihiyle Çatalhöyük de öyle. 

18 Ekim 2015 Pazar

Bizans Saray Mozaikleri

‘Büyük Saray Mozaikleri Müzesi’ İstanbul’da Bizans mozaikleri açısından önemli bir müze ancak çok fazla bilinmiyor. Öyle ki çok yakınında Sultanahmet Cami, Hipodrom (Sultanahmet Meydanı), Yerebatan Sarnıcı, Ayasofya Müzesi, Topkapı Sarayı gibi tarihi yapıları ve meydanları binlerce kişi gezerken, mozaik müzesinde ziyaretçiler birkaç kişiyle sınırlı kalıyor. Sadece meraklı turistler, Bizans sanatıyla ilgili araştırmacılar, arkeoloji ve sanat tarihi öğrencileri tarafından ziyaret ediliyor. Oysa 1500 yıl öncesinin Bizans resmine de ışık tutan değerli eserleri barındırıyor.

16. yüzyılda Alman Hieronymus Wolff’un ilk kez kullandığı ve 19. yüzyılda batılı tarihçiler tarafından benimsenen ‘Bizans’ tanımlamasıyla Doğu Roma İmparatorluğu aslında Hıristiyanlaşmış Roma İmparatorluğu’dur. Doğu Romalılar kendilerini Romaio ve Romans olarak adlandırmışlardır. (Bugünkü Rumlar da sanıldığı gibi Yunan kökenli değil, Doğu Romalıdır.) Roma İmparatoru I. Konstantin 330’da başkenti eski bir Yunan kenti olan Byzantion’a taşıyarak buraya Yeni Roma adını verir. Sonraki yıllarda Konstantin’in şehri anlamında Konstantinopolis adını alır.

22 Haziran 2015 Pazartesi

İki nehir arasındaki Ağva

İstanbul'a 97 km mesafede ve bir buçuk saatte ulaşılan Ağva, Şile ilçesine bağlı bir mahalle. Dört mevsim ziyaret edilen Karadeniz kıyısındaki bu şirin yere Haziran ayında bir haftasonu gittik. Hava İstanbul'da hafta içinde yer yer bulutlu ve yağmurluyken, Cumartesi ve Pazar günlerinde güneşli olması denize girmek ve gezmek açısından sevindiriciydi. Ağva, Yeşilçay ve Göksu nehirleri arasında kalan bir yerleşim. Nehrin denizle birleştiği yerde uzun bir sahil yer alıyor. Fener tarafına doğru plajda bir tesis göze çarpıyor. Ayrıca nehir kıyısı boyunca ve sahil tarafında yol kenarındaki otellerin havuzları da bulunuyor.

5 Haziran 2015 Cuma

Sonbahar'da Saklıkent Kanyonu

2014 Kasım ayındaki bir haftasonu gezisini henüz yazma fırsatı buluyorum :) Daha önce yine aynı arkadaşlarımla Adrasan'a tatile gitmiştik. Harika bir denizi ve doğası olan Adrasan'da kalıp Olimpos, Çıralı, Demre, Myra ve Kekova'yı gezmiştik. Aslında bir ara oraları da yazmalı. Bu kez arkadaşlarımdan birinin kız kardeşinin düğünü için İstanbul'daki nikahta aniden karar verip sonraki haftasonu Kaş'a hareket ettik. Dalaman'dan transferle yaklaşık 2.5 saatte Kaş'a vardık. Düğünün ilk aşaması Kaş'ın köylerinden birindeydi. İki arkadaşımla birlikte onların köye yolculuk saatine yetişemedik.  Vakit kaybetmeden araba kiralayıp yakınlardaki antik yerleşimleri ve doğal parkları gezmeyi planladık. Kaldığımız apart otele küçük bavullarımızı ve sırt çantamızı bırakıp yola çıktık.

