24 Eylül 2010 Cuma

Hediye Vermek ve Almak

Hediye almak sevinçli bir an. Hiç beklenilmiyorsa sürprizli ve şaşırtıcı da oluyor. Birinin senin için zaman harcayıp, düşünüp bir şey seçmesi ne güzel. Bu hediyeden daha anlamlı hatta. O yüzden denir ya "hediyenin büyüğü, küçüğü olmaz" diye. Tabi seçilen hediyeden o kişinin senin ilgi alanlarını ve sevdiğin şeyleri bilip bilmediğini de kısacası seni aslında ne kadar tanıdığını da anlarsın. Fakat Nietzsche der ki "Veren teşekkür borçlu değil midir alana, aldığı için? Armağan etmek bir ihtiyaç değil midir? Almak acımak değil midir?" Nietzsche bu, her şeyi sorgulayan adam. Bu konuya da el atmamış olması düşünülemezdi.

İnsan sevdiklerine hediye vermekten hoşlanır. Eylem verenden yanadır. Verilen kişi ise kabul edendir ama o da bir tür eylemdir aslında. Her iki taraf için mutlu bir olaydır. Hediyeyi kabul edenin verene acıdığını düşünmüyorum. Üstat acımasızlık etmiş biraz. Ne dersiniz?

Geçenlerde bir yerde okudum. Hediyeyi beğenmediğinizi nasıl ifade etmelisiniz? diye 10 maddelik bir yazı. Bence bu anlamsız. Çok şart değilse değiştirilmesi de öyle -üzerine büyük ya da küçük gelen giyim eşyası dışında-. Hediyeyi verenin verme sevinci neden kırılsın ki, neden üzülsün? Zaten "acaba beğenir mi beğenmez mi?" diye kaygı taşıyordur. Hediye seçerken kendi beğenimiz ve zevkimizden çok verilen kişininki göz önünde bulundurulsa daha isabetli olabilir. Hediyenin, verenin sevincine ve heyecanına ortak olarak alınması ve formaliteden değil içten teşekkür edilmesi çok mu zor? Bu hayata bakış açısıyla da ilgili sanırım.

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

20 Eylül 2010 Pazartesi

Paris'teki Miraçname Minyatürleri’nde Üçüncü Cennet Sahneleri

İslam kitap resimlerinde dini konulara ilk olarak 13. yüzyılda rastlanır. Varka ve Gülşah mesnevisinin son iki minyatüründe öyküde geçen bir olay içinde Hz. Muhammed görülür. Hz. Muhammed'in hayatıyla ilgili ilk tasvirler Moğollar döneminden 1307 tarihlidir. Topkapı Sarayında bulunan genel bir dünya tarihi olan Cami-üt Tevarih’teki minyatürler İncu sülalesi döneminde Şiraz'da yapılmıştır. Bilinen en eski Mirâç sahnesinde Hz. Muhammed’in Burak üzerinde ve meleklerin eşliğinde gökyolculuğu gösterilir.

Moğollar döneminden metni günümüze ulaşmayan Mirâçnâme’nin minyatürleri yapraklar halinde Topkapı Sarayı kütüphanesinde H.R.154 no'lu albümdedir. Dost Muhammed bu albümü Safavi Sultanı Şah Tahmasp'ın kardeşi Behram Mirza için resimler. Nakkaş ve hattatlar hakkında bilgi veren 1544 tarihli bir önsözü bulunur. 48,5 x 36,5 cm ölçülerinde 148 yapraktan oluşan kitapta 14. ve 15. yüzyıllara ait minyatürler, desenler, yazı örnekleri ve Ahmet Musa (1) tarafından yapılan Hz. Muhammed'in yolculuğu ile ilgili tasvirler vardır. Mirâç ile ilgili olanlar 14. yüzyıl ortalarında Tebriz'de hazırlanır. Sadelik, altın yaldız fon ve Tanrıya yakınlıklarına göre büyüklü küçüklü hareketli figürler göze çarpar...

