agora etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
agora etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Nisan 2009 Pazartesi

Düşler Gecesinden Yansıyanlar - 1

Bazıları bir şey olmak, bir şey yapmak, kalıcı olmak isteği içinde olmazlar. Bu hem acı hem de mutluluk verir. Sadece insan denen garip yaratığın nereden gelip nereye gittiğini ve tüm oluşumları, yaşananları bilmek isterler. Geçmişten geleceğe akış içinde olanları eylemde bulunmadan takip etmektir yaptıkları. Düşüncelerde dolaşıp ışık hızıyla çağlar öncesinden sonsuzluğa gitmek. Bir şair gibi olmayacak, yan yana gelmeyecek nesneler, olaylar arasında bağlar kurarak, açığa çıkmamışlara hayranlık duyup her yerde, her şeyde, görünende, olanda, olmayanda estetik, uyum, denge ve sadelik ararlar.

Geceden sabaha yarı ölü gibi uykuda geçer. Gece uyurken başka uyanıkken başka düşler gördürür. Çağırır, çılgınca koşmanı ister söylenmemiş şarkıların içine, rengarenk seslerden gelen melodinin duyulduğu sık ormanlara. Ormanların içinde kendinden geçirten coşkuyla dans eden, eğlenen, ziyafet içindeki görünümleriyle açığa çıkan yaratıcılığı izlemeni ister. Baloya davetli bir genç kız gibi en güzel elbisesini giymiş, en göz alıcı takılarını takınmış, ferahlatan kokusunu sürmüştür gece. Sarsıcı, büyüleyici ve hüzün verici bir güzellik içinde çağırır her halini göstererek. Tapınakların kapılarında içeri girmeye izin vermeyen muhafız sfenksler ve kardeşleri onlardan daha korkunç hazine koruyucu kuş başlı kanatlı grifonlar, rastlantıyı gözleyen ruhlar, aşağıda kalmış mor dağlara, sütunlu yollara bakarken, kerberosun kapısında durduğu yeryüzünün derinliklerinden gelen sirenler kadar etkileyici iniltiler, kaba saba, kavgacı, yarı at yarı insan kentauroslar deli gibi kaçıyorlar kovalayandan. Bütün oluşumlarını göstermeye niyetli gece. İçindeki yaratıklara küstüğünde bile...

25 Mart 2009 Çarşamba

Aldatıcı Duyumlar ve Ruhsal Durumla Şekillenen Tekinsiz Sanılar

Bilgi edinme konusunda çok açgözlü olan insanlar vardır. Bir konuda uzmanlaşmaktansa pek çok konu hakkında bilgi sahibi olmayı, hayatının sonuna kadar öğrenen tarafta olmayı seçen bu kişilere öğrenmek yaşama sevinci verir. Yeryüzünde keşfedilebilecek pek çok yer, sanatçı, kitap, eser, müzik ve insan olduğunu bilmek verir. İçeride ve dışarıda yapılabilecek yolculukların fazlalığı bu tür insanları şaşırtır. Bazıları genellikle içten çok dış yolculukları tercih edip sosyal olması gerektiğini düşünerek yalnızlığından kaçınır. İçsel zenginliğin farkına varamayan, içinde hiçbir şeyle karşılaşmayacağına inanan kişi kendini bilmekten korkar.

Bazen denize taş atinca yankisini duyamaz insan. Zaman içinde taş atmaya devam eder sesini duymak için degil sadece bir eylemde bulunmak için. Ama bu daha da yalnizlaştirir ve kendine döndürür...