İlk olarak Fethiye'ye 40 km, Kaş'a ise yaklaşık 60 km uzaklıktaki  Saklıkent'e gittik. Kaş'tan Saklıkent'e giderken Kalkan'a kadar solumuzda kalan Akdeniz manzarası oldukça güzeldi. Özellikle Kaputaş Plajı'nın bulunduğu bölge. Eşen çayının bir kolu olan Karaçay'ın üzerindeki Saklıkent'i ilk kez 15 yıl önce kız kardeşlerimle Fethiye tatili sırasında gezmiştim. O zaman yaz mevsimiydi, su daha sakin ve alçaktı. Jeolojik çatlama sonucunda meydana gelen sarp ve derin  vadide, buz gibi akan kaynak sularının içinde ıslanarak, halatlara tutunarak, büyük kayaların ve taşların üzerine inip çıkarak doğal parkurda epey ilerlemiştik. Duvarların arasına sıkışan kayalarla, dar yarıklarla karşılaşılan bazı bölümleri zorlu, gayret isteyen ama son derece eğlenceli bir yürüyüştü. Üstelik yaz sıcağında oldukça serinletici bir aktiviteydi. Bu kez Kasım ayı olduğu için hava bulutlu ve serindi. Kanyonu gezmeden önce su kenarındaki birkaç restorandan birinde bizim gibi acıkmış ördeklerin ve sevimli yavru köpeklerin eşliğinde karnımızı doyurduk. Yöresel kilimler üzerindeki yer minderlerinde oturulan ve keyif için hamak da olan mütevazi restoranlar boştu haliyle. Çok fazla yiyecek çeşidi de yoktu. Zaten sadece birkaçı açıktı. Yerli yabancı binlerce kişinin ilgisini çeken ve ziyaret ettiği bir yer olduğu için yazın daha farklıdır.

22 Mayıs 2015 Cuma

Selçuklu'nun ve Mevlana'nın Kenti Konya - 1

Anadolu Selçuklu Devleti'nin ve Karamanoğulları Beyliği'nin başkenti, Mevlana'nın şehri Konya'yı ne zamandır görmek istiyordum. 6 ay öncesinden arkadaşlarımla biletleri aldık ve Mayıs'ın üçüncü Pazar günü Türkiye'nin sanayisi gelişmiş büyük şehirlerinden biri olan Konya'ya uçtuk. Havaalanından önceden kiraladığımız arabayla Mevlana Müzesi'ne çok yakın olan kentin merkezindeki Rumi Otel'e geldik. Oteldeki odadan ve terastan müze ve yeşil kubbesinin görülmesi de hoş bir sürpriz oldu. Erken akşam yemeğimizi otelin terasında yedikten sonra Sille köyüne hareket ettik.

Sille, Konya merkeze 8 km uzaklıktaki, Frigya, Roma, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde yerleşimin olduğu eski bir köy. Adı Yunan mitolojisindeki Silene'den geliyor. Ayrıca kaynayıp, coşup akan su anlamında Silenos'tan geldiği de ileri sürülüyor. Sille antik dönemlerden beri ticari ve kutsal yerlere giden yollar üzerinde yer aldığı için önemini korumuş. Sit alanı olan küçük ve şirin köyde volkanik kayalara oyulmuş kiliseler, 371 tarihli restore edilmiş Aya Elenia Kilisesi, eski ve otantik ahşap ve taş malzemeden yapılmış Rum evleri, köprülü Sille Çayı, baraj, Karataş Cami, Ak Cami, Mormi Câmi, Şeytan Köprüsü, el yapımı ürünlerin sergilendiği sanat atölyesi, eski bir şapel olan Zaman Müzesi, bir kısmı müze olan Sille Hamamı, testi ocakları görülebilecek yerler arasında. Akşam saati gittiğimiz köyde küçük bir gezinti yaptık: içlerinde mezarlar olan, bakımsız iki üç katlı mağaraların ve kilisenin çevresinde, köy içinde taş sokaklarda dolaştık. Aya Elena kilisesinin içine giremedik. Güneş batınca da ışıklandırmayla başka bir havaya bürünen köydeki Silenos Cafe'nin terasında çay, kahve içip hoş ve bol kahkahalı zaman geçirdik.

