Ekfrasis en basit tanımıyla bir
görsel sanat çalışmasının yazılı veya sözel anlatımıdır. Görseli açıklamanın ve
Batı sanatıyla ilgili yazmanın özel ve en eski örneği olan ve ek ile phrasis kelimelerinden türeyen sözcük Yunanca kökenlidir. Görüntü
ve yazın arasında bağ kuran ekfrasis detaylı ve derinlemesine anlatmak anlamına
da gelir. Amaç tanımlanan görünüşü okuyucunun karşısındaymış gibi
algılatmaktır. Antik dönemde herhangi bir şeyi açıklamak olarak da kullanılır. Bazen
söz edilen şey hayalidir; yazarın hayal gücü ve yazma yeteneğiyle var olur. Okuyucu
veya dinleyici için konunun gerçek ya da uydurma olmasının önemi yoktur. Genellikle
metinler sanat tarihsel ifadeler gibi olmak zorunda değildir. Retorik derslerinde
öğrencilerin düşünme ve yazma alışkanlıkları oluşturması içindir. Retorikçiler
zamanla resim, heykel ve mimari gibi konuları daha çok tercih ederler.
Antik dönemde Yunanlı filozoflar Sokrates,
Platon, Aristoteles ekfrasisi gerçek dünyadaki bir nesnenin sanat yapıtıyla
ifade edilmesi olarak ele alırlar. Sokrates Phaidros ile söyleşisinde yazı
yazmayı resim yapmaya benzetir. "Ressamın
yapıtı gerçeğin kendisi gibi gözlerimizin önünde durur ama onu sorgularsan, derin
sessizliğini korur. Yazılı kelimeler için de böyledir aslında. Akıllılarmış
gibi seninle konuşurlar ama anlattıkları hakkında daha fazla bir şeyler
öğrenmek için soru yöneltirsen söylediklerini sonsuza kadar yinelerler."
Ressam şekil ve renklerle bir nesneyi taklit ediyorsa, o nesneye ad verilerek
de ses, hece ve kelimelerle özleri taklit edilir. Şiir ve resim birbirini
tamamlar. Platon’a göre ressam ağaç resmi yaptığında bu varlık bakımından
üçüncü sıradadır ve o yüzden değersizdir. İlk sırada zihinde kavranabilen idea
vardır, daha sonra onun kopyası ve görünüşler dünyasına ait olan ağaç yani
nesne ve son olarak da onun da kopyası resimdeki ağaçtır. Resim görünenin yansımasıdır.
Bu da taklit yani mimesis’ten başka
bir şey değildir. Platon için gençlerin yetiştirilmesinde araç olan sanat
eldekinin biçimlenmesidir.
Aristoteles içinse sanat -aynı zamanda zanaat, tekhne*- bir yaratış ortaya koymayı sağlayan yetenektir. İnsanın edinimleri: bilmek, istemek ve poiesis** dir. Sanat da sadece taklit değil aynı zamanda yaratım olan mimesis -sanatçı ve yapıtı arasındaki ilişki- ile başlayıp katharsis (arınma - sanat eseri ve alımlayıcı arasındaki ilişki- ile son bulur. Nesnenin kavranışı sonucunda ruhsal arınma gerçekleşir. Aristoteles de sanatı mimesis olarak görür ama ona göre sanat yararlıdır ve bir amacı vardır. “Ozan tıpkı ressam veya başka herhangi bir biçim verici sanatçı gibi taklit edici bir betimleyicidir.”(Poetika, 25. bölüm)
Ekfrasis geleneği tarihi şiirselleştiren ozan Homeros’un İlyada’sının onsekizinci bölümünde ayrıntılı şekilde anlatılan ve topal tanrı Hephaistos’un yaptığı beş halkalı ve çeşitli figürlerle bezeli eşsiz Akhilleus’un kalkanına kadar dayanır. Şiir içinde tarif edilen malzeme ve görsel detaylar gerçek değil kurgudur. Buna rağmen anlatımın gücü ve kullanılan sözcükler metal kalkanı hayranlık verici ve hareketli bir görüntüye dönüştürür. Kalkanın yapılış aşamaları anlatılırken okuyucu da bu sürece katılır. “…Tanrı kalkana koca salkımlar yüklü bir bağ koydu / altından güzel bir bağdı bu / kara kara üzümler sarkıyordu / salkımlar gümüş sırıklara yaslıydı boydan boya…” Hesiodosa ait olduğu sanılan şiirde yine maden işlerinde usta olan demirci ve ateş tanrısının değerli metallerle yaptığı Herakles’in kalkanı da son derece canlı tarif edilir.
