Sıradan
pazar günlerinden biriydi. Haftanın bu son gününde dışarı çıkmaktan hoşlanmazdı.
Gazete, kitap okur, müzik dinler ve uyurdu. Televizyon izlemezdi. O günde
odasında müzik dinlerken kuzeni aradı. Havanın güzel olduğunu söyleyip yürüyüş
yapmayı teklif etti. Dışarı çıkmaya niyetli değildi ama bir yandan kuzeninin
davetini geri çevirmemek diğer yandan da sıkıntılı ruh halinin havanın
etkisiyle biraz da olsa azalacağını düşündüğünden olumlu cevap verdi. Hemen
üzerini değiştirdi. Teyzesinin oturduğu eve doğru yürümek için sokağa çıktı.
Hava gerçekten
iyiydi. Yarı yolu geçmişti ki kuzeniyle karşılaştı. Her buluşmalarında olduğu
gibi hemen koyu bir sohbete daldılar. Her seferinde somut olaylardan sıyrılıp,
soyuta, hayali ve düşünceye dayalı konu ve kavramlara yönelirlerdi. Kendisini
ve olayları sorgulaması ve bunlar üzerinde düşünceler oluşturmaya çalışma
çabası hiç bitmiyordu. Her duruma bir açıklama getirmeye çalışıyor, bir sebep
arıyordu. Kendiliğinden amaçsız oluşabileceklerine karşı da katı değildi. Hep
çelişkiler içinde kalıyordu. Beyazdan griye, griden siyaha gidiyor, tekrar
beyaza dönebiliyordu. Aslında
yaşamda her şeyin bir sebebinin olması gerekmediğini biliyordu. Fazla determinist
yaklaşım içinde olmayı da doğru bulmuyordu. Her şey modernlik çerçevesinde
nesnel ve rasyonel olup bu mantıkla açıklanmayabilirdi. Netliğin olmadığı,
belirsizliğin hâkim olduğu bir karmaşanın yaşandığı geçiş dönemi içinde. 20. yüzyıldaki
gelişmeler bunu göstermişti...