Şeker Ahmet Paşa manzara ve natürmort resimleriyle tanınan ilk önemli Osmanlı
sanatçılarındandır. Paris’te kaldığı süre içinde aldığı klasik eğitimin yanı
sıra sanat olaylarını da takip eder. Türkiye’ye döndükten sonra Barbizon Okulu,
Corot ve Courbet etkisinde resimler yapar. Köylü ve eşeğinin doğa içinde çok
küçük olarak tasvir edildiği Ormanda Oduncu resminde ormanın gizi ve ağaçlar romantik bir
ışıkla verilmiştir. Mistik bir atmosferin hakim olduğu ve doğanın yüceltildiği titiz bir çalışma örneği olan kompozisyonda zaman durmuş gibidir. Kır
Peyzajı, Ceylan ve Ormanda Koyun Sürüsü gibi resimlerinde hep dikkatli
doğa gözlemleri fark edilir. Ancak nesneler fotoğraf gibi birebir ve ayrıntılı olarak
aktarılmamıştır. Resimlerde içtenlik, romantik bir anlayış, masalsı ve düşsel
bir görünüm belirgindir.
15 Aralık 2015 Salı
10 Aralık 2015 Perşembe
Hititler’in Gölgesinde - 5 - İskilip - Çorum
Çorum ili sınırları içinde güneydoğuya -Ortaköy, Şapinuva, İncesu-, güneye -Alacahöyük, Boğazkale, Hattuşa-, Yazılıkaya- ve kuzeybatıya -İskilip- yaptığımız yolculuklar tarihi yerler ve doğa güzellikleri yanı sıra gökyüzü ve çevre manzarası açısından da harikaydı. Aslında Kızılırmak üzerinden geçip İskilip'e ulaştığımızda biraz hayalkırıklığı yaşadık. Belki beklentimiz daha yüksekti. Pazar günü her yer kapalıydı ve İskilip Dolması yiyecek bir yer de bulamadık. Pişirme süresi ve hazırlıkları uzun süren, özel üretilen ısıya uzun süre dayanıklı pirinçle yapılan 500 yıllık bu zahmetli yemek daha çok düğünlerde ve özel günlerde büyük kazanlarda yapılırmış. Biz genel bir çevre gezisiyle yetinmek durumunda kaldık. Bu bizim plansızlığımızla ve yeterince ön araştırma yapmayışımızla ilgili olabilir.
2 Aralık 2015 Çarşamba
Hititler’in Gölgesinde - 4 - Şapinuva - İncesu Kanyonu
Çorum'da ilk gün Çorum Müzesi, Alacahöyük, Hititler'in başkenti Hattuşa ve açık hava tapınağı Yazılıkaya gezilerimizden sonra ikinci gün Şapinuva, İncesu Kanyonu ve İskilip'e gitmeye karar verdik. Sabah 9.00 da otelden ayrılıp Şapinuva'nın bağlı bulunduğu Ortaköy'e hareket ettik. Muhteşem manzaralar eşliğinde bir ara görüş mesafesinin birkaç metreye indiği sise doğru çok güzel bir yolculuktan sonra Ortaköy'e ulaştık. Hitit ve Roma dönemlerine ait kalıntıların bulunduğu bölgeye daha sonra Orta Asya'dan üç kavim halinde gelen Türkler yerleşmiş. Ortaköy'e 3 kilometre uzaklıktaki Şapinuva Hititlerin önemli bir askeri ve dini merkeziymiş. M.Ö. 13. yüzyıldan II. Murşili'ye ait bir metinde Şapinuva'dan söz edilir: "İlkbahar olduğunda Hattuşa'dan dışarı gittim... AN.TAH.SUM (şar)* bitkisini tanrıların huzuruna koydum. Şapinuva'daki birlikleri
teftiş ettim ve orduma öncülük ettim."
27 Kasım 2015 Cuma
Hititler’in Gölgesinde - 3 - Yazılıkaya
...M.Ö. 16 - 13. yüzyıla tarihlenen ve
etrafı yüksek kayalıklarla çevrili Açık Hava Tapınağına ilerleyince
gördüklerimiz karşısında son derece heyecanlanıyoruz. Mutluluk, şaşkınlık,
hayranlık hepsini birden duyumsuyoruz. Biraz abartı varmış gibi algılansa da
gerçek şu ki ‘anlatılamaz, yaşanır’ denilen anlardayız. Özellikle Küçük Galeri
olarak adlandırılan Oda B’deki kabartmalar, içinde bulunulan ortam, dar girişe ve
kayalara vuran güneş ışığı gizemli ve olağandışı
bir deneyim yaşatıyor. Hitit kralları ya da tanrıları bizi izliyor gibi hissediyoruz
ve hiçbirimiz bu doğal kutsal ortamdan ayrılmak istemiyoruz. Akşamın en güzel
saatinde, güneş ağaçların ardından süzülen ışıklarıyla uzaklardaki tepelerde olağanüstü
görünümlerle batmak üzereyken, Hititler’in dünyasına girdik. Tekrar zihnimde
canlandırdığımda bile tuhaf bir sezgiyle orada dolaşıyorum sanki. Üstelik
Hattuşa ve Yazılıkaya’ya yeniden gitme isteği de duyuyorum.
22 Kasım 2015 Pazar
Hititler’in Gölgesinde - 2 - Hattuşa
Anadolu’da
adı bilinen ilk halk olan Hattiler’le ve onlardan büyük oranda
etkilenen ilk merkezi devlet kuran Hititler’le dolu geçen günümüze beş
heyecanlı ve başı dönmüş yerli tarih gezgini olarak devam ediyoruz.
Yarım saatlik yolculukla bu kez Hitit İmparatorluğu'nun M.Ö. 17 ile 13.
yüzyıllar arasında başkenti olan ve sanat ile mimaride gelişme gösteren Boğazköy olarak da bilinen Hattuşa’ya geliyoruz. Ne yazık ki gezmek için bir saatten biraz fazla
zamanımız var. Müzekart’larımızla geçiş yapıp hemen aracımızla 2
kilometrelik geniş alana yayılı ve zamanında 6 kilometrelik surlarla ve
kulelerle çevrili kalıntılara doğru yol alıyoruz. 8 metre
yüksekliğindeki surların 65 metrelik bölümü 2003 yılında Türk, Alman ve
Japon arkeologlar tarafından o çağın teknikleriyle aslına uygun olarak
yeniden yapılmış.
Askeri,
politik ve dinsel gücün yönetildiği 3500 yıl öncesinin merkezinde 5
kültür katı ortaya çıkarılmış. Bu katlarda Hatti, Asur, Hitit, Frig,
Galat, Roma ve Bizans dönemlerinden kalan kalıntılar bulunmuş. Aşağı
Kent -kuzey tarafı-, Yukarı Kent, kraliyet sarayının bulunduğu Büyük
Kale'yi içine alan Hattuşa’da Aslanlı Kapı, Kral Kapısı, gizli tüneliyle
Yerkapı, Sfenksli Kapı, kent duvarı ve büyük tapınak kalıntıları, yeşil
taş, Nişantaşı, Hiyeroglifli Oda görülebilecek yerler arasında. Hattuşa’nın kalıntılarının çoğu M.Ö. 13. yüzyıldaki yeniden yapılanma döneminden.
