Bu takılar için bakınız: Etsy
28 Şubat 2010 Pazar
11 Şubat 2010 Perşembe
Bu Çoraplar Başka
Günlük hayatı kolaylaştıran, güzelleştiren milyonlarca tasarım yapılıyor: evde kullanıma yönelik hem rahat hem görünümüyle dikkat çeken koltuklardan tutun, mutfaktaki bir tuzluğa ya da giydiklerimize kadar etrafımızdaki nesneler hep bir tasarım ürünü* sonuçta. Genellikle sadeliği tercih etsem de Les Queues de Sardines markasına ait bu çoraplar illüstrasyonundan dolayı çok hoşuma gitti. Biraz çocuksu belki ama güzel.
*Her tasarım güzeldir ya da sanatsaldır demek mümkün değil elbette. Her sanat ürünü bir tasarımdır ama her tasarım sanat değildir.
7 Şubat 2010 Pazar
Francis Bacon'ın Dehşetli Figürleri
1909 yılında İrlanda’nın Dublin kentinde doğan ve
erken yaşlarda kronik astıma yakalanan İngiliz sanatçı resim eğitimi almadan
kendi kendini yetiştirir. 1926 yılında Londra’ya gittiğinde kafasında ne
yapacağına dair bir planı yoktur. Annesinden gelen mütevazi bir harçlıkla
yetinir. 1927’de Berlin’e seyahat eder. İki ay kaldığı Berlin’de yeteneklerini
geliştirmede yardımcı olacak insanlarla karşılaşır. Bir sergi açılışında
tanıştığı, görsel sanatlarla ilgilenen Yvonne Bocquentin Fransa’daki evlerinin
yakınlarında Bacon için bir oda hazırlatır. Chantilly’de kaldığı üç ay içinde
onu en çok etkileyen Nicholas Poussin’in ‘Masumların Katledilmesi’ adlı resmindeki çocuğunu korumaya çalışan kadının ağlayışıdır. Bu sahne zihninde yer eder. 1927’de bir sergide Picasso’nun
desenlerini görür ve ressam olmaya karar verir. Suluboya desenler yapar.
Sanatçıların yaşadığı bohem semt Montparnasse’a taşınır. Sergileri ve gösterime
giren son filmleri izleme fırsatı bulur.
1928’de Londra’ya döner, iç mimar ve mobilya tasarımcısı olarak bir stüdyoda çalışır. 1933 yılında gerçek anlamda ilk resmi (Çarmıha Geriliş) sergilenince ve Herbert Read’in kitabında röprodüksiyonu yayınlanınca artık ressam olarak kariyerine devam eder. Böyle umut verici başlangıçtan bir yıl sonra ilk kişisel sergisini açar. 1936 yılındaki Londra’da Uluslararası Sürrealist Sergisi’ne yeterince üstgerçekçi bulunmadığı için resmi kabul edilmez. Bu reddediliş sonrasındaki yıllarda ilk resimlerinin çoğunu tahrip eder. İkinci Dünya Savaşı sırasında sivil savunmada gönüllü olarak görev alan Bacon’ın astım rahatsızlığı ilerler. Kiraladığı yazlıkta savaşın bıraktığı etkileri yansıtan görüntüler üzerine yoğunlaşır. 1944’ten sonra Londra’da sanat çalışmaları hızlanır. Turuncu renkli arka plana sahip triptikleri eleştirmenlerin ilgisini çeker.
30 Ocak 2010 Cumartesi
Kate Moss'un Gri Saçları
Gri* istisnasız en sevdiğim renk olduğu için yıllardır saçımı griye boyatmayı düşünürüm. Ama sadece düşünmek olmuyor tabi uygulamak da gerekir değil mi? Yoksa sen istersen yüzyıl düşünedur birilerinde görürsün böyle. Sen de "Aa ben bunu önceden düşünmüştüm." demekle kalırsın. Kimileri yapar, uygular beklemez. Hem neyi bekleyeceksin ki? İstiyorsan yap. Aşağıdaki resimde gerçek bir trendsetter Kate Moss ve onun gri balyajlı saçı. 20 yıldır mavi, pembe, kızıl, mor röfleler hatta saçlar vardı ama gri yaşlıların saçı gibi algılandığı için tercih edilecek bir renk değildi. Ben de kahverengi saçımı griye boyatabilirim de şimdi gri saç modası varken bunu yapmasam daha iyi. Gri saçın yaşlı gösterme ihtimaline rağmen belli ki gençler arasında yaygınlaşacak. 35'in üzerindekiler ise pek tercih etmeyecektir. Ya da beyaz saçı olanlar için kurtarıcı da olabilir bu trend :). Gri saç bekleyecek biraz daha galiba. 55'ten sonra kısacık kestirip maviye de boyatabilirim aslında. 65 sonrası da zaten bembeyaz olacağı için de griye ;) Kate Moss'un sarı saça uygulandığı için çok da belirgin değil aslında. Bence bu saç hem kesim hem renk olarak ona çok yakışmış. Zaten gülüşüyle son derece hoş.
