düşünceler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
düşünceler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Şubat 2009 Pazar

Antik Çağda Anadolu'lu Filozoflar

Antik dönemde Yunan uygarlığının her alanında olduğu gibi düşünce ve felsefede de gelişme  olmuştur. Yunanlılar Eski Mısır ve Doğu uygarlıklarından etkilenerek yeni düşünce şeklini oluşturmuşlardır. Ancak felsefe belli bir kültürün sonucunda ortaya çıkmıştır. Yunanlı filozofların önemli isimleri Batı Anadolu toprakları üzerinde yaşamış ve öğretileri buradan Yunanistan'a geçmiştir. İyonya felsefesini Yunanistan'da Kolophonlu Ksenofanes yaymış ve bir felsefe ekolü kurmuştur. M.Ö. 6. yüzyılda İyonya'da aydın çevrelerde belli bir düşünce oluşmaya başlamış, çok tanrılı bir dinin kabul edildiği bir ortamda doğa olayları bu tanrıların gücüyle değil doğa kanunlarıyla açıklanmaya çalışılmıştır.

İyonya'da bilimi ön plana çıkaran doğa filozofları Efesos ve Miletos şehirlerinde yaşamışlardır. Miletoslu matematikçi, astronomi bilgini ve düşünür THALES her şeyin kaynağının su olduğunu ileri sürmüştür. İlk Yunanlı filozof olarak kabul edilen Thales 'şeylerin gerçeği insan değil sudur' demiştir ve dünyayı okyanus üzerinde yüzer olarak düşünmüştür. Ayrıca Anadolu kıyılarından görülen M.Ö 585 yılındaki güneş tutulmasını önceden hesaplayabilmiştir...

23 Ocak 2009 Cuma

Wabi Sabi

Blog sayfalarımın mümkün olduğunca sade ve göze batmayan olmasını tercih ediyorum. Bu nedenle html'yi arada bir düzenliyorum. Sadelik sadece beyaz ve gri renklerle olmaz tabi ama beyaz üzerinde açık gri, açık mavi, krem, uçuk sarı hoşuma gidiyor. Renk karmaşası değil de birbirine uygun tonlar. Yine de herkesin zevki farklıdır.

Tercihlerimin Japon estetiğini ifade eden 600 yıllık wabi sabi kavramıyla yakın olduğunu fark ettim. Güzellik anlayışları batılılardan farklı olan Japonlar iddiasız, sessiz, yalın ve geçici şeylerdeki gizi ve ahengi arıyorlar. Wabi anlayışında zarif bir basitlik ve doğallık önemli. Mümkün olduğunca doğal malzemelerle az, süssüz eşyalar ve nesneler seçmek, tamamlanmamış veya eskitme yüzeylere, yıpranmış görünümlere değer vermek, atmamak, yenilememek: cilasız ahşap, yamuk çay kaseleri, geçmişle bağ kurmayı sağlayan yıpranmış, kusurlu ve birbiriyle uyumsuz günlük kullanım eşyaları...

Fark edilemeyecek şeylerdeki güzelliği görmek, doğa olaylarını önemsemek, yağmurun ve karın yağışını seyretmek, sıradan görünümlerin tadına varmak ve üstünlüğünü fark etmek gibi wabi özellikleri 19. yüzyıl başlarında Batı'da kendini gösteren Romantizm akımıyla, sadelik ve azlık da Minimalizm akımıyla benzerlik gösteriyor. Wabi nesnelerin üzerinde fazla oynamadan düzenlemeden, mükemmel bir hale getirmek için uğraşmadan kendi halinde bırakılmasından ve nesneye doğal bir biçim verilmesinden yana.

Wabi'de gri, kahverengi ve siyah renkler estetik bulunur. Wabi estetiğinde düzensizlik ve asimetri söz konusudur. İnsanın yaşlanması gibi doğadaki veya el yapımı nesnelerin de bir ömrü var. Onlara müdahale etmeden bu yaşlanmayı yavaşlatmak wabi sabi felsefesine uyuyor.

Benzer Yazılar:

Japon Kültüründe Sadelik 
Ukiyo-e ve Hokusai 
Baltalimanı'nda Japon Bahçesi 
Ahşap Kapıların Gizemi 
Zarif Basitliğin Yüceliği: Şibumi ve Sakura

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.   Creative Commons License