16 Kasım 2015 Pazartesi
Hititler’in Gölgesinde - 1 - Çorum Müzesi - Alacahöyük
Arkeoloji sevgim arkeolog
olacağımı sanarak başladığım üniversitede Sanat Tarihi eğitimi almama rağmen
hiçbir zaman bitmedi. Antik yerleri görme heyecanım ve isteğim bir Van Gogh
tablosunu görmekle aynıydı. Sanat Tarihi’nde en çok milattan önceki kültürlerle
19. ve 20. yüzyıl resim sanatı ilgimi çekti. Üniversite yıllarında eski
uygarlıklara yönelik genellikle Yunan, Roma, biraz da Mezopotamya ve Mısır
ağırlıklı dersler gördük ama Anadolu’nun ilk devleti olan Hititler üzerinde
nedense fazla durulmamıştı. Zaten lisans derslerinde çok ayrıntılı bilgiler edinmeyi
beklemek de doğru değildi. İlgilenilen konular daha sonra kitaplardan,
dergilerden, makalelerden incelenebilirdi ya da o alana yönelik sempozyumlardan
takip edilebilirdi.
M.Ö. 1750-1200/700 yılları
arasına tarihlenen zaman diliminde, Hattiler’in (MÖ 2500-2000/1700) ülkesinde güçlü
bir imparatorluk kuran Hititler, Anadolu topraklarının en önemli
uygarlıklarından biri. Hep aklımın bir köşesinde olduğu halde Hititler’in
başkenti Hattuşa’yı görmeyi bugüne kadar niye erteledim bilmiyorum. Yazın
okuduğum Buket Uzuner’in Toprak adlı romanı Hattuşa’ya, Alacahöyük’e ve
Yazılıkaya’ya artık gitmem gerektiğini bir kez daha öne çıkardı. Üstelik
Anadolu’daki antik Yunan ve Roma yerleşimlerinin pek çoğunu gören, mitolojilerini
bilen biriyken onları fazlasıyla etkileyen Hititler’inkileri neden daha az biliyor
oluşumu da sorgulattı. Kültürel gezileri birlikte yaptığımız arkadaşlarımla iki
ay önceden biletlerimizi alıp iki gün Amasya, iki gün Çorum gezisi planladık.
Aynı ekiple ilkbaharda Anadolu Selçuklu Devleti’nin (1075-1308) başkenti
Konya’ya gitmiştik. Selçuklu yapıları ve eserleri, Mevlana Müzesi çok önemliydi
ve binlerce yıl öncesine dayanan tarihiyle Çatalhöyük de öyle.
31 Ekim 2015 Cumartesi
Balkon Bostanı
Balkondaki minik bostan sadece çekirdekten yetişen iki saksı kiraz domates ve yine çekirdekten iki saksı kırmızı biber ile bir saksı köy biberi, iki saksı maydanoz, bir saksı limon ağacından oluşuyor... Bir de fıstık çamı var. Maydanozun biri hazır tohumdan diğeri ise küçük yapraklı bir dal maydanozun saksıya dikilmesinden. Saplardan kestikçe yenileri çıkıyor. Limon ağacı hiç meyvesini vermedi ama domates ve biberler çok fazla. Önce çiçek açıp sonra çiçeklerin içinden çıkıyorlar. Son derece az toprakta bu kadar verim olması şaşırtıcı. Her sabah kalkınca onlara bakmak, günden güne büyümelerini görmek oldukça dinlendirici.
Balkon Bostanı |
*****Bu
sayfadaki yazının ve fotoğrafların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak
gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek
alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.
27 Ekim 2015 Salı
Bulutların Arasında Kaybolmak
Hangimiz bulutlara bakıp hayallere dalmadık, şekilleri bir şeylere benzetmedik. "Zürafaya benziyor, şu gelen de uyuyan bir insan sanki. O da çatık kaşlı bir surat mı? Anne ve yanında çocuğu duruyor bak." Birazdan kaybolacak. Ne kadar da geçici. Hayal gibi. Bu biraz melankoliye neden olsa da güzel. Gece başka, gündüz başka... Bazen havada asılı duran, bazen hızlıca hareket eden bulutlar... Bazen bembeyaz, bazen gri hatta siyah... Bazen pamuk gibi ve birazdan dağılıp güneşi ortaya çıkaracak... Bazen öfkeli gürültüyle patlayıp yağacak gibi... Her hali başka güzel bulutlar. Görkemli gökyüzünü kuşlarla birlikte mavi, beyaz ve gri tonlarda en güzel, en sahici tabloya dönüştüren bulutlar... Hangimiz uçakta pencereden baktığımızda pamuksu dokusunun üzerinde olmayı gözümüzde canlandırmadık. Alçakta kalan bulutları; bu harika doğa olayını hayranlıkla seyretmedik. Yerdeyken veya havadaykan sanki bir geçit gibi arada kalan benzersiz ve her an değişen görünümden etkilenmedik.
18 Ekim 2015 Pazar
Bizans Saray Mozaikleri
‘Büyük Saray Mozaikleri Müzesi’ İstanbul’da Bizans mozaikleri açısından önemli bir
müze ancak çok fazla bilinmiyor. Öyle ki çok yakınında Sultanahmet Cami, Hipodrom
(Sultanahmet Meydanı), Yerebatan Sarnıcı, Ayasofya Müzesi, Topkapı Sarayı gibi
tarihi yapıları ve meydanları binlerce kişi gezerken, mozaik müzesinde
ziyaretçiler birkaç kişiyle sınırlı kalıyor. Sadece meraklı turistler, Bizans
sanatıyla ilgili araştırmacılar, arkeoloji ve sanat tarihi öğrencileri tarafından
ziyaret ediliyor. Oysa 1500 yıl öncesinin Bizans resmine de ışık tutan değerli
eserleri barındırıyor.
16. yüzyılda Alman Hieronymus Wolff’un ilk kez kullandığı ve 19. yüzyılda batılı tarihçiler
tarafından benimsenen ‘Bizans’ tanımlamasıyla Doğu Roma İmparatorluğu aslında Hıristiyanlaşmış
Roma İmparatorluğu’dur. Doğu Romalılar kendilerini Romaio ve Romans olarak
adlandırmışlardır. (Bugünkü Rumlar da sanıldığı
gibi Yunan kökenli değil, Doğu Romalıdır.) Roma İmparatoru I. Konstantin 330’da başkenti eski bir
Yunan kenti olan Byzantion’a taşıyarak buraya Yeni Roma adını verir. Sonraki yıllarda Konstantin’in
şehri anlamında Konstantinopolis adını alır.
28 Eylül 2015 Pazartesi
21 Eylül 2015 Pazartesi
ArtInternational Sanat Fuarı 2015
İstanbul, Eylülün ilk günlerinden itibaren
pek çok galeride açılan yeni sergilerle, ‘Tuzlu
Su: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori’ başlıklı 14. İstanbul Bienali
(5 Eylül – 1 Kasım) ve 4 - 6 Eylül
tarihlerinde düzenlenen çağdaş sanat fuarı ArtInternational ile hareketlenmeye
başladı. ArtInternational’ın ulusal ve uluslararası ilişkileri canlandırmak
için özel kart ve kayıtla katılımın sağlandığı VIP programında yerel kurumlar,
yönetim kurulu ve kültürel kurul işbirliği ile koleksiyonerlere sanatçı
atölyeleri, özel müze ve kurum ziyaretlerine yer verildi. Bazı galerilerin
sergi açılışları, fuar açılış partisi, ön izlemeler, küratör eşliğinde fuar
turu, resepsiyonlar, müzelerde ve koleksiyonerlerin evlerinde sanat temalı
kahvaltılar, Boğaz’da gerçekleşen tekne turu gibi birçok etkinlik programın
içeriğini oluşturuyordu. Uluslararası sanat fuarını özel etkinliklere katılmadan
üçüncü gününde Vip Turizm’in kartıyla gezme fırsatım oldu.