* Her ne kadar gri renk olarak kabul edilmese de...
*****Bu sayfadaki yazının tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.
21 Ocak 2010 Perşembe
18 Ocak 2010 Pazartesi
John Everett Millais'in Resimlerinde Doğanın Verdiği Hüzün
Küçük yaşta resim yeteneğini ortaya koyan John Everett Millais (1829–1896) Ön-Rafaellocu birliğinin kurucularındandır. Sembolizmin kaynaklarından biri olan bu birliktekilerin resimlerinde ayrıntı önem kazanır, renkler parlaklaşır. Ön-rafaellocular doğadan, tarihten, kutsal kitaplardan, efsanelerden esinlendikleri temalara mistik anlamlar yüklerler.
Tablolarında duyarlılığını ve imgelem gücünü yansıtan Millais’in Sonbahar Yaprakları resmi hüzünlü atmosferiyle izleyeni çeker. Konusu bir şiirden alınan resimde dört çocuk yaprak yığınının etrafındadır. Arkada mavi tepeli manzara ve sarıyla vurgulanmış gökyüzü görülür. Siyah giysili iki kız figüründen biri iki eliyle sepet tutarken diğeri yaprakları sepete koymak üzeredir. Her ikisinin de bakışları seyirciye dönüktür. Yanlarındaki elinde süpürge olan açık sarı saçlı kız yaprak tepesine bakar. Önde duran, diğerlerinden daha küçük ve elinde bir elma olan kızın bakışları donuktur; belli bir noktaya sabitlenmiştir. Onun yüzünde de diğerlerindeki gibi belirgin bir hüzün vardır. Kızların hoş görünümleri bu üzüntülü anın belirginliğini engellemez. Sembolistlerde kadın güzelliğinde ölüm ve kötülüğün simgelenmesi kaçınılmazsa buradaki kızların güzelliği de ölümü ve hüznü hatırlatır. Zamanın geçiciliği, bu kalıcı olmayan güzellik ve sararmış yapraklarla yansıtılır.
Londra’daki Tate Galeri’de bulunan Ophelia adlı resmi Ön-Rafaellocu çalışmalar içinde en bilinenlerdendir. Saflığı ve masumiyeti somutlaştıran Ophelia’nın ölü bedeni suyun içinde uzanır. Shakespear’in Hamlet’inde bahsedildiği gibi etrafı farklı çiçeklerle çevrilidir. Hamlet aşkına karşılık vermeyince intihar eden Ophelia Ön-Rafaellocu resimlere özgü bir biçimde hüzünlü bir şiirselliktedir. Doğanın içindeki figür onunla bütünleşmiş gibidir.
NALAN YILMAZ - 8 Eylül 2003 Pazartesi, Hürriyet, Agora
*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.
NALAN YILMAZ - 8 Eylül 2003 Pazartesi, Hürriyet, Agora
*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.
