22 Ağustos 2014 Cuma

Geceye Övgüler

“Şimdi biliyorum artık sonbaharın ne zaman olacağını / ışığın ne zaman ürkütemeyeceğini geceyi ve aşkı - mamurluğun ne zaman sonrasız ve tek, bitip tükenmez bir rüyaya dönüşeceğini. Cenneti çağrıştıran bir yorgunluk hissediyorum içimde... Sıradan insanların algılayamayacakları ve eteklerinden yeryüzünün akışının kaynadığı tepenin karanlık kucağından çıkan o billur dalga; her kim ki bir kez tadına varırsa, yukarılarda, dünyayı sınırlayan sıradağların zirvelerinde durup ötekilerdeki yeni ülkeye, gecenin yurduna bakarsa- gerçekten de o kişi bir daha dünya halinin koşuşturmalarına, ışığın sonsuz bir tedirginlikle barındığı o ülkeye bir daha geri dönmez.”

 

Novalis - Geceye Övgüler

15 Ağustos 2014 Cuma

İstanbul Boğazı'ndan Görünümler

İstanbul, Boğaz'da tekneyle seyahat edildiğinde insanın gözüne bir başka görünür. Denizin her iki kıyısında sıralanan birbirinden güzel yalılar, saraylar, köşkler, hisarlar, camiler, diğer tarihi yapılar ve ağaçlar görsel zenginliğe katkıda bulunurlar. Keyifli bir deniz gezisiyle İstanbul'un ruhunun güzel tarafını da keşfedersiniz. Bütün görkemli geçmişiyle ayakta durur ve gururla "Ben daha bitmedim" der. Beşiktaş, Maslak bölgesindeki yoğun yapılaşmayı saymıyorum elbette. Onlar silueti bozan ve hoş olmaktan uzak görünümler. Ama değişim ve yapılaşma da kaçınılmaz görünüyor. Nüfusu hızla artmaya devam eden ve sürekli konutlarla büyüyen bir kent ne de olsa. Yine de çevre düzenlemelerinde kentin doğal dokusunu göz önünde bulundurup ona göre inşaatlar yapılsa ve estetik yoksunu binalar her yerden görülebilecek tepelere kurulmasa daha doğru olur. İstanbul'da yaşayan veya ziyarete gelenlere önerim mutlaka bir Boğaz turuna katılmaları. Özel turlarla ya da şehir hatlarının düzenlediği bir saatlik turlarla hâlâ güzelliğini korumaya çalışan ve üç imparatorluğa başkentlik yapmış tarihi kenti gezmek mümkün. Özellikle Saffet Emre Tonguç'un yalıları anlattığı Boğaz turları popüler...

İstanbul Boğazı, Anadolu Yakası

5 Ağustos 2014 Salı

Arkeoloji Üzerine

C. W. Ceram'ın "Tanrıların Vatanı Anadolu"yu okudum. Daha önce "Tanrılar, Mezarlar ve Bilginler"i okumuştum. Bu iki kitap arkeolojinin romanı. Arkeoloji en büyük tutkum. Bunu  fark ettiğimde 14 yaşımdaydım. 1988'de Arkeoloji ve Sanat Tarihi bölümünü kazandığımda çok sevinmiştim. Arkeolog olabilecektim. Ama birkaç günde ben ve 40 öğrenci hayal kırıklığı yaşadık. Çünkü arkeoloji değil sanat tarihi eğitimi veriliyordu. Mezunlar arkeolog  değil sanat tarihçi oluyordu. 4 yıl sanat tarihi eğitimi aldım ama arkeoloji sevgim hiç bitmedi. 