Haliç Kongre Merkezi’nde üçüncü yılındaki
ArtInternational’da Seçim Komitesi tarafından belirlenen 27 ülkeden 88 galerinin
400’den fazla sanatçının çalışmaları yer aldı. Yönetmenliğini yine Dyala
Nusseibeh, sanat yönetmenliğini Stephane Ackermann’ın üstlendiği fuarın
artistik programında videolar yanı sıra yedi sanatçının özel performans ve
yerleştirmeleri bulunuyordu. Fuar izleyicileri için tartışma ortamı oluşturmayı
amaçlayan ve kâr amaçsız bağımsız sanat kurumlarının katkısıyla ziyaretçileri
de sanatın bir parçası yapan Alternatifler, Avcı Toplayıcı adlı projeyle
gerçekleşti. Artistik Program kapsamındaki ‘Harabeler ve Yaralar’ konulu üç
bölümlü ‘Sahnedeki Videolar’ projesinde kişisel
geçmişler, yaralar ve anılar üzerinde duruluyordu. Dört bloklu kongre
merkezinin kuleli binasının ikinci kat koridor ve salonlarında dünyanın farklı yerlerinden video ve yerleştirme
seçkisiyle bağımsız Moving Image’i de ArtInternational ile aynı çatı
altında izlemek mümkündü.
5 Eylül 2015 Cumartesi
28 Ağustos 2015 Cuma
Wang Yue ve Ağaç Kovuğu Resimleri
Çinli
genç sanatçı Wang Yue ağaç kovuklarını boyayarak sokak sanatının farklı ve
ilginç bir türüne imza atıyor. Aslında yıkıntı duvarlar üzerine graffitiler
yapmayı planlayan Yue, bir gün yürüyüş sırasında renksiz, yapraksız, kasvetli
ve kuru görünen ağaçların kırık kabuklarının altındaki yüzeyin düzgünlüğü
nedeniyle üzerine resim yapılabileceğini fark eder ve fikrini değiştirir. 2013
yılında Dalian Politeknik Üniversitesi’nde çağdaş sanat lisansüstü programında
öğrenciyken, profesörlerden destek alarak iki ayda 16 resimden oluşan ‘Ağaç
Kovuğu Resimleri’ projesini gerçekleştirir. Arkadaşı Li Yue kamerayla onun kamusal sanat çalışmalarının kaydını tutar.
Wang Yue, Jiuzhong caddesinden
gelip geçenlerin dikkatini çeken ve Meitu adını verdiği bu uygulamalarla
yaratıcı fikirlerini ortaya koyar. Kent hayatı içindeki doğal alanları keşfetmek,
çevre bilincini geliştirmek ve doğanın yaşama kattıkları üzerinde yoğunlaşır.
Sokaklarda yürürken ya da araçlarda giderken görülen binaların, çöp kovalarının, reklamların ve tabela karmaşasının ortasındaki, kentsel
çevreye saygılı resimler eğlenceli, hoş ve sıcak bir deneyime davet eder. Aynı
zamanda üç boyutlu ve canlı bir görsel etkiye uyandırır.
21 Ağustos 2015 Cuma
Banksy'nin Kasvetli Parkı: Dismaland
Esrarengiz ve bilinmeyen İngiliz graffiti sanatçısı, siyasi aktivist, yönetmen ve ressam Banksy'nin
2009 yılından sonra İngiltere'deki ilk sergisi 22 Ağustos'ta ziyarete
açılıyor. Bristol'da Weston-super-Mare'in 2.5 dönümlük terk edilmiş
sahilinde* aylardır gizli bir şekilde hazırlanan ve "küçük çocuklar için uygun olmayan aile eğlence parkı" olarak düzenlenen anti-ütopik tema parkı Dismaland'de** Banksy'nin
10 heykeli ve graffitisi yer alıyor. Ayrıca Damien Hirst, Bill
Barminski, Caitlin Kiraz, Polly Morgan, Josh Keyes, Mike Ross, David
Shrigley,
Bast ve Espo dahil dünyanın pek çok yerinden 58 sanatçının da olağandışı ve rahatsız edici çalışmaları görülüyor.
Katılan sanatçıların çoğu Banksy ile hiç karşılaşmamış olsa da bu
serginin parçası olmaktan memnun. Kendine özgü toplumsal ve siyasi
eleştirileriyle şaşırtmayı seven Banksy, sanat alanlarının dışında gerçekleştiği için pop up nitelikteki gösteride yine ziyaretçileri sarsıp düşündürecek. İzleyicinin de katılımıyla interaktif sanat eserlerinin, rastgele canlı performansların ve kazanması imkansız oyunların da içinde olduğu bu büyük projede eğlence ve anarşizm birlikteliği dikkat çekiyor.
29 Temmuz 2015 Çarşamba
Mavi Kuş
Mavi kuş ile ilgili pek çok şiir, şarkı ve kitap yazıldı. Twitter logosunu andıran yandaki tombul mavi kuş bugün dayanılmaz sıcaklar nedeniyle açık olan pencerelerin cereyan yapıp kapıyı çarpması sonucu düşüp kırıldı. Orijinalinde tek renk olan ve kırılmadan önce kanadını griye, gagasını beyaza boyadığım seramik kuş kapı üzerindeydi. Dağılan parçaları toplayıp yapıştırdım. Mavi ve son derece sade ama etkileyici görünümü nedeniyle ve Prag'da bir kent yürüyüşü sırasında ara sokaklardan birinde keşfettiğim çok sevimli küçük bir dükkandan aldığım için atamadım. Dükkandaki genç kadın İngilizce bilmiyordu. İçeri giren tek müşteri bendim. Dükkanın içi hediyelik seramik, ahşap tasarımla doluydu. Hepsini çok beğendiğimi hatırlıyorum. Zarif, özenli ve farklı küçük nesnelerdi. Birkaç ahşap magnet, bir iki kolye ile bu kuşu da severek almıştım. Prag tarihi dokusu içine yayılmış müzeler, kafeler ve kültür merkezleri yanı sıra ahşap oyuncaklar ve hediyelik eşyalar konusunda da bulunmaz bir kent. Mavi kuşun düşmesi bana oradaki günleri hatırlatırken, Kafka'nın kentine tekrar gitme isteği de uyandırdı.
Prag ile ilgili diğer yazılarım:
*****Bu
sayfadaki yazının ve fotoğrafların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak
gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek
alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.
20 Temmuz 2015 Pazartesi
Sanat Tarihinde Ekfrasis
Ekfrasis en basit tanımıyla bir
görsel sanat çalışmasının yazılı veya sözel anlatımıdır. Görseli açıklamanın ve
Batı sanatıyla ilgili yazmanın özel ve en eski örneği olan ve ek ile phrasis kelimelerinden türeyen sözcük Yunanca kökenlidir. Görüntü
ve yazın arasında bağ kuran ekfrasis detaylı ve derinlemesine anlatmak anlamına
da gelir. Amaç tanımlanan görünüşü okuyucunun karşısındaymış gibi
algılatmaktır. Antik dönemde herhangi bir şeyi açıklamak olarak da kullanılır. Bazen
söz edilen şey hayalidir; yazarın hayal gücü ve yazma yeteneğiyle var olur. Okuyucu
veya dinleyici için konunun gerçek ya da uydurma olmasının önemi yoktur. Genellikle
metinler sanat tarihsel ifadeler gibi olmak zorunda değildir. Retorik derslerinde
öğrencilerin düşünme ve yazma alışkanlıkları oluşturması içindir. Retorikçiler
zamanla resim, heykel ve mimari gibi konuları daha çok tercih ederler.