16 Ocak 2009 Cuma

Korku ve Çaresizlik

Televizyonda Gazze'den görüntüler izledim. Üzülmemek mümkün mü? Bir anne kucağındaki ve çevresindeki çocuklarıyla sokakta koşturuyor ve 'Nereye gideceğimizi şaşırdık. Her evi, her binayı vuruyorlar' diyordu. Öylesine çaresizdi ki. Birleşmiş Milletler binası ve hastaneler bile bombalanıyordu. Şehirden kapkara dumanlar yükseliyordu. Gece atılan bombalarla şehir aydınlanıyor, ışıldıyor ama bu bir yanılsama aslında karanlık ve kötü bir aydınlanma, ölüme götüren. Korkuyla yaşıyorlar haftalardır. İnsan aynı durumda kaldığını düşündüğünde acımasızlığı anlayabilir. Hayatınızdaki en kötü kabusu hatırlayın ondan kat kat korkunç. Dünyanın bu adil olmayan savaşa seyirci kalması, durdurmak için yeterli çaba göstermeyişi inanılır gibi değil.  Bu durumdan utanmamız gerekiyor insanlık adına. Sadece bu savaşta değil; kadınlara, çocuklara kısacası sivillere yönelik geçmişteki tüm savaşlar için geçerli. 20. yüzyılın ilk yarısında da savaşlar, belirsizlik, bunalımlar ve acılar vardı. 21. yüzyıl başlarında yine aynısı. 100 yıl geçmiş insanlık inanılmaz ilerleme kaydetmiş. İlerlemiş mi gerçekten!!! Yoksa ilkel mi kalmış?

Creative Commons License*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.   

16 Aralık 2008 Salı

Kaba Oyalanmalar

Sonbaharla ve kışla ilgili daha önce ne yazmışım? Tadını çıkarmak konusunda şimdi ne hissediyorum? Hüzün. Kış hüznüne kapıldım. Masumiyet Müzesi'ni okuyorum. 340. sayfadayım. Kitap çıktıktan sonra hakkında çok yorum yapıldı. Nedense köşe yazarları bir yarış halindeydi. Ondan bahsetmeyen yoktu tıpkı Issız Adam filmi gibi. Masumiyet Müzesi'ndeki Kemal'in aşkı Issız Adam'daki Alper'in aşkından daha içe işleyici ve buruk. Orhan pamuk'un en sevdiğim kitabı 'İstanbul, Hatıralar ve Şehir' di. Hem o kitapta hem de son kitabında Nerval'den söz etmesi ve istanbul ile melankolinin birleşmesi de bunda etken olabilir:

"Nerval istanbul'a geldiği zaman 35 yaşındaydı. 12 yıl sonra kendisini Paris'te asmasına yol açacak melankoli buhranlarından ilkini iki yıl önce geçirmiş ve bir süreliğine tımarhanede yatmıştı. Bütün hayatını belirleyecek karşılıksız bir aşkla sevdiği tiyatro oyuncusu jenny colon da altı ay önce ölmüştü. Nerval, Mısır - Kahire, İskenderiye - Suriye, Kıbrıs, Rodos, İzmir ve İstanbul'dan geçecek 'Doğu Yolculuğu'na bu acılarla birlikte tabi ki Chateaubriand, Lamartine ve Hugo ile Fransız edebiyatında bir gelenek olmaya başlayan romantik doğu düşlerinin etkisiyle çıkmıştı. Nerval'in kendinden önceki yazarlar gibi doğu hakkında bir şeyler yazma niyetini ve fransız edebiyatında melankoli ile özdeşleştiğini de göz önünde tutunca, insan şairin istanbul'da göreceklerinin çok özel ve değerli olacağına hükmediyor ama Nerval 1843 istanbul'unda kendi melankolisine değil de onu unutturacak şeylere dikkat eder... Kendini astığı sırada sayfalarını cebinde taşıdığı ve gerçeküstücülerin, Andre Breton, Paul Eluard ve Antonin Artaud'nun büyük hayranlık duyduğu 'Aurelia' ya da 'Hayat ve Rüya' adlı tüyler ürpertici ve benzersiz otobiyografik kitabında Nerval aşık olduğu kadın tarafından reddedilince hayatta artık kendisine "
kaba saba oyalanmalardan" başka bir şey kalmadığını anlatır ve dünyayı dolaştığını ve uzak milletlerin kıyafetleri, tuhaf töreleriyle aptalca oyalandığını dürüstçe itiraf ediverir...

 Pamuk, Orhan, İstanbul, Hatıralar ve Şehir, YKY, İstanbul, 2003 Aralık,

25 Ekim 2008 Cumartesi

Gelişigüzel

Nazmi Yılmaz, 1990'lar, kağıt üzerine karakalem, 21 x 29 cm
Blog... Sık güncellenmesi gereken bir şey sanırım. Oysa aylardır yazmamışım. Zaten daha önce yazdıklarım da güncel şeyler değil. Öyleyse benim sayfam biraz amacı dışında gibi. Ne yazmalıydım?

"Bugün dışarı çıktım. yürüdüm. Hayatı ve kendimi sorguladım milyonuncu kez. Mutluluk diye bir şey yok ama hayat galiba güzel."

ya da ertesi gün:

"Melankolik bir gün. Aslında melankolik olan gün değil benim. Nick Drake dinliyorum. Az önce kahvemi içtim, yanında bitter çikolatayla. Canım dışarı çıkmak istemiyor. Sadece uyumak istiyorum. Hava da ruh durumuma uyuyor. Zaten sonbahar."

Başka bir gün:

"Gece güzel. Gece hüzünlü. Dolunay büyülüyor ve aydınlatıyor. Yine uykum yok" vesaire vesaire vesaire (Yul Brynner huzur içinde uyu :))...

Hem kime ne benden.