Roma Dönemi’nde Yunanlı sofist retorikçilerin el kitabı Progymnasmata’da ekfrasis bir nesnenin, doğanın, olayların etkili bir dille anlatılmasıdır. Limnili retorikçi Philostratus resim sanatına duyduğu ilgiden dolayı, yazılarında mitolojik konulu resimlerden bahsederken kendi şiirsel yorumlarını da katar. Edebi retoriğin konusunu resimden alması gerektiği üzerinde durur. Yazı ile resim birlikteliğinde önemli bir dönemi başlatır. Yunanlı sofist Kallistratus 4. yüzyılda Ekphraseis adlı kitabında mitolojik karakterlerin heykellerinden esinlenen övgü dolu şiirsel metinler yazar. Vergilius ‘Aeneas’ adlı epik destanında Kartaca’daki bir tapınaktaki Troya savaşıyla ilgili duvar resmini ayrıntılarıyla betimler. Romalı şair Horatius ‘Ars Poetica’da resmin sözsüz şiir olduğunu belirtir. “Şiir de resme benzer -ut pictura poesis-. Kimine yakından baktığın zaman hoşlanırsın, kimine uzaktan bakınca. Kimisi yarı aydınlıkta bakılmak ister, kimisi de, eleştirenin titiz gözlerinden korkmadığı için, ışıkta! Kimini bir defa okusan hoşuna gider, kimini on defa okusan, yine tadına varamazsın".
Bizans’ta özellikle dini konuları anlatmak ve mimari yapıları övmek için ekfrasisten yararlanılır. 6. yüzyılda Bizanslı şair Paulus Silentiarius Ayasofya ile ilgili ekfrasis bir şiir yazar. Buradaki tanımlamalar o kadar etkileyici ve detaylıdır ki sanki okuyan o anda bu görkemli yapının içinde dolaştığını hisseder. “Ve eşiğinden bir kez adım atan / Kaçıp kurtulamaz bu muammadan / Tutkun, başıboş, yaşlı gözlerle / Doyumsuzca savrulur durur / Ulu mâbed içinde oradan oraya. / Boşa değil elbet bunca debdebe / İmparatorumuz diriltti bu kusursuz güzelliği / Yücelerin yücesi Tanrının lütfuyla!”
Sanat yapıtının retorik tasviri olan ekfrasis kavramı Rönesans’ın antikiteye yönelmesiyle yeniden keşfedilir. İtalyan yazar, ressam, tarihçi ve mimar Giorgio Vasari, 1550 tarihli kitabı Vite’de (Sanatçıların Hayat Hikâyeleri)*** Michelangelo’nun 1508 - 1512 yılları arasında Vatikan’da Sistine Şapel’in duvar ve tavanına yaptığı freskleri ekfrasis tarzda anlatımlarla okuyucuya aktarır. “Mükemmellik açısından bu yapıtla kıyaslanabilecek başka yapıt yoktur, olamaz da, Michelangelo’nun ulaştığı noktayı taklit etmek bile neredeyse olanaksızdır. Tavan, sanatımız için gerçek bir kılavuz olmuş, bütün ressamlara paha biçilmez bir yarar sağlamış, yüzyıllardır karanlığa gömülmüş olan dünyaya tekrar ışık getirmiştir. Aslında ressamların artık yeni buluşlar, değişik tavırlar, giyinik figürler, taptaze ifade biçimleri peşinde koşması gerekmez çünkü bu yapıt bu başlıklar altındaki olası bütün kusursuzlukları içermektedir.”