Antik dönemde Yunanlı filozoflar Sokrates,
Platon, Aristoteles ekfrasisi gerçek dünyadaki bir nesnenin sanat yapıtıyla
ifade edilmesi olarak ele alırlar. Sokrates Phaidros ile söyleşisinde yazı
yazmayı resim yapmaya benzetir. "Ressamın
yapıtı gerçeğin kendisi gibi gözlerimizin önünde durur ama onu sorgularsan, derin
sessizliğini korur. Yazılı kelimeler için de böyledir aslında. Akıllılarmış
gibi seninle konuşurlar ama anlattıkları hakkında daha fazla bir şeyler
öğrenmek için soru yöneltirsen söylediklerini sonsuza kadar yinelerler."
Ressam şekil ve renklerle bir nesneyi taklit ediyorsa, o nesneye ad verilerek
de ses, hece ve kelimelerle özleri taklit edilir. Şiir ve resim birbirini
tamamlar. Platon’a göre ressam ağaç resmi yaptığında bu varlık bakımından
üçüncü sıradadır ve o yüzden değersizdir. İlk sırada zihinde kavranabilen idea
vardır, daha sonra onun kopyası ve görünüşler dünyasına ait olan ağaç yani
nesne ve son olarak da onun da kopyası resimdeki ağaçtır. Resim görünenin yansımasıdır.
Bu da taklit yani mimesis’ten başka
bir şey değildir. Platon için gençlerin yetiştirilmesinde araç olan sanat
eldekinin biçimlenmesidir.
22 Haziran 2015 Pazartesi
İki nehir arasındaki Ağva
İstanbul'a 97 km mesafede ve bir buçuk saatte ulaşılan Ağva, Şile ilçesine bağlı bir mahalle. Dört mevsim ziyaret edilen Karadeniz kıyısındaki bu şirin yere Haziran ayında bir haftasonu gittik. Hava İstanbul'da hafta içinde yer yer bulutlu ve yağmurluyken, Cumartesi ve Pazar günlerinde güneşli olması denize girmek ve gezmek açısından sevindiriciydi. Ağva, Yeşilçay ve Göksu nehirleri arasında kalan bir yerleşim. Nehrin denizle birleştiği yerde uzun bir sahil yer alıyor. Fener tarafına doğru plajda bir tesis göze çarpıyor. Ayrıca nehir kıyısı boyunca ve sahil tarafında yol kenarındaki otellerin havuzları da bulunuyor.
15 Haziran 2015 Pazartesi
Kafka'nın Çizimleri
Franz Kafka, 1922 |
5 Haziran 2015 Cuma
Sonbahar'da Saklıkent Kanyonu
2014 Kasım ayındaki bir haftasonu gezisini henüz yazma fırsatı buluyorum :) Daha önce yine aynı arkadaşlarımla Adrasan'a tatile gitmiştik. Harika bir denizi ve doğası olan Adrasan'da kalıp Olimpos, Çıralı, Demre, Myra ve Kekova'yı gezmiştik. Aslında bir ara oraları da yazmalı. Bu kez arkadaşlarımdan birinin kız kardeşinin düğünü için İstanbul'daki nikahta aniden karar verip sonraki haftasonu Kaş'a hareket ettik. Dalaman'dan transferle yaklaşık 2.5 saatte Kaş'a vardık. Düğünün ilk aşaması Kaş'ın köylerinden birindeydi. İki arkadaşımla birlikte onların köye yolculuk saatine yetişemedik. Vakit kaybetmeden araba kiralayıp yakınlardaki antik yerleşimleri ve doğal parkları gezmeyi planladık. Kaldığımız apart otele küçük bavullarımızı ve sırt çantamızı bırakıp yola çıktık.
İlk olarak Fethiye'ye 40 km, Kaş'a ise yaklaşık 60 km uzaklıktaki Saklıkent'e gittik. Kaş'tan Saklıkent'e giderken Kalkan'a kadar solumuzda kalan Akdeniz manzarası oldukça güzeldi. Özellikle Kaputaş Plajı'nın bulunduğu bölge. Eşen çayının bir kolu olan Karaçay'ın üzerindeki Saklıkent'i ilk kez 15 yıl önce kız kardeşlerimle Fethiye tatili sırasında gezmiştim. O zaman yaz mevsimiydi, su daha sakin ve alçaktı. Jeolojik çatlama sonucunda meydana gelen sarp ve derin vadide, buz gibi akan kaynak sularının içinde ıslanarak, halatlara tutunarak, büyük kayaların ve taşların üzerine inip çıkarak doğal parkurda epey ilerlemiştik. Duvarların arasına sıkışan kayalarla, dar yarıklarla karşılaşılan bazı bölümleri zorlu, gayret isteyen ama son derece eğlenceli bir yürüyüştü. Üstelik yaz sıcağında oldukça serinletici bir aktiviteydi. Bu kez Kasım ayı olduğu için hava bulutlu ve serindi. Kanyonu gezmeden önce su kenarındaki birkaç restorandan birinde bizim gibi acıkmış ördeklerin ve sevimli yavru köpeklerin eşliğinde karnımızı doyurduk. Yöresel kilimler üzerindeki yer minderlerinde oturulan ve keyif için hamak da olan mütevazi restoranlar boştu haliyle. Çok fazla yiyecek çeşidi de yoktu. Zaten sadece birkaçı açıktı. Yerli yabancı binlerce kişinin ilgisini çeken ve ziyaret ettiği bir yer olduğu için yazın daha farklıdır.
22 Mayıs 2015 Cuma
Selçuklu'nun ve Mevlana'nın Kenti Konya - 1
Anadolu Selçuklu Devleti'nin ve Karamanoğulları Beyliği'nin başkenti, Mevlana'nın şehri Konya'yı ne zamandır görmek istiyordum. 6 ay öncesinden arkadaşlarımla biletleri aldık ve Mayıs'ın üçüncü Pazar günü Türkiye'nin sanayisi gelişmiş büyük şehirlerinden biri olan Konya'ya uçtuk. Havaalanından önceden kiraladığımız arabayla Mevlana Müzesi'ne çok yakın olan kentin merkezindeki Rumi Otel'e geldik. Oteldeki odadan ve terastan müze ve yeşil kubbesinin görülmesi de hoş bir sürpriz oldu. Erken akşam yemeğimizi otelin terasında yedikten sonra Sille köyüne hareket ettik.
