Vincent van Gogh, Bedroom in Arles, 1888, 72 x 90 cm |
Vincent van Gogh çevresindeki nesneleri konu olarak seçerek, oldukları
gibi görüp dikkatini onlar üzerinde yoğunlaştırabilen, algı kapıları
açık bir ressamdı. Bu nesne bir sandalye, ayakkabı, vazoda çiçek, yatak
olabilirdi. Ya da doğa: gökyüzü, tarlalar, ağaçlar, kendisi ve insanlar.
Nesnelerin biçimlerini, renklerini, boyutlarını derin ve doğaüstü bir
hissedişle kavrayabiliyordu. Onları fotoğraf gibi yansıtma amacında
değildi. Algıların kapılarını aralayabilmesinde 19. yüzyıl sonu, 20.
yüzyıl başında bohem sanatçıların içtiği Absinthe’in neden olduğu
sanrıların ve hayaller görmesinin rolü var mıdır? Kendini kaybedip vecd
halinde çalıştığında yağlıboya ve terebentin kokusuyla dolu odalarda
fazla kalması da ister istemez baş ağrılarına neden olur.
Van Gogh resimlerinin bazılarında çok sevdiği sarı rengi kullanır. Hayatına güçlü ve derin hisleriyle yön veren ressam için sarı hem canlılıktır, hayat veren güneştir; hem de ölümü simgeler. Duygusal çalkantılarının bıraktığı etkilerin özgürlüğünü kısıtlaması; insanların onu deli olarak görmesi; içinden taşan coşkuyla ve sonsuz sevgiyle mücadele etmesinin sonucu oluşan gerginlik; acıyı dönüştürebilmesi; ruhunun ve bedeninin bu dünyaya sığmaması ve sorgulayıcı tutumu sanatsal yetileri üzerinde de etki eder. “Bir boşluktayım; şu anda sadece aklım değil hayatım da belirsiz; fakat her zaman da böyle oldu.” Ölümsüzlüğünün aracı olan resimlerindeki fırça darbelerinin dalgalanmasında, dönüp duran çizgilerde ve kalın boya katmanında hiçten türeyen ve aslında durağan gibi algılanan bütün evrenin hareketine de tanık oluruz...
Johannes Vermeer de parlak ve saf renkleri ustalıkla kullanarak bir Hollanda evinin odasındaki basit eşyaları ve sıradan eylemleri aktarır. Kompozisyonu düzenlemesinde ve yumuşak geçişlerinde sakinlik ve huzur resme bakanı etkisi altına alır. Alışılmış, tanıdık gelen sahnelerin dinginliği ve ışıkla belirginleşen güzelliği farklı bir bakış getirir. İngiliz ressam J.M.W. Turner ise durağanlığın tersine doğanın hızla değişen biçimlerini ve belli bir anını devingen ve göz alıcı bir görsellikle sunar. Sis, fırtına, ışık ve yansımalar duyu organlarını uyarırken atmosfer koşullarının etkisiyle dağılıp giden görüntüyü seçebilmeyi güçleştirir. Ama sisli bir havada görünen tam da budur. Netlik kaybolur. Ya da günbatımında yeryüzü ve gökyüzü çılgınca birbirine karışır ve deniz ile gökyüzü neredeyse yanar. Turner’ın manzaraları doğa karşısında insanın çaresizliğini ve her şeyin geçiciliğini tedirgin edici bir şekilde hissettirir.
Van Gogh resimlerinin bazılarında çok sevdiği sarı rengi kullanır. Hayatına güçlü ve derin hisleriyle yön veren ressam için sarı hem canlılıktır, hayat veren güneştir; hem de ölümü simgeler. Duygusal çalkantılarının bıraktığı etkilerin özgürlüğünü kısıtlaması; insanların onu deli olarak görmesi; içinden taşan coşkuyla ve sonsuz sevgiyle mücadele etmesinin sonucu oluşan gerginlik; acıyı dönüştürebilmesi; ruhunun ve bedeninin bu dünyaya sığmaması ve sorgulayıcı tutumu sanatsal yetileri üzerinde de etki eder. “Bir boşluktayım; şu anda sadece aklım değil hayatım da belirsiz; fakat her zaman da böyle oldu.” Ölümsüzlüğünün aracı olan resimlerindeki fırça darbelerinin dalgalanmasında, dönüp duran çizgilerde ve kalın boya katmanında hiçten türeyen ve aslında durağan gibi algılanan bütün evrenin hareketine de tanık oluruz...
