16 Aralık 2014 Salı

Kuzguncuk'ta Bir Cumartesi

İstanbul saklı hazinelerle dolu bir kent. Her bir semtinde modern hayatın gereksinimleriyle donatılan dükkanlarla birlikte tarih, gelenek, kültür ve hayat kesişir. Geçmiş ve günümüz iç içeliği hissedilir. Geçtiğimiz cumartesi arkadaşlarımla Üsküdar ile Beylerbeyi arasında kalan ve kendine has mahalle dokusunu koruyan semtlerden biri olan Kuzguncuk'a Arttravel'ın düzenlediği turla gittik ve iyi de yaptık. İstanbul'da yaşayanlar çoğunlukla bir koşuşturma içinde zaman tüketirler. Hiçbir şeye vakit yok gibidir. Boğaz yolundaki bir semtin caddelerinde, sokaklarında gezinmeden; oradaki hayata dokunmadan belki de pek çok kez geçip giderler. Bu gezi ile o sokaklarda dolaşıp, üç dinin ibadet mekanlarını ziyaret etmek güzel bir deneyim oldu.


Sabah 9.30' da tura katılanlar Harbiye'deki Vip Turizm önünden alınıp 10.00'da Kuzguncuk'a ulaştılar. Ben Harbiye'ye geçmedim, evden Kuzguncuk'a erken geldim. Bir süre deniz kıyısından Boğazı seyrettim sonra iskele karşısındaki bir sokağa girdim ve fotoğraf çektim. Hava 10 dereceyi gösteriyordu. Soğuk sayılmazdı ama yine de saatlerce dışarıda olacağımız için üşünebilirdi. Gezimiz çocukluğu Kuzguncuk'ta geçmiş, bugüne kadar mimarlık ve restorasyon alanlarında sayısız proje gerçekleştirmiş değerli mimar Dr. Sinan Genim'in İsmet Paşa Restoranı yanındaki küçük sahil parkında bize o yapıyla ilgili kendi anılarını da aktarmasıyla başladı. Bu parkta 1831 tarihli, beton bir duvar üzerindeki mermer dikdörtgen çerçeve içinde ayna taşından yapılmış bir çeşme de bulunuyor. Yaptıranı bilinmeyen, yaprak motifleriyle süslü çeşmenin üst kısmındaki oval rozet içinde kitabesi yer alıyor.


Daha sonra mimar Ali Talat Bey'in tasarladığı iki katlı ve kagir dış cephesinde çiniler olan tarihi Kuzguncuk İskelesi'nin karşısındaki önceden izin alınan 1861 tarihli Surp Krikor Lusavoriç Ermeni Kilisesi'ne geçtik. Kuzguncuk geçmişinde kozmopolit bir semt. Ermeni, Rum, Türk ve Musevi bu semtin sokaklarında yan yana yaşamış. Bu kilisenin bir yanında 1952 tarihli Kuzguncuk Camisi ve diğer yanında Beth Yaakov Sinagoğu bulunuyor. Bu durum semtin üç din mensuplarına karşı hoşgörüsünü gösteriyor. Küçük bir avludan geçilerek girilen Ermeni Kilisesi'nin dışarıdan fotoğrafını çekmek istediğinizde hemen yanındaki caminin minaresi de kareye dahil oluyor. İçeride fotoğraf çekilmesine izin verilmiyor. Dışarıdan iki katlı görülen yapının giriş bölümünde kemerler içinde kapı ve iki yanında birer pencere sıralanıyor. Kapalı yunan haçı planlı sade bir iç mekana ve ortada penceresiz bir kubbeye sahip kilisede duvarlarda yuvarlak kemerli alçı girintiler içine yerleştirilmiş kopya Aziz resimleri bulunuyor. Girişin solunda kalan Kayserili Aziz Krikor Lusavoriç’in yağlıboya tablosu ise orijinal. Apsisin iki yanındaki şapeller vaftizhane olarak kullanılıyor. Birkaç kez onarımdan geçen kilisenin bahçesindeki çeşme 1910 tarihli. Cemaat sayısı sınırlı ama ibadete açık. Doğu tarafındaki çatısında çan kulesi de yer alıyor.