17 Nisan 2015 Cuma

Göztepe 60. Yıl Parkı'nda Laleler

Bu sene ilkbahar gelmek de biraz zorlansa da arada bir gerçekten baharı hissettiğimiz günler de oluyor. Bir gün hava güneşli 17 derece iken başka bir gün rüzgarlı, yağmurlu ve 11 dereceye uyanabiliyoruz. Mayısa çok az kaldı. Baharı yaşamadan yaz gelecek diye endişeliyim. İlkbahar ve sonbahar en sevdiğim mevsimler. Nisan'da Japonya'da Sakura ağaçları açan harika kiraz çiçekleriyle göz kamaştırıyorsa İstanbul'da da erguvanlar, laleler var. Japonlar dostluk simgesi olarak dünyada sadece dokuz ülkeye -ki Türkiye'de onlardan biri- bu ağaçların fidelerinden vermiş. Ne yazık ki hepsini son derece sınırlı zamanlarda görebiliyoruz. Özellikle Sakura ağacının çiçekleri en güzel halindeyken dökülüyor. Bu da güzelliğin, gençliğin geçiciliğini anımsatıp hafif ve tatlı hüzne sebep oluyor. Zaten dünyadaki herşey geçici olduğu için güzelliklerin keyfine varabilmek gerekiyor.

Göztepe 60. Yıl Parkı, Laleler

26 Şubat 2015 Perşembe

Büyükada'da Güneşli Bir Pazar Günü

Bazen insan çok yakınındaki güzelliklerin farkında olmaz. Güzel yerler, mekanlar, yemekler, müzeler, doğa... Oradadır ve bekler. Gidilmesini, ziyaret edilmesini, tadına varılmasını, keyfinin çıkarılmasını... İstanbul gezilecek yerler açısından son derece zengin bir kent. Eski-yeni, modern-geleneksel, tarihi-güncel, doğu-batı, güzel-çirkin, doğa-bina, iyi-kötü, zengin-yoksul... Yaşam gibi tüm zıtlıkları içinde barındırır. Kökeni 500 yıl öncesine dayanan İstanbullu olarak* sanırım genlerden İstanbul'un bütün çalkantılı geçmişinin yansımalarını ruhumuzda da taşıyoruz. Melankolik İstanbul insanı hem büyülüyor, hem de bazen itiyor. Vazgeçilmesi zor bir kent. Kavafis'in dediği gibi "Bu kenttir gidip gidebileceğim yer."

Geçtiğimiz hafta ortası son yılların en karlı günlerinden birine tanık olduk. Ailemle bu bembeyaz görüntünün tadını çıkardık. Herkes gibi sokağa çıkıp kartopu oynadık. Kardeşimin doğum gününü kutlamak için onu ziyaret ettik. Pazar günü ise sanki birkaç gün önce kar yağmamış gibiydi. Güzel ve güneşli bir hava vardı. O günü de Büyükada'ya giderek değerlendirdik. Öğle saatlerinde Bostancı'dan Adalara hareket eden  motorlardan birine bindik. Yeğenlerim simit getirmişlerdi martılara vermek için. Bir İstanbul klasiği olan görüntüler eşliğinde mavi sularda yol aldık. Minik ve gezgin yeğenlerim dünyanın bir ucunda yaşadıkları için martıları simitle beslemek ve havada kapışlarını görmek onlar için eğlenceli bir deneyim oldu...

16 Ocak 2015 Cuma

Aslan Şehir: SİNGAPUR

Changi havaalanına iner inmez ne kadar düzenli bir şehre geldiğimizin sinyallerini aldık. Şehirde geçirdiğimiz üç günün sonunda da bundan emin olduk. Geldiğimiz yer olan Bangkok’un karmaşasından sonra Singapur, metrosuyla, tertemiz sokaklarıyla bizi etkilemeye hazır. Dünyanın dördüncü büyük ticaret ve finans merkezi olmasıyla, gökdelenlerin çokluğuyla yaşam kalitesini de belli ediyor.

