Dorota Kobiela ve Hugh Welchman'ın yönettiği Loving Vincent filmi Van Gogh'u dünya sanat tarihindeki ressamlar içinde ilk sırada gören; hayatından fazlasıyla etkilenmiş ve hakkında yazılar yazmış benim gibi biri için oldukça hüzünlüydü. Bir iki saat önce 'Aile Arasında' adlı komedi filminde gülerken, Loving Vincent'ı izleyince sarsılmam ve duygulanmam geçmişteki ressamların hayatlarıyla ilgili hassasiyetimle birlikte bazı yönlerden kişisel yaşantımla kurduğum bağın da sonucuydu. Van Gogh'un hayatına dair ne zaman bir şey okusam, izlesem aynı şeyi yaşıyorum aslında. Tam olarak tatlı olmayan bir melankoliye kapılıyorum. Bir yandan da "tam da hayat bu ne yazık ki" diye düşünüyorum. Bu tür bir yazgı sadece Van Gogh'a özgü değil. O şanslıydı bir bakıma seçtiği yolda elinden gelenin fazlasını yaptı.
Vincent van Gogh yaşadığı dönemde değil de 20. yüzyılda değeri anlaşılan, 37 gibi çok genç bir yaşta hayatına son veren, yalnızlığı derinden duyumsayan ama yine de bir umut ve coşkuyla hayata tutunmaya çalışan bir ressam. 28 yaşından sonra resme başlayıp olağanüstü bir çabayla yüzlerce eser meydana getiren aynı zamanda kendini gerçekleştirmeyi öncelikle kendine ispatlamaya uğraşan sevgi dolu ama kaçınılmaz olarak yalnız bir ruh.
İç yaşamının görüntüleri gibi olan doğayı ve kişisel anlamlar saklı günlük hayattan seçtiği nesneler karşısındaki heyecanını resimlerine aktarırken izleyenlere de sezdirir. Doğa adeta konuşur. Rengi parçalarken coşkusunu da açığa vurur. Güney Fransa'da geçirdiği son yıllarındaki onlarca çalışmasında çarpıcı ve koyu renklerle keskin hatlar, helezonlar, kıvrımlar, kesik çizgiler, lekeler, hareketli ve sadece ona özgü belirgin, kıvrak fırça vuruşları dikkat çeker. Renkler ve çizgilerle ifade güçlenir; bazen neşeyi, coşkuyu, bazen de hüznü ve öfkeyi ortaya koyar. Sakin ve huzurlu olacağını umarak gittiği Arles onun için acı veren bir yere dönüşür.
İç yaşamının görüntüleri gibi olan doğayı ve kişisel anlamlar saklı günlük hayattan seçtiği nesneler karşısındaki heyecanını resimlerine aktarırken izleyenlere de sezdirir. Doğa adeta konuşur. Rengi parçalarken coşkusunu da açığa vurur. Güney Fransa'da geçirdiği son yıllarındaki onlarca çalışmasında çarpıcı ve koyu renklerle keskin hatlar, helezonlar, kıvrımlar, kesik çizgiler, lekeler, hareketli ve sadece ona özgü belirgin, kıvrak fırça vuruşları dikkat çeker. Renkler ve çizgilerle ifade güçlenir; bazen neşeyi, coşkuyu, bazen de hüznü ve öfkeyi ortaya koyar. Sakin ve huzurlu olacağını umarak gittiği Arles onun için acı veren bir yere dönüşür.
6 yıllık bir çalışmanın ürünü olan 'Loving Vincent'da 125 ressamın yaptığı resimlerden oluşan 65 bin karede Van Gogh'un kendine özgü belirgin üslubundaki yağlıboya tabloları canlanıyor. Postacı Roulin’in oğlu Armand’ın eline geçen Van Gogh'a ait bir mektupla başlayan filmde ressamın ölümünden sonrası Arles, Auvers-sur-Oise ve Paris'teki hayatına dönüşlerle ve bazı karakterlerle konuşmalarla ölüm nedeni üzerine odaklanılıyor. Sanatçıların emeği ve konunun ele alınışındaki sürükleyicilik izleyicide merak ve ilgi uyandırıyor. Bilinen tablolarından ve portrelerinden yola çıkarak kurgulanan filmde Van Gogh'un doğa görünümlerinin ve kent tasvirlerinin içinde geziniyor gibi son derece başarılı bir algı yaratılıyor. Zaten neredeyse canlanacakmış gibi görünen resimlerinin hareketlenmesini görmek inanılmaz. Oyuncuların resimlerdeki kişilerle olan benzerliği de şaşırtıcı.
19. yüzyılın bana göre melankolik ressamı -ki çocukluğundan bir sahnede de kendini kabul ettirme duygusu ve çocukluktan itibaren süregelen mutsuzluğu vurgulanıyor- çevresindeki her şeydeki canlılığı, parlak ışığı ve rengi tutkuyla, sevgiyle yansıtırken onu anlayamayanlar tarafından tuhaf, garip ve deli bulunması üzücü. Hor görülmenin ve yararsızlığının iç dünyasında açtığı boşluğu ve tarif edilemez acıyı hayatını ortaya koyarak ve kendini adayarak yaptığı resimleriyle gidermeye çalışır. Her zaman destekçisi olan kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplarda bu tür sıkıntılarından söz eder. İçinde bir şeylerin olduğunu ama bir türlü ortaya çıkamadığını belirtir.
Loving Vincent
Sinemada önceki seansın bitişini kapıda heyecanla beklerken salondan çıkan izleyicilerin hayranlıkları 'Harika bir film', 'Çok beğendim kesinlikle bir kez daha izleyeceğim.' gibi sözlerle ifade buluyordu. Ve izledikten sonra defalarca görülen imgeler ve bilinen bir hayat hikayesi olmasına rağmen resim sanatı ve sinemayı birleştiren, gelenekselin dışında yepyeni bir anlayışla ve teknikle kurgulanan, belgesel niteliğinde etkileyici ve benzersiz
bir animasyon olduğunu söyleyebilirim. Yine de bence film orijinalinde
Fransızca olmalıydı.
Doctor Who - Vincent and the Doctor
"Beni kötü bir işe yaramaz - serseri- gibi görmezsen çok memnun olurum...
Sevginin doğduğu yerde ise yaşam yeniden başlar." Vincent Van Gogh
Not: Filmi izlemeye gitmeden önce bu blogdaki Van Gogh ile ilgili yazılarımı okumanızı da öneririm.
Bu blogdaki Van Gogh ile ilgili yazılarım:
19. Yüzyıl Melankoliği: Van Gogh
Van Gogh Kızları
Sanatçı, Sembol ve Algı
Sembolist Manzara
Van Gogh’un Kaygısı
Yıldızlı Gece
Vincent van Gogh'un İlk Dönem Resimlerinden: 'Patates Yiyenler'
Empresyonizme İlk Tepkiler
19. Yüzyıl Batı Resminde Melankoli
Van Gogh Kızları
Sanatçı, Sembol ve Algı
Sembolist Manzara
Van Gogh’un Kaygısı
Yıldızlı Gece
Vincent van Gogh'un İlk Dönem Resimlerinden: 'Patates Yiyenler'
Empresyonizme İlk Tepkiler
19. Yüzyıl Batı Resminde Melankoli
*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak
gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek
alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.
Çok güzel bir yazı 👌🏻💕
YanıtlaSilOkuduğunuz ve yorumunuz için teşekkür ederim.
YanıtlaSil