Bir anlatıma göre İran Şahı caminin inşasına katkıda bulunmak adına Sultan Süleyman'a büyük bir sandık dolusu değerli taşlardan oluşan mücevher gönderir. Sultan bu cüret karşısında öfkesini bastırır. Mimar Sinan'dan caminin temel harcına yüzlerce altından, son derece iri zümrütlerden, yakutlardan, pırlantalardan oluşan bu hazineyi katmasını ister. Temelin yerleşmesi sırasında Sinan imparatorluğun her yerinden yapı malzemeleri, sütunlar, taşlar, en nadide halılar, çiniler getirtir. En iyi nakkaşların, hattatların, ustaların, sanatkârların Padişahın sabırsızlığı nedeniyle insanüstü çabalarla gece gündüz büyük emek harcayarak yetiştirmeye çalıştığı cami 1557'de açılır. Külliyenin tamamlanması iki yıl daha sürer. Caminin arka bahçesindeki Kanuni Sultan Süleyman'ın ve Hürrem Sultan'ın türbelerinin içinde duvarlar yarıya kadar beyaz, lacivert, kırmızı ve firuze renklerinden oluşan bitkisel kompozisyonlu çini panolarla kaplıdır. Mihrimah Sultan'da babasının türbesinde yatıyor. Bilindiği üzere Kanuni 1566'da Zigetvar seferi sırasında 73 yaşında ölür. İç organları çıkarılarak çadırın altında bir çukura gömülür ve ceset mumyalanır. Cenazesi sefer sonrası İstanbul'a getirilir. Yerine yaşayan tek oğlu II. Selim geçer. Dört sezondur yayınlanan ve birkaç hafta içinde final yapacak olan 'Muhteşem Yüzyıl' dizisi nedeniyle Hürrem Sultan Türbesi rağbet görüyor.
Şimdiki istikamet Kanuni'nin genç yaşında ölen oğlu Mehmet için Mimar Sinan'a yaptırdığı Şehzade Camii. Aslında biz kronolojik olarak tersten başladık geziye :). Üç yapı içinde en erken tarihlisi Şehzade Külliyesi 1544-1548. Yivli ve üzeri kabartmalı minareleriyle ve cephesindeki detaylarla süslü bir cami. Merkezi yarım kubbeye dört yarım kubbenin eklendiği bu cami ile ilgili mimari bilgiler de yukarıda yazdığım linkte. Yola paralel caminin orijinal duvarları pek çok kez değiştirilmiş. Caminin avlusundaki içi oyuk yaşlı çınar ağacı da görülmeye değer. Dar ve tarihi sokaklardan geçerek Vefa'ya inip boza içmeden dönmek olmaz.
Tarihi yarımadada yürüyüş mesafesindeki üç önemli Mimar Sinan külliyesini gezdik ancak daha çok var elbette. Marmaray ile Üsküdar'a geçip Boğaz'ın incilerinden olan ve Şehzade Camii ile eşzamanlı olarak yapımı süren 1547 tarihli Mihrimah Sultan Camii'ne de uğruyoruz. Mimar Sinan Mihrimah Sultan'ın saray arazisi içinde alanın imkan verdiği ölçüde külliyeyi kıyı şeridi üzerine yerleştirmiş. Dar alana kurulu olduğu için klasik bir avlusu yok. Son cemaat yeri önü sundurmayla genişletilmiş ve ortasına şadırvan eklenmiş. Merkezi kubbeye üç yarım kubbenin eklendiği yapının iç mekanındaki zarif süslemeler ve renkler sultana yaraşır biçimde. Cami yanında medrese, hamam, hazire ve sıbyan mektebine de yer verilerek küçük bir külliye oluşturulmuş.