15 Eylül 2010 Çarşamba

Kırmızı Ayakkabı




Önceki yazımda "Moda sanat değildir" dedim. Tamam öyle de düşünüyorum hâlâ. Günlük kullanıma ve insanların ihtiyaçlarına yönelik endüstri tasarımı ürünler için geçerli bu görüşüm. Ama bu kırmızı ayakkabı öyle bir tasarım ki* sanata çok yakın duruyor göz ardı edemem bunu.  Renk uyumu, üzerindeki harika desen, kalıp, işçilik hepsi öylesine zarif bir bütün oluşturmuş ki. Topuk benim için fazla o kesin ama bu boyu tercih edenler için rüya gibi bir ayakkabı bence. Siyah olan ise gece deseniyle  farklılık gösteriyor. Mine Atalar'ı tebrik etmeli. Çanta, yastık gibi ürünleri de güzel.

*zamansız gibi.


*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.
 Creative Commons License

3 Eylül 2010 Cuma

Moda ve Sanat

Modayla alakam yok. Hiç olmadı da. Yani "şu modaymış onu alayım, giyeyim" anlamında. Gelip geçici değil de sürekli giyilebilecek şeyler tercihim. Bazı bloglarda modanın 'günümüzün en büyük sanatı'! olarak değerlendirilmesine sadece gülüyorum. Sanat fonksiyona ve ihtiyaçlara yönelik bir şey değildir. Moda tasarımdır, endüstriyeldir ama sanat değildir. Koleksiyonlarının gizemli bir ormanı andırdığı söylenen* ve "Moda insanların eğlenebileceği ve giyebileceği bir şeyden öte değil" diyen Dries Van Noten'ın birkaç sade tasarımını, özellikle Isabel Marant'ın 2010 ilkbahar-yaz  ve sonbahar-kış için hazırladıklarını beğendim.

*marie claire, ağustos, 2010, s: 73 


*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.
2008-2018 Creative Commons License

26 Ağustos 2010 Perşembe

Ana Renk Beyaz

Dekorasyonda tercihim beyaz ve tonları: duvarlar, tavan, zemin, kapılar, hatta ahşap mobilyalar -mat cila-, nevresim takımı... Krem, ekru, açık bej, fildişi, taş gibi açık renklerden, mavi, gri, sarı pembe ve  yeşilin pastel tonlarından kuş, ağaç, yaprak, çiçek ve bulut desenli tekstil ve aksesuarlar beyaz ortama gözü yormadan canlılık getirir. Sakin bir renk paleti; pratik, yalın, temiz, aydınlık görünüm; ferahlık, sadelik ve doğallık. İhtiyacım olan bu...


Resimlerin bir kısmı scandinavianretreat, bir kısmı da bonluxat'den.

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

20 Ağustos 2010 Cuma

Bir Kitapta Resim Şart

Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan sanat serisinin 56. kitabı ‘Bir Kitapta Resim Şart’ın* ilk baskısı Temmuz 1999 tarihlidir. Ressam Burhan Uygur’a ait kitabın uzun önsözü Samih Rifat tarafından yazılmıştır. Önsözde belirttiği gibi kitap resimleme çok eskilere dayanır. Mısır Ölüler kitabı, Bizans Elyazmaları, İran ve Osmanlı minyatürleri, Avrupa’nın taşbaskıları, 19. yüzyıl gravürleri yanı sıra 20. yüzyılda sanatçıların resimlediği kitaplardan söz edilebilir.

‘Bir Kitapta Resim Şart” tamamıyla ressamın şahsi belgeleri olan defterlerine, okuduğu kitaplar üzerindeki çizimlerine ve notlarına dayanarak hazırlanmış. Burhan Uygur bulunduğu her ortamda omzundaki deri çantası içinde taşıdığı çeşitli kalemler ve pastellerle defterlerine resimler yapardı. Bu defterler taslak, çizim veya desen için değil o anki duygu, düşünce ve gözlemlerini ön çalışmasız aktardığı nesnelerdi. Bazı sayfalarını koparıp çerçeveletir ve sergilerdi.