İşlevsel yanlarıyla birlikte estetik yönleri de ön planda tutulmuş ahşap veya demir kapılı, pencereli, cumbalı ahşap veya kagir renkli boyanmış evlerin yanyana sıralandığı sokaklardan İcadiye caddesine çıkıyoruz. Burada gezeceğimiz ikinci kilise 1821 tarihli, üç nefli bazilikal plan şemasında ve beşik çatılı Hagios Georgios Rum Ortodoks Kilisesi. Mermer kemerli avlu girişi üzerinde yükselen üç katlı zarif bir çan kulesi ve yanında yol kenarında küçük bir ayazması da bulunan kilisenin içi oldukça süslü ve gösterişli. Fotoğraf çekilemeyen yapıda ahşap, gümüş işçiliği, kalem işleri dikkat çekici. Özellikle gümüşün yaygın olarak kullanımı söz konusu. Öylesine çok ayrıntı var ki insan nereye bakacağını şaşırıyor. Binanın yan tarafındaki ayazmasında su akıyor ama içilemiyor. İçeride cam bölmeler arkasında gümüş plakalarla ve altın yaldızla süslü haleli tasvirler yer alıyor.


Kuzguncuktaki iki sinagogtan biri olan Beth Yaakov Sinagogu 1860'lardan önce inşa edilmiş. Cumartesi ve bayramlarda ayrıca cenaze ve düğünlerde açık olan sinagoga önceden alınan randevuyla girdik. Sinagogun başkan yardımcısı, vakıf başkanı ve diğer sohbetsever görevlileri bizi çok iyi karşıladılar ve ilgilendiler. Sinagogla ilgili bilgiler verdiler. Kuzguncuk'un eski adlarından biri Bella Vista güzel manzara anlamına geliyormuş. Museviler 17. yüzyıldan itibaren Kuzguncuk'ta yerleşmeye başlamış. Burası kutsal topraklara yani Kudüs'e gitmeden önceki son durak olarak kabul edilirmiş. Cumhuriyetin ilk yıllarında 800 Yahudi aile yaşarken zamanla başka yerlere göçler olmuş. Sinagog'un tavanında Tevrattan alınmış figürsüz sahneler, duvarlarında ise kalem işleri yanı sıra Davud'un kalkanı da resmedilmiş. Bağışçıların isimleri karşılıklı sıralanan sandalyelerde  yazılı. Cumartesi günleri 100'den fazla kişinin geldiği bu sinagogun bir özelliği de ramazanda iftar yemeği vermesi. Kapısında 'Bu dua evi tüm milletlere açıktır' yazan sinagogdan ayrılırken bahçedeki bir masada ikram edilen tatlılardan da yedik. 12.00 de gittiğimiz sinagogta 1 saatten fazla kaldık.

Ve sırada yemek var. Arttravel'dan Emine Artan'ın organizasyonuyla Kuzguncuk Balıkçısı'na girdik. Arnavut kaldırımlı Perihan Abla Sokağındaki iki katlı küçük ve sevimli bir mekan. Dışarıdan gri, mavi ve göz alıcı sarı rengiyle canlı ve içeri davet eder bir görünümde. Mekanın önünde birkaç masası da var. Biz 13 kişi olduğumuz için üst katta masalar L şeklinde birleştirilmişti. Emre adlı genç garsonumuz önce patlıcan salatası, yaprak sarma ve yoğurtlu havuç salatasından oluşan üçer çeşit meze ve salataları getirdi. Ardından balık şeklindeki kase içinde kırlangıç ve mezgitten yapılan bol malzemeli balık çorbası geldi ki gerçekten çok lezzetliydi. Çorbalar bitince gelen paçanga böreği ve balık köftesi de gayet iyiydi. İspanyol mutfağına özgü karidesli, midyeli, balıklı bulgurlu paella güzel bir tat olmakla birlikte biraz kılçıklıydı. Bir süre bekledikten sonra Emre'nin getirdiği hamsi tava ve istavrit tazeydi ve güzel pişmişti. Yine de benim favorim çorba. Sadece çorba için bile tekrar gideceğim. Yemeğin ardından birer çay içip bu mekandan ayrıldık. Kırmızı sandalyeleri ve üzeri kırmızı pötikare örtülü mermer kare masalarıyla samimi bir atmosferi olan Kuzguncuk Balıkçısı 11.00 - 22.00 saatleri arasında açık. Lezzetleri bir yana temiz ve güzel sunumuyla da tavsiye edilebilecek bir balıkçı.

