1879-1940 yılları arasında yaşamış olan İsviçreli ressam Paul Klee, 20. yüzyılın ilk
yarısında modern sanatın önemli temsilcilerinden biridir. Müzisyen bir anne ve
babanın oğludur. Keman çalan, şiir ve kısa öyküler yazan sanatçı Bern’de
öğrenim görür ve 1898’de diplomasını alır. 1900 yılında Münih Akademisi’ne
kayıt olur ama orada resim yapmayı öğrenemediğini belirtir. Birkaç ay İtalya’da
kalır ve çalışmalarda bulunur. 'Komedyen 2', 'Dağın Kötümser Alegorisi' ilk
dönem resimlerindendir. 1906 yılında evlenip Münih’e yerleşir. 1907’de bir oğlu
olur ve mutlu bir aile yaşantısı sürdürür. Keman çalmaya devam ederken bir
yandan da 1910’da ve 1911‘de İsviçre’de ve Münih’de sergiler düzenler. Wassily
Kandisnky, Franz Marc ve diğer avangardlarla yakınlık kurar. Ekspresyonist
anlayışta resimler yapan sanatçıların yer aldığı Der Blaue Reiter -Mavi Atlı- grubunun ikinci sergisine katılır. 1912’deki Paris seyahatinde Kübist deneylerden etkilenir. İki yıl sonra Tunus’a
yaptığı gezinin ardından resimlerini renk kütleleriyle kurarak ritimli ve
şiirsel bir anlatıma ulaşır. 1916 yılında orduya katılan sanatçı 1. Dünya
Savaşı sırasında da resim yapmaya devam eder ve sergiler açar. 'Mavi Ay',
'Çatı' gibi geometrik, renkli, şiirsel ve evrensel manzaralar yapar. Savaş
sonrası yağlıboya çalışmalara ağırlık verir. Bu resimleri hiyeroglifi andıran motiflerle
zenginleştirir. 1920’den sonra yüzden fazla resmi bir retrospektif kapsamında
sergilenir. Bu ticari başarısını artırır ve ona ün kazandırır.
Sayfalar
▼
20 Aralık 2008 Cumartesi
16 Aralık 2008 Salı
Kaba Oyalanmalar
Sonbaharla ve kışla ilgili daha önce ne yazmışım? Tadını çıkarmak konusunda şimdi ne hissediyorum? Hüzün. Kış hüznüne kapıldım. Masumiyet Müzesi'ni okuyorum. 340. sayfadayım. Kitap çıktıktan sonra hakkında çok yorum yapıldı. Nedense köşe yazarları bir yarış halindeydi. Ondan bahsetmeyen yoktu tıpkı Issız Adam filmi gibi. Masumiyet Müzesi'ndeki Kemal'in aşkı Issız Adam'daki Alper'in aşkından daha içe işleyici ve buruk. Orhan pamuk'un en sevdiğim kitabı 'İstanbul, Hatıralar ve Şehir' di. Hem o kitapta hem de son kitabında Nerval'den söz etmesi ve istanbul ile melankolinin birleşmesi de bunda etken olabilir:
"Nerval istanbul'a geldiği zaman 35 yaşındaydı. 12 yıl sonra kendisini Paris'te asmasına yol açacak melankoli buhranlarından ilkini iki yıl önce geçirmiş ve bir süreliğine tımarhanede yatmıştı. Bütün hayatını belirleyecek karşılıksız bir aşkla sevdiği tiyatro oyuncusu jenny colon da altı ay önce ölmüştü. Nerval, Mısır - Kahire, İskenderiye - Suriye, Kıbrıs, Rodos, İzmir ve İstanbul'dan geçecek 'Doğu Yolculuğu'na bu acılarla birlikte tabi ki Chateaubriand, Lamartine ve Hugo ile Fransız edebiyatında bir gelenek olmaya başlayan romantik doğu düşlerinin etkisiyle çıkmıştı. Nerval'in kendinden önceki yazarlar gibi doğu hakkında bir şeyler yazma niyetini ve fransız edebiyatında melankoli ile özdeşleştiğini de göz önünde tutunca, insan şairin istanbul'da göreceklerinin çok özel ve değerli olacağına hükmediyor ama Nerval 1843 istanbul'unda kendi melankolisine değil de onu unutturacak şeylere dikkat eder... Kendini astığı sırada sayfalarını cebinde taşıdığı ve gerçeküstücülerin, Andre Breton, Paul Eluard ve Antonin Artaud'nun büyük hayranlık duyduğu 'Aurelia' ya da 'Hayat ve Rüya' adlı tüyler ürpertici ve benzersiz otobiyografik kitabında Nerval aşık olduğu kadın tarafından reddedilince hayatta artık kendisine "kaba saba oyalanmalardan" başka bir şey kalmadığını anlatır ve dünyayı dolaştığını ve uzak milletlerin kıyafetleri, tuhaf töreleriyle aptalca oyalandığını dürüstçe itiraf ediverir...'