İngiliz yazınında 14. yüzyıla ait ‘Cantenbury Hikâyeleri’nde ilk ekfrasise rastlanır. Sonraki yüzyıllarda da edebiyatta yaygın olarak kullanılmaya devam eder. 18. yüzyılda gezginler gördükleri yerlerdeki sanat yapıtlarını anlatan metinler yazarlar. Böylece okuyucuyu görsel bir deneyimin katılımcısı yaparlar. Aynı yüzyılda ressam ve şair William Blake şiirlerini kendi çizimleriyle bütünleştirir. İmgeleri canlı bir görsellik içinde aktarabilme yeteneğine sahiptir. Hem şiirde hem resimde son derece yetkin olmasına rağmen değeri anlaşılmaz. Hayal gücü zengin ve çağının ötesindeki sanatçının gravürlerinde sözcükler ve desenler benzersiz bir tasarımla bir araya gelir. “Bu dünyanın imgelem ve vizyon dünyası olduğunu biliyorum. Bu dünyada resmini yaptığım her şeyi görüyorum, ancak herkes aynı şeyi göremez.” Romantik Dönem’de şiirin resme olan üstünlüğü üzerinde durulur. Percy Shelley şairin, gerçeği nesneleri taklit ederek yansıtan resim ve heykel sanatından daha etkili bir düş gücüyle verebildiğini ifade eder. Duyguların ön planda olduğu bu dönemde müzelerin sayısının artmasıyla, şairlerin zamansız sanat yapıtlarını görme ve onlarla ilgili derin aktarımlarda bulunma şansı da oluşur. Güzelin şairi olarak bilinen**** Romantik John Keats’in bir vazo üzerindeki motiflerden yola çıkarak aşk, acı, ölüm ve zaman gibi temalar üzerinde durduğu 1819 tarihli ‘Yunan Vazosuna Övgü’ adlı şiiri soyut ekfrasisin en ünlü örneklerinden biridir. Vazoda iki ayrı sahne hayal gücüyle bir araya getirilir. Başarısız bir şair olduğunu düşünerek sadece 25 yaşındayken hayata gözlerini yuman, melankolik ve trajik yazgılı Keats, aşkın büyüsüyle bağlı sevgililerin kavuşamayacaklarının hüznünü duyar. “Cesur aşık, hiç ama hiç öpemeyeceksin / Çok yaklaşsan da amacına – yine de üzülme: O hiç solmayacak, mutluluğu tam yakalamasan da / Sonsuza dek seveceksin, ve o da güzel kalacak!”
Aristoteles içinse sanat -aynı zamanda zanaat, tekhne*- bir yaratış ortaya koymayı sağlayan yetenektir. İnsanın edinimleri: bilmek, istemek ve poiesis** dir. Sanat da sadece taklit değil aynı zamanda yaratım olan mimesis -sanatçı ve yapıtı arasındaki ilişki- ile başlayıp katharsis (arınma - sanat eseri ve alımlayıcı arasındaki ilişki- ile son bulur. Nesnenin kavranışı sonucunda ruhsal arınma gerçekleşir. Aristoteles de sanatı mimesis olarak görür ama ona göre sanat yararlıdır ve bir amacı vardır. “Ozan tıpkı ressam veya başka herhangi bir biçim verici sanatçı gibi taklit edici bir betimleyicidir.”(Poetika, 25. bölüm)
Ekfrasis geleneği tarihi şiirselleştiren ozan Homeros’un İlyada’sının onsekizinci bölümünde ayrıntılı şekilde anlatılan ve topal tanrı Hephaistos’un yaptığı beş halkalı ve çeşitli figürlerle bezeli eşsiz Akhilleus’un kalkanına kadar dayanır. Şiir içinde tarif edilen malzeme ve görsel detaylar gerçek değil kurgudur. Buna rağmen anlatımın gücü ve kullanılan sözcükler metal kalkanı hayranlık verici ve hareketli bir görüntüye dönüştürür. Kalkanın yapılış aşamaları anlatılırken okuyucu da bu sürece katılır. “…Tanrı kalkana koca salkımlar yüklü bir bağ koydu / altından güzel bir bağdı bu / kara kara üzümler sarkıyordu / salkımlar gümüş sırıklara yaslıydı boydan boya…” Hesiodosa ait olduğu sanılan şiirde yine maden işlerinde usta olan demirci ve ateş tanrısının değerli metallerle yaptığı Herakles’in kalkanı da son derece canlı tarif edilir.