15 Ocak 2010 Cuma
Caspar David Friedrich'in Resimlerinde Doğanın Verdiği Hüzün
Alman romantiklerinden Caspar David Friedrich'in (1774-1840) doğa görünümlerinin yer aldığı resimlerinde duygular ve ruh durumu da yansır. "Resimlerini oluşturan duyguları çok yoğun yaşadığı için zihinsel bir hastalığa yakalanır ve yaşamı trajik bir şekilde son bulur (1). Deniz Kıyısında Keşiş adlı resmi üç bölümden oluşur: İlk planda açık renk bir toprak, ikinci planda köpükle kabartılmış deniz göze çarpar. Üçüncü plan ise ezici bir gökyüzüne ayrılmış. Denizin kenarında toprak üzerinde uzun kahverengi giysili figür gözlerini ufka doğru yöneltmiştir. Uçsuz bucaksız doğa karşısında insanla evrenin bütünleşme isteği ve doğada şekil bulan Tanrı ile insan arasındaki ruhsal bağ vurgulanır. Keşişin bulunduğu toprak; yeryüzü ve insanı, gökyüzü ise Tanrı’yı simgeler. Keşişin üzerinde durduğu uzun ve dar kara parçası dalgalı, karanlık denizle birleşir. Keşiş doğa güçlerinin ortasındaki insan varlığının önemsizliğini anımsatmak ve peyzajın ruhsal boyutunu sezdirmek için oradadır. Başını elleri arasına alması büyük bir keder içinde olduğuna işarettir. Resmin genel havası denizin koyu rengi, gökyüzünün görkemli uçsuz bucaksızlığı; insanın bu durum karşısında yalnızlığı, çaresizliği ve yok oluşu melankolik bir görünüm oluşturur...
9 Ocak 2010 Cumartesi
Gelmiyor
bir şey yazmak gelmiyor içimden
yazmak gelmiyor içimden bir şey
gelmiyor içimden bir şey yazmak
4 Ocak 2010 Pazartesi
Albrecht Dürer ve Melencolia I Adlı Gravürü
Ortaçağ’ın kırsal kesiminin yoksullaştığı, salgın
hastalıkların, kıtlıkların yaşandığı ve işgaller sonucu şehirlerin çöktüğü
karışık, karanlık ve dini baskılar altındaki ortamından sanatçılar da
etkilenirler. Kuzey ülkelerinin sanatçıları dönemin insanlarının içinde
bulunduğu durumu, acılı veya gülünç halleri düşlerle birleştirerek resimlerine
aktarırlar. Dinsel konuların anlatımına, simgesel, metafizik ve büyücülük ile
ilgili yorumlamalara yer verirler. Babası 1455’te Nürnberg’e yerleşmiş bir kuyumcu
olan Albrecht Dürer (1471-1528) 15. yüzyıl sonu 16. yüzyıl başında yaşamış
Kuzeyli bir ressamdır. Zanaatkar bir aileden gelen ve Alman resminin
öncülerinden sayılan Dürer, çocukluğunda çizime olan yeteneğinden dolayı
Nürnbergli usta Michael Wolgemut’un yanına yetişmesi için verilir. Burada kitap
baskıları ve ahşap baskılar üretir. 1490-94 yılları arasında Almanya’yı
dolaşır. 1505’te gittiği ve iki yıl kaldığı Venedik, Floransa ve Roma’da
dönemin büyük ressamlarından ve insanın kendisini tanıması gerektiğini söyleyen
Rönesans hümanisti Marcilio Ficino’dan etkilenir. Rönesans’ı İtalya’dan
Almanya’ya taşır. Almanya’da 15. yüzyılda insana yüksek değer veren Reform
hareketi görülürken bir yandan da dinsel ahlaksal bir yöne zorlanma bir çelişki
ve huzursuzluk yaratır. Reform döneminde Luther ve Erasmus ile tanışan ve
1512’de saray ressamı olan Dürer matematik, geometri, düşünsel konular ve Latin
edebiyatı alanında bilgilidir. Ölçme, arazi ve kentlerin savunulması, oran ve
sanat kuramı üzerine kitaplar yazar.
25 Aralık 2009 Cuma
Gerard de Nerval'dan Dizeler
Siyah Nokta
Kim ki güneşe sürekli bakıp durur
Mor bir lekenin uçuştuğunu görür
Gözlerinde, çevresinde ve havada.
Bir zamanlar çok genç ve gözüpektim,
Utkuya bir an sabit gözlerle baktım;
Aç bakışımdan kara bir nokta kaldı.
O gün bugün, bir yas işareti gibi
Görürüm her yerde o siyah lekeyi
Karışır her şeye, gözümün daldığı!-
Nedir bu? Mutlulukla arama giren!
-Yazık bize! yalnız kartal bakabilen
Kazasız belasız utkuya ve güneşe... s: 187
Yaldızlı Dizeler
Elbette duyarlı her şey! Pythagore
İnsan! özgür düşünür - sen misin tek düşünen
Yaşamın her nesnede açıldığı dünyada:
Elindeki güçlerde özgürlüğün var ama,
Verdiğin öğütlerin tümünden başka evren.