Burada yaşayanlar çoğunlukla Çinli, Hintli ve Malezyalı. Her üç kişiden sadece biri Singapurlu. Bu kültür çeşitliliği yemeklere de yansıyor. İnsanları seviyeli ve mesafeliler. Ülkede pek çok yasak olduğunu hediyelik eşya dükkanlarındaki tişörtlerin baskılarından anladık. Genelde mantıklı yasaklar: tükürmek, sakız çiğnemek ve yemek yemek (bazı yerlerde) vb. Bu yasakları bilmeden önce kuşları beslemek için ekmek kırıntıları attığımızı hatırlayınca -kuş beslemekte yasak- yakalanmadığımıza ve ceza ödemediğimize sevindik. 

16 Aralık 2014 Salı

Kuzguncuk'ta Bir Cumartesi

İstanbul saklı hazinelerle dolu bir kent. Her bir semtinde modern hayatın gereksinimleriyle donatılan dükkanlarla birlikte tarih, gelenek, kültür ve hayat kesişir. Geçmiş ve günümüz iç içeliği hissedilir. Geçtiğimiz cumartesi arkadaşlarımla Üsküdar ile Beylerbeyi arasında kalan ve kendine has mahalle dokusunu koruyan semtlerden biri olan Kuzguncuk'a Arttravel'ın düzenlediği turla gittik ve iyi de yaptık. İstanbul'da yaşayanlar çoğunlukla bir koşuşturma içinde zaman tüketirler. Hiçbir şeye vakit yok gibidir. Boğaz yolundaki bir semtin caddelerinde, sokaklarında gezinmeden; oradaki hayata dokunmadan belki de pek çok kez geçip giderler. Bu gezi ile o sokaklarda dolaşıp, üç dinin ibadet mekanlarını ziyaret etmek güzel bir deneyim oldu.


Sabah 9.30' da tura katılanlar Harbiye'deki Vip Turizm önünden alınıp 10.00'da Kuzguncuk'a ulaştılar. Ben Harbiye'ye geçmedim, evden Kuzguncuk'a erken geldim. Bir süre deniz kıyısından Boğazı seyrettim sonra iskele karşısındaki bir sokağa girdim ve fotoğraf çektim. Hava 10 dereceyi gösteriyordu. Soğuk sayılmazdı ama yine de saatlerce dışarıda olacağımız için üşünebilirdi. Gezimiz çocukluğu Kuzguncuk'ta geçmiş, bugüne kadar mimarlık ve restorasyon alanlarında sayısız proje gerçekleştirmiş değerli mimar Dr. Sinan Genim'in İsmet Paşa Restoranı yanındaki küçük sahil parkında bize o yapıyla ilgili kendi anılarını da aktarmasıyla başladı. Bu parkta 1831 tarihli, beton bir duvar üzerindeki mermer dikdörtgen çerçeve içinde ayna taşından yapılmış bir çeşme de bulunuyor. Yaptıranı bilinmeyen, yaprak motifleriyle süslü çeşmenin üst kısmındaki oval rozet içinde kitabesi yer alıyor.