Roma Dönemi’nde Yunanlı sofist retorikçilerin el kitabı Progymnasmata’da ekfrasis bir nesnenin, doğanın, olayların etkili bir dille anlatılmasıdır. Limnili retorikçi Philostratus resim sanatına duyduğu ilgiden dolayı, yazılarında mitolojik konulu resimlerden bahsederken kendi şiirsel yorumlarını da katar. Edebi retoriğin konusunu resimden alması gerektiği üzerinde durur. Yazı ile resim birlikteliğinde önemli bir dönemi başlatır. Yunanlı sofist Kallistratus 4. yüzyılda Ekphraseis adlı kitabında mitolojik karakterlerin heykellerinden esinlenen övgü dolu şiirsel metinler yazar. Vergilius ‘Aeneas’ adlı epik destanında Kartaca’daki bir tapınaktaki Troya savaşıyla ilgili duvar resmini ayrıntılarıyla betimler. Romalı şair Horatius ‘Ars Poetica’da resmin sözsüz şiir olduğunu belirtir. “Şiir de resme benzer -ut pictura poesis-. Kimine yakından baktığın zaman hoşlanırsın, kimine uzaktan bakınca. Kimisi yarı aydınlıkta bakılmak ister, kimisi de, eleştirenin titiz gözlerinden korkmadığı için, ışıkta! Kimini bir defa okusan hoşuna gider, kimini on defa okusan, yine tadına varamazsın".
Bizans’ta özellikle dini konuları anlatmak ve mimari yapıları övmek için ekfrasisten yararlanılır. 6. yüzyılda Bizanslı şair Paulus Silentiarius Ayasofya ile ilgili ekfrasis bir şiir yazar. Buradaki tanımlamalar o kadar etkileyici ve detaylıdır ki sanki okuyan o anda bu görkemli yapının içinde dolaştığını hisseder. “Ve eşiğinden bir kez adım atan / Kaçıp kurtulamaz bu muammadan / Tutkun, başıboş, yaşlı gözlerle / Doyumsuzca savrulur durur / Ulu mâbed içinde oradan oraya. / Boşa değil elbet bunca debdebe / İmparatorumuz diriltti bu kusursuz güzelliği / Yücelerin yücesi Tanrının lütfuyla!”
Sanat yapıtının retorik tasviri olan ekfrasis kavramı Rönesans’ın antikiteye yönelmesiyle yeniden keşfedilir. İtalyan yazar, ressam, tarihçi ve mimar Giorgio Vasari, 1550 tarihli kitabı Vite’de (Sanatçıların Hayat Hikâyeleri)*** Michelangelo’nun 1508 - 1512 yılları arasında Vatikan’da Sistine Şapel’in duvar ve tavanına yaptığı freskleri ekfrasis tarzda anlatımlarla okuyucuya aktarır. “Mükemmellik açısından bu yapıtla kıyaslanabilecek başka yapıt yoktur, olamaz da, Michelangelo’nun ulaştığı noktayı taklit etmek bile neredeyse olanaksızdır. Tavan, sanatımız için gerçek bir kılavuz olmuş, bütün ressamlara paha biçilmez bir yarar sağlamış, yüzyıllardır karanlığa gömülmüş olan dünyaya tekrar ışık getirmiştir. Aslında ressamların artık yeni buluşlar, değişik tavırlar, giyinik figürler, taptaze ifade biçimleri peşinde koşması gerekmez çünkü bu yapıt bu başlıklar altındaki olası bütün kusursuzlukları içermektedir.”
