12 Kasım 2013 Salı

Fang Ailesi ve Sanat

Kevin Wilson’ın sinemaya da uyarlanacak olan 2011 tarihli ‘Fang Ailesi’ adlı kitabı çağdaş sanatı ve aile kavramını keskin bir mizahla, hayal gücüyle ve canlı bir anlatımla ele alıyor. Romanda Caleb ve Camille Fang üniversitede tanışıp evlenen bir çifttir. İkisi içinde sanat her şeyden önemlidir. A ve B olarak adlandırdıkları çocukları Annie ve Buster doğdukları andan itibaren çoğu zaman istemeden anne ve babalarının kurguladığı, bazen de kendiliğinden gelişen performansların bir parçası olurlar. Onlar bir ailedir ve birbirlerine bağlılıklarından dolayı sanatları başarılıdır. Ancak çocuklar belli bir yaşa gelince memnun olmadıkları bu düzenin figüranlığından kurtulmak için evden ayrılarak kendi yollarını çizerler. Buster üçüncü kitabına bir türlü başlayamayan bir yazar, Annie gün geçtikçe ünlenen ve olumlu eleştiriler alan bir aktris olur. Buster bir dergi için uçaktan paraşütle serbest atlayış, domuz pastırması festivalleri, sanal oyun grupları, çöl aracı kullanmak gibi konularda makaleler yazar ve tüm bunları hayat değiştiren eğlenceli etkinlikler gibi göstermesi gerekir. En son Nebraska’da ileri teknoloji ürünü patates bazukası üreten dört eski askerle ilgili makale hazırlamak için incelemeye ve röportaj yapmaya gider. Orada ilginç silah test edilirken Buster’in yüzüne isabet alarak sağ tarafını tanınmaz hale getirir. Hastaneden çıktıktan sonra parasız ve ne yapacağını bilmez durumdayken ailesini arar. Annie ise bir sahnede üstsüz oynaması konusunda sıkıntı yaşar. Bunu aşabilmek için uğraşır ve sonunda sette yarı çıplak dolaşır. Fotoğraflarının çekilip internette yayılmasının ardından alkole sığınır ve zor günler geçirir.

25 Ekim 2013 Cuma

Kimdir Yazar?

Yazar ve sanatçı sıfatları asıl tanımlanması gereken kişiler dışındakiler içinde kullanılıyor uzun bir süredir. Gittikçe daha da karışıyor. Bu durum post-modernizm sonrasının bir getirisi mi acaba? Eskiden edebiyatla uğraşana edip, kitap yazana müellif, yazara ise muharrir denirmiş. Bugün ise hepsine birden yazar deniyor. Bu konuyla ilgili 19 yıl önce Özdemir İnce şunları yazmış:

"Şarkıcı ve türkücülerin bu gerçek sıfatlarıyla yetinmeyip kendilerine artiste (ressam) anlamına gelen sanatçıyı yakıştırmaları gibi, meslekleriyle ilgili yazı yazanların yazar sıfatını giyindiklerini görüyoruz: gazeteci-yazar, mimar-yazar, futbolcu-yazar... Yakında evli-yazar, bekar-yazar, sarışın yazar, esmer-yazar, şendul-yazar gibi sıfatlar üretilirse kesinlikle şaşırmamalıyız... Ansiklopedide yaratıcı yazar roman, öykü, şiir, deneme ve tiyatro alanında ürün verenler için kullanılıyor... Yazdığı yer nerede olursa olsun (kitap, gazete, dergi) her yazı yazan yazar değildir; yayımlanmış her yazılı metin kendiliğinden yazınsal ya da bilimsel değildir. Bunların kendilerine özgü içerik, dil, biçim, biçem ve söylemleri vardır. Bir yazılı metne tür adını bu özellikler ve nitelikler verirler. Her önüne gelen yazdığı metne dilediği bir türün adını koyamaz. Kim böyle bir iş yaparsa yaptığı iş kalpazanlıktır, sahteciliktir..."

İnce, Özdemir, Yazmasam Olmazdı, Doğan Kitap, İstanbul, 2004, s: 101-107

17 Ekim 2013 Perşembe

Yalvarırım, Uyandırma Beni!!!