4 Aralık 2014 Perşembe

Bir Sarı Ağaç

Aralık ayıyla birlikte kış geliyor ama bugünlerde hava soğuk değil. Bu ağaca bugün rastladım ve çok sevdim :). Küçük ağacın  ufak ve şirin yapraklarının tamamı sarıydı. Üstelik her biri çok güzeldi. Yere düşen birkaç yaprağı yanımda eve getirdim. Tabi ki kuruyacaklar bu kaçınılmaz. Her şey geçicidir; güzel olsun olmasın. Hüzün verici olabilir ama gerçek. Doğanın olağan akışında sararan yapraklar Japon estetiğini ifade eden 600 yıllık wabi sabiyi aklıma getirir. Wabi Sabi'de fark edilemeyecek şeylerdeki güzelliği görmek, doğa olaylarını önemsemek, yağmurun ve karın yağışını seyretmek, kendiliğindenlik, sıradan görünümlerin tadına varmak ve üstünlüğünü fark etmek gibi özellikler söz konusudur. Ayrıntılar Japon Kültüründe Sadelikte



18 Kasım 2014 Salı

Erdek'te Sonbahar

Ekim ayının ilk haftası birden karar verip orada olduğum Erdek'e 80'lerin sonlarında 90'ların başlarında yaz aylarında ailece tatile giderdik. Bazı yerlerde yaşananlar güzelse, anılar o yerden daha çok hatırlanır. Erdek'te benim için öyledir. O yıllarda gençlerin yoğun olduğu eğlenceli bir tatil beldesiydi. Hâlâ duran* Yağcı Otel'in plajı gündüz denize girmek için; ne yazık ki yerine yazlık evler yapılmış Disco Golf de gece dans etmek için tercih edilirdi. Ayrıca birkaç popüler bar da Golf öncesi bir şeyler içmek için uğranılan mekanlardı. Golf, 21.00' den 03.00'e kadar açıktı ve biz de açılışla kapanışı yapardık :). Dj dönemin en yeni dans, pop, tekno, elektronik müzik ve diğer şarkılarını çalardı. O zamanlar bir de Acid House müzik popülerdi. Biz de Aciiiiiiiiiid diye bağırırdık. Gençlik işte... Tatilden döndükten sonra çalan şarkıları bulup kaset doldururdum.

8 Ekim 2014 Çarşamba

Sakıp Sabancı Müzesi Bahçesi

Daha önce Miró sergisine nasıl sabırsızlıkla gittiğimden bahsettim. Serginin Sakıp Sabancı Müzesi'nde olmasına da sevindim. Bu müzede daha önce de pek çok sergiyi gezdim. Sergileme düzeni ve seçilen sanatçılar ya da konular hep iyiydi. Ayrıca 'Tanzimattan Cumhuriyete Türk Resim Sergisi'ni de ikinci kez gördüm. O da müzenin değerli bir koleksiyonu. Bir de kalıcı olarak Kitap Sanatları ve Hat koleksiyonu var.


Müze'ye ulaşmadan önce caddeden kapıdan girince huzurlu bir ortama ayak basılıyor. Bilet alıp geçtikten sonra hoş bir görünüme sahip minik bir yapay şelalenin yanındaki merdivenlerden ağaçlar, sütun başlıkları, kabartmalar arasından çıkılıyor. Bu noktada müzenin ana binası görülüyor. Her seferinde bu binanın aşağıdan görüntüsünün fotoğrafını çekmeyi de ihmal etmem. Müze bahçesinde çok fazla ağaç ve çeşitli bitkiler var. Ayrıca aralarda mermer veya taş heykeller ve çeşmelerle karşılaşılıyor. Tabi yüksek bir kaide üzerinde yükselen hareket halindeki at heykelini unutmamalı. Bahçedeki terastan Boğazı seyretmek de ayrı bir keyif. Sergi sonrası insan bu saklı bahçeden ayrılmak istemiyor. İyi ki eskiden özel olan bu mülk ve çevresi kamuya yönelik faydalı bir kuruma dönüştürülmüş.

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.   2008-2018 Creative Commons License

2 Ekim 2014 Perşembe

Ve Miró'ya Kavuştum...