İngiliz yazınında 14. yüzyıla ait ‘Cantenbury Hikâyeleri’nde ilk ekfrasise rastlanır. Sonraki yüzyıllarda da edebiyatta yaygın olarak kullanılmaya devam eder. 18. yüzyılda gezginler gördükleri yerlerdeki sanat yapıtlarını anlatan metinler yazarlar. Böylece okuyucuyu görsel bir deneyimin katılımcısı yaparlar. Aynı yüzyılda ressam ve şair William Blake şiirlerini kendi çizimleriyle bütünleştirir. İmgeleri canlı bir görsellik içinde aktarabilme yeteneğine sahiptir. Hem şiirde hem resimde son derece yetkin olmasına rağmen değeri anlaşılmaz. Hayal gücü zengin ve çağının ötesindeki sanatçının gravürlerinde sözcükler ve desenler benzersiz bir tasarımla bir araya gelir. “Bu dünyanın imgelem ve vizyon dünyası olduğunu biliyorum. Bu dünyada resmini yaptığım her şeyi görüyorum, ancak herkes aynı şeyi göremez.” Romantik Dönem’de şiirin resme olan üstünlüğü üzerinde durulur. Percy Shelley şairin, gerçeği nesneleri taklit ederek yansıtan resim ve heykel sanatından daha etkili bir düş gücüyle verebildiğini ifade eder. Duyguların ön planda olduğu bu dönemde müzelerin sayısının artmasıyla, şairlerin zamansız sanat yapıtlarını görme ve onlarla ilgili derin aktarımlarda bulunma şansı da oluşur. Güzelin şairi olarak bilinen**** Romantik John Keats’in bir vazo üzerindeki motiflerden yola çıkarak aşk, acı, ölüm ve zaman gibi temalar üzerinde durduğu 1819 tarihli ‘Yunan Vazosuna Övgü’ adlı şiiri soyut ekfrasisin en ünlü örneklerinden biridir. Vazoda iki ayrı sahne hayal gücüyle bir araya getirilir. Başarısız bir şair olduğunu düşünerek sadece 25 yaşındayken hayata gözlerini yuman, melankolik ve trajik yazgılı Keats, aşkın büyüsüyle bağlı sevgililerin kavuşamayacaklarının hüznünü duyar. “Cesur aşık, hiç ama hiç öpemeyeceksin / Çok yaklaşsan da amacına – yine de üzülme: O hiç solmayacak, mutluluğu tam yakalamasan da / Sonsuza dek seveceksin, ve o da güzel kalacak!”
19. yüzyılda Viktorya Dönemi’nde yaşamış, estetik değerlerle ahlaki
değerler arasında yakın ilişki olduğunu düşünen, denemeci ve sanat
yazarı John Ruskin ‘Modern Ressamlar’ adlı kitabında, hayranı olduğu
J.M.W Turner’ın resimleri üzerine ekfrasis pasajlar yazar. Ruskin üçüncü
boyutu görmediğimizi düşünür. Gördüğümüz sadece Turner’ın
resimlerindeki gibi renklerden oluşan bir karmaşadır. Sanatın doğayı tüm
görkemiyle yansıtması gerektiğine inanan Ruskin, şiir ve resmin
yaratıcı ifade biçimleri olduğunu da belirtir. Yüzyılın ikinci yarısında
toplumsal muhafazakârlığın karşısında duran ve Sembolizme öncü olan Ön
Raffaellocu şair ve ressamlar, sadeliği ve doğayı önemserler. Kutsal
Kitap’tan, tarihten, efsanelerden ve kadın güzelliğinden aldıkları
temalarını şiirle ve gizemle desteklerler. Kurucularından Dante Gabriel
Rossetti’nin, kadın figürlü resimleri üzerine yazdığı şiirleri de
yazınsal ve görseli birlikte kullandığı için ekfrasis kapsamında
değerlendirilir. “Kutsal genç kız uzandı / Cennetin altın kol
demirinden / Gözleri daha derindi derinliklerinden / Akşamüstü durulmuş
suların / Elinde üç zambak vardı / Ve saçındaki yıldızların sayısı
yediydi.”