20 Mart 2009 Cuma

Giorgio de Chirico'nun Resimlerinde Melankoli

Resim sanatında melankoli bir konu olmasının yanında tasvir edilen figürün ruh halidir ya da izleyende bıraktığı etkidir. Eski Yunan resminde de 20. yüzyıl resminde de bu tür bir figüre rastlanabilir. Bu resimler insanın içinde bulunduğu trajedinin sanatçıda uyandırdığı durumu ortaya koyar. Ortaçağ’da karışık, karanlık ve dini baskılar altındaki ortamda sanatçılarda bu trajikliği yansıtan yapıtlar üretirler. Kuzey ülkelerinin sanatçıları dönemin insanlarının ruh hallerini, acılı ve gülünç hallerini düşlerle besleyerek aktarırlar. Romantik ressamlar da yaşadıkları çağdan memnun olmayıp geçmişe özlem duyarlar, düşlere ve doğaya yönelirler. Doğanın görkemini ve insanın doğa karşısında güçsüzlüğünü, çaresizliğini konu olarak seçerler. Sembolist ressamlarda düşler ve hayallerden yola çıkarak simgesel bir ifade kullanırlar. Onlar için ruh ve melankoli iki önemli unsur olur. Doğanın ruhunu verirken çağrışımlara ve sembollere başvururlar. Her sanatçı kendi gördükleri, yaşadıklarını, edebiyattan aldıklarını, imgelem ve düş gücüyle bir araya getirip ifade eder. Munch renklerle veya bir takım duruşlar ve pozlarla ruhsal sıkıntıları simgesel olarak verir...

17 Mart 2009 Salı

Bilinemeyenin Etrafında Dolaşan Belirsizlik

Bazı kadınlar Pygmalion'un özenle yaptığı ve canlanmasını istediği kadın heykelinin canlı hali gibidirler. Bu kadınlar maddeselin önemli olduğu bu dünyada bedenen olabilecek mükemmelliğin en üst konumunu temsil ederler. Bu durum yaşamlarını ve istediklerine ulaşmayı kolaylaştırıcı, şans getirici olabileceği gibi zorlaştırabilir de. Kadın bedeninin güzel olması madde -yaşanılan- dünyasında, daha önce kurgu olmuş olsa bile enerjiden maddeye dönüşmüş bu boyutta tercih edilendir ve görsel olarak herhangi bir kusuru olmayan kadın bu anlamda donanımlı olarak gelmiştir. Çağlar boyunca göze güzel görünen kabul görmüştür. Sadece kadın değil ikinci planda olsa da erkek bedeni de düzgün ve estetik değerler içinde olmalıydı. İster insan bedeni için olsun ister bir sanat eseri için, ister günlük kullanım eşyası için ya da doğada olsun uyum, denge, düzgünlük, parçaların bir araya gelip bütünlüğü oluşturması ve bunun buraktığı etki sonsuzluğu ve yaratım gücünü çağrıştırır. Ne var ki bu sıkıcı olabilir. Şaşırtıcı, yadırgatıcı ve rahatsızlık verici bile olsa uyumsuz, asimetrik, parça halinde hoş ama bütünde ifadesiz, anlamsız ve biçimsiz nesneler farklılık ve çeşitlilik getirebileceği için coşkuya ve canlılığa neden olup tekdüzelikten uzaklaştırabilir.

8 Mart 2009 Pazar

Septik Deyişler

İnsanlar neden belirledikleri durumun esiri olup kurallarla yaşamak zorunda kalmıştı? Duygular bastırılmış, isteklerin pek azının gerçekleşmesine izin verilmişti. Kötüden kaçış mı bunları belirlemişti? İyi ve kötü kime ve neye göre iyi ve kötüydü? İnsan içindeki duyguların ve dürtülerin hangisini neye göre açığa çıkarıyordu? Bu onun elinde olmayınca deli mi oluyordu? Onu yöneten kendisi mi yoksa sadece bir zerresi olduğu başka, çok güçlü, benzersiz, sonsuz, sınırsız bir varlık mıydı? Bütün, onun parçaları ve yansımaları. Hep bu noktaya varılıyordu. Evrendeki her varlık kendi içinde önemliydi ve bütüne hizmet ediyordu.

Kafası sürekli meşgul olan kişinin yeni öğrendikleri onu başka bilgilere götürür. Bunun sonu yoktur. Bir konu üzerinde uzmanlaşmak, bir konuya odaklanmak sınırsız bilgiyi ıskalayabilir. Uygarlıkların gelişmesini ve devamlılığını sağlayan geçmişten gelen bilgileri edinip geleceğe yönelik ürünler ortaya koyabilmek gerekir. Aslında her şey bulunulan andan ibarettir ve düşüncenin ürünüdür. Geçmiş ve gelecek dünya üzerinde sınırlı algılaması olanlar için geçerlidir. Ancak başka boyutların ve düzenlerin farkına varmak için metotların bilinmesi gerekir. İçten gelenlere, sezgiye, altıncı hisse inanma ve kendine güvenip sorduğu bütün soruların cevabını kendinde bulabileceğini bilmesiyle ve doğadaki her varlığın büyüleyici yanının bulunduğunu anlamasıyla ve kendini doğaya bırakmakla belki aşama kaydedilir...