Emirgan’da Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki Joan Miró'nun 'Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar' sergisi 23 Eylül'de açıldı ve 1 Şubat 2015'e kadar gezilebilecek. Açıldığının ertesi günü hemen müzeye koştum çünkü en sevdiğim ikinci ressam olan Miró'nun resimlerine hayranlığım 25 yıl öncesine kadar gidiyor :). Önceki yıllarda Pera Müzesi'nde yine bir sergisi olmuştu ama daha çok aside yedirme ve taş baskılar, birkaç heykel, bir vazo, kitap resimleri  ve üç tuval resmi vardı. Sabancı Müzesi ilk defa sergilenecek eserlerin ve kişisel eşyalarının olmasıyla farklılık yaratırken 123 eser de sunuyor. Sergiyi mutlulukla gezdim. Gözden kaçırdığım ayrıntılar için Şubat'a kadar birkaç kez daha gitmeyi planlıyorum. Açılışın ertesi günü Çarşamba'ya denk geldiğinden ücretsiz günüydü. Diğer günler giriş ücreti tam 20 TL, öğrenci 10 TL. Çok aşırı bir kalabalık yoktu ama yoğunluk ve ilgi vardı yine de.  Müzeden ayrılmadan güzel ve bakımlı bahçede oturup Boğazı seyrettim. 17.00' ye doğru ayrılırken başka şehirden gelen bir otobüs dolusu Miró sevenleri sergiyi gezmek için sabırsızlanıyordu.

20 Eylül 2014 Cumartesi

Kadıköy Yeldeğirmeni'nde Murallar

M.Ö. 675’lerde kurulan Kalkedon’un korunması için yapılan surlar bugünkü Yeldeğirmeni’ninden geçiyormuş. 15. ve 16. yüzyıllarda bahçeli köşklerin olduğu bölgede rüzgara açık konumundan dolayı 1780’de I. Abdülhamit tarafından yaptırılan dört yel değirmeninden hiç iz kalmasa da semt Yeldeğirmeni adıyla anılmaya devam etmiş. Yahudilerin 1885 yılından sonra yerleşmesiyle ve 1908 yılında Almanların yaptığı Haydarpaşa Garı nedeniyle semtte konutlar, okullar, kilise ve sinagog inşa edilir. İtalyan Apartmanı, Ankara Apartmanı, Ali Bey Apartmanı, Kehribardji Apartmanı gibi İstanbul’un ilk apartmanlarına sahip semtte, 200’e yakın tarihi eser niteliğinde eski bina da bulunuyor. Bir zamanlar Almanların ve Yahudilerin oturduğu Art Nouveau süslemelerin olduğu ahşap, yığma taş ve tuğla evlerin sayıları azalmış. Betonarme yapıların çoğu ise 1950-1970 yılları arasına tarihleniyor.

12 Eylül 2014 Cuma

Cunda Adası'nda Yazın Son Günleri

Aslında Sonbahar'ın ilk günleri demek daha doğru olurdu başlık için. Ne de olsa Eylül'ün ilk haftası takvime göre sonbaharın başlangıcı ama sıcaklık olarak yazı aratmıyor tabi o ayrı. Arkadaşlarla bir ay öncesinden planlayıp otelleri ayarladığımız Cunda Adası tatili birlikte geçirdiğimiz güzel anlara ve paylaşımlara bir yenisini daha ekledi. Zaten hayat sevilen kişilerle paylaşılan zamanlarla daha da anlam kazanıyor ve renkleniyor. Sabah erken saatlerde Cundavilla'ya geldiğimizde ilk izleminimiz olumluydu. Odaları gördüğümüzde de bu butik otelden memnun kalacağımızı anladık. Her ayrıntıda bir zerafet ve kalite vardı. Bahçede doğal ve lezzetli kahvaltıdan sonra deniz kıyısına indik. Aslında benim denize girme saatim geçmişti ama işte tutamadım kendimi; durgun ve temiz denize atladım. Yarım saatten fazla yüzdüm. Çıktıktan sonra güneşte kalmadım. Akşam 17.30 sonrası tekrar bir yarım saat yüzdüm. Tabi ki acısı çıkacaktı gece. Önceki tüm deniz tatillerimde olduğu gibi. Güneşlenmesem de, koruyucu kremler sürsem de hassas cildim denizde kaldığım süre boyunca yanıyordu. O yüzden sabah 7 - 8 arası ve akşam 18.00' den sonra girmem gerekiyordu...