Oscar Wilde’ın sonsuz gençlik ve güzellik için ruhunu satan birini anlattığı ‘Dorian Gray’in Portresi’ romanı ekfrasise iyi bir örnektir. Dorian Gray ruhunun portresi olan resim karşısında büyülenir ve onunla yer değiştirmek ister. “Hissedilerek çizilen her portre aslında ressamın portresidir, poz veren kişinin değil. Model yalnızca bir vesile, tesadüfî bir araçtır. Ressamın rengârenk tuval üzerinde gözler önüne serdiği kişi, modelden daha ziyade kendisidir.” 19. yüzyılda Batı’da Uzak Doğu sanatına yönelim olur. Çin ve Japon resmindeki şiirsel görüntüler hayranlıkla karşılanır. Çinli ressamlar aynı zamanda şairlerdir. Resim ve yazı birbirinden ayrı değildir. Yazma sanatı kaligrafi de resim ile yazıyı birbirine bağlayan bir görsel sanat türüdür.
18. yüzyıldan sonra müzelerin çoğalmasının etkisiyle ekfrasis kendi başına edebi bir tür haline gelir. Dilin görsel olanı bütün gerçekliğiyle yansıtıp yansıtamadığı ayrı bir tartışma konusu olur. 20 yüzyılda da müzeleri ziyaret ederek sanat yapıtlarını izleyen şairler, yazarlar kendilerine duyarlılık olarak yakın buldukları resimler -Bruegel, Vermeer, Van Gogh, Picasso vb. ressamların çalışmaları- ile ilgili metinler yazarak bu türe katkıda bulunurlar. Bazı şairler gördüğünü olduğu gibi aktarırken bazısı da esinlenme sonucu izlenimlerine yer verir. 1910 – 1930 yılları arasında Fütürist, Dadaist, Sürrealist şairlerin bir kısmı resim şiir birlikteliğini çarpıcı biçimde ortaya koyarlar. Cumhuriyet Dönemi yazarlarından Sabahattin Ali’nin ‘Kürk Mantolu Madonna’ adlı kitabında da ekfrasis türünde edebi anlatımları vardır. “Meryem Ana’nın yüzü, başını tutuşu, bakışlarında ve dudaklarında apaçık görünen kırgınlık ifadesi aynen dün gördüğüm tabloya benziyordu… Bu tablodaki Meryem, düşünmeyi öğrenmiş, hayat hakkındaki hükümlerini vermiş ve dünyayı istihfaf etmiş bir kadındı.” Günümüzde de görsel sanatlara ait çalışmalar yazılı veya sözlü yorumlanmaya ve edebiyata esin kaynağı olmaya devam ediyor.
Görsel açıklamada ne görüldüğünü iletmek için sıradan kelimeler kullanılır. Yazar söz konusu olan şeye ve bütünü oluşturan parçalarına tespitlerde bulunmak için pek çok kez dikkatlice bakar. Nesneyi oluşturan unsurların detaylarını inceler. Gördüğünün iyice ayrımına vardıktan ve bir izlenim edindikten sonra doğru kelimelerle yazmak gerekir ki bu en zor bölümdür. Okuyucunun bir fikir edinmesi için, bir sanat yapıtının öncelikle malzemesi, tekniği ve konusuyla başlamak bir yöntem olabilir. Bir resme bakan farklı kişiler algılarına göre farklı tanımlamalarda bulunur. Ekfrasiste esas olan nesnelerin tınısını yakalayarak belirli bir üslupla; açık, anlaşılır ve canlı bir biçimde aktarabilmektir. Böylece okuyucu o görsel karşısında duruyormuş gibi gözünde canlandırır, estetik bir zevk alır ve duygulanır.