23 Şubat 2009 Pazartesi

Sanat Eseri Olan İnsan Hayatı

İnsan kendi kendisini oluştururken sanat eserine dönüşmez mi? Somut bir üretimde bulunmasa da yaşamı boyunca acı, sıkıntı, hüzün, mutluluk, neşe ve sevinç içinde olmamış mıdır? Sadece var olmanın altında çaresizliği duyumsamamış mıdır? Sanat yalnızca insanın belirli somut araçlar kullanarak ortaya çıkardığı bir üretim midir? Yaşayarak ve var olarak da durmadan kendini üreten insanın yaptığı bütün sanat eserlerinden üstün değil midir?

Normal bir sanat eserinde yetkinlik, özgünlük, içtenlik, özen, yeni bir şeyleri yeni bir tarzda sunmak ve nitelik önemliyken burada iyi veya kötü sunuş önemli değildir. Onun sanat olduğu ancak dışına çıkıldığında anlaşılabilir. Hiçlik ve boşluk içindeyken. Aynı zamanda yadsımayla; yaşantıyı, var olmayı, iyi ve kötü olarak adlandırılan her düşünceyi, kavramı ve eylemi.

İnsan yaşamının ya da yaşantılarının sanat olmasından kastedilen performans sanatı ya da tiyatro değil. Bu tür sanatlar da diğer insan eylemleri gibidir. Elbette insan tasarılarını ve düşüncelerini eyleme dönüştürme ve böylece kendi gelişimini sürdürebilme kaygısını taşır. Yaşantıların oluşabilmesi için de sürekli bir eylem gerekir hiçliğin ve yokluğun karşıtı olarak. Yine de eylem tek başına belirleyici değildir.

Yaşantıların toplamıyla oluşan insan hayatı bile, sanat olsa ne çıkar olmasa ne çıkar. Hoş olan ve zevk duyulan her şey gibi uyumsuzluğun ve başkaldırının da vardığı nokta ölüm olduktan sonra. Hiçbir haz, hiçbir keyif, hatta daha derin ve iz bırakıcı olsa da hiçbir mutluluk kalıcı değildir. Ve an dışında bir zaman da yoktur.

Nalan Yılmaz, Sanat Üzerine Düşünceler, 2 Haziran 2003, Hürriyet, Agora


Benzer yazılar:

Resim Üzerine Düşünceler 
Sınırları Kaldırandır Sanat 
Sanatçı Kimdir?

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.   Creative Commons License

22 Şubat 2009 Pazar

Sanatçı Kimdir?

Sanatçının üretimi tektir. Tıpkı bugüne kadar bir benzeri daha yaratılmamış insan gibi. Yüzyıllardır dünyaya gelen milyarlarca insanın birbirinden farklı olması gibi. Sanatçı yeni formlar ortaya koyar, eskileri tekrarlamaz ya da olanı değiştirir ve farklılaştırır.

Sanatçı değer taşıyan, benzeri olmayan bir çalışma içinde olandır. Bir eserin biçimlenmesi de becerinin, bilginin ve tekniğin ötesinde kendiliğinden gelen içten bir yetenek olan dehanın sayesindedir.


Sanatçı evren karşısındaki şaşkınlığını, hiçlik, güzellik ve onunla birlikte ölüm korkusunu coşkun bir şekilde kendini sezgilerine ve dehasına bırakarak bitmek bilmeyen bir çabayla ifadelendirmeye çalışandır.

Sanatçı sadece hoşa giden, estetiğe yönelik keyif alınabilecek ürünler değil sarsıcı, çarpıcı, kışkırtıcı, şaşırtıcı ve bir o kadar da düşündürücü eserler de oluşturandır. Sanatın tek amacı güzelliği yansıtmak ya da mesaj vermek değildir, olmamalıdır da.