Sille, Konya merkeze 8 km uzaklıktaki, Frigya, Roma, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde yerleşimin olduğu eski bir köy. Adı Yunan mitolojisindeki Silene'den geliyor. Ayrıca kaynayıp, coşup akan su anlamında Silenos'tan geldiği de ileri sürülüyor. Sille antik dönemlerden beri ticari ve kutsal yerlere giden yollar üzerinde yer aldığı için önemini korumuş. Sit alanı olan küçük ve şirin köyde volkanik kayalara oyulmuş kiliseler, 371 tarihli restore edilmiş Aya Elenia Kilisesi, eski ve otantik ahşap ve taş malzemeden yapılmış Rum evleri, köprülü Sille Çayı, baraj, Karataş Cami, Ak Cami, Mormi Câmi, Şeytan Köprüsü, el yapımı ürünlerin sergilendiği sanat atölyesi, eski bir şapel olan Zaman Müzesi, bir kısmı müze olan Sille Hamamı, testi ocakları görülebilecek yerler arasında. Akşam saati gittiğimiz köyde küçük bir gezinti yaptık: içlerinde mezarlar olan, bakımsız iki üç katlı mağaraların ve kilisenin çevresinde, köy içinde taş sokaklarda dolaştık. Aya Elena kilisesinin içine giremedik. Güneş batınca da ışıklandırmayla başka bir havaya bürünen köydeki Silenos Cafe'nin terasında çay, kahve içip hoş ve bol kahkahalı zaman geçirdik.
Sille, Konya merkeze 8 km uzaklıktaki, Frigya, Roma, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde yerleşimin olduğu eski bir köy. Adı Yunan mitolojisindeki Silene'den geliyor. Ayrıca kaynayıp, coşup akan su anlamında Silenos'tan geldiği de ileri sürülüyor. Sille antik dönemlerden beri ticari ve kutsal yerlere giden yollar üzerinde yer aldığı için önemini korumuş. Sit alanı olan küçük ve şirin köyde volkanik kayalara oyulmuş kiliseler, 371 tarihli restore edilmiş Aya Elenia Kilisesi, eski ve otantik ahşap ve taş malzemeden yapılmış Rum evleri, köprülü Sille Çayı, baraj, Karataş Cami, Ak Cami, Mormi Câmi, Şeytan Köprüsü, el yapımı ürünlerin sergilendiği sanat atölyesi, eski bir şapel olan Zaman Müzesi, bir kısmı müze olan Sille Hamamı, testi ocakları görülebilecek yerler arasında. Akşam saati gittiğimiz köyde küçük bir gezinti yaptık: içlerinde mezarlar olan, bakımsız iki üç katlı mağaraların ve kilisenin çevresinde, köy içinde taş sokaklarda dolaştık. Aya Elena kilisesinin içine giremedik. Güneş batınca da ışıklandırmayla başka bir havaya bürünen köydeki Silenos Cafe'nin terasında çay, kahve içip hoş ve bol kahkahalı zaman geçirdik.
10 Mayıs 2015 Pazar
Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Çağdaşlarından Mektuplar “Biz Mektup Yazardık” Sergisi’nde!
İş Sanat Kibele Galerisi’ndeki “Biz Mektup Yazardık” Sergisi geçmişi günümüze taşıyor.
Bursa’nın ufak tefek yolları
Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri
Tepeden tırnağa şiir gülleri
Yiğidim aslanım burda yatıyor
Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri
Tepeden tırnağa şiir gülleri
Yiğidim aslanım burda yatıyor
İşte mürekkep bu dizelerdeki gibi damlar Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun kaleminden… Sanatçı, 64 yıllık hayatına sığdırdığı sanat tutkusunu, aşklarını, sevinçlerini, hüzünlerini, dostluklarını çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını geçirdiği Anadolu’nun naifliğiyle yakın dostu Nâzım Hikmet’e yazdığı bu dizelerdeki gibi aktarır kâğıda ve tuvallere… Onun şiirlerindeki ve tablolarındaki narlar, dutlar, ayvalar kimi zaman sevdiği kadına duyduğu özlemi kimi zamansa amansız bir kara sevdayı anlatır. Babasından Batı Edebiyatı’nı, annesinden Yunus Emre’yi, Karacaoğlan’ı öğrenen sanatçı Anadolu’nun toprak damlı evlerinden, İstanbul’un martılarından, köpüren denizinden, Âşık Veysel’in sazından dem vurur.
Bedri Rahmi Eyüboğlu iç dünyasını tuvallere ve şiirlere aktarırken sanat, edebiyat, siyaset ve iş dünyasının önemli isimleriyle gerçekleştirdiği, yaşadığı döneme ışık tutacak mektuplaşmaları da tarih yolculuğundaki yerlerini alıyor. Güzel Sanatlar Akademisi’nde başlayıp Paris’te süren eğitim hayatından, resim tutkusunun peşinden gittiği Anadolu’daki yurt gezilerine kadar sanatçının yaşamından birçok kesiti yansıtan mektuplar, “Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Çağdaşlarından Mektuplar - Biz Mektup Yazardık” Sergisi ile İş Sanat Kibele Galerisi’nde ilk kez gün yüzüne çıkıyor. Sergi, hem sanatçının kaleme aldığı hem de kendisine gelen yüzlerce mektubun Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından uzun soluklu ve titiz bir çalışma ile kitaplaştırılmasına paralel olarak hayata geçiriliyor. Sanatçının gelini Hughette Eyüboğlu’nun hazırladığı, editörlüğünü Rûken Kızıler’in üstlendiği kitabın ve serginin tasarımı Emre Senan tarafından gerçekleştirildi.
Resim-Edebiyat İlişkisi ve Eskiz Defteri Sergisi
Sanat tarihinde edebiyat, müzik,
sinema, resim, mimari, heykel ve diğer sanat dalları arasında etkileşim
olduğunu görürüz. Sanatçı kendisini çevreleyen pek çok şeyden esinlenebilir. Çok yönlü Rönesans sanatçıları birden çok sanat dalında
yetkindirler: Düşünür, mimar, mucit, matematikçi, anatomist, müzisyen,
heykeltıraş, yazar, ressam Leonardo da Vinci; ressam, heykeltıraş, şair, mimar Michelangelo; mimar, müzisyen, oyun yazarı, ressam, kuramcı Leon
Battista Alberti vb. isimler sayılabilir. 20. yüzyılda Wassily Kandinsky, Franz Kupka gibi bazı
ressamlar müzikten etkilenir. Arnold Schönberg,
Paul Klee, Semiha Berksoy -opera sanatçısı- hem müzisyen hem ressamdır. 20. yüzyıl
başlarında Almanya’da kurulan, Rönesans atölyelerini örnek alan ve plastik
sanatları bir bütün olarak düşünen Bauhaus
Okulu’yla farklı sanat disiplinleri iç içe
geçer.
Resim
ve edebiyat ya da yazı arasındaki ilişki ve kitap resimlemenin geçmişi ise Çin,
Orta Asya ve Mısır’da M.Ö. 2. yüzyılda ilk kez uygulanan minyatürlü el
yazmalarına kadar dayanır. Daha sonra Yunan, Roma, Avrupa, İslam, Selçuklu,
Osmanlı’da yüzyıllar boyunca bu geleneğe devam edilir. İngiliz William Blake
(1757-1827) şair, ressam ve gravürcüdür. Şiirleri ve resimleri düşsel ve
doğaüstü bir dünyaya davet eder. 19. ve 20. yüzyılda kısa süreli akımlar
ve okullar içinde ressamlar, mimarlar, heykeltıraşlar, tasarımcılar ve yazarlar
birlikte hareket ederler. 19. yüzyılda İngiltere’de birlik oluşturan
Ön-Raffaellocu ressamlar doğayı yansıtmakla beraber edebiyattan, şiirden yola
çıkıp resimler yaparlar. Bu resimlerin çoğunda şiirsel bir atmosfer dikkat
çeker. Fransa’da Romantik ve Sembolist ressamlar için edebiyat önemlidir.