1993 Haziran ayında Efes'te kazıya katılma girişimim oldu ama müze müdürünün koşulları uygun gelmedi. Oturmuş bir kazı değildi ve ekip yoktu. Oysa ben 25 yıldır orada kazı yapan ekiple çalışmak, staj yapmak istemiştim. Efes ve diğer yerlerde kazıları yürütenler hep yabancılar: Almanlar, Avusturyalılar, Amerikalılar... Neden buralarda Türk profesörleri ve öğrencileri kazı yapmıyor veya buna imkan sağlanmıyor? Öncelikle bunu karşılayacak paranın sağlanması gerekiyor ki devlet-üniversite fazla ödenek ayıramıyor. Öyleyse özel sponsorlar gerekir ki kimse parasını bu alanda harcamak istemiyor. 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren yabancı arkeologlar kazı yapmış ve pek çoğu buluntuları ülkesine götürmüş. Bunların çok azı geri gönderilmiş. Hele Bodrum'daki mozole ve Bergama'daki Zeus Sunağı'nın taşınması inanılmaz bir şey. Hâlâ tarihi eser kaçakçılığı devam ediyor. Kimi göz göre göre, kimi fark ettirmeden. 

Madem her yerde kazıları yabancılar yapıyor, niye bu kadar çok Arkeoloji veya Sanat Tarihi bölümü açılıp her yıl yüzlerce öğrenciyi bu bölümlere kaydediyorlar. Madem Türkiye'nin sanatına ve tarihi değerlerine önem verilmiyor öyleyse bu bölümler ya kapatılsm ya da birkaç tane olsun ve en az öğrenciyle kaliteli eğitim yapılsın. Böylece bu alanda bir şeyler yapmak için çırpınanlar da ümitsizce dolaşmazlar ortalıkta. 
                                   
Nalan YILMAZ - İSTANBUL - Sabah Gazetesi, Al Kalemi Eline, Sayfa 30, 28 Eylül 1993


*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.   Creative Commons License

22 Temmuz 2014 Salı

Nesneden Öte

Sıradan pazar günlerinden biriydi. Haftanın bu son gününde dışarı çıkmaktan hoşlanmazdı. Gazete, kitap okur, müzik dinler ve uyurdu. Televizyon izlemezdi. O günde odasında müzik dinlerken kuzeni aradı. Havanın güzel olduğunu söyleyip yürüyüş yapmayı teklif etti. Dışarı çıkmaya niyetli değildi ama bir yandan kuzeninin davetini geri çevirmemek diğer yandan da sıkıntılı ruh halinin havanın etkisiyle biraz da olsa azalacağını düşündüğünden olumlu cevap verdi. Hemen üzerini değiştirdi. Teyzesinin oturduğu eve doğru yürümek için sokağa çıktı.

Hava gerçekten iyiydi. Yarı yolu geçmişti ki kuzeniyle karşılaştı. Her buluşmalarında olduğu gibi hemen koyu bir sohbete daldılar. Her seferinde somut olaylardan sıyrılıp, soyuta, hayali ve düşünceye dayalı konu ve kavramlara yönelirlerdi. Kendisini ve olayları sorgulaması ve bunlar üzerinde düşünceler oluşturmaya çalışma çabası hiç bitmiyordu. Her duruma bir açıklama getirmeye çalışıyor, bir sebep arıyordu. Kendiliğinden amaçsız oluşabileceklerine karşı da katı değildi. Hep çelişkiler içinde kalıyordu. Beyazdan griye, griden siyaha gidiyor, tekrar beyaza dönebiliyordu. Aslında yaşamda her şeyin bir sebebinin olması gerekmediğini biliyordu. Fazla determinist yaklaşım içinde olmayı da doğru bulmuyordu. Her şey modernlik çerçevesinde nesnel ve rasyonel olup bu mantıkla açıklanmayabilirdi. Netliğin olmadığı, belirsizliğin hâkim olduğu bir karmaşanın yaşandığı geçiş dönemi içinde. 20. yüzyıldaki gelişmeler bunu göstermişti...