21 Şubat 2009 Cumartesi

Sınırları Kaldırandır Sanat

İnsanlar maddeyle, zamanla ve mekanla sınırlandırılmışlardır. Van Gogh’un güneşine girip Dionysos’un peşine takıldıklarında sonsuzluğun tadına varabilirler. Sınırları kaldırandır sanat. Coşkuyla kendinden geçişle doğayla bütünleşme, kendi dışına çıkma ve kendini kaybetme isteği içinde olma yaşama karşı sevinç duygusunu getirir ve sanatsal üretimlere neden olur.

Dünyaya geldiği andan itibaren insan bir oyunun içinde yer alır. Zamanla başkalarının oyunundan çıkıp kendisininkini oluşturur. Amaçsız ve çıkarsız olarak sadece eğlenmek için oynar oyununu farkında olmasa da. Sanat da çıkarsızdır ancak yalnız ortaya çıkaranın değil başkalarının da hoşuna giden ve yaşam hakkında belirli bir bakış açısı ileten anlamlı bir üretim olduğu için oyundan farklıdır...

Her insanın kendine özgü yaşamındaki ve düşlerindeki alternatif sonsuz yaşantılarının olağanüstülüğü hayranlık uyandırır. Dünya içinde bambaşka dünyaları barındırır. İnsanın yaşantılarından, çevresindeki olaylara karşı tutumundan, sorgulamalarından, araştırmalarından, düşüncelerinden, duygularından, sezgilerinden ve içindeki sevgiden yola çıkarak kendini ifade etmesindeki ve bunun dünyayı zenginleştirmesindeki büyülü güce yani sanata şaşırmamak ve saygı duymamak mümkün değildir.

20 Şubat 2009 Cuma

Resim Üzerine Düşünceler

*Resim yapmak için yetenek, ilgi, eğitim, teknik bilgi ve çok çalışmak gereklidir. Ancak bunlar yeterli değildir. Geçmişteki ustaların yapıtları ve çağın gelişmeleri takip edilmeli, çevreyi, insanları, doğayı, olayları iyi gözlemlemeli ve daha önce söylenmemişi, fark edilmemişi yakalayıp ortaya konmamış bir tarz edinebilmeli, üslup oluşturabilmelidir. Doğada yer alan ağacı diğerleri gibi resmetmek değil kendi algılarından ve imgelerden yararlanarak yeni bir bakış katıp öznel olduğu kadar nesnelleştirebilmelidir. Resmin kendi içindeki ışık, renk, çizgi, leke, biçim öğeleri bir kompozisyon olarak bütünlük içinde ve dengeli bir şekilde verilmelidir. Resim mesaj vermek zorunda değildir. Kendi içinde uyumu yakalayabilmelidir...

8 Şubat 2009 Pazar

Antik Çağda Anadolu'lu Filozoflar

Antik dönemde Yunan uygarlığının her alanında olduğu gibi düşünce ve felsefede de gelişme  olmuştur. Yunanlılar Eski Mısır ve Doğu uygarlıklarından etkilenerek yeni düşünce şeklini oluşturmuşlardır. Ancak felsefe belli bir kültürün sonucunda ortaya çıkmıştır. Yunanlı filozofların önemli isimleri Batı Anadolu toprakları üzerinde yaşamış ve öğretileri buradan Yunanistan'a geçmiştir. İyonya felsefesini Yunanistan'da Kolophonlu Ksenofanes yaymış ve bir felsefe ekolü kurmuştur. M.Ö. 6. yüzyılda İyonya'da aydın çevrelerde belli bir düşünce oluşmaya başlamış, çok tanrılı bir dinin kabul edildiği bir ortamda doğa olayları bu tanrıların gücüyle değil doğa kanunlarıyla açıklanmaya çalışılmıştır.

İyonya'da bilimi ön plana çıkaran doğa filozofları Efesos ve Miletos şehirlerinde yaşamışlardır. Miletoslu matematikçi, astronomi bilgini ve düşünür THALES her şeyin kaynağının su olduğunu ileri sürmüştür. İlk Yunanlı filozof olarak kabul edilen Thales 'şeylerin gerçeği insan değil sudur' demiştir ve dünyayı okyanus üzerinde yüzer olarak düşünmüştür. Ayrıca Anadolu kıyılarından görülen M.Ö 585 yılındaki güneş tutulmasını önceden hesaplayabilmiştir...