Ve yakınlardaki manzaralı bir kafede bir şeyler içip ayrılma vakti. Güneşin batışı ve kızıllık iyice geçip karanlık çöktüğünde ışıklandırılmış Şemsi Ahmet Paşa Camii yakınlarına geliyorum. Her görüşümde "hoş ve narin bir biblo gibi" diye aklımdan geçirdiğim yapı 1580 tarihli küçük bir külliye. Kuşkonmaz adıyla da bilinen ve sekizgen sistem üzerinde tek kubbeli ve tek minareli camiye bitişik türbe ve avlu kenarında L planlı medresesi bulunur. Hikayeye göre Şemsi Ahmet Paşa Sokullu Mehmet Paşa'nın Camisini kuşların kirletmesini gördükten sonra (Sokullu'ya göre gökyüzüne açık olan her yer kuşların pislemesine müsaittir.) Sinan'dan hiçbir kuşun konmayacağı bir yere cami yapmasını ister. Mimar Sinan camiyi denizin kenarında Karadeniz ve Marmara'dan esen rüzgarların kesiştiği noktaya kurar. Böylece rüzgarın ters etkisi ve minare içinde çıkardığı uğultu kuşları ürküterek konmalarını önler. Caminin çevresinde ben de kuş görmedim ama keşke olsaymış :).
Padişahlar, Şehzadeler, Sultanlar'dan başka devletin üst düzey yöneticileri için de yapılar inşa eden Mimar Sinan'ın bu kadar çok ve kalıcı eser (477) vermesinin dehası, çalışkanlığı, sürekli kendini geliştirme çabaları, yetenekleri ve yetiştirdiği mimarlar ile birlikte; Osmanlı'nın en zengin döneminde yaşamış olmasının da etkisi vardır kuşkusuz. Sinan Kanuni'nin yiğit ve iyi yetişmiş Şehzadeleri Mustafa ve Bayezid için herhangi bir yapı inşa edememiş ne yazık ki. Ama onların öldürülmesinde payı olan Rüstem Paşa, Zal Mahmud Paşa, Şemsi Ahmet Paşa için külliyeler meydana getirmek zorunda kalmış. Şehzade Mustafa veya Bayezid tahta geçseydi Osmanlı Devleti'nin gelişimi nasıl olurdu diye merak etmeden duramıyorum. Olmuşla ölmüşe çare yokmuş. Abisi ve kardeşinin ölümünden sonra tahtın tek varisi II. Selim padişahlığa kavuşunca, Sinan'ın sekiz ayak üzerine oturtulmuş 31.28 cm çapındaki kubbesiyle en mükemmel eseri olan Selimiye Cami'ni ve Külliyesini yaptırtır.
*Arkadaşlarımla Mimar Sinan'ın İstanbul'daki yapılarının çoğunu öğrencilik yıllarında ve sonrasında gördük. Bazılarının her gün önünden ve avlusundan geçtik. Osmanlı mimarisini başlangıcından 18. yüzyıl sonuna kadar detaylı biçimde üç dönem işledik. Hatta öyle zorluydu ki üst sınıflardan sadece bu ders yüzünden 7. yılda da mezun olamayanları duyuyorduk. Neyse ki biz dördüncü sınıfta üçten ders almak zorunda kalsak da, son sınavlardan umduğumuzun üzerinde bir başarıyla geçip dört yılda mezun olabildik. Vize ve final sorularından örnekler: İznik Yeşil Cami ile İlyas Bey Cami karşılaştırması; Taphaneli camilerin ortaya çıkışı ve süsleme özellikleri; Beylikler dönemi türbe yapıları; Ulu Cami gelişimi; Osmanlı'da merkezi plan gelişimi; Bursa'da külliye kuruluşları özellikleri; Klasik Osmanlı mimari yapısı ile Saruhanoğlu kubbeli yapılarının karşılaştırması; merkezi kubbeye dört yarım kubbe katılımı ve Şehzade Cami; Süleymaniye ve Selimiye plan ve cepheleri... :)
Not: Üsküdar Mihrimah Sultan Camii ve Şemsi Ahmet Paşa Camii dışındaki tüm fotoğraflar Emine Artan tarafından çekilmiştir.
*****Bu
sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak
gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek
alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.
0 comments :
Yorum Gönder