1979 yılında Ahmet Oktay’ın Sürgün, 1983’de şair Can Yücel’in Rengahenk, 1985’de Günseli İnal’ın Sulara Gömülü Çağrı adlı kitaplarında Burhan Uygur çalışmalarıyla resim ve şiir birlikteliği görülür. Sanatçı bazı resimlerinde görsel anlatımla beraber ilgi alanı ve esin kaynağı olan edebiyat ve şiir dilini de kullanmıştır. ‘Bir Kitapta Resim Şart’ adlı kitapta önsözden sonraki sayfalarda, ressamın kitapların üzerine çizdiklerinden örnekler yer alır. Bunlardan birinde okuduğu bir şiirin kendisinde çağrıştırdıklarını resimlemiştir. Rimbaud’nun ‘Cehennemde Bir Mevsim’, Cevat Çapan’ın ‘Kavafis’ten Kırk Şiir’, Homeros’un ‘İlyada’, C. V. Ceram’ın ‘Tanrıların Vatanı Anadolu’, Aragon’un ‘Mutlu Aşk Yoktur’ kitaplarının sayfaları üzerinde çizimleri ve notları bulunmaktadır. Kitabın 69. sayfasından itibaren de defterlerine yazdığı yazılar, şiirler ve resimler vardır. Gerçek dünyadan koparak adeta bu kitapların içinde kaybolmuştur.

5 Ağustos 2010 Perşembe

Baş Aşağı





Bu fotoğrafta; duruşu, duvarı, zemini, elbiseyi, kumaşın dalgalanışını, modelin pozunu, kısacası her ayrıntıyı çok beğendim.

Baş aşağı duruş bana Georg Baselitz'in tablolarını hatırlattı.

PHOTOGRAPHY BY STEVEN MEISEL VIA HAUTE DESIGN


29 Temmuz 2010 Perşembe

Giorgio de Chirico ve Melankoli

Günüme uyan bir kayıt. Hem resimler hem müzik. İkisini de çok severim.


Giorgio de Chirico ve Melankoli

22 Temmuz 2010 Perşembe

Sanki Hepsi Hayal

İnsanlar geçiyor gözümün önünden,
konuşuyorlar, gülüyorlar, bakıyorlar.
Bir vapur süzülüyor mavi sularda, 
gökyüzünde martılar kanat çırparken.
Sanki hepsi hayal,
gözümü kapatıp açıyorum,
kayboluyorlar.
Anlıyorum ki ben istediğim için oradalar,
düşündüğüm için görünüyorlar.

1993 Kasım

17 yıl önce yazmışım. Geçenlerde Maddenin Ardındaki Sır adlı kısa belgeseli izlediğimde aklıma geldi ve girişinde "Gerçek ya da Düş, Doğru ya da Yanlış, İyi ya da Kötü Ne Fark Eder ki Sanki", "Ne Şiir ne de Başka Bir Şey", "Sorgulamalar İçe Yönelik, Anlık Yönelimler İçten Gelen" yazan defterde buldum onu.

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.
 Creative Commons License

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Sessiz Çığlık

Edvard Munch'un yaptığı 50'den fazla gravürü olan Çığlık'ın 1893 tarihli renkli versiyonunda körfez, küçük yelkenli gemiler ve resmi çaprazlama kesen parmaklıklı köprü, sahnenin kuzey sahilinde olduğunu gösterir. Munch 1892 yılında hastalığı sırasında yazdığı günlüğünde bu sahneden söz eder; "İki arkadaşımla güneşin batışında yürürken aniden gökyüzü kahverengiye dönüştü. Durdum, hissizleştim ve bir parmaklık üzerine dayandım. Kentin ve mavi fiyordun üzerinde ateşin dili ve kan vardı. Arkadaşlarım yürümeye devam ettiler ben ise hala orada korkuyla titreyerek kalakaldım ve doğanın içinden gelen sonsuz çığlığı duydum". Munch Dostoyevski ve Kierkegaard okurdu. Kierkegaard'ın şu pasajından etkilenmiş olmalı: -Ruhum öyle ağır ki hiçbir düşünce artık onu yükseltemez ne de kanat vuruşlarım onu sonsuzluğun içine çekemez. Herhangi bir şey onu kımıldatmazsa sadece yeryüzünde kalır, fırtınadan önce alçakta uçan bir kuş gibi. Ezicilik ve kaygı iç dünyamın üzerine çöküyor-...


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...