Nalan Yılmaz, 15 Aralık 2006, Yahoo 360 pages 

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

21 Ekim 2008 Salı

Olmayan Yer

Hiç olmak ve hiçbir şey istememek. Nietzsche’ye göre "insan hiçbir şey istememektense hiçliği ister". Yeryüzünde sonsuz can sıkıntısına son verecek bir şeyin varlığına inanılmazsa, her şey sıkıntı yaratıyorsa kaçınılmaz olarak acıyla karşılaşılır. Mutsuzluk bir yazarın karakterine söylettiği gibi gerçekten yürekle aynı dili konuşamamaktan mı kaynaklanır? Olmayan bir yerde olunabilir mi? Olmayan bir yer maddeye dönüşmemiş enerjinin olduğu yer midir? Tanımlanabilir mi? Hayır. O hiçbir kavramla açıklanmadığı, anlam yüklenmediği ve sıfatlandırılmadığı sürece olmayandır. 

Tanımlanabilen, maddi, somut bir dünyayı deneyimleyen olmayan bir yerde olabilir mi? Görülebilen, dokunulabilen duyularla algılanan somut, üç boyutlu madde dünyasındaki gerçeklikler yadsınabilir mi? Bunun yanı sıra gizemli biçimlerin çekiciliği, doğaüstü hayallerden gizli görüntüler, düşler, görünüşün ardına gizlenen anlaşılmazlık, somut nesnelerden yola çıkmadan soyutlama, orjinallik de var. Çelişkiye düşünce insan kendini dışa karşı kapatıp on ayaklı yengeç gibi sağlam kabuğunun altına çekilip gizli olan kendine ait dünyasında yaşamayı seçer.

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License 

4 Ekim 2008 Cumartesi

Tabula Rasa

Bazen kendimi Samuel Beckett'in romanlarındaki anti-kahramanlar gibi hissediyorum: yatarken veya kımıldamadan otururken zihninden binlerce şeyin akıp gitmesine izin veren, hiçbirini durdurmayan, iç dünyalarında yolculuklara çıkan, boşuna bekleyen, umutsuz, isteksiz, kendinden uzaklaşamayan, hiç kimse olduğunu duyumsayan ve bundan memnun olan.

Bazense bomboş bir zihnim varmış gibi hissediyorum. Sanki o güne kadar hiç bir şey yaşamamış, öğrenmemiş, duymamış, görmemiş, hiçbir şeyin çağrışım yapmadığı, imgesiz boş bir levha. Anılar yok, duygular yok, hortlak düşünceler yok. Sadece oradayım. Bir hiç olarak duruyorum. Suprematistlerin nesnesiz dünyasındaki beyaz içinde beyazı gibi. Dinamik bir sessizlik içinde kozmik sonsuzluğun ritmini duyar gibi.

***** Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

28 Eylül 2008 Pazar

Melankoli

Melankoli en yoğun halindeyken derin bir keder içinde hüzünlü, acı çeken, yalnız, umutsuz bir insanın içinde bulunduğu durumdur. Melankolik mizaçlı kişi yalnızlığı, toplumdan uzaklaşmayı ve insanlardan soyutlanmayı tercih eder. Diğer insanlarla yakın ilişkiler içine girmekten kaçar. Yaşamı boş ve anlamsız bulur. Mutluluktan çok içsel huzuru, sakinliği ve sessizliği arar. Melankolik insan huzurlu olabilmek, sakin bir hayat sürebilmek için yalnızlığı seçer. Ancak yalnız olduğunda da hayatla ve insanlarla olan ilişkilerini sorgulaması ve sürekli düşünmesi, kendine yönelik acımasız eleştirileri ve varoluşunun nedenini araması gibi sebeplerden dolayı bir türlü dinginliğe ulaşamaz. Sıkıntıları ve bunalımları sona ermez. İçinde bulunduğu dünyaya ve topluma uyumsuz olduğunu hisseder. Bu durum bazen onu hüzünlendirirken bazen de memnunluk hissi verir. Olayların, yaşamın ve insanların içinde olmaktansa dışarıdan çıkarsız, amaçsız bir izleyici ve gözlemci olmayı tercih eder. Bu da hafif içsel bir gülümsemeyi beraberinde getirir. Kimsenin yerinde olmak istemez. Kendi olmaktan memnundur ama kendiyle uğraşmaktan da geri durmaz. Bitmeyen sıkıntısı, boşluk içinde oluşu ve hüznü onu içinden çıkamayacağı kederlere de boğabilir. Hüznü bazen gülerek –Demokritos-, bazen ağlayarak -Heraklitos-, bazen de suskunluğuyla –Hölderlin- açığa çıkabilir. 

10 Eylül 2008 Çarşamba

Sözler

Eyleme bağımlı insan sonsuzluğu kaybeder çünkü yaptıkları için kaygılıdır. Olasılıklar dünyasında gezinen ise hiçliği duyumsar.

İnsan yaşadıkça hayat içine çekecektir. Toplum uzak durana karşı kıskançtır ve gelip kapıyı çalar.