"İtalya'da Borgia'lar altında yaşanan otuz yıllık savaşın, cinayetlerin, terörün ve dökülen kanın ardından Rönesans, Leonardo da Vinci ve Michelangelo gelir. İsviçre'nin beşyüz yıllık demokrasi ve barışı ise guguklu saatten başka bir şey üretmez."* Bu sıkıntılı dönem Michelangelo için kolay değildi: 

"Kentin olabileceği her şeyi oldu, ya da olmak istedi: yapı ustası, ressam, yontucu, ozan. İnsan vücudunu tanıyabilmek için, koku onu odadan kaçırana dek, cesetlerle bir yere kapanıyordu. Ateşli kentin bütün düşü ve bilgisi Vinci'de uyuşuyor, ondaysa durmadan çatışıyordu. Yüce ruhu, mutsuz yurdunun enerji taşmalarıyla korkaklık bunalımlarına ayak uydurarak yükselip alçalan bir dalganın doruğu gibiydi. Kurtarmak üzere döndü doğduğu kente. Gözden düşmüş İtalya'da, köleliğin ağırlığını belki de yalnız onun yüreği duydu: "Uyumak çok tatlı benim için, taş olmak çok daha tatlı, şu mutsuzlukla utanç sürdükçe. Hiçbir şey görmemek, hiçbir şey duymamak, budur işte en büyük mutluluğum. Yalvarırım, uyandırma beni! Yavaş konuş!..." s: 147"

9 Ekim 2013 Çarşamba

Ameliyat

Resim: Nazmi Yılmaz, Lokal Anestezi, 1984, karton üzerine karışık teknik, 25 x 35 cm

3 Ekim 2013 Perşembe

Anish Kapoor'un Boşlukları

Turner ödülüne ve işindeki başarısından, dünya çapındaki ününden dolayı da İngiltere kraliçesi tarafından verilen Sir ünvanına sahip çağdaş heykel sanatçısı Anish Kapoor’un 32 çalışması 5 Ocak tarihine kadar Akbank’ın desteğiyle Sakıp Sabancı Müzesi’nde sergileniyor. Londra’dan taşınan ve ağırlığı tonlarca olan soyut taş heykeller yerleştirilirken müzede bazı düzenlemeler yapılmış. Daha önce sergilenmiş eserlerle birlikte dünyanın değişik bölgelerinden gelen kumtaşı, granit, kireçtaşı, mermer, kaymaktaşı, oniks gibi doğal taşlarla oluşturulan ve sonsuzluğu çağrıştıran çarpıcı heykellerle karşılaşınca insan sessizlik, mütevazılık ve zamansızlık içinde neyse o olduğunu fark ediyor. Boyutlarıyla gösterişli ama biçimleriyle sade olan bu çalışmalar kavramsal derinliğiyle, duruşuyla tuhaf bir şekilde insanı kendisine çekiyor. Boşluklara bakmak yetmiyor dokunmak ihtiyacı uyandırıyor...

20 Eylül 2013 Cuma

13. İstanbul Bienali

Tophane'de Antrepo 3 nolu binada 20 Ekim'e kadar ücretsiz gezilebilen 13. İstanbul Bienali'nde  Fulya Erdemci küratörlüğünde, Lale Müldür'ün 'Anne ben barbar mıyım?' kitabından alınan başlık altında  kamusal alan, kamusallık ve sanat ilişkisi üzerinde duruluyor. Toplumda baskı altında olanlara odaklanılıp, sanatla protesto ve sanatın gerçek hayatın içinde olduğu gündeme geliyor. Aslında önceden planlandığı gibi bu etkinlik kamusal alanda yapılsaydı daha çok anlam bulacaktı ama Gezi Parkı protestoları sonrası açık alanlar yerine kapalı olanlar tercih edildi. Bienal'in diğer mekanları: Galata Özel Rum İlköğretim Okulu, ARTER, Salt Beyoğlu, 5533. Bu mekanlarda 88 yerli ve yabancı  sanatçının video, yerleştirme, desen, fotoğraf, ses, tuval ve teknik olanaklardan da yararlanıp çok çeşitli malzemelerle oluşturdukları çalışmalarını görebilmek mümkün...