Johannes Vermeer de parlak ve saf renkleri ustalıkla kullanarak bir Hollanda evinin odasındaki basit eşyaları ve sıradan eylemleri aktarır. Kompozisyonu düzenlemesinde ve yumuşak geçişlerinde sakinlik ve huzur resme bakanı etkisi altına alır. Alışılmış, tanıdık gelen sahnelerin dinginliği ve ışıkla belirginleşen güzelliği farklı bir bakış getirir. İngiliz ressam J.M.W. Turner ise durağanlığın tersine doğanın hızla değişen biçimlerini ve belli bir anını devingen ve göz alıcı bir görsellikle sunar. Sis, fırtına, ışık ve yansımalar duyu organlarını uyarırken atmosfer koşullarının etkisiyle dağılıp giden görüntüyü seçebilmeyi güçleştirir. Ama sisli bir havada görünen tam da budur. Netlik kaybolur. Ya da günbatımında yeryüzü ve gökyüzü çılgınca birbirine karışır ve deniz ile gökyüzü neredeyse yanar. Turner’ın manzaraları doğa karşısında insanın çaresizliğini ve her şeyin geçiciliğini tedirgin edici bir şekilde hissettirir.
Pablo Picasso’ya göre: “İnsanları uyandırmak gerek. Şeyleri algılama biçimlerini altüst etmek.
İnsanları kızdıracak, kabul edilmez imgeler yaratmak lazım. Pek güvenilir
olmayan, tuhaf bir dünyada yaşadıklarını, sandıkları gibi bir dünyada
bulunmadıklarını anlamalarını sağlamak.” Picasso’nun kübist anlayıştaki
resimleri bu sözlerini doğrular niteliktedir. Nesneye tek bir yönden değil
farklı açılardan bakar. İki boyutlu düzlemde üçüncü boyut arayışlarına girer. Ev eşyalarında, müzik aletlerinde, natürmortlarda ve portrelerde cisimler parçalanır, dışa katlanır, açılır; üstten, önden, arkadan ve yandan çizilir. Nesneyi
görüldüğünün ve algılandığının ötesinde düşünüldüğü gibi de resme geçirir.
Çağdaş insanın günlük hayat içinde rutin olarak yaşadığı, alışkanlıkla bir an önce
yapıp bitirdiği pek çok şey var. Durup dinlenmeden koştururken bir şeylere
yetişme derdinde. Durmak ve sessiz kalmak sanki geç kalmak, yaşamamak anlamına
geliyor. Neye geç kalındığı üzerinde düşünülmeden, daha doğrusu düşünmeye
ayıracak vakit olmadığına inanarak bir devinim içinde ilerliyor. O nedenle
geçip gittiği yerler öylesine gözünün önünden akıyor. Bir anlık ilgisini
çekiyor sonra başka dikkatini çeken şeylerle kısa süreliğine oyalanıyor. Algısı
nereye yönelikse onunla ilgili bir eylem içinde. Ancak bu eylemde de yoğun bir kavrayıştan
uzak ve yüzeysel.
Aslında bazı ruhların bir simge ardına saklasın veya saklamasın bu dünyada yaydığı berrak
ışığı ve parlaklığı hâlâ anlayamıyoruz. Bir parça seziyoruz, hissediyoruz,
üzerinde düşünüyoruz, konuşuyoruz, yazıyoruz sonra yeniden unutuyoruz. Gün
geçtikçe zamanın ruhu onu bizden uzaklaştırıyor. Algımız da bir şimşek çakımı
hızında ne yazık ki. Hele de zamansız, önsezisi gelişmiş, özgür, haklarını
savunan, hassas ve ince insanların ‘müsvedde’ diye aşağılandığı bir dönemde.
İnsanoğlu teknolojik gelişmelere rağmen daha iyiye ulaşmak yerine; doğanın, saf
olanın özünü rahatsız ettiği ve sonlu olanda sonsuzu algılayamadığı için insani
değerlerini yitirmeye devam ediyor.
“Eğer algı kapıları temizlenseydi her şey
insana olduğu gibi görünürdü; sonsuz.” William Blake
Nalan Yılmaz, Sanatçının Algısı, 3 Haziran 2014, Lebriz Sanal Dergi
*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir. 2008-2018
0 comments :
Yorum Gönder