Pamuk, Orhan, İstanbul, Hatıralar ve Şehir, YKY, İstanbul, 2003 Aralık,
13 Aralık 2008 Cumartesi
Anadolu Selçuklu Medreseleri
Konya, İnce Minareli Medrese |
Kapalı Avlulu -Kubbeli- Medreseler:
Anadolu’da açık avlulu medreselerden önce ortaya çıkan kapalı avlulu medreselerde ortadaki kare avlunun üzeri kubbe ile örtülür. Avlunun etrafında revaklar, eyvan ve hücre gibi mekanlar bulunur. Yapıların kubbeleri renkli çinilerle kaplıdır. Görkemli taçkapıları ise taş işçiliğinin özen ve inceliğini gösterir. Dışarıya açılmalar küçük pencerelerle sağlanır. Odaların kapalı avluya açıldığı yapılar açık avlululara oranla daha küçüktür. Bu türün ilk örnekleri 1167 tarihli, iki eyvanlı Danişmentliler’e ait Tokat Yağıbasan Medresesi'dir. Afyon, Sincanlı yakınlarındaki 1210 tarihli Boyalıköy Medresesi iki katlı ve simetrik planlıdır.
12 Aralık 2008 Cuma
Anadolu Selçuklu Türbeleri ve Kümbetleri
Merdivenle inilen alt kısımda toprağa gömülü kare planlı mezar odası-kripta-, üzerinde yerüstü odası bulunur. Ölünün mumyalanarak toprağa gömüldüğü hücre biçimindeki mezar odası olan kriptaya herkes giremez. Yerüstü odasında sembolik bir lahit yer alır ve ziyaretçiler buraya girebilir. Sultanlar, emirler ve önemli kişiler için inşa edilen bu küçük yapıların dış yüzeyleri, kapıları, pencereleri, saçak ve çatıları geometrik ve bitkisel motiflerle süslüdür. Giriş kapısına tekli ya da karşılıklı iki merdivenle ulaşılır...
10 Aralık 2008 Çarşamba
Anadolu Selçuklu Hanları
Selçuklu döneminde han ve kervansaraylar gibi sivil yapılar Anadolu’da kuzey güney yolu yanı sıra İstanbul’dan İran’a uzanan İpek yolu kenarlarında da inşa edilmiştir. Özellikle Konya, Kayseri, Sivas gibi ticaret merkezlerinin bulunduğu yollar sayesinde Selçuklular büyük gelir sağlamışlardır.
Hanlar Anadolu’daki ilk ticari konaklama mekanlarıdır. Ulaşımın kontrol altında tutulması amacıyla Selçuklu Sultanları ve vezirleri tarafından yaptırılmışlardır. Dönemin sosyal ve kültürel yapıları içinde önemli yere sahip olan hanlar bugünkü otellerin işlevlerini yerine getirirlerdi. Karahanlı, Gazneli ve Büyük Selçuklu ribatlarından esinlenerek yapılan yapılar anıtsallıklarıyla dikkat çeker. İki han arası mesafe -menzil- yaklaşık 35 km, dağlık bölgelerde 15 km'dir...