5 Şubat 2009 Perşembe

Antik Yunan'da Din

Heredot’a göre çok tanrılı Yunan Dini’nin yaratıcıları Homeros ve Hesiodos’tur. Ancak daha sonraları tanrı soyları ve efsanelerine yeni ekler yapılır ve yeni yorumlarla zenginleştirilir. Bazıları Dor’lar tarafından getirilmiştir. Yunan tanrıları insan hayatına karıştıklarından insanlaşmışlardır ama ölümsüzdürler.

Tanrılar Zeus'un etrafında bulunurlar. Olimpos Dağı mekanlarıdır. Zeus gök tanrısıdır; bulutlara, yağmura ve yıldırımlara egemendir. Zeus’un pek çok eşi olmuştur ama en önemlisi aynı zamanda kız kardeşi olan Hera’dır. Hera evliliğin ve gebeliğin koruyucusudur. Zeus’un aşklarına karışır ve onu rahat bırakmaz. Bilgelik ve savaş tanrıçası Athena Prometheus’un Zeus’un alnını baltayla yarması sonucu bu yarıktan zırhlara bürünmüş şekilde çıkmıştır. Genellikle Pallas Athena diye anılır. Hera Zeus’un alnından Athena’yı çıkarmasına öfkelenmiş ve kimseyle birlikte olmadan ateş ve demircilik tanrısı olan Hephaistos’u doğurmuştur. Hephaistos güzellik ve aşk tanrıçası Aphrodite’nin eşidir. Ama Aphoridite onu Ares’le aldatmıştır. Aşk tanrıçasının başka sevgilileri de olur. Genellikle üç güzeller diye anılan Kharitler, Horalar ve Eros tanrıçanın etrafındadırlar...

2 Şubat 2009 Pazartesi

Antik Yunan Tarihi

M.Ö. 3000 ortalarından M.Ö. 1200 yıllarına kadar Girit’te bir uygarlık bulunuyordu. Bu kültür M.Ö. II. binde özellikle Ege Bölgesi ve Boğazlar yoluyla Karadeniz’le, Balkanlar yoluyla Avrupa’yla, Anadolu yoluyla da Ön Asya ile ilişkideydi. Girit’in diğer kültürlerle ilişkisi ticari amaçlıydı. Girit’te M.Ö. 1400’lerden itibaren dışarıdan gelen istilalar sonucu bir gerileme görüldü. Akaların Girit’i istilası 300 yıl sürdü daha sonra Dorların göçleri başladı. Giritteki kültürün sona ermeye başladığı M.Ö 1500’lerde Peleponnes kıyısında Argos’ta Miken kültürü ortaya çıktı. Miken’de şehir devletleri tarafından idare edilen savaşçı bir toplum yaşıyordu. Miken kültürü Girit’tekilerden farklıdır ama bu kültürün etkilerini taşır.

Önce Girit sonra Miken kültürleri yayılarak önem kazanıyordu ama Yunan Tarihi ile bu kültürler arasında neredeyse hiç bağlantı yoktur. M.Ö. 13. yüzyıldan 8. yüzyıla kadar geçen dönemde Girit ve Miken izleri yok oldu. Dorlar kuzeyden güneye ilerleyip her şeyi kendi egemenlikleri altına alarak Aka ve Miken sülalelerinin izlerini yok ettiler. Akalar ve İyonlar Ege Denizi’ni geçerek Anadolu kıyılarına kaçtılar ve burada kıyı boyunca yerleşerek yeni İyon kentleri kurdular. Mikenlerin deniz üzerinden Kıbrıs ile Güney Anadolu’dan Doğu Akdeniz kıyılarına kadar ulaştıkları buralarda ortaya çıkan Miken buluntularıyla belgelenmiştir (1).

5 Ocak 2009 Pazartesi

Beylerbeyi Sarayı Cephe Süslemeleri

Beylerbeyi Sarayı cephe süslemeleri açısından 19. yüzyılın diğer Osmanlı saray ve kasırlarından daha sade bir görünüme sahiptir. Ana yapının cephelerinde iç mekanın tersine ağırlıklı olarak batı tarzları hakimdir.