Kuzguncukta bugün Ermeni, Rum ve Musevi sayısı çok az.  Nakkaştepe Yahudi Mezarlığı'nın karşısındaki bölgeye kurulan 19. yüzyılda Ermeni Mezarlığı Abdülmecid Efendi Köşkü ve Korusuna da yakın. Uzaktan veya dışarıdan gördüğümüz yerlerden bazıları: yalılar,  Kuzguncuk bostanı, Rum Mezarlığı...  1840 tarihli Beth Nisim Sinagogu (Yukarı Sinagog) restorasyonda olduğu için göremedik. Kuzguncuk Beylerbeyi arasındaki Abdullahağa caddesinde deniz kıyısında güzel bir manzaraya hakim olan Üryanizade Camisi de yine restorasyonda olduğu için sadece ahşap minaresini görme şansımız oldu. II. Abdülhamit Dönemi’nin Şeyhülislam’ı olarak görev yapan Üryanizade Ahmet Esat Efendi'nin 1860'ta mescit olarak yaptırdığı, 1889'da camiye çevrilen dikdörtgen planlı ahşap yapının kuzeybatı köşesine zarif ahşap bir minare eklenmiş. Minarenin sekiz kenarlı kurşun bir külahla örtülü köşk biçimli şerefesi baklava dilimli korkulukla çevrelenmiş. Açık olduğu başka bir gün 40 günde yapıldığı söylenen bu camiyi ziyaret edip iç ve dış mekanının nasıl olduğuna da bakmalı.

Caminin bulunduğu yerden Kuzguncuk Gazhane sokağına yürüyüp yokuş yukarı çıkarken uzaktan Nakkaştepe Mezarlığını ve Gazhane yapısını görüyoruz. 1865 yılında yapımı biten Gazhane Beylerbeyi Sarayı'nın aydınlatılması için on dönümlük bir arazi üzerinde kurulmuş ve 76 yıl hizmet vermiş. Baba Nakkaş sokakta Cumhuriyet dönemi ressamlarından Nurullah Berk'in oturduğu evin, Kuzguncuk İlkokulu'nun, Sinan Bey'in büyüdüğü evin olduğu yerden -ki bugün çevresine yüksek duvarlar örülmüş- geçiyoruz. Sokaktan aşağıya doğru bakıldığında Boğaziçi köprüsü ile birlikte Boğaz manzarasıyla karşılaşıyoruz. Ağaçlar arasındaki zarif bir pembe köşkün arkasındaki sokaktan yürümeye devam ediyoruz. Yüksekte kalan ara sokaklarda eskiden bazı köşkler varmış. Ne yazık ki yerlerine son derece sıradan beton evler yapılmış. Aynı akıbet Erenköy, Göztepe tarafındaki köşklerin de başına geldi. Tek farkla oralarda çok katlı yüksek apartmanlar ve siteler yapıldı.

Gezimizin son durağı, özel izinle girdiğimiz; Sinan Genim'in restore ettiği ve bugün Yapı Kredi Bankası'na ait Bağlarbaşı'ndaki Şehzade Abdülmecid Efendi Köşkü hem iç hem dış görünümüyle etkileyici. Mısır Hıdıvi İsmail Paşa'nın 1870 yılında oğlu Tevfik Paşa için yaptırdığı köşk 200 dönüme yakın bir koru içindedir. Daha sonra Sultan Abdülhamid tarafından satın alınarak Abdülmecid Efendi'ye tahsis edilen iki katlı köşk; duvarlarındaki çinileri, Avni Lifij resmi, havuzlu büyük salonu ve diğer eşsiz detaylarıyla ince bir zevki yansıtarak sanat eserini andırır. Aynı zamanda o dönemin sanatçılarının, edebiyatçılarının ve siyasetçilerinin  sık sık toplandığı bir yapıdır. Bazı kaynaklarda köşkün mimar Alexandre Vallaury tarafından tasarlandığı belirtilir. İyi eğitimli, aydın, sanatçı ve son halife olan Şehzade Abdülmecid Efendi ile ilgili yazdığım yazıyı lebriz sanal dergi'den okuyabilirsiniz. Ayrıca köşkle ilgili detaylı bilgiler için Sinan Genim'in makalesine tıklayın