İletişimde soru sormamak, sadece anlatılmak isteneni dinlemek ve onaylamak ilgisizliktir. "Anlattıkların umurumda değil aslında" demektir.  Anlatan kişi soru sorulmasını mı ister yoksa durmadan konuşmayı mı?

Rahatsız olanların yanında sigara içenler düşüncesiz ve saygısızdır. Kendi özgürlüğünü savunurken başkasının özgürlük alanına girer.

Ölüm mutlu olmak isteğini güçlendirir. Kimisi ölüm sonrası hayata inanmaz. "Hayat kısa. Onu en güzel şekilde ve istediği gibi yaşamalı" düşüncesine sığınır. Kimisi de bu dünyanın gelip geçiciliğinin uyandırdığı tatlı hüzünle yaşar. Yaşamını güzel ve anlamlı kılmaya çalışırken öteki dünyaya da uzak durmaz.

Nalan Yılmaz. 2008.

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

6 Eylül 2008 Cumartesi

Deniz Kabukları ve Rüzgar Çanı

Dün sabah kız kardeşim, Tayland'ın Phuket'ten sonra 2. büyük adası olan ve beyaz kumlu kumsallara, durgun turkuaz denize sahip Ko Chang'den deniz kabukları, deniz minareleri ve rüzgar çanı getirdi. Deniz minareleri daha önce gördüklerimden farklı. İnce, uzun ve pürüzsüzler. Deniz kabuklarından yapılmış rüzgar çanının benzerlerini ise Bodrum'da görmüştüm. Orada satılan kırmızı deniz yıldızları da göz alıcıydı. Herhangi bir sahilde güneş ardında müthiş renkler bırakarak denizin üzerinden batarken, çeşitli renklerdeki taşları, kabukları ve deniz yıldızlarını toplamak ve hafif dalgayla kıyıya vuran suyun sesini dinlemek sonsuzluk hissi uyandıran dingin ve huzurlu bir ortam oluşturuyor. Kaçırılmayacak anlardan biri bu. Bir de sabahın erken saatlerinde, tüm kumsal boyunca kimsenin girmediği durgun denizde yüzmek inanılmaz bir keyif. Geçmiş yazlardan birinde kuzey Ege sahillerinde 7.00 civarında sisli bir havada denize girmiştim. Sise doğru yüzmek o andan kopmamı sağlayan bir eylemdi. Grinin tonlarında bir bulut içinde kaybolmak. Başka boyutlara geçmek gibiydi ve unutulmaz anlardan biriydi. 


*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

5 Eylül 2008 Cuma

Melankoli Gizem Hiçlik Gölge

Bulunamıyor dürtülere cevap verecek his köşe bucak aransa da. Tembellik kaplayınca bedeni bahaneler uydurmak boşuna. Tembellik sinsice gizlenmiş dehlizlerimde.

Geçmiş yadsıyorum seni ve tüm görkemini de. Sen miydin beni getiren bu günlere? Öyleyse tüm gücümle vuruyorum tekmemi ardından. Hatırlayabildiğim bir şeyler olsa da geçmişten değil.

İmgeler nasıl doluştunuz böyle! Ne o dar mı geldi yeriniz? Nefes almaksa isteğiniz, buysa seçiminiz yer açıyorum size. Ama duruşum mesafeli.

Ah görülmüyor mu coşmuş yüreğim dans ediyor uçsuz bucaksız ormanın derinlerinde. Tüm oyunların yasaklandığı ürkek bakışlı çocuk yok mudur bir arkadaşın? Perçemlerin alnında uçuşuyorken kaçar mıydın o çok bilmiş küçümser sosyallerin bakışlarından? Bil ki senin gölgendir aşacak olan o görülmeyen erişilmez dağları...

Dar, ışıksız koridorlarında geleceğin, kaybolan korkularda, ıssız çöllerde kimsesiz, insansız. Duydum bir melodi içimden gelen, çıkarmak ister ruhu saklandığı yerden. Felsefe ve din besleyin bu doymak bilmeyeni! Sanatı ve bilimi de ekleyin. Aç kurtlar gibi saldırıyor etrafa. Göndermeyin kapılardan bir dilenci gibi.

Kötülük bulaşma bana desem de gitmeyecek. Yüzsüz bir sivrisinek gibi niyetli kanımı emmeye. İçimdeki güce inanıp alacağım onu karşıma.

Hiçliğe çarpıp duran yaratıklar. Nasıl da korkuyorlar. Nasıl da kaçıyorlar. Kaybolmak hiçliğin hiçliğinde. Boşluklara dalmak. Denize dalar gibi atlayışlar yükseklerden. Islanıyor saçlarım, bedenim, ayaklarım. Gerek yok avlamanıza bir avcı gibi. Hep buradaydım karşınızda.

Acılar her zaman koşarak geldiniz sadık müşterinize. İşte giyindim üzerime. Hüznün şapkam olduğunu unutmadım hiçbir zaman. Güvendim size. Güçlendim, korku nedir bilmedim, çünkü korku parçanızdı. Biliyorum terk etmeyeceksiniz kolay kolay.