1. Selamlık Girişi Cephesi: Sarayın Selamlık tarafının önünde Avrupa barok saraylarının bahçelerinin tarzında düzenlenmiş simetrik ve havuzlu bir bahçe yer alır. Bahçedeki oval havuzun etrafında mermer aslan heykelleri vardır. “İki katlı olan sarayın cephesi Fransız barok saraylarından esinlenerek düzenlenmiştir” (1). Öne doğru çıkıntı oluşturan bölüm Barok yapılara özgüdür ve hareketlilik getirir. Selamlık cephesinin çıkıntılı giriş bölümünün iki katında da aynı tarz mimari öğelere yer verilmiştir. Ortada üçlü, yuvarlak kemerli pencereler varken alt katta ortadaki pencere giriş olarak kullanılır. Üçlü pencere guruplaması Neo-klasik yapıların özelliklerindendir. Bu pencerelerin iki yanında daha küçük boyutlu birer dikdörtgen pencere yer alır. Pencereler arasında alçak bir podyum üzerinde yükselen ve öne doğru çıkıntı oluşturan korint başlıklı sütunların yivleri antik mimarideki örneklerinden farklıdır...

10 Aralık 2008 Çarşamba

Anadolu Selçuklu Hanları

Selçuklu döneminde han ve kervansaraylar gibi sivil yapılar Anadolu’da kuzey güney yolu yanı sıra İstanbul’dan İran’a uzanan İpek yolu kenarlarında da inşa edilmiştir. Özellikle Konya, Kayseri, Sivas gibi ticaret merkezlerinin bulunduğu yollar sayesinde Selçuklular büyük gelir sağlamışlardır.

Hanlar Anadolu’daki ilk ticari konaklama mekanlarıdır. Ulaşımın kontrol altında tutulması amacıyla Selçuklu Sultanları ve vezirleri tarafından yaptırılmışlardır. Dönemin sosyal ve kültürel yapıları içinde önemli yere sahip olan hanlar bugünkü otellerin işlevlerini yerine getirirlerdi. Karahanlı, Gazneli ve Büyük Selçuklu ribatlarından esinlenerek yapılan yapılar anıtsallıklarıyla dikkat çeker. İki han arası mesafe -menzil- yaklaşık 35 km, dağlık bölgelerde 15 km'dir...

27 Kasım 2008 Perşembe

20. Yüzyılda Mobilya Tasarımı 2


Mobilya alanında 1950'ler bazen kitsch sınırlarını zorlayan mantarsı, eğrisel tasarımların olduğu yıllardır. Dönemin en önemli ismi Charles Eames'tir. Mimar Euro Saarinen'in 1956 tarihli tek bacaklı Lale Sandalyeleri de tüm dünyaya yayılmıştır. Plastik malzemenin kalıba dökülmesiyle oluşturulmuş sandalyelerin oturma kısmında renkli kumaş minderler yer alır. Harry Bertoia'nın organik biçimli sandalyeleri çelik krom ağdan bir yastıkla meydana getirilmiştir. Polyester, alüminyum, kontrplak kullanımları dikkati çeker. Yaslanılan ağ kısım yelpaze gibi açılmıştır. Oturulan bölümde kumaş minder kullanılır. Ayaklar ince çubuklar halindedir. Charles Eames'in chaise lounge adlı mobilyası kalıplanabilen sert plastikten yapılmıştır. 1948 tarihli bu koltuk sentetik örtüye sahiptir. Henry Moore'un heykellerini andıran koltukta simetri ve orana uygunluk önemsenmemiştir. Koltuk ince bacaklarla çarpı şeklinde kaide üzerine oturur...

25 Kasım 2008 Salı

20. Yüzyılda Mobilya Tasarımı 1

Mackintosh, Tepe Evi Sandalyeleri, 1897,
20. yüzyılın başlarında üretilen mobilyalar gerçek ve zengin sanat alıcılarıyla orta sınıfa hitap eder. Tasarımcı her iki kesimi dikkate almak zorundadır. "İskoç'un liman şehri Glaslow Sanat Okulu'nda Japon sanatından etkilenen bir grup mimar ve sanatçı yeni bir stil geliştirdiler, az süslemeyi ve siyah beyaz renkleri tercih ettiler. Art Nouveau'nun son dönemlerinde grubun başında bulunan Charles Rennie Mackintosh ince zarif yatay ve dikey hatlardan kurulu formlar kullandı." (1). Mackintosh'un 1897 yılında tasarladığı sandalyeleri sade süsleme öğeleriyle Art Nouveau'nun son dönem örneklerini gösterirler. Hellensburg'daki Tepe Evi'nin yatak odası için 1903 yılında yaptığı sandalyede yatay ve dikeyin vurgulandığı geometrik formlar ve yalınlık göze çarpar..