Yıkılan bazı ev ve köşklerin eski hallerinden de bahseden, semtin pek çok yerinde çocukluk anıları bulunan, üstelik mimar olan Sinan Genim ile Kuzguncuk'un dar ve yokuşlu sokaklarında gezerek unutulmaz bir gün daha geçirdik. Bilgi, birikim ve yaşanılanlardan kazanılan deneyimle anlatılanlar önemli. Sinan Bey, duvarlarında ve tavanlarında resimler olan eski bir evin bulunduğu yeri ve planlarının olduğu dosyasını gösterdi. İcadiye Caddesi’nin sonundaki Bozacı Sokağı ile Ayçiçeği Sokağı'nın kesişme noktasında olan evin tarihi 18. yüzyıl sonlarına kadar uzanıyormuş. Taş bodrum kat üstüne iki ahşap kattan oluşan küçük evin içindeki duvar ve tavan resimlerinin, kalemişlerinin fotoğraflarını Prof. Dr. Nurhan Atasoy çekmiş. Ne yazık ki yirmi yıl kadar önce yıkılarak yerine başka bir ev yapılmış. Tabi ki duvar resimleri sadece fotoğraflarda kalmış. 


Sinan Bey'e göre eskiden Kuzguncuk'ta herkes birbirini tanır ve selamlaşırmış. Mahalle kültüründe olan bir şeydi bu aslında. Bakkal, manav, kasap, berber, terzi gibi küçük esnafın olduğu mahallelerde selamlaşma, hatır sorma, güven duyma ve komşuluk yaygındı. Gün geçtikçe bu kültürden uzaklaşılması, yakınlığın kaybolması tuhaf bir hüzne neden oluyor. Yine de cumbalı ve renkli ahşap evleri, yokuş sokakları, kedileri ve dükkanlarıyla Cunda'ya benzettiğim Kuzguncuk İstanbul'un diğer yerlerine oranla samimi bir mahalle havasını sürdürüyor gibi. Evlerin, dükkanların ve lokanlataların çiçekli pencerelerinde ve kapılarında tombul ve mutlu kediler, sokaklarda serbestçe dolaşan köpekler görülüyor. Hiç umulmadık bir sürpriz gibi bir sokağında sahafa, bir başkasında ev yapımı ürünlerin satıldığı aromaterapi dükkanına, bir diğerinde ikinci el mağazasına ya da sanat galerilerine rastlanabiliyor. Restore edilmiş bazı evler ve işyerleri fotoğraf çekilmesin diye kapısına veya penceresine uyarı yazıları asmış. Bunun nedeni geçmişteki dizilerden bazılarının konularının burada geçmesiyle popüler bir semt olması ve fotoğraf makinalarıyla Japon turistler gibi gezinen meraklıların artmasıdır belki de. Küçük ama şirin dükkanları, lokantaları, kafeleri ayrıca sanata ve kültüre önem veren yapısıyla bir Boğaz köyü olarak anılan, hayatın içindeki Kuzguncuk görülmesi ve korunması gereken özel bir yer.

Not: Emine Artan 'Pala'nın Yeri Köfte Salonu'nda işkembe çorbasının harika olduğunu söyledi. Ayrıca bizi beyaz ve uzun bıyıklarıyla ünlü sahibiyle tanıştırıp fotoğrafını da çekti.


****Bu sayfalardaki yazının ve fotoğrafların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

1 yorum :



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...