Sürekli savunmalar çalışmamaya. Üstelik arkaya güçlü isimler alarak avareliği yüceltmek. Sevdiği bir işi ve uğraşı olanlar ne mutlu size, yaşayın keyfinizce. Bir iş, uğraş değil benim gerçeğim, bağlılık değil. Öyleyse niye bu huzursuzluk?

Eylemlerle belirlemedim ki yaşamı. Boşuna güç gösterilerinde mi bulundum? Sonuçsuz harcanmışlıklara girişmedim. Görülmüyor mu? Boşuna cevap beklemek. Kör, sağır ve dilsizsiniz anlayışınızın dışındakilere.

Gerek yok kendimi kandırmak için yolculuklara çıkarmaya. Belki sonsuz can sıkıntısından kurtuluş bir süre için ama dış yolculuklar ilgilendirmiyor beni. Her an gezinebilirim evrenin her bir gizemli köşesinde. Değil mi ki beynim evrenin haritası.

Nalan Yılmaz. 1996

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

11 Ağustos 2008 Pazartesi

Umutsuz Melankolik

'Umutsuz melankolik' adını değiştirmeli artık. Melankoli hem sözcük olarak hem de anlam olaylara ve yaşanılanlara iyi tarafından bakmaya ve umutlu olmaya yer açmak gerektiğini anladım. Hayatımda değişen çok fazla şey olmamasına rağmen bir süredir karamsarlığa uzak duruyorum. Karamsar durumlara girildiğinde fazla derine dalmadan yüzeye çıkabilmek ve yeni bir bakış edinebilmek gerekiyor. Geçmişte iyimser, hayata bağlı, hep gülen, mutlu kişilere hafif alaycı yaklaşırdım. Şimdi herhangi bir yargıda bulunmuyorum. İnsan hep aynı düşüncede kalınca her yere beraber gittiği kendinden sıkılıyor. Seçimler elimizdeyse hayatı istenilen şekilde yaşamak için eylem kaçınılmaz oluyor -yine geçmişte yararsızlığına inandığım bir şey-. Melankoliyi çok ağır olmadan ve hayattan fazla kopartmayacak düzeyde keyfine vararak yaşıyorum. Neşeli, yaşama sevinci içinde ve mutlu olmak da güzel :). İki karşıtın birlikteliği zor da olsa eski dostu tatlı hüzün olarak her zaman önemsediğim ve hayatımda yeri olan bir kavramdı. Şimdi de vazgeçmiş değilim. Bu ruh durumunu kontrol edebilmeyi tercih ediyorum sadece. Önceden bilsem de uygulamadığım- ihmal etmeden.

Melankolik Aylak

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.   Creative Commons License

1 Ağustos 2008 Cuma

Ses, Görünüş, Belirsizlik ve Nesnellik

Görselliğin her şeyin önüne geçtiği bir çağda yaşıyoruz. Gizemli ve hayal gücünü harekete geçiren bir yanı olsa da sesin geçicilik hissi uyandırması hüzünlü. Leonardo da Vinci resmin müzikten üstün ve kalıcı olduğunu, onun müzik gibi doğar doğmaz ölmediğini ileri sürer. Çağına göre bir düşünce. Zaten uzun süredir müzik kaydediliyor. Yine de kayıt edilen ses ya da müzik somut bir şey değil. Başlayan, biten, görülemeyen ve dokunulamayan soyut bir şey. Schopenhauer plastik sanatların sonsuzluk hissi uyandırdığını, müziğin ise duyarlılığımız üzerinde hiçbir sanatla karşılaştırılamayacak bir etki yaptığını, onda evrenin kalbinde çalışan doyumsuz istek duygusunun göründüğünü belirtir. Sahici, samimi, iç esrikliğin, heyecanın ölçüsüzce yansıdığı müzik 'geleceğin refleksleriyle titreşimler geçiriyorsa(Breton)' görünmez ama gene de çok canlı oluşuyla dionysosca coşkusallığa, duygusallığı, duyuları aşan tinselliğe ve salt müziksel öze ulaşır dinlemesi bir süreç olsa da...