Dönemin bohem ressamları, şairleri ve yazarları yakın dostturlar. Fransız şair
Charles Baudelaire ‘Salon Sergileri’ ile ilgili eleştiri yazıları kaleme alır. Arkadaşı
Eugene Delacroix Faust ve Hamlet; Honore
Daumier Don Kişot ve Gargatua’dan konuları çizgilerle ve renklerle tuvale
ve kağıda aktarırlar. 19. yüzyılda gravürlü kitaplar da yaygındır. 1936’da
Sürrealistler 19. yüzyıl şairi Lautreamont’un ‘Maldoror’un Şarkıları’ adlı
kitabını görselleştirirler. Aşkı, özgürlüğü ve şiirsel imgeyi önemseyen Sürrealistler
için Fransız şairlerinden Lautreamont ve Rimbaud öncülerdendir.
29 Nisan 2015 Çarşamba
Ressam Nazmi Yılmaz'ın Sergileri
Ressam Nazmi Yılmaz (23 Ocak 1944, İstanbul - 29 Nisan 2004, İstanbul)
Kişisel Sergileri
1- 12 Şubat - 1 Mart 1982, Tünel Cep Galeri, İstanbul
2- 5 - 30 Kasım 1982, Tünel Cep Galeri, İstanbul
3- 14 Ekim - 5 Kasım 1983, Tünel Cep Galeri, İstanbul
4- Mayıs 1984 Tünel Cep Galeri, İstanbul
5- 3 - 24 Kasım 1984, Sevimce Sanat Galerisi, Fenerbahçe, İstanbul
6- 15 Şubat - 6 Mart 1985, Siyah - Beyaz Sanat Galerisi, Kavaklıdere, Ankara 7- 24 Nisan - 10 Mayıs 1985, Cüzzamla Savaş Derneği, İstanbul
8- 14 Mayıs - 7 Haziran 1986, Vepa Sanat Galerisi, İstanbul
9- 4 - 22 Nisan 1987, Tünel Sanat Galerisi, İstanbul
10- 8 - 22 Ekim 1987, Füzen Sanat Galerisi, İzmir
11- 24 Mayıs - 10 Haziran 1988, Siyah - Beyaz Sanat Galerisi, Ankara
12- 7 - 27 Ekim 1988, Bütün Zamanlar Sanat Galerisi, Bakırköy, İstanbul 13- 24 Mart - 12 Nisan 1989, Tünel Cep Galeri, İstanbul
14- 1 - 14 Aralık 1990, Üsküdar Belediyesi Sanat Galerisi, İstanbul
15- 15 Şubat - 11 Mart 1992, Ürün Sanat Galerisi, Tünel, İstanbul
16- 7 - 26 Aralık 1992, Büyükşehir Belediyesi, Taksim Sanat Galerisi
17 - 23 1992, 1993, 1994, 1995, 1996, 1997, 1998 Efes Müzesi ve Efes Celsus Kitaplığı, İzmir
24- 17 Eylül - 5 Ekim 1993, Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı Sanat Galerisi, İzmir
25- 7 - 27 Ekim 1994, Tünel Cep Galeri, İstanbul
26- 6 - 29 Aralık 1995, Atatürk Kitaplığı, Taksim, İstanbul
27- 1996 D.Y.O. Sanat Galerisi, İzmir
28- 20 Mayıs - 5 Haziran 1998, Barometre, Beyoğlu, İstanbul
17 Nisan 2015 Cuma
Göztepe 60. Yıl Parkı'nda Laleler
Bu sene ilkbahar gelmek de biraz zorlansa da arada bir gerçekten baharı
hissettiğimiz günler de oluyor. Bir gün hava güneşli 17 derece iken
başka bir gün rüzgarlı, yağmurlu ve 11 dereceye uyanabiliyoruz. Mayısa
çok az kaldı. Baharı yaşamadan yaz gelecek diye endişeliyim. İlkbahar ve
sonbahar en sevdiğim mevsimler. Nisan'da Japonya'da Sakura ağaçları
açan harika kiraz çiçekleriyle göz kamaştırıyorsa İstanbul'da da
erguvanlar, laleler var. Japonlar dostluk simgesi olarak dünyada sadece
dokuz ülkeye -ki Türkiye'de onlardan biri- bu ağaçların fidelerinden
vermiş. Ne yazık ki hepsini son derece sınırlı zamanlarda görebiliyoruz.
Özellikle Sakura ağacının çiçekleri en güzel halindeyken dökülüyor. Bu
da güzelliğin, gençliğin geçiciliğini anımsatıp hafif ve tatlı hüzne
sebep oluyor. Zaten dünyadaki herşey geçici olduğu için güzelliklerin
keyfine varabilmek gerekiyor.
Göztepe 60. Yıl Parkı, Laleler |
10 Nisan 2015 Cuma
Fransız Realist Ressamları
19. yüzyılın ortalarında Gustave Courbet, Honoré Daumier ve Jean François Millet'nin içinde bulunduğu Realizm çağdaş Batı resminin oluşmasına bir hazırlık gibidir. Gerçekler karşısında hayal dünyası değil doğa bilimi ve teknik kurallar geçerlidir. Doğanın değerini bilerek sevgi duyarlar. Düşsel romantik manzaraların veya tarihsel konuların yerini yaşanılanlar alır. Antik Yunan, Roma veya Hıristiyan konularına, mitolojiye, kahramanlıklara yer veren, ‘sanat sanat içindir’ diyen, belirli kurallar içinde idealist ve mükemmeliyetçi Klasisizm ile geçmişe özlem duyan, duyguları ve coşkuyu önemseyen, simgesel ve melankolik Romantizm sonrası Realizm kolay benimsenmez. Küçük bir sanatçı grubu arasında kalır. Çoğu kişi fotoğraf gibi olduğunu düşünür. Oysa bireyselliklerinin yansıdığı bağımsız tarzlarıyla bu üç gerçekçi sanatçı salonlarda sergilenen resimlerin aksine Paris’in hızla modernleşen kent ve kırsal hayatını gösteren, eleştirel, anlamlı, içten, içerik açısından zengin ve yaşayan sanatın yanındadırlar.
Gustave Courbet, Ressamın Atölyesi,1855 |
2 Nisan 2015 Perşembe
Dolmabahçe Sarayı'nın Süsleme Özellikleri
Dolmabahçe Sarayı |
18 Mart 2015 Çarşamba
Alberto Giacometti Sergisi
20. yüzyıl sanatında önemli bir yere sahip İsviçre asıllı heykeltıraş ve
ressam Alberto Giacometti’nin (1901-1966) Türkiye’deki ilk retrospektif
sergisi 11 Şubat’ta Pera Müzesi’nde açıldı. Müzenin 5. ve 4. katlarında
26 Nisan’a kadar izlenebilecek olan ve belirli başlıklar altında ele
alınan kapsamlı sergi Paris’teki Giacometti Vakfı’nın
katkılarıyla ve vakfın yöneticisi Catherine Grenier’in küratörlüğünde
düzenlendi. Cenevre Güzel Sanatlar Okulu’nda, İtalya’da ve Paris’te
sanat eğitimi alan sanatçının Paris Montparnesse’taki 23 m2’lik
atölyesinde çalıştığı desenleri, yağlıboya resimleri, büstleri,
heykelleri; mektuplar ve çeşitli yayınlar gibi arşiv belgeleri;
atölyesinde çekilmiş fotoğrafları; gençlik yıllarından son yapıtlarına
kadar bir seçki* ile birlikte sunuluyor. Çoğunlukla bronz olan
heykellerinin arasında az sayıda alçı ve mermer de bulunuyor.
