Dorota Kobiela ve Hugh Welchman'ın yönettiği Loving Vincent filmi Van Gogh'u dünya sanat tarihindeki ressamlar içinde ilk sırada gören; hayatından fazlasıyla etkilenmiş ve hakkında yazılar yazmış benim gibi biri için oldukça hüzünlüydü. Bir iki saat önce 'Aile Arasında' adlı komedi filminde gülerken, Loving Vincent'ı izleyince sarsılmam ve duygulanmam geçmişteki ressamların hayatlarıyla ilgili hassasiyetimle birlikte bazı yönlerden kişisel yaşantımla kurduğum bağın da sonucuydu. Van Gogh'un hayatına dair ne zaman bir şey okusam, izlesem aynı şeyi yaşıyorum aslında. Tam olarak tatlı olmayan bir melankoliye kapılıyorum. Bir yandan da "tam da hayat bu ne yazık ki" diye düşünüyorum. Bu tür bir yazgı sadece Van Gogh'a özgü değil. O şanslıydı bir bakıma seçtiği yolda elinden gelenin fazlasını yaptı.
Vincent van Gogh yaşadığı dönemde değil de 20. yüzyılda değeri anlaşılan, 37 gibi çok genç bir yaşta hayatına son veren, yalnızlığı derinden duyumsayan ama yine de bir umut ve coşkuyla hayata tutunmaya çalışan bir ressam. 28 yaşından sonra resme başlayıp olağanüstü bir çabayla yüzlerce eser meydana getiren aynı zamanda kendini gerçekleştirmeyi öncelikle kendine ispatlamaya uğraşan sevgi dolu ama kaçınılmaz olarak yalnız bir ruh.