Ayrıca ekfrasis tanımlama ve yorumlama gibi özellikleriyle bir ölçüde sanat eleştirisine ve sanat tarihine de yakındır. Eleştiri kendi içinde çeşitli yöntemlere göre yapılan bir incelemedir. Sanat yapıtını sanatsal, sosyolojik, felsefi ve bilimsel bilgilerle ele alıp değerlendirir. Tüm bunları yaparken ekfrasis gibi şiirsel veya edebi olması gerekmez. Sanat tarihçileri de görseli tarif edebilir belki ama bununla yetinmez. Tarihsel veriler, içerik, dayanılan kaynak, ifade, malzeme, teknik, tasarım öğeleri ve yapıtın uyandırdığı etki üzerinde durur. Geniş bir tarihsel perspektif içinde çevresel koşulları, farklı disiplinlerle etkileşimi ve diğer belirleyici etkenleri de dikkate alarak sanatın oluşumundan gelişimine eleştirel bir duyarlılıkla çözümlemesiyle ilgilenir.
Notlar:
*Tekhne aynı zamanda bir sanatı bilmek, onu akılla kavramak ve onun hakkında yargıya varmak anlamına da gelir. Tekhne sonradan kazanılabilir ama yaratıcılık çalışmayla kazanılamaz.
** Poiesis eylemde bulunma değil varlığa –meydana- getirme, açığa çıkarma, yapma, üretme ve yaratmadır. Aristoteles için sanatta belirleyici bir özelliktir.
***Bu kitap ilk sanat tarihi kitabı olma özelliğine sahiptir. Rönesans sanatçılarının hayat hikâyeleri yanı sıra eserleri hakkında da ayrıntılı bilgiler verir.
****“Güzellik gerçektir, gerçek ise güzellik, hepsi bu / Yeryüzünde bildiğin ve bilmen gereken her şey.” John Keats
Oscar Wilde’ın sonsuz gençlik ve güzellik için ruhunu satan birini anlattığı ‘Dorian Gray’in Portresi’ romanı ekfrasise iyi bir örnektir. Dorian Gray ruhunun portresi olan resim karşısında büyülenir ve onunla yer değiştirmek ister. “Hissedilerek çizilen her portre aslında ressamın portresidir, poz veren kişinin değil. Model yalnızca bir vesile, tesadüfî bir araçtır. Ressamın rengârenk tuval üzerinde gözler önüne serdiği kişi, modelden daha ziyade kendisidir.” 19. yüzyılda Batı’da Uzak Doğu sanatına yönelim olur. Çin ve Japon resmindeki şiirsel görüntüler hayranlıkla karşılanır. Çinli ressamlar aynı zamanda şairlerdir. Resim ve yazı birbirinden ayrı değildir. Yazma sanatı kaligrafi de resim ile yazıyı birbirine bağlayan bir görsel sanat türüdür.
18. yüzyıldan sonra müzelerin çoğalmasının etkisiyle ekfrasis kendi başına edebi bir tür haline gelir. Dilin görsel olanı bütün gerçekliğiyle yansıtıp yansıtamadığı ayrı bir tartışma konusu olur. 20 yüzyılda da müzeleri ziyaret ederek sanat yapıtlarını izleyen şairler, yazarlar kendilerine duyarlılık olarak yakın buldukları resimler -Bruegel, Vermeer, Van Gogh, Picasso vb. ressamların çalışmaları- ile ilgili metinler yazarak bu türe katkıda bulunurlar. Bazı şairler gördüğünü olduğu gibi aktarırken bazısı da esinlenme sonucu izlenimlerine yer verir. 1910 – 1930 yılları arasında Fütürist, Dadaist, Sürrealist şairlerin bir kısmı resim şiir birlikteliğini çarpıcı biçimde ortaya koyarlar. Cumhuriyet Dönemi yazarlarından Sabahattin Ali’nin ‘Kürk Mantolu Madonna’ adlı kitabında da ekfrasis türünde edebi anlatımları vardır. “Meryem Ana’nın yüzü, başını tutuşu, bakışlarında ve dudaklarında apaçık görünen kırgınlık ifadesi aynen dün gördüğüm tabloya benziyordu… Bu tablodaki Meryem, düşünmeyi öğrenmiş, hayat hakkındaki hükümlerini vermiş ve dünyayı istihfaf etmiş bir kadındı.” Günümüzde de görsel sanatlara ait çalışmalar yazılı veya sözlü yorumlanmaya ve edebiyata esin kaynağı olmaya devam ediyor.