Küçük yaşlardan itibaren heykel ve resimle uğraşmaya başlayan ve sanat hayatı boyunca insan figürünü ön planda tutan sanatçı; babası İsviçreli ressam Giovanni Giacometti etkisiyle ilk yapıtlarında Yeni İzlenimci örnekler verir. Portrelerinde özenli ve açık tonlamalarla ustaca renk uygulayışı babasının sanatsal gelişmişliğinden yararlandığını gösterir. 1925 yılından sonra basit ve geometrik formlu Avangard ve Kübist heykel çalışmalarıyla uğraşır. Afrika ve Okyanusya sanatlarına, Kübizme ve Sürrealizme yakınlık duyar. Constantin Brancusi, Alexander Archipenko, Henri Laurens ve Jacques Lipchitz gibi sanatçıların I. Dünya Savaşı öncesine ait modern, kübist, soyut heykelleri Giacometti’ye ilham kaynağı olur. Dinamizm ile sabitliğin, soyut ile figüratifin çelişkisinden rahatsızlık duyan sanatçı hafif ve hayali formlar üzerinde çalışmaya başlar.
Küçük yaşlardan itibaren heykel ve resimle uğraşmaya başlayan ve sanat hayatı boyunca insan figürünü ön planda tutan sanatçı; babası İsviçreli ressam Giovanni Giacometti etkisiyle ilk yapıtlarında Yeni İzlenimci örnekler verir. Portrelerinde özenli ve açık tonlamalarla ustaca renk uygulayışı babasının sanatsal gelişmişliğinden yararlandığını gösterir. 1925 yılından sonra basit ve geometrik formlu Avangard ve Kübist heykel çalışmalarıyla uğraşır. Afrika ve Okyanusya sanatlarına, Kübizme ve Sürrealizme yakınlık duyar. Constantin Brancusi, Alexander Archipenko, Henri Laurens ve Jacques Lipchitz gibi sanatçıların I. Dünya Savaşı öncesine ait modern, kübist, soyut heykelleri Giacometti’ye ilham kaynağı olur. Dinamizm ile sabitliğin, soyut ile figüratifin çelişkisinden rahatsızlık duyan sanatçı hafif ve hayali formlar üzerinde çalışmaya başlar.
12 Mart 2015 Perşembe
Kübizm ve Sürrealizm
20. yüzyılın önemli hareketlerinden biri olan Kübizm
Paris’te Fransız Georges Braque ve İspanyol Pablo Picasso tarafından
biçim aramaları sonucu 1906'dan sonra oluşturulur. Daha sonra Joan Gris, Man Ray ve daha çok hız ve hareket
tutkunu fütürist yaklaşıma giren Fernand Léger ve Robert Delaunay gibi
ressamlar da bu tür resimler yapar. Afrika maskelerinin yalınlıklarının
izlerinin görüldüğü 'Avignonlu Kızlar' resmiyle Picasso’nun sanatında
Kübizm’e giden yeni bir dönem başlar. Çarpıtılmış şekillerle ve deformasyonun ifade
gücüyle savaşın korkunçluğunu gösteren son derece etkileyici bir
anlatıma sahip Guernica
ile de mükemmelliğe ulaşır.
Picasso ve önceleri Fov anlayışta resimler yapan Braque, Apollinaire aracılığıyla 1907 yılında tanışırlar. Natüralizmden uzak olan Kübistler konuyla değil biçimle; doğa görüntüleri arkasındaki formlarla ilgilidirler. Cezanne’ı örnek alarak yeni bir biçim dili kurarken öznellikten arınmış nesnel ve basit geometrik formları özellikle küpü tercih ederler. Resimde yanılsamayı uygunsuz bulup sonsuza giden derinlik yerine form yüzeyleri ön plana çıkarırlar. Her eleman yüzeyle bağlantılı olmalıdır. Natüralist sanatın tek bakış biçimini kırıp nesneyi çeşitli yönlerden gösterirler. Objelerin hissedilebilirlik nitelikleri erir, hacimsellik dağılır. Değişik açılar altında aynı anda görülebilirliğine odaklanırlar. Nesne sadece görüldüğü gibi değil düşünüldüğü gibi de resme geçirilir. Nesnelerin kavramı da verilir. "Çivi kavramı olmadan bir çivi bile yapamam." diyen Juan Gris gerçeğin özünü ve İdea'yı yansıtmayı amaçlar. Picasso'nun kübist resimlerinde figürlerin gözleri, ağzı ve burnu yer değiştirir; bazı kısımlar cepheden, bazıları profilden görülür. Ağlayan, acı çeken, şaşkın veya gülümseyen bir ruhun ifadesi olan yüzün bölümleri parçalanır, deforme edilir ve yeniden düzenlenir. Aynı zamanda sanatçının iç dünyasının günlüğü gibidirler...
5 Mart 2015 Perşembe
Senin Sanatın Senin Sergin!
Son senelerde sanat alanında yapılan yatırımlar ve etkinlikler gün geçtikçe artıyor ve gelişiyor. Özellikle İstanbul’da hayat bulan bu tarz etkinliklerden biri var ki, çok kısa sürede hem kendine has tarzı hem de izlediği yol ile oldukça ses getirdi. Bundan 2 sene önce, ulaşılabilir sanat alternatifi olarak yola çıkan ve her yıl yeni sanatçıların üretimleriyle gelişen Mamut Art Project’ten bahsediyoruz. Mamut Art Project bu sene Akkök Holding’le birlikte yoluna devam ediyor. Akkök Holding gibi güçlü şirketlerin genç sanatçılara destek olması, hiç şüphesiz ülkemizde kültür sanatın gelişmesinde ve yaygınlaşmasında önemli rol oynuyor. MAP’15 by Akkök hakkında daha fazla bilgi almak isterseniz, www.mamutartproject.com adresini ziyaret edebilirsiniz.
Proje, genç sanatçıları, koleksiyonerler, galeriler, kültür-sanat kurumları ve sanatseverlerle galeri, müze, atölye gibi alışılagelmiş mekanların dışında, bir araya getirmeyi hedefliyor. İsmini de insanoğlunun mağaralarda keşfedilmiş ilk çizimlerinde en çok görülen figürlerden biri olan “mamut”tan alıyor. Bir başka deyişle, “Mamut” bu projede sanatçıların büyük kitlelere göstereceği ilk eserlerini simgeliyor.
3 Mart 2015 Salı
Ece Temelkuran'ın son kitabı: DEVİR
Devir, 20 yıl muhabirlik ve köşe yazarlığı yapan Ece Temelkuran’ın 3
Şubat’ta Can Yayınları’ndan çıkan son kitabı. “Unutmamak ile hatırlamak aynı
şey midir? Yaşananlar, yani "hayat" yeni devirlere, kuşaklara nasıl
geçer? Hangi izleri bırakır?”gibi sorular üzerinde duran ve bu soruların unutulmaması
için yazılan Devir’in Cumhuriyet
ile gelişen Türkiye’nin ortasındaki başkent Ankara’da geçen konusu, 1980 Mayıs
ayının son günlerinden başlıyor. Ankara’yı arka planda tutup, Türkiye tarihinin
önemli bir dönemi olan 1980 darbesinden önceki birkaç ayı, biri kız diğeri erkek iki
küçük çocuğun naif; bazen gerçekleri son derece net görebilen, ayrıntılara
dikkat eden bakış açısıyla aktarmasından dolayı özel bir yerde duruyor.