15 Ağustos 2014 Cuma

İstanbul Boğazı'ndan Görünümler

İstanbul, Boğaz'da tekneyle seyahat edildiğinde insanın gözüne bir başka görünür. Denizin her iki kıyısında sıralanan birbirinden güzel yalılar, saraylar, köşkler, hisarlar, camiler, diğer tarihi yapılar ve ağaçlar görsel zenginliğe katkıda bulunurlar. Keyifli bir deniz gezisiyle İstanbul'un ruhunun güzel tarafını da keşfedersiniz. Bütün görkemli geçmişiyle ayakta durur ve gururla "Ben daha bitmedim" der. Beşiktaş, Maslak bölgesindeki yoğun yapılaşmayı saymıyorum elbette. Onlar silueti bozan ve hoş olmaktan uzak görünümler. Ama değişim ve yapılaşma da kaçınılmaz görünüyor. Nüfusu hızla artmaya devam eden ve sürekli konutlarla büyüyen bir kent ne de olsa. Yine de çevre düzenlemelerinde kentin doğal dokusunu göz önünde bulundurup ona göre inşaatlar yapılsa ve estetik yoksunu binalar her yerden görülebilecek tepelere kurulmasa daha doğru olur. İstanbul'da yaşayan veya ziyarete gelenlere önerim mutlaka bir Boğaz turuna katılmaları. Özel turlarla ya da şehir hatlarının düzenlediği bir saatlik turlarla hâlâ güzelliğini korumaya çalışan ve üç imparatorluğa başkentlik yapmış tarihi kenti gezmek mümkün. Özellikle Saffet Emre Tonguç'un yalıları anlattığı Boğaz turları popüler...

İstanbul Boğazı, Anadolu Yakası

20 Haziran 2014 Cuma

Balat, Fener, Kariye, Mihrimah Sultan ve Fatih

8 Haziran sabahı arkadaşlarımla mini İstanbul turlarımızdan birini daha gerçekleştirmek üzere Üsküdar iskelesinde buluştuk. Haliç hattına giden motora binerek yarım saatlik keyifli bir yolculuk sonrası Ayvansaray'a geldik. Hava bir güneşli bir bulutluydu. Yağmur yağacak gibiydi ama yağmadı. Öğle saatlerinde güneş çıktığında epey sıcak oldu o ayrı. Haliç'te seyir halindeyken tarihi yarımadanın siluetini bozan o çirkin köprünün altından da geçtik tabi. Ayvansaray'da parktaki boş salıncaklarda sallanmayı ihmal etmedik :).  Park içindeki akıllı bisiklet kiralama sisteminde sorun vardı sanırım. Hiç bisiklet olmadığı gibi kilit sistemleri de parçalanmıştı nedendir bilinmez. Bisiklet kullanmaya teşvik etmesi açısından güzel bir uygulama. Ne var ki halkın da yeterince özenli olması gerekiyor. Ayvansaray'dan doğuya doğru yürüyerek kiliseleriyle ve sinagoglarıyla ünlü Balat'taki Özel Balat Hastanesi'nin önüne geliyoruz. 19. yüzyılın sonlarına ait bu yapı taş yığma ve zamanının eklektik mimari özelliklerini yansıtıyor. Neo Klasik unsurlar da dikkat çekiyor. Fener'de İstanbul Rum Ortodoks Patrikhane'sinin 1601 yılından itibaren merkezi olan Aya Yorgi Kilisesi bulunuyor. İstanbul Patriği 6. yüzyıldan bu yana Ekümenik Patrik olarak dünyadaki tüm Ortodoksların ruhani lideri kabul ediliyor. Kilise'nin onarım çalışmaları 1991'de tamamlanmış.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...