23 Temmuz 2008 Çarşamba

Kibir

http://img0.etsystatic.com/il_fullxfull.50721641.jpg
Kendini beğenme*, kendini başkalarından üstün görme ve gösterme yani kibir tüm dinlerde en büyük günahlardan biri olarak kabul edilir. Hatta en üst sırada yer alır. İyiliklere engeldir. Şeytanın özelliğidir. Kibirli kişi kendi güçsüzlüğünü, yetersizliğini, güvensizliğini ve kompleksini bastırabilmek için sürekli kendiyle ve yaptığı şeylerle abartılı bir şekilde övünür. Egosunun ve nefsinin esiridir. Her şeyi ilk önce o yapar! O ne yaparsa en iyisidir! Onun seçtikleri en güzeldir! Onun yaşam şekli ve davranışları en doğrudur! Herkes herşeyi ondan görür de yapar! Başkaları hiçbir şeyden anlamaz! Onların anlattıklarıyla ilgilenmez görünür ve dinlemez. Herkes aptal bir o akıllıdır! Kendini öncü, avangard sanır. Oysa her şey daha önce yapılmıştır. Bu gerçeği unutur ya da bilgisizliğinden farkında değildir. Başkalarını değil sadece kendini kandırabilir. Diğer insanların özelliklerini kıskanır. Karşısındakini kötü hissettirmeye çalışır, onun iyi yönlerinden bahsetmez. İğneleyici sözlerle yılan gibi ısırmak hoşuna gider. Snob'luğunun kendisini ne kadar itici ve tahammül edilemez biri yaptığını fark etmez. Kendisi gibi olamayan veya yaşayamayan başkaları "zavallıdır, onlara yazıktır"! Kendi değersizliğinin üstünü örtmek için başkalarına acır. Belki de bir sebepten "yazık" dediği kişi de başka bir sebepten onun için üzülüyordur ama incitmemek için bunu dile getirmiyordur. Birisi için 'yazık' diyen veya 'zavallı' olduğunu sanan kişi kendisini ondan üstün görür.  Farklı görünümlerde, farklı dinlerde, farklı milletlerde, farklı koşullarda da olsa her insan eşittir ve aynı haklara sahiptir.

20 Temmuz 2008 Pazar

Melankolik Aylak

'... için yaşıyorum' sözünde boşluğu doldurabilecek kelime bulunsa, düşünceler, gözlemler ve duygular bu yöne aktarılabilse belki ‘memnunum’ denilen ama genellikle tarif edilemez bir hiçlik içindeki durumdan çıkılabilir. Eskilerin deyimiyle ‘bir baltaya sap olamamak’ önemsenmese de alışılan bu tür sözler bazen sızlatıcı olur. 19. yüzyılda kente bugünkü görünümünü veren Baron Haussmann’ın Paris’inde görülen, Baudelaire’in sözünü ettiği* olayları uzaktan gözlemleyen kişi anlamına gelen flâneur olmayı düşlemek -aslında bir anlamda da öyle olmak- 21. yüzyılda, modern zamanlarda...


İşsiz güçsüz gezen bu avare adam tipi -ki pek tercih edilecek bir tip değil- kentte yürüyerek dolaşır ve neler olup bittiğini inceler. Flâneur aynı zamanda gezip gördüklerini düşünen, değerlendiren, tanık olduğu olayları ve anları farklı açılardan ele alan, bakışını geniş tutarak yeni açılımlar yaratan, kentin içinde tam da bir kentli gibi durabilen ama doğanın sunduklarına da kendini bırakabilen, kendi dışındaki görüş ve fikirlere de kapısını kapatmayan ama bildiğinden şaşmayan ve kaçınılmaz olarak yalnız biridir. Yaşantısı, konumu, sosyal ve ekonomik kimliği belirsiz olan** herhangi bir politik görüşü ve çalışması olmayan, hakkında fazla bilgi sahibi olunmayan melankolik düşünür, bağımsız kent gezgini bu tutumuyla -yaşadıkları ve seçimleriyle- Dada’daki gibi bir sanat eserine dönüşür. Dada hareketinde üreten kişinin ve üretilen eserin yüceltildiği bir sanat anlayışı yoktur; sanatın hayat pratiğine yakınlığı ve hayatla birleştirilmesi söz konusudur. Avangardlar sanat kurumuna dolayısıyla yaratılan somut sanat nesnesine ve bireysel tutumlara karşı olduğu için olumsuzlarken seçilenlerin tarihsel gelişim içinde sanat eseri olarak nitelenmesi çelişkidir. “Sanatı olumsuzlama çabaları üreticilerinin niyetlerinden bağımsız bir biçimde eser niteliği kazanan sanatsal gösteriler haline gelir” (1). Yine de sanat alanında etkileri göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür. Flâneur ise üretimde bulunmasa da bireyseldir ve özneldir. Zaten Dadacılar ya da diğer avangardlar gibi kaygılar taşımaz. Herhangi bir şeye karşı tavır geliştirmez. Her türlü dayatmadan ve kuraldan uzaktır. İddiasızdır, sadece kendisidir ve öyle kalır.

10 Temmuz 2008 Perşembe

Melankoli ve Yazı Hırsızları

Aşağıdaki yorumu bir sitenin agora'da yayınlanan 'melankoli' adlı yazımı kendi sayfasına aldığını fark ettikten ve yazıya yapılan 200'den fazla yorumu okuduktan sonra yazdım:  