Art Nouveau'dan sonra 1920 ve 30'larda görülen bir diğer akım Art Deco'dur. "20. yüzyılın başlarında Almanya ve Avusturya'nın geleneksel el sanatları atölyelerinde üretilen mobilyalara dayanan bir akımdır. 1930'lara kadar özellikle Jacques Emile Ruhlmann, Andre Gnoult ve Eilen Gray gibi tasarımcıların öncülük ettiği bu üslupta üretilen mobilyalarda sedef, fildişi, abanoz, altın, gümüş, kaplan ve leopar postları ile parlak renkli ipekli kumaşlar gözde malzemeler olarak kullanılmıştır." (2). 

22 Kasım 2008 Cumartesi

Gelenekten Kopuş: Art Nouveau

19. yüzyılın ikinci yarısından sonra zevksiz makine üretimine karşı çıkan Arts and Crafts hareketinin (Güzel Sanatlar ve El Sanatları) yalın ve işlevsel mobilya tasarımları sonraki dönemleri de etkiler. El işçiliğinin ve zanaatın öne çıkarılması yanı sıra sanatın herkese ulaşabilmesi 1890-1914 yılları arasında Avrupa'da ve Amerika'da kendini gösteren Art Nouveau (Yeni Sanat) tarafından da önemsenir. 1862 yılından sonra Dünya ticaret fuarlarında Japon ahşap baskıları, tekstiller, porselenler sergilenmeye başlar. Bunun sonucunda Doğu dünyasına, Japonya’ya ve Çin’e ilgi artar. Tarihselci yaklaşımlardan uzak durarak geleneksel sanattan kopan ve doğanın çekiciliğine kapılan ‘Yeni Sanat’ tüm dünyada benimsenir.

20 Kasım 2008 Perşembe

19. Yüzyıl Akımı: Arts and Crafts

18. yüzyıl sonunda Avrupa'da endüstri devrimi gerçekleşir. Endüstri devriminin ardından İngiltere'de makine kullanımı buharlı makinelerle yaygınlaşır. İnsan ve hayvan gücünün yerine makine geçer. Kırsal kesimlerden kentlere göçler başlar. İngiltere'de nüfusun çok az bir kesimi kentte yaşarken 30 yıl içinde yarısı kentli olur. Tren 1825'te İngiltere'de, 1829'da Amerika'da, 1835'te Almanya'da ve 1874'te Osmanlı'da görülür. 1855'te ilk elektrikli telgraf, 1862'de telefon, elektrik santralleri, 1885'te motorlu taşıtlar ortaya çıkar. Hızlı kentleşme sonucu oluşan karışıklık strese yol açar.

Eski kentlerin yerine yenileri kurulur. Sanayi devrimiyle mekanik üretim ön plana geçer, el sanatları geriler. Küçük dükkanların yerini fabrikalar alır. Kentleşme yeni yapıların inşa edilmesini zorunlu kılar. Yeni yapılarda demir kullanımı önem kazanır. Endüstri yapıları dışta geleneksel görünüme sahipken içte demir kullanılan geniş bir strüktür ve mühendislik yapılarıdır. İkinci malzeme camdır. Demir daha çok pasajlarda, sergi salonlarında, istasyonlarda, cam ise konut yapılarında uygulanır. Endüstri devrimi sonucu oluşan yeni kentlerde yeni planlamalar yapılır: kent içinde pasajlar, sergi binaları, depolar, kütüphaneler, mağazalar, gar binaları, borsa binaları, seralar, botanik bahçeleri ve köprüler gibi..

