8 Ağustos 2009 Cumartesi

Bireysellik ve Topluma Uyum

İnsan kendi gibi birçok bireyden oluşan toplum içinde yaşar ama kalabalık içinde bir birey olduğunun farkında değildir. Bu, tarih içinde doğu toplumlarına özgü bir durum olarak gösterilir. Batı medeniyetinde birey bilinci Rönesans'la birlikte önem kazanmıştır. Ortaçağın kapalı ve kilise kurallarına göre hareket eden toplumları içinde sanat ve sanatçılar dini konular üzerine ve kiliseyle ilgiliydi. Kişiler ön plana çıkmazdı. 15. yüzyıldan itibaren kültürel ve sosyal ortamlarda birey kalabalıklardan sıyrıldı. Kendine, diğerlerine ve dünyaya bakıp yeni bir şeyler oluşturmak gerektiğinin farkına vardı**. Basmakalıp düşünce ve dogmalardan kurtulabilmenin yollarını aradı. Sanat ve bilim kilisenin baskısından çıkıp*** daha açık, evrensel ve dünyevi bir hal alıyordu. Kişide dünyadaki her şeyi araştırma ve düşüncesini ortaya koyma isteği belirdi. Yapılan işin yanında isimlerden de söz edilir oldu. Bütün bunlar o çağ için yenilikti, çok kolay kabullenilip benimsenen şeyler değildi. Her değişim gibi sancılı ve sıkıntılı bir dönem sonucu ortaya çıkmıştı...

1 Ağustos 2009 Cumartesi

Melankolik Kadın

Melankoli

Beni en güzel günümde / Sebepsiz bir keder alır / Bütün ömrümün beynimde / Acı bir tortusu kalır / Anlayamam kederimi / Bir ateş yakar tenimi / İçim dar bulur yerini / Gönlüm dağlarda dolanır / Ne bir dost, ne bir sevgili / Dünyadan uzak bir deli / Beni sarar melankoli / Beni sarar melankoli / Ne kış ne yazı isterim / Ne bir dost yüzü isterim / Hafif bir sızı isterim / Ağrılar, sancılar gelir/ Yanıma düşer kollarım / Görünmez olur yollarım / En sevgili emellerim / Önüme ölü serilir / Ne bir dost, ne bir sevgili / Dünyadan uzak bir deli / Beni sarar melankoli / Beni sarar melankoli

Söz: Sabahattin Ali  Müzik: Ali Kocatepe

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Batı Resminin Özelliklerinin Osmanlı'ya Girişi

Osmanlı İmparatorluğunun Batı’ya açıldığı, Avrupa ülkeleri ile siyasal ve ekonomik ilişkiler içinde olduğu 18. yüzyılda Batı resminin özellikleri de Osmanlı’da uygulanmaya başlamıştı. Lale Devri ile birlikte saraya pek çok Batı eşyası giriyordu. 18. yüzyılda Levni’nin ve Buhari’nin minyatürlerinde yeni biçim ve tekniklerin yanı sıra yeni konulara da yer veriliyordu. Portreler, tek yaprak halinde kıyafet resimleri, çiçekler ve meyveler görülüyordu. Üçüncü boyut arayışları, düzlemlerin ayrılması, manzaraların, doğa kesitlerinin gerçekçi renkleri, gölgelemeler belirgin özellikler. Figürlü minyatürlerde ışık-gölge uygulamaları, hacimli Batı örneklerine uygunluk gösteriyordu. Bu dönem manzaralarında da ışık-gölge ve perspektife dikkat edilmişti. Yüzyılın sonlarında minyatür azalmış ve 19. yüzyıl başlarında son örneklerini vermişti.
 
"Minyatür ve duvar resminde batı kökenli denemeler tıpkı Batı resminde olduğu gibi özellikle görsel gerçeğin bilimsel yöntemlerle yorumlanması üzerinde yoğunlaşır. 16. yüzyıldan öteye Batı resminde görsel,gerçek veya üç boyutlu konuyu iki boyutlu tuval üzerinde verme çabası hep perspektif kuralları aracılığıyla uygulanmaya çalışılmıştı. Doğuya bakıldığında betimlemelere kavramsal düzeyde yaklaşıldığı yüzyıllar boyu düşsel bir yerin biçimlendirildiği görülür. Osmanlı sanatçısı Doğu resim anlayışından Batı’nınkine geçerken bir takım aşamalar da geçirmişti. Batı resminin kendine özgü olan derinlik, uzaklık, gölgeleme, tonlama, kütle, hareket gibi nitelikleri Osmanlıda birbirinden bağımsız olarak uygulanmış ancak 19. yüzyılın ikinci yarısında Batı resminin kuralları tümüyle ele alınmış ve tuval üzerine yağlıboya tekniğinde tablolar yapılmıştı” (1).

24 Temmuz 2009 Cuma

Anadolu Selçuklu’da Çini Teknikleri

Uygurlara kadar uzanan Türk çini sanatı Anadolu’da Selçuklular döneminde önemli bir gelişme gösterir. Uygurlarda yer döşemesi olarak kullanılan çiniye, Karahanlılar ve Gaznelilere ait yapılarda da rastlanır. 13. yüzyıldan itibaren mimaride her türlü yapının iç ve dış yüzeylerine kaplanan çini Anadolu’ya Büyük Selçuklu’dan geçmiştir. Anadolu çinilerinde Büyük Selçuklu sanatında görülen motiflere yer verilmekle birlikte yeni desen, renk ve tekniklerde uygulanır. Çini erken dönemlerde cami, mescit ve mezar anıtı gibi dini yapılarda görülürken daha sonraları medrese, köşk ve saraylarda da en önemli süsleme öğelerinden biri haline gelir.

Dini yapılarda mor, yeşil, firuze, lacivert renkli sırlanmış çini parçalarının alçı zemin üzerinde bir araya getirildiği Mozaik Çini Tekniği ve sırlı tuğla göze çarpar. İslam inancında ibadet edilen yerlerde insan ve hayvan figürünün bulunması yasak olduğundan genellikle geometrik desenler, yıldızlı geçmeler, rumi ve palmet gibi soyut bitkisel motifli kıvrık dallar ve iri kufî ve sülüs yazı süslemeleri uygulanıyor. Bu teknikle yapılmış çinilerin örneklerine Kayseri Kölük Camisi’nde, Divriği Kale Camisi’nde, iyi korunmuş olarak Malatya Ulu Cami’nde (1224), Sivas’taki İzzettin Keykavus Şifahane ve Türbesinde (1217) rastlamak mümkündür. 1251 tarihli Konya Karatay Medresesi çini, mozaik çini ve kabartma tekniğinde zengin renklere sahip çinileriyle önemlidir. Duvarları, kubbesi ve tonozları çini ile kaplanmış medrese Selçuklu çini sanatının en muhteşem örneği olmuştur...


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...