Bir ilkokul çocuğunun
ders kitabı gibi 19 ünitesi olan romana aile, mahalle tanıtımlarıyla giriş
yapılıyor. Sekiz yaşındaki* Ayşe, annesi ve babası 12 Mart 1971 askeri
darbesinden sonra evlenmiş, Kurtuluş’ta oturan orta sınıf bir ailenin çocuğudur.
Ayşe’nin annesi Meclis arşivinde, babası Devlet Planlama Teşkilatı’nda
çalışıyor.
26 Şubat 2015 Perşembe
Büyükada'da Güneşli Bir Pazar Günü
Bazen insan çok yakınındaki güzelliklerin farkında olmaz. Güzel yerler, mekanlar, yemekler, müzeler, doğa... Oradadır ve bekler. Gidilmesini, ziyaret edilmesini, tadına varılmasını, keyfinin çıkarılmasını... İstanbul gezilecek yerler açısından son derece zengin bir kent. Eski-yeni, modern-geleneksel, tarihi-güncel, doğu-batı, güzel-çirkin, doğa-bina, iyi-kötü, zengin-yoksul... Yaşam gibi tüm zıtlıkları içinde barındırır. Kökeni 500 yıl öncesine dayanan İstanbullu olarak* sanırım genlerden İstanbul'un bütün çalkantılı geçmişinin yansımalarını ruhumuzda da taşıyoruz. Melankolik İstanbul insanı hem büyülüyor, hem de bazen itiyor. Vazgeçilmesi zor bir kent. Kavafis'in dediği gibi "Bu kenttir gidip gidebileceğim yer."
Geçtiğimiz hafta ortası son yılların en karlı günlerinden birine tanık olduk. Ailemle bu bembeyaz görüntünün tadını çıkardık. Herkes gibi sokağa çıkıp kartopu oynadık. Kardeşimin doğum gününü kutlamak için onu ziyaret ettik. Pazar günü ise sanki birkaç gün önce kar yağmamış gibiydi. Güzel ve güneşli bir hava vardı. O günü de Büyükada'ya giderek değerlendirdik. Öğle saatlerinde Bostancı'dan Adalara hareket eden motorlardan birine bindik. Yeğenlerim simit getirmişlerdi martılara vermek için. Bir İstanbul klasiği olan görüntüler eşliğinde mavi sularda yol aldık. Minik ve gezgin yeğenlerim dünyanın bir ucunda yaşadıkları için martıları simitle beslemek ve havada kapışlarını görmek onlar için eğlenceli bir deneyim oldu...
20 Şubat 2015 Cuma
20. Yüzyıl'ın ilk Yarısında Paris'te Sanat Ortamı
Sanat kokan Montmartre 20. yüzyıl başlarında yerini yavaş yavaş
Montparnasse’a bırakır. Görsel sanatlarla uğraşan tanınmış veya umudu ve
çabası olan sanatçıların içinde yaşadığı bir başka kent gibidir kahve
ve barlarıyla ünlü Montparnasse. Kimi zaman zorluklar ve yoksulluk
içinde bohem bir hayatın yaşandığı bir yerdir. Henri Matisse, Pablo Picasso, Guillaume Apollinaire, Fernand Leger, Marc Chagall, Max Jacob,
Amedio Modigliani, Ezra Pound, Marcel Duchamp, Constantin Brancusi, Juan
Gris, Diego Rivera, Alberto Giacometti, André Breton, Salvador Dali,
Jean Paul Sartre, Henry Miller, Samuel Beckett, Joan Miro, Ernst
Hemingway gibi sanatçılar kısa veya uzun süre burada kalırlar.
12 Şubat 2015 Perşembe
Van Gogh Kızları
Resim sanatının başta sinema ve
moda olmak üzere mimari, dekorasyon, mobilya,
grafik, reklam, endüstri ürünleri ve hatta gıda sektörlerinde etkilerine
sıklıkla rastlıyoruz. 1937 yılında Sürrealistlerle arkadaş olan İtalyan modacı Elsa Schiaparelli, Salvador Dali ile işbirliği sonucu ipek
organze ve sentetik at kılından yapılmış, ıstakoz
baskılı elbise
tasarlar. Kişiye özel tasarımın önemli isimlerinden Fransız moda tasarımcısı
Yves Saint Laurent, Mondrian’ın beyaz, kırmızı, mavi, siyah ve sarı renk
bloklarından oluşan kompozisyonunu 1965 yılında kolsuz elbise üzerine uyarlamasıyla moda ve sanat arasında bağ kurar.
Sonrasında moda sektörüyle sanat arasındaki ilişkide en çok, soyutu ön plana çıkaran Hollandalı Piet
Mondrian’ın zamansız ve evrensel yapıtları
uygulanır hale gelir. Günümüzde moda tasarımcılarının ve sanatçıların
ortak projeler üzerinde çalışması yaygın bir durum artık.
Bir başka Hollandalı Vincent van
Gogh da modaya esin kaynağı olan ressamlardan. Rodarte’nin 2012 Bahar koleksiyonunda Kate ve Laura Mulleavy kardeşler, Van Gogh’un ‘Yıldızlı Gece’, ‘Vazoda On
İki Ayçiçeği’, ‘Ren Nehrinde Yıldızlı Bir Gece’, ‘Çiçek Açan Badem Ağacı’ gibi resimlerinden
uyarlanan baskılı kıyafetlerle ressamın hayal dünyasında kaybolurlar. Resimleriyle
umut aşılamak, acıları sevince dönüştürmek isteyen, ölümde bile iyi bir yan
gören trajik yazgılı ressama, sarılar, maviler, lacivertler, toprak tonlarıyla;
bahar dalları, ayçiçekleri, yıldızlarla; uçuşan tüller ve parlak kumaşlarla selam
yollarlar. Baharda umudun ve neşenin yeniden ortaya çıkacağını göstermeye
çalışırlar...
22 Ocak 2015 Perşembe
Şehzade Abdülmecid Efendi Köşkü
Aralık 2014'te Kuzguncuk gezimiz sırasında görebilme şansı bulduğum Bağlarbaşı'ndaki ‘Koç Topluluğu Spor Kulubü’ne ait tesis arazisi içinde bulunan Abdülmecid Efendi Köşkü
dış ve iç görünümüyle etkileyici. Mısır Hıdıvi İsmail Paşa'nın 1880’li
yıllarda oğlu Tevfik Paşa için av köşkü olarak yaptırılan yapı, 1895’te Sultan
II. Abdülhamid tarafından satın alınarak Abdülaziz'in oğlu Abdülmecid
Efendi'ye (1868–1944) tahsis edilir. Şehzade Abdülmecid Efendi harem
ve müştemilat binalarıyla genişletilen yapıların günümüze ulaşan
selamlık bölümünü 1918 yılına kadar yazlık konut olarak kullanır. Burada
özellikle Çarşamba günleri resim yaptığı bilinir. Diğer günlerde ise
dönemin sanatçılarının, edebiyatçılarının ve siyasetçilerinin sık sık
toplandığı bir kültür merkezine dönüşür. 200 dönüme yakın bir koru
içinde yer alan ve 1903 yılında onarım gören köşkün bazı kaynaklarda
mimar Alexandre Vallaury tarafından tasarlandığı belirtilir.
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)