"Melankoliklik günlük hayatta herkesin başına gelebilecek sıkıntılarla değil varoluşsal kaygılarla ilgilidir. kişinin kendisini, yaşamı, niye burada olduğunu sorgulaması, düşüncelere dalması ve çözümler aramasıdır. çözüm bulamayınca hissettiği çaresizlik ve umutsuzluk duygusudur. bütün insanlığın binlerce yıldır çektiği sıkıntıları, acıları duyumsayabilmesidir. acı çeken milyonlarca insan varken çok mutlu olabilmek mümkün müdür? kişisel mutluluk yetmiyor. dünyadaki haksızlıkları değiştirme şansı olmadığını anlayan kişi ya boşverecek ya melankolik olacak. yine de insanların dikkatini bir şeylere çekebilmek ve bu dünyayı daha yaşanılabilir hale getirmek için üretimde bulunmak gerekiyor, vazgeçmemek. sanatla, bilimle, politikayla, sporla ne ile olursa olsun faydalı olmaya çalışmak. herkes elinden gelenin en iyisi için çaba göstermeli sonuç istediği gibi olmasa bile. yoksa “aa bende melankoliğim napıcaz şimdi” demek çok yüzeysel bir yaklaşım. bütün bunları yukarıdaki “melankoli” yazısını araştırıp yazan biri olarak söylüyorum. insanın bir deniz kıyısına çekilip tek başına denize bakarak düşüncelere dalması da melankolidir. tatlı bir hüzündür. evet bu tatlı hüzünden de keyif alınabilir yeter ki derin bir kayboluş içinde olunmasın. dünyanın kötü, olumsuz yanları kaçınılmaz ama iyi olanları da görüp çoğaltabilmek gerekiyor."...

Sözü edilen site yazıyı Agora sayfalarından kaynak göstermeden almış. Üstelik alıntılar yaptığım cümleleri numaralandırıp notlar bölümünde yazarları belirtmiştim. O kısımları da çıkarmışlar. Kendilerine link eklemeden bu yazıyı sayfalarında kullanmalarının doğru olmadığını yazdım. Bunun üzerine sadece 'kaynak: hürriyet' diye ekleme yapılmış. Ne tarih, ne link, ne yazar adı var. Bir de kendilerine ait olmayan bu yazıyı bloglara veya forumlara aktarmak isteyen okuyuculara verdikleri cevap şu: "Tabi ama siteyi kaynak olarak gösterirseniz"!!! Söyleyecek söz bulamıyorum bu gibi kişilere...

Araştımalarımı, yazılarımı sadece üniversite hocalarının kütüphanelerinin bir köşesinde kalmasını ya da birkaç öğrenci dışında kimsenin bilmemesini doğru bulmayıp bilgiyi paylaşmak istediğimden internet ortamına aktarıyorum. Ne yazık ki kolaya kaçanların kopyala yapıştırla sahiplendiklerini gördükçe üzülüyorum. Belki de bilgiyi geniş kitlelerle paylaşmak hata. İsteyen aradığı bilgiye birkaç tuş ardından değil de çaba göstererek ulaşmalı: o yazıları oluştururken benim yaptığım gibi dışarı çıkmalı, kütüphaneleri dolaşmalı, fotokopiler çektirmeli, kitaplar satın almalı. Sonra da o bilgileri okuyup özümseyip gerekli bulduğu bölümleri yazısında kullanmalı, yeni düşüncelere ulaşırken esinlenmeli, kafa patlatarak yeni bir şeye dönüştürmeli. Hem emek, hem zaman, hem para harcamalı.

Yüksek lisans ve doktora yapan herkes nasıl araştırma yapılacağını, nasıl makale yazılacağını ve makalenin kurallarını bilir. İnternet ortamında ise kolaycılık ve tembellik ön planda. O yüzden Türkçe içeriklerin hepsi birbirinin aynı. Yeni ve doğru düzgün bilgi yok. Kişisel blogların bazıları içerik yönünden pek çok siteden daha iyi.

Melankoli başlıklı yazımın 1 Ekim 2005'de ilk yayınlandığı gerçek hali Agora'da.

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

9 Temmuz 2008 Çarşamba

Melankolik Kişi

Melankoli derin bir keder içinde hüzünlü, acı çeken, yalnız, umutsuz bir insanın içinde bulunduğu durumdur. Melankolik mizaçlı kişi yalnızlığı, toplumdan uzaklaşmayı ve insanlardan soyutlanmayı tercih eder. Diğer insanlarla yakın ilişkiler içine girmekten kaçar. Yaşamı boş ve anlamsız bulur. Mutluluktan çok içsel huzuru, sakinliği ve sessizliği arar. Melankolik insan huzurlu olabilmek, sakin bir hayat sürebilmek için yalnızlığı seçer. Ancak yalnız olduğunda da hayatla ve insanlarla olan ilişkilerini sorgulaması ve sürekli düşünmesi, kendine yönelik acımasız eleştirileri ve varoluşunun nedenini araması gibi sebeplerden dolayı bir türlü dinginliğe ulaşamaz. Sıkıntıları ve bunalımları sona ermez. İçinde bulunduğu dünyaya ve topluma uyumsuz olduğunu hisseder. Bu durum bazen onu hüzünlendirirken bazen de memnunluk hissi verir. Olayların, yaşamın ve insanların içinde olmaktansa dışarıdan çıkarsız, amaçsız bir izleyici ve gözlemci olmayı tercih eder. Bu da hafif içsel bir gülümsemeyi beraberinde getirir. Kimsenin yerinde olmak istemez. Kendi olmaktan memnundur ama kendiyle uğraşmaktan da geri durmaz. Bitmeyen sıkıntısı, boşluk içinde oluşu ve hüznü onu içinden çıkamayacağı kederlere de boğabilir. Hüznü bazen gülerek –Demokritos-, bazen ağlayarak -Heraklitos-, bazen de suskunluğuyla –Hölderlin- açığa çıkabilir. 

