Yüzyılın
ortalarından itibaren öncü sanatçıların yaşadığı ve modern sanatın
temellerinin atıldığı bir yerdir Fransa. Geleneksel sanata ve akademiye
tepkiler arttıkça, klâsik resim kuralları yıkıldıkça Paris, 15. yüzyılda
Floransa, 16. yüzyılda Roma gibi sanatın kalbinin attığı merkez olur.
Bu dönemde Avrupa’da sanatsal etkinliklerin görüldüğü pek çok kent olsa
da Paris’in bambaşka bir büyüsü vardır. Fransa diğer ülkelerin
sanatçıları için Olimpos’tur. Bütün esin perileri orada yaşar sanki. O
nedenle resim ve edebiyat alanında yetenekli kişiler dünyanın sanat
merkezinde önemli hocaların atölyelerinde eğitimlerini, üretimlerini
sürdürerek Montmartre kafelerinde sanat ile ilgili tartışmalar yaparak
bu ortamı solumak isterler. Montmartre sadece ressamların
(Pierre-Auguste Renoir, Edgar Degas, Maurice Utrillo, Vincent van Gogh,
Henri Matisse, André Derain, Picasso vb...) değil oyuncu, şair, yazar,
dansçı, heykeltıraş ve müzisyenlerinde uğrak yeridir. Buradaki
kabareler, barlar, kafeler, atölyeler ve bohem hayat yeni zenginleri de
kendisine çeker. Fransız ressam Henri Toulouse Lautrec, Moulin Rouge ve
diğer kabarelerin ve yıldızlarının afişlerini yapar. 19. yüzyıl eski
dönemlerin tersine çoğunlukla ölümünden sonra değerlendirilen ilerici
sanatçıların çağıdır.
19. yüzyılda Paris’te kent yeniden örgütlenir. III. Napoléon'un Belediye Başkanı Baron Georges-Eugéne Haussmann, İmparatorun emriyle Paris’e bugünkü kentsel görünümü verir. Kentin merkezini bulvarlar ve caddelerden oluşan bir ağla donatır. Bu kenti sadece güzelleştirmek için değil aynı zamanda iç savaşa karşı güvence altına alınması içindir de. Çok şeyi kuşatan her şeyin görülebildiği Paris’i modern yapan öğeler pasajlar, panoramalar, dünya fuarları, caddeler, barikatlardır. Pasajlar yapıların arasında uzanan üstleri cam ile kaplı, duvarları mermer geçitlerdir. İlk kez Fransa’da görülen, ışığı tavandan ve yanlardan alan ve geniş kapsamlı mağazaların olduğu bu ticarî mekânlarda demir ve cam kullanılır. Bu dönemde Güzel Sanatlar Okulları ile teknik okullar arasında çelişki başlar. Biri demiri güzelleştirmek için diğeri strüktürel olarak ele alır. Art Nouveau mimarları için iç mekânda demir bitkisel biçimde hem taşıyıcı hem süsleme öğesidir. Yeni stilde ne yalınlık ne de eskiye bağlılık vardır. Bir geçiş üslûbudur. Hector Guimard’un yaptığı 'Paris Metrosu’nun girişinde dökme demirden kapı, kıvrık hatlar, organik biçim, yaprak motifleri ve taşıyıcı nitelikler dikkat çeker. Eiffel’in 1889 yılında Paris Sergisi için inşa ettiği, kentin her yerinden görülebilen kule ise 300 metre yüksekliğinde, malzemenin gücünü gösteren yalın bir demir konstrüksiyondur. Mimaride eski ve farklı üslupların bir arada uygulandığı Eklektisizm’in esiri olunan bir çağda böyle bir kule şaşırtıcıdır. Bugün Paris’in simgesi olarak hayranlık uyandırır ama yapıldığı günlerde kent için yüz karası olduğu ileri sürülür...
Küçük bir bölümünü yukarıya aldığım '19. yüzyıl ve 20. yüzyılın İlk Yarısında Dünya Sanatının Çekim Merkezi Paris' adlı yazımın tamamını Lebriz Sanal Dergi'de okuyabilirsiniz.
*****Bu
sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak
gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek
alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir. 2008-2018
0 comments :
Yorum Gönder