15 Kasım 2008 Cumartesi

Edvard Munch'un Umutsuz İnsanları

Acı, aşk, insan ilişkileri, melankoli, hastalık ve ölüm... İnsanın ruhsal ve fiziksel hayatını belirleyen ana etkenlerdir. Çocukluğunda ailesindeki bireylerin hastalıklarına ve ölümlerine tanık olan Norveçli ressam Edvard Munch’un (1863-1944) ömrü boyunca unutamadığı bu durumlar onu fazlasıyla etkiledi ve sanatına yön veren unsurlar oldu. Babası doktor olan ressam din adamlarının, subayların ve öğretmenlerin olduğu bir burjuva ailesinde dünyaya geldi. Annesi ve kız kardeşinin veremden ölümünün ardından sarsılan bunalım içindeki babası odasına girip saatlerce dua ederdi. Munch o günler için yetmişinci doğum gününden sonra "hastalık, delilik ve ölüm beşiğimin başucunda nöbet bekleyen ve ömrüm boyunca yanımdan ayrılmayan kötü meleklerdir" diye yazar.  

1889 yılında Christania’da açılan ilk sergisi sonunda aldığı bir bursla gittiği ve üç yıl kaldığı Paris’te Manet, Gauguin, Seurat ve Van Gogh gibi ressamları keşfetti. Evrensel Sergi için Paris’te bulunduğu sırada babasının ölümü nedeniyle büyük bir depresyona girdi. 1892'de Berlin’de elli çalışması sergilendi. Ancak üslubuna karşı gelişen tepki nedeniyle sergi bir hafta sonra kapatıldı. Almanya’da kaldığı yıllarda aşk ve ölüm korkusu temalarının yer aldığı 'Hayat Frizi' serisini oluşturdu. İnsanların neşeli, acı ve umutsuzluk içinde gösterildiği Hayat Frizi’nin tamamı 1902 yılında Berlin’de sergilendi. 1908 yılında bunalım geçirerek altı ay hastanede yatan sanatçının Alman Müzelerindeki resimlerinin bir kısmı 1937’den sonra Naziler tarafından yoz sanat olarak nitelendirilmiştir.

10 Kasım 2008 Pazartesi

Şehzade Köşkleri’nin Duvar ve Tavan Ressamları

II. Abdülhamit (1876-1909) döneminde yaptırılan Yıldız Sarayı’nın bahçesindeki Şehzade Köşkleri, odalarında bulunan duvar ve tavan resimlerinden dolayı önemlidir. 19. yüzyıl sonunda mimariyle bağlantılı bu resimler, 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren süren bir geleneğin son aşamasıdır. Resimler doğa görünümleri, doğa ile birlikte mimari görünümler ve natürmortlar olarak duvar ve tavanlara yapılmıştır. Şehzade köşklerinden ‘Sarı Köşk’ün merdiven boşluğunda ise farklı bir uygulama ile karşılaşılıyor. Büyük bir kompozisyon içinde küçük olarak da olsa talim yapan erlerin gösterilmesi duvar resminde önemli bir gelişme. II. Abdülhamit dönemi duvar resimlerinde az da olsa doğa içinde bu tür figürlere rastlanıyor. 

19. yüzyılda yağlıboya tablo resimlerinde de benzer konulara yer verilmiştir. Tuval resimleri duvarlardaki dekoratif etkiyi sürdürmüştür. Doğa görünümleri olduğu gibi yorum katılmadan aktarılmıştır. Hemen hepsinde perspektif kurallarına ve ışık-gölgeye dikkat edildiği görülüyor. Tuval resimleri Enderun’da okuyanlar, Darüşşafakalılar ve Aşkeri Okullarda yetişenler tarafından yapılmıştır. Askeri okullarda perspektife yönelik arazi ve doğa görünümlerinin ele alındığı resim dersleri olması sonucu manzara resimlerine yönelim olmuştur.

İstanbul görünümleri, köşk, kasır, bahçeler, ağaçlar, su, köprü, çeşme ve dağlar tuval resimlerinde olduğu gibi duvar resimlerinde de en çok yer verilen konulardır. Duvar ve tuval resmi aynı paralellikte gelişim gösteriyor. Gemili ve dalgalı denizli resimlerde İstanbul’a gelmiş olan Ayvazovski’nin tablolarının etkileri görülüyor. Ancak gemi ve deniz manzaraları Askeri Okullarda da yaygın bir konu olduğu için bu tür duvar resimlerinin Askeri ressamlar tarafından yapılmış olması mümkündür. Şeker Ahmet Paşa’nın natürmortlarıyla duvar resimlerindekiler de benzerlik gözleniyor.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...