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Mondrian Çılgınlığı

Piet Mondrian 1917 yılında Teo Van Doesburg ile birlikte kurdukları De Stijl akımının ve 20. yüzyıl başlarının öncü sanatçılarından. Hollanda çıkışlı, düzen ve uyumun, sanatsal sezgi, evrensellik ve yalınlığın önemsendiği De Stijl, ideal geometrik formlarla ve ana renklerle doğayı dış görünüşünden soyutlamanın arayışındadır. Mondrian’ın geliştirdiği Neoplastisizm’de karşıtlıklar nesneli, düşünseli, erkeği simgeleyen dikeylerle ve özneli, maddeyi, dişiyi simgeleyen yataylarla görselleşir. Saf gerçeği ve ifadeyi savunan Mondrian dik açı ile birbirini kesen dikey ve yatay çizgiler arasında kalan siyah, beyaz, gri, sarı, mavi ve kırmızı gibi renklerle fiziksel ve ruhsal dünyayı birleştirerek evrensel öze ulaşmayı hedefler. Mondrian’a göre renk, simetrik olmayan denge ve oran gibi resim sanatı unsurları mimari, mobilya ve dekorasyon için de geçerlidir.

De Stijl tarzı ve özellikle Mondrian’ın resimleri günümüzde de tasarımcılar için esin kaynağı olmayı sürdürüyor. Moda, dekorasyon, mobilya, grafik, günlük kullanıma yönelik endüstri ürünlerinde ve hatta gıda sektörlerinde örneklerini görmek mümkün. Kişiye özel tasarımın önemli isimlerinden Fransız moda tasarımcısı Yves Saint Laurent, Mondrian’ın beyaz, kırmızı, mavi, siyah ve sarı renk bloklarından oluşan kompozisyonunu 1965 yılında kolsuz elbise üzerine uyarlayarak sanatçıya hayranlığını da gösterir. Moda tarihinde önemli bir yere sahip olan ve en çok kopyalanan elbisede kesişen kalın siyah çizgilerle karşıtlık oluşturan renkler birbirinden ayrılır. Önden dikdörtgen görünümündeki elbise geometrik tasarımıyla da De Stijl tarzını yansıtır. Sanat eseri gibi sergilenen ve bir resmin elbise üzerinde baskısının ötesinde olan bu ikonik tasarım modern sanatla moda etkileşimini çarpıcı biçimde ortaya koyar.

20 Haziran 2014 Cuma

Balat, Fener, Kariye, Mihrimah Sultan ve Fatih

8 Haziran sabahı arkadaşlarımla mini İstanbul turlarımızdan birini daha gerçekleştirmek üzere Üsküdar iskelesinde buluştuk. Haliç hattına giden motora binerek yarım saatlik keyifli bir yolculuk sonrası Ayvansaray'a geldik. Hava bir güneşli bir bulutluydu. Yağmur yağacak gibiydi ama yağmadı. Öğle saatlerinde güneş çıktığında epey sıcak oldu o ayrı. Haliç'te seyir halindeyken tarihi yarımadanın siluetini bozan o çirkin köprünün altından da geçtik tabi. Ayvansaray'da parktaki boş salıncaklarda sallanmayı ihmal etmedik :).  Park içindeki akıllı bisiklet kiralama sisteminde sorun vardı sanırım. Hiç bisiklet olmadığı gibi kilit sistemleri de parçalanmıştı nedendir bilinmez. Bisiklet kullanmaya teşvik etmesi açısından güzel bir uygulama. Ne var ki halkın da yeterince özenli olması gerekiyor. Ayvansaray'dan doğuya doğru yürüyerek kiliseleriyle ve sinagoglarıyla ünlü Balat'taki Özel Balat Hastanesi'nin önüne geliyoruz. 19. yüzyılın sonlarına ait bu yapı taş yığma ve zamanının eklektik mimari özelliklerini yansıtıyor. Neo Klasik unsurlar da dikkat çekiyor. Fener'de İstanbul Rum Ortodoks Patrikhane'sinin 1601 yılından itibaren merkezi olan Aya Yorgi Kilisesi bulunuyor. İstanbul Patriği 6. yüzyıldan bu yana Ekümenik Patrik olarak dünyadaki tüm Ortodoksların ruhani lideri kabul ediliyor. Kilise'nin onarım çalışmaları 1991'de tamamlanmış.