8 Aralık 2008 Pazartesi
Minyatür Sanatının Anadolu'da ve Osmanlı'da Gelişimi - 2
Selçuklulardan sonra 14. yüzyılda Türk resmi ile ilgili belgelere rastlanmıyor. Ancak 15.
yüzyıldan itibaren Herat’ta ve başka bölgelerde yapılmış bazı resimler Mehmet
Siyah Kalem imzasını taşır. Bu resimler ‘Fatih Albümü’ adı altında toplanmıştır. Minyatürler Uzakdoğu resim sanatına yakın figürler içerir. Resimlerde çeşitli doğaüstü yaratıklar,
büyücüler, dervişler ve hayvanlar bulunur. Fatih döneminde Edirne sarayında
hazırlanmış bazı yazmalar da vardır. Dönemin en önemli ressamı ‘Gül koklayan
Fatih’ portresiyle Nakkaş Sinan’dır.
16. yüzyıldan sonra Klasik Osmanlı minyatüründe tarihi konularda işlenmiştir.
Selimname, Süleymanname ve Hünername el yazmalarında bu tür minyatürler
bulunur. 16. yüzyılın önemli nakkaşlarından Matrakçı Nasuh’un Derbeyan-ı Menazili Seferi Irakeyn’de Osmanlı ordusunun doğu seferi 132 minyatürle tasvir edilir. Bu yazmada şehirler, kaleler, çadırlar, köprüler yanı sıra manzara görünümleri de yer alır. Matrakçı Nasuh’un minyatürlerinde topografik çizimleri
manzara denemeleri olarak kabul edilir. Kent ve kasaba tasvirlerinde de gerçeğe
uygunluğa önem vermiştir. Dönemin diğer önemli nakkaşları Tebrizli
Veli Can, Hasan Nakkaş, Kanuni ve Barbaros portreleriyle bilinen Nigari
ve III. Mehmet’in çocuklarının sünnet düğününün tasvir edildiği Surname
ve Seyyit Lokman’ın yazdığı Hünername’deki minyatürleri yanı sıra Şemailname’de on iki padişah portresiyle Nakkaş Osman’dır. Surname’de minyatürler ikiye bölünmüş; üst bölüme
hareketsiz padişah, şehzade ve ileri gelenler, alt bölümeyse hareketli
seyirciler, cambazlar vb. figürler yerleştirilmiştir.
6 Aralık 2008 Cumartesi
Minyatür Sanatının Anadolu'da ve Osmanlı'da Gelişimi - 1
Minyatür, Ortaçağ Avrupası’nda yapılan el yazmalarının bölüm başlarındaki harflerin minyum denilen maden kırmızısıyla boyanmasına verilen isimdi.
Zamanla bu kitaplardaki metni açıklayıcı resimler minyatür adını aldı.
Osmanlıda el yazması kitapların resimlerine ilk zamanlarda nakış, ressamlarına
da nakkaş deniyordu. Daha sonra
sadece boya ile yapılan her türlü süsleme için nakış veya tasvir ve bunu
yapanlar için de nakkaş veya Allah’ın 99 adından biri olan ve şekil veren
anlamında musavvir
kullanılmıştır. Osmanlı Minyatür sanatında portre yapmaya şebi
yazmak, grup halinde resimlere meclis, peyzajlara tar, peyzaj ressamlarına tarrah, perspektifli minyatüre ise endamlı denir.