Her çiçek ayrı ruhtur doğadan filizlenen;
Saygı duy hayvandaki devinip duran ruha!...
Her şey duyarlı; her şey senden güçlüdür daha
Bir aşk gizemi vardır her madende dinlenen:
Bir göz seni izliyor kör bir duvarda bile:
Unutma, madde varsa ona bağlı söz de var...
Kullanma nesneleri softa bir amaç ile.
Her karanlık varlıkta gizli bir Tanrı yaşar;
Ki O'nun gözlerinden yeni bir göz doğuyor
Taşların kabuğunda bir tanrı çoğalıyor. s: 193
Kitabe
Bazen mutlu, şen şakrak sığırcık kuşu kadar
Sevda dolu, tasasız, sevecen ve duyarlı,
Bazen dertli Cliandre gibi dalgın, hülyalı
Yaşarken, bir gün kapısı çalındı, gelen var.
Ölümdü karşısındaki, yalvarıp yakardı,
Dedi: "Son şiirime noktayı koyayım, izin ver"
Ve hiçbir şey yapmadan, ordaki soğuk ve dar
Bir sandığın dibine uzandı, üşüyordu.
Söylenenlere bakılırsa hayli tembeldi
Sık sık kuruyordu hokkasında mürekkebi
Tek şey öğrenemedi çok şey bilmek isterken.
Vakit geldi, şiirine eksik noktayı koydu
Bir kış günü elinden alındı yorgun ruhu
Çekip gitti söylenip: "Niye gelmişim ki ben?" s: 195
Alkan, Erdoğan, Düş Gezgini, Gerard de Nerval, Broy, İstanbul, 1994.
Kim ki güneşe sürekli bakıp durur
Mor bir lekenin uçuştuğunu görür
Gözlerinde, çevresinde ve havada.
Bir zamanlar çok genç ve gözüpektim,
Utkuya bir an sabit gözlerle baktım;
Aç bakışımdan kara bir nokta kaldı.
O gün bugün, bir yas işareti gibi
Görürüm her yerde o siyah lekeyi
Karışır her şeye, gözümün daldığı!-
Nedir bu? Mutlulukla arama giren!
-Yazık bize! yalnız kartal bakabilen
Kazasız belasız utkuya ve güneşe... s: 187
Yaldızlı Dizeler
Elbette duyarlı her şey! Pythagore
İnsan! özgür düşünür - sen misin tek düşünen
Yaşamın her nesnede açıldığı dünyada:
Elindeki güçlerde özgürlüğün var ama,
Verdiğin öğütlerin tümünden başka evren.
Her çiçek ayrı ruhtur doğadan filizlenen;
Saygı duy hayvandaki devinip duran ruha!...
Her şey duyarlı; her şey senden güçlüdür daha
Bir aşk gizemi vardır her madende dinlenen:
Bir göz seni izliyor kör bir duvarda bile:
Unutma, madde varsa ona bağlı söz de var...
Kullanma nesneleri softa bir amaç ile.
Her karanlık varlıkta gizli bir Tanrı yaşar;
Ki O'nun gözlerinden yeni bir göz doğuyor
Taşların kabuğunda bir tanrı çoğalıyor. s: 193
Kitabe
Bazen mutlu, şen şakrak sığırcık kuşu kadar
Sevda dolu, tasasız, sevecen ve duyarlı,
Bazen dertli Cliandre gibi dalgın, hülyalı
Yaşarken, bir gün kapısı çalındı, gelen var.
Ölümdü karşısındaki, yalvarıp yakardı,
Dedi: "Son şiirime noktayı koyayım, izin ver"
Ve hiçbir şey yapmadan, ordaki soğuk ve dar
Bir sandığın dibine uzandı, üşüyordu.
Söylenenlere bakılırsa hayli tembeldi
Sık sık kuruyordu hokkasında mürekkebi
Tek şey öğrenemedi çok şey bilmek isterken.
Vakit geldi, şiirine eksik noktayı koydu
Bir kış günü elinden alındı yorgun ruhu
Çekip gitti söylenip: "Niye gelmişim ki ben?" s: 195
Alkan, Erdoğan, Düş Gezgini, Gerard de Nerval, Broy, İstanbul, 1994.
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)