14 Eylül 2013 Cumartesi

Rönesans'ta Sanat Koruyucuları

Din karşısında aklın egemenliğinin görüldüğü Rönesans’ta dini konulu sanat eserleri yapılmakla birlikte sanatçılar daha özgürdür. Hümanizmin, bireyselliğin ve doğanın önem kazandığı, Antik Çağ’a ilginin arttığı, arayışlar ve keşifler içindeki bu dönemde kiliseden başka sanat koruyucuları arasına zengin tüccarlar da (örn. Alberti’nin saray tasarladığı Giovanni Rucellai, Palla Strozzi) katılır. Ticaretle zenginleşen bu aileler sanatçılara büstlerini, gerçekçi portrelerini, mimarlara evlerini yaptırırlar. Ayrıca dini konulardaki kompozisyonların içinde sanat patronlarının tasvirleri de yer alır. En bilinenlerden biri İtalyan Rönesans sanatının gelişimine katkıları olan banker Medici’lerdir. 15. yüzyılda Avrupa’nın en zengin kentlerinden olan Floransa şehir devletinin başında bulunan ve Platon Akademisi’ni kuran Cosimo Medici sanata ve sanatçılara kapısını açan entelektüel bir yöneticidir. Onun girişimiyle bazı ressamların atölyelerinde din dışı konulu yeni kitaplar resimlenir. Medici kütüphanesi değerli belgelerle zenginleşir. Ekonomide, politikada ve sanatta söz sahibi Cosimo’nun ölümünden sonra ailenin diğer üyeleri de birkaç kuşak mesenliği sürdürür.

20 Temmuz 2013 Cumartesi

Fikret Mualla'nın Ölümünün 46. yılı

İnsanın yaşamındaki doğum ve ölüm arasındaki süreci sadece hüzünle ya da sadece mutlulukla sınırlamak yetersiz bir yaklaşım olur. Hayat, acılarla ve sevinçlerle; doğrularla ve yanlışlarla; adaletle ve adaletsizlikle bir bütün. Zaman içinde biri ön plana çıksa da yerini diğerine bırakabilir. Sanatçılar, şairler, filozoflar, müzisyenler için durum biraz daha farklı. Fikret Muallâ Saygı (1903, Moda – 20 Temmuz 1967, Reillanne) için kısa süreli mutluluk uzun süreli cefa gibi görünüyor. Onunla ilgili ilk göze çarpanlar: bohem* ve trajik bir hayat, kültür ve sanat başkenti Paris’teki ekonomik sıkıntıları, Picasso ile tanışması, deli ve alkolik olarak bilinmesi, dostlarının desteğine rağmen toplumdan kopuşuna ve gönüllü yalnızlığına eşlik eden içkisi ve fırçası… Van Gogh gibi acılarını resimle tedavi eden, yaşantısındaki zorlukları üretkenliğe dönüştüren, herhangi bir sanatsal hareket içinde yer almayan, kişisel özgürlükleri savunan, benzersiz ve içten çalışmaları kendi gerçekliğiyle var olan bağımsız bir sanatçı...

12 Temmuz 2013 Cuma

Story Of Stuff

Kendimizin ve gelecekteki nesillerin sağlıklı ve mutlu yaşaması için: Mecbur kalmadıkça AVM'ye gitmeyelim ve alışveriş yapmayalım. Tüketim çılgınlığının bizi esir almasına izin vermeyelim. Reklamlara, medyanın yönlendirmesine kanmayalım. Dünyanın kaynaklarının harcanmasına, doğanın katledilmesine katkıda bulunmayalım. İşlenmiş, paketlenmiş ve raf ömrü uzun besinlerden uzak duralım. Doğal olana ulaşmaya çalışalım. Bir ürün veya eşya işlevini yerine getiremeyecek duruma gelmeden yenisini edinmeyelim. Wabi Sabi felsefesini benimseyelim :). En önemlisi farkında olalım. Geç olmadan daha çok kişinin anlamasını, görmesini sağlayalım... Biraz düşünerek siz de bu listeye çok fazla şey ekleyebilirsiniz.



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...