Duyarlı bir yapıya sahip olan melankolik kişi insanlarla iyi ilişkiler kurmak isteyebilir. Ancak doğal olmayan yapmacık ilişkiler, sahte kimlikler, maskeler, incelikten yoksun düşüncesiz davranışlarla karşılaştıkça vazgeçip içine kapanır. Doğal, içten, ruhun özünü kavrayabilmiş ve onu yansıtabilen bilgelikteki insanlarla karşılaşmayı ummak ister ama umutsuzdur çünkü insan içinde bulunduğu toplum düzeninde -özellikle para ve statü odaklı kapitalist düzende- böyle bir şeye pek yatkın değildir. Birbirlerine güvenemeyenlerden oluşan toplumlarda maskeler takılmadan rahat edilemez. Melankolik insan çelişkiler içindedir ve kararsızdır. Bir yandan yalnızlığı seçmesinden hoşnuttur bir yandan da toplum içinde olmayışının hüznünü duyar. İnsanlarla ilişkilerinde hep bir sorun vardır. Anlaşılamaması, mizacı gereği farkındalığı, uyanık ve bilinçli yapısından dolayı iletişimde güçlük çekebilir. Toplumsallaşmaktan, bir yere bir kimseye bağlı olmaktan kaçınmak melankoliklerin tutumudur. Kendilerine duydukları saygı, kendilerine yönelik olmaları belirgin özelliklerindendir. O nedenle aylaktırlar. Kendi sorunlarını çözemeyen insanların başkalarını yargılamaları ve incitici sözler söylemeleri karşısında da her seferinde şaşkındırlar. Zamanla insanların bu davranışlarına üzülmeyi bırakırlar. 

Yalnız bir münzevi olmayı tercih eden melankolik kişinin kendine yönelişleri hem en güzel hem de en sıkıntılı anlarıdır. Güzeldir çünkü kendisini kendinden başka anlayacak biri daha yoktur. Sıkıntılıdır çünkü sorgulamaları, kendini eleştirmesi, düşüncelere dalması onu içinden çıkamayacağı durumlara götürebilir. Yine de bazı insanlar gibi yalnızlıktan, dolayısıyla kendilerinden kaçmazlar tam tersi kendi alanlarındayken huzur bulabilirler. Melankoliklerde hep bir karşı koyuş ve başkaldırı görülür. Özgürlüğü ararlar. İnançlardan uzaklaşınca da acı ve boşluk içine düşerler. Yanlış giden bir şeyleri sezerler. Daha iyilerinin olabileceğini düşlerler ancak başarısızlığa uğrayınca acı çekerler. Bu gerilimli ortam sanat ve yaratıcılığın da ortamıdır belki de.

Sürekli arayış içinde olan melankolik kişi kendine yönelik durumlarda hep bir karşı koyuş ve başkaldırı gösterir. Her şeyde hiçliği görür. Hiçliği ve özgürlüğü duyumsar. Arayışı olanaksız bir dünyaya doğrudur. Bu dünyada olmayan başkalıkların özlemi içindedir. Uyumsuzluğu ve kabullenemeyişi bundandır. Nietzsche’nin dediği gibi ‘Sürülere özgü zevkler herkes için değildir’. Sürülere özgü olanlar melankolik ruhlar için de geçerli değildir. Uyumsuzluk acı verse de, acıdan kıvransa da kendisini bir yere, bir tanıma yerleştirmek istemez...

Son söz: Hafif bir melankoli her insan için gereklidir ancak kronikleşip hayatı zindana çeviren depresyona dönüşmemesi kaydıyla. Çünkü hayat içinde her şeye rağmen sevgiyi, sevinçleri, neşeyi, mutlulukları ve güzel anları da barındırır. Zaten her şey tek bir andadır. Hepimiz de birbirimizle bağlantılıyız. 2023.

Bu yazımın tamamı Melankoli 1 Ekim 2005 tarihinde Hürriyet'in Agora adlı haftalık internet dergisinde yayınlandı.

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

2 Haziran 2008 Pazartesi

Başlarken...

Bu blogda; Lebriz Sanal Dergi'de (2006 - 2016) ve Hürriyet'in internet dergisi Agora'da (2001 - 2007) yayınlanan araştırmalarım, makalelerim bağlantılarıyla birlikte yer alıyor. Lisans, Yüksek Lisans ve Doktora derslerinde aldığım Sanat Tarihi eğitimi sonucu öncelikle Sanat Tarihi ve Sanat ile ilgili yazılara yer vereceğim. Ancak kişisel bir blog olması nedeniyle ilgimi çeken konulardaki yazılarımı da eklemeyi düşünüyorum.

Nalan Yılmaz. 

"Hiçbir şey 'hiç'ten daha gerçek değildir." Samuel Beckett
 
"Sessizliğe gömülüyorsak o zaman korkmamalıyız, çünkü hiçliğin olduğu yerde Tanrı vardır." Emily Dickinson

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir. 


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...