10 Haziran 2014 Salı

Sanatçı, Sembol ve Algı

Vincent van Gogh, Bedroom in Arles, 1888,  72 x 90 cm
Sanatçı algıladıklarını sembollerle iletir ama ne kadar olağanüstü de olsa semboller temsil ettikleri şeyler yanında her zaman yetersiz kalırlar. Gerçeği, saf olanı ve mutlak olanı anlayabilmek, tüm netliğiyle kavrayabilmek için yol gösteren simgeler simgeledikleri şeyin önüne geçip öze inilmesini ve odaklanmayı zorlaştırabilir. Bazen de gerçek olandan çok daha fazla bir etki uyandırır. Sanatçının yaradılış bilinci, görüşü ve algısı herkesten daha gelişkindir. Bitmeyen çabası saf varoluşun muhteşemliğini yansıtabilmek üzerinedir. İfade gücünün tüm olanaklarını kullanarak renkleri ve biçimi kontrol altına alıp; şeyleri ve yoğun düşüncelerle, rüyalarla açığa çıkan iç dünyayı ve görüyü olduğu gibi gösterebilmek… Bir bakışla görülemeyeni kavrayabilmek, katmanlarına inebilmek… Sıradan insani kaygılar ve sorunların ötesinde algıları başka boyutlara açabilmek… Gösterişsiz, sadece kendi olanı ve bundan da hoşnut olanı ayırt etmek... Gerçekliğin daha derin bir görüş gücüyle kavranmasını sağlamak... Kendi varlığındakini anlamaya çalışmak…

2 Haziran 2014 Pazartesi

Üsküdar'dan Görünümler

Geçen hafta doğup büyüdüğüm Üsküdar'da aylakça dolaştık. Sadece amaçsızca kentte yürüyerek gezinmekten keyif alan, vakti bol bir flaneur gibi :). Eskiden en çok zamanımızın geçtiği yer Sultantepe'ydi aslında. Daha önce kimisini onlarca kez ve kimisini ilk kez gördüğüm ya da dikkatimi verdiğim mekanların fotoğrafları aşağıda:

Salacak'ta efsaneleriyle ünlü ve dünyada en çok fotoğrafı çekilen 10 yerden biri olan tarihi yapı Kız Kulesi

27 Mayıs 2014 Salı

Mimar Sinan'ın İzinde

Önceki haftalarda Çengelköy, Anadolu Kavağı, Yoros Kalesi, Yuşa Tepesi; Karaköy kafeleri, Galata ve Beyoğlu gezilerimizden sonra yine güzel bir bahar gününde arkadaşlarımla Mimar Sinan Gezisi* yapmaya karar verdik. Eminönü'ne geçerken Gökçeada'da 6.5 şiddetinde deprem olmuş. İstanbul'un pek çok yerinden de hissedilmiş. Denizde seyir halindeki motorda depremi hiç fark etmedim. Küçük turumuzun ilk durağı olan Tahtakale'deki Rüstem Paşa Camii'nin -1561- iç ve dış duvarlarındaki çiniler renkleri, motiflerin çeşitliliği, ince işçiliği ve uyumlu düzenlemeleriyle göz alıcı. Natüralist üslubun hakim olduğu çiniler arasında 41 çeşit lale motifi bulunuyor. Kütahya ve İznik'te çini atölyeleri sahibi, zenginliği ve entirikacı yönü dillere destan Rüstem Paşa 4000 kadar çiniyi camide kullandırır Mimar Sinan'a. Mavi ve beyaz rengin hakimiyetindeki çinileri ön planda olsa da kalem işleriyle de dikkat çeken süslemeler klasik Osmanlı özelliklerini yansıtıyor. Sinan yapılarının sadeliğinden uzak olan sekiz destekli cami, altındaki depo katıyla yükseltilmiş bir platform üzerinde inşa edilmiş. Alt katın paralelinde dükkanlar sıralanıyor. Dar alana kurulu caminin önünde beş bölümlü son cemaat yeri mevcut. Camide etraftaki dükkanların esnafı öğle namazı kılarken turist grupları da bizim gibi son cemaat yerinde içeri girmek için bekliyor. Külliye iki han, hamam ve medreseye de sahip.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...