Bir tür suluboya tekniğiyle yapılmasına rağmen minyatürde toprak boyalarla şeffaf ve solmaz renkler elde edilir. Boyalar suda eritilir veya mermer plakalar üzerinde kitre ile karıştırılır ve ezilir. İçine yumurta sarısı ilave edilerek boya sabitleştirilir. Yumurta sarısı ayrıca boyanın kağıt üzerinde hafif kabarık olmasına yol açar ve kalitesini yükseltir ancak çabuk kurur. Bu yüzden 18. yüzyıldan itibaren doğal boyalar yerine tutkallı boyalar kullanılmaya başlanır. Suda eritilen tutkala bir damla saf pekmez veya iki damla üzüm suyu karıştırılarak yumurta sarısının verdiği parlaklık daha da kuvvetlendirilir. Pamuktan yapılan yumuşak bir kağıt veya parşömen kağıdı üzerine ahar astarı geçirilir. “Ahar kaynatılmış nişastadan ya da nişasta ile yumurta akından hazırlanan kağıt yüzeyini düzgün ve kaygan hale getirmeye yarayan bir bileşimdir. Kağıdın üzerine bu bileşimi sürmeye aharlamak denirdi”(1). Bileşim kağıda deniz canlıları veya böceklerin kabuğuyla sürülür, mermer üzerinde kağıdın son derece kaygan olmasını ve fırçanın kaymasını sağlar. Nakkaş ufak bir yanlışlık yaparsa kağıdın üzerinde hafif bir fırça darbesiyle hatayı düzeltmesi mümkündür. “Aharlanmış ve parlatılmış kağıt üzerine suya batırılmış boyasız fırçayla minyatür çizilir. Islak fırçanın kağıda temas eden yerleri cilayı gidererek matlaşır. Böylece ressamın çizeceği minyatürün kompozisyonu renksiz olarak kağıt üzerinde belirir. Kağıt kuruduktan sonra kompozisyonun bölümleri boyalarla istenilen renklerde doldurularak tamamlanır” (2).
3 Aralık 2008 Çarşamba
Batılılaşma Dönemi Osmanlı Mimarisinde Duvar Resimleri
Yapıların iç ve dış duvarlarına ve tavanlarına fresko, tempera, yağlıboya
ve mozaik olarak yapılan duvar resimlerinin geçmişi tarih öncesi dönemlere
dayanır. Mağara resimlerinde konturlar kazındıktan sonra tebeşirin, bitkilerin
ve toprağın ezilip suyla karıştırılmasıyla elde edilen bir boya sürülüyordu.
Binlerce yıldır korunan ve çoğunlukla hayvan figürlerinin tasvir edildiği bu
çizimlerde renk ve desendeki ustalık şaşırtıcıdır. Daha geç dönemden örneklere
Anadolu’da Çatalhöyük evlerinde rastlamak mümkün. M.Ö 6800-5700 arasına
tarihlenen yapıların kutsal alanlarında kirli bej kerpiç sıvası üzerinde
çeşitli renklerle sembolik motifler yanı sıra hayvan ve insan figürleri de
görülür. Eski Mısır’da da tapınakların ve mezarların kireçlenmiş ve
düzeltilmiş duvarlarına dinsel, askeri ve günlük olaylar resmedilirdi. Sanatçı
sıvalı duvarın üzerine siyah boyaya batırdığı fırçayla belge niteliğindeki
resimleri çizdikten sonra renklendirirdi. Antik dönemden beri bilinen fresko ve
mozaik teknikleriyle İtalya'da Pompei evlerinin, Efes'te zenginlerin ve ileri
gelenlerin oturduğu yamaç evlerin duvarları ve zeminleri çeşitli sahnelerle
süslenmişti. Batı sanatında 14. yüzyılda Giotto’yla yeniden karşılaşılan
fresko, Rönesans’ta büyük aşama kaydeder ve birçok ressamın başvurduğu bir
teknik olur. Parlak olmayan ancak dayanıklı olan fresko ıslak sıva üzerine su
ile karışan boyalarla yapılır. Kuru sıva üzerine olanına secco denir. Secco’da
sıva kuru olduğu için boya çok az çekilir ve dayanıklılık azalır. Tempera
tekniği ise boya maddesinin tutkallı suyla ve yumurta akıyla karıştırılmasıyla
elde edilir. Ortaçağda sık kullanılan tempera yağlıboyanın kullanılmasıyla
ortadan kalkmıştır. Yağlıboya ilk kez ayrıntı, derinlik, saydamlık ve parlaklık
verebilmek için Kuzeyli sanatçı Jan Van Eyck tarafından geliştirilmiştir.