Görsel açıklamada ne görüldüğünü iletmek için sıradan kelimeler kullanılır. Yazar söz konusu olan şeye ve bütünü oluşturan parçalarına tespitlerde bulunmak için pek çok kez dikkatlice bakar. Nesneyi oluşturan unsurların detaylarını inceler. Gördüğünün iyice ayrımına vardıktan ve bir izlenim edindikten sonra doğru kelimelerle yazmak gerekir ki bu en zor bölümdür. Okuyucunun bir fikir edinmesi için, bir sanat yapıtının öncelikle malzemesi, tekniği ve konusuyla başlamak bir yöntem olabilir. Bir resme bakan farklı kişiler algılarına göre farklı tanımlamalarda bulunur. Ekfrasiste esas olan nesnelerin tınısını yakalayarak belirli bir üslupla; açık, anlaşılır ve canlı bir biçimde aktarabilmektir. Böylece okuyucu o görsel karşısında duruyormuş gibi gözünde canlandırır, estetik bir zevk alır ve duygulanır.
Ayrıca ekfrasis tanımlama ve yorumlama gibi özellikleriyle bir ölçüde sanat eleştirisine ve sanat tarihine de yakındır. Eleştiri kendi içinde çeşitli yöntemlere göre yapılan bir incelemedir. Sanat yapıtını sanatsal, sosyolojik, felsefi ve bilimsel bilgilerle ele alıp değerlendirir. Tüm bunları yaparken ekfrasis gibi şiirsel veya edebi olması gerekmez. Sanat tarihçileri de görseli tarif edebilir belki ama bununla yetinmez. Tarihsel veriler, içerik, dayanılan kaynak, ifade, malzeme, teknik, tasarım öğeleri ve yapıtın uyandırdığı etki üzerinde durur. Geniş bir tarihsel perspektif içinde çevresel koşulları, farklı disiplinlerle etkileşimi ve diğer belirleyici etkenleri de dikkate alarak sanatın oluşumundan gelişimine eleştirel bir duyarlılıkla çözümlemesiyle ilgilenir.
Notlar:
*Tekhne aynı zamanda bir sanatı bilmek, onu akılla kavramak ve onun hakkında yargıya varmak anlamına da gelir. Tekhne sonradan kazanılabilir ama yaratıcılık çalışmayla kazanılamaz.
** Poiesis eylemde bulunma değil varlığa –meydana- getirme, açığa çıkarma, yapma, üretme ve yaratmadır. Aristoteles için sanatta belirleyici bir özelliktir.
***Bu kitap ilk sanat tarihi kitabı olma özelliğine sahiptir. Rönesans sanatçılarının hayat hikâyeleri yanı sıra eserleri hakkında da ayrıntılı bilgiler verir.
****“Güzellik gerçektir, gerçek ise güzellik, hepsi bu / Yeryüzünde bildiğin ve bilmen gereken her şey.” John Keats
Nalan Yılmaz, Resim ve Edebiyat İlişkisinde Ekfrasis, 14 Temmuz 2015, Lebriz Sanal Dergi
*****Bu sayfadaki yazının tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.
0 comments :
Yorum Gönder