Sayfalar

17 Ekim 2013 Perşembe

Yalvarırım, Uyandırma Beni!!!

"İtalya'da Borgia'lar altında yaşanan otuz yıllık savaşın, cinayetlerin, terörün ve dökülen kanın ardından Rönesans, Leonardo da Vinci ve Michelangelo gelir. İsviçre'nin beşyüz yıllık demokrasi ve barışı ise guguklu saatten başka bir şey üretmez."* Bu sıkıntılı dönem Michelangelo için kolay değildi: 

"Kentin olabileceği her şeyi oldu, ya da olmak istedi: yapı ustası, ressam, yontucu, ozan. İnsan vücudunu tanıyabilmek için, koku onu odadan kaçırana dek, cesetlerle bir yere kapanıyordu. Ateşli kentin bütün düşü ve bilgisi Vinci'de uyuşuyor, ondaysa durmadan çatışıyordu. Yüce ruhu, mutsuz yurdunun enerji taşmalarıyla korkaklık bunalımlarına ayak uydurarak yükselip alçalan bir dalganın doruğu gibiydi. Kurtarmak üzere döndü doğduğu kente. Gözden düşmüş İtalya'da, köleliğin ağırlığını belki de yalnız onun yüreği duydu: "Uyumak çok tatlı benim için, taş olmak çok daha tatlı, şu mutsuzlukla utanç sürdükçe. Hiçbir şey görmemek, hiçbir şey duymamak, budur işte en büyük mutluluğum. Yalvarırım, uyandırma beni! Yavaş konuş!..." s: 147"
"Michelangelo'nun ömrü uzun bir dram halinde geçti, çünkü alışverişte bulunamayacak kadar uzaklaşmaktaydı insanlardan ve onların küçüklüklerini kabul edemeyecek, aşağılıklarına razı olamayacak kadar yüce bir değer veriyordu insanlığına. Ama insan kendi derdini susturup dünyanın kapılarını yalnızca acıyı aşan tinsel uyumlara açtığı zaman, öbür insanlara da dertlerini unutturur. 'İtalya resmi, hiç kimseye bir damla gözyaşı akıttırmayacaktır' diyordu Michelangelo. Acı çekmeyi bilenleri ellerinden tutup yiğitçe mutluluğun eşiğine dek götürdü." s: 145
"Michelangelo, büyük anılarıyla baş başa, yapayalnız yaşadı Roma'da. Gözdağlarına aldırmadan, verdikleri buyrukları salt sanatının özgürlüğüyle köleliğinin öcünü almak üzere dinleyerek, altı papanın ölümünü gördü..." s: 149
"Kıpırdayan, uzayda kapladığı yerle belirlenen, varolan nesnelere duyulan böylesi bir sevgi insanı ister istemez her şeyi kucaklayamadığı acı çekmeye götürür. Ve böylesine üstün bir tensel haz gücü taşıyıp da öteki cinsten bir ruha ve ete rastlamanın çektiği acıyı dindireceğini hisseden kişi, Tanrı'nın ilencine ulaşmış demektir, ama eğer arzusunu kullanıp aşındırmaya yanaşmaz, özel esriklik yeteneklerini ilerki yüzyılların insanlarının esrikliği, kendi aklının övüncü için saklamayı başarırsa, tam anlamıyla bir kahraman olabilir. sevgiye karşı direnmek herkese öğütlenebilecek bir ülkü değildir, o zaman bütün dünya yıkılabilir, ama sevinin aralıksız zihinlerini kurcaladığı kişiler bu direnmeyi gösterirlerse, içlerindeki bir noktaya toplayıp yoğunlaştırılmış sevecenlik ve arzu güçleri kabarır, onlara kendi iç varlıklarına söz geçirme, evrenin biçimleri üzerinde egemenlik kurma yeteneği kazandırır." s: 150
"Mozart'tan, Beethoven'den sonra Michelangelo'nun büyüklüğü, kesin mutluluğa hiçbir zaman eremeyeceğimizi, insanlığın dinlenmeyi acı çekmemek, ölmemek için aradığını, şöyle bir oh der demez yeniden bin türlü acıya daldığını anlamış ve dile getirmiş olmasındandır." s: 151
"Tinsel ağlatıyı anlatmak üzere resme el atmayı göze alan ve yenilmeyen tek sanatçı Michelangelo'dur kuşkusuz. İnsan biçime bu denli egemense, biçim elinizden kasların kasılmasıyla, etin çektiği acılarla, unutma ve ölüm konusunda derin derin düşünmenin verdiği ürküntüyle dört bir yana dağılıyorsa, onu bir silah gibi kullanmaya, aklın buyruklarını dinlemesini istemeye hakkınız var demektir." s: 157
"Tek bir kadını sevdi, o da kendisine yüz vermedi. İçinde müthiş bir utanç duygusunun dışa vurmasını engellediği sonsuz sevgi kaynakları bulunduğunu bildiğinden, tek başına yaşadı. Eti hor gören bu iffetli adam, anlama yeteneğinin haz dünyasında bütün tenlere sarılmaktaydı. Kendisine kadın eli değmedi, ama o, İtalya'nın cansız karnına yaşam tohumları ekti." s: 160
"Yeryüzüne onun kadar az gizemci, onun kadar çok dinci adam gelmemiştir. Gizemcilerin bulanık esrikliğine kendini kaptırmayacak kadar çok şey biliyor, ama bildikleri dinci olmasını önlemeye yetmiyordu. Yapıtı, Zihinsel Tutku'nun destanıdır. Kendisini bekleyen acılar ne olursa olsun, anlama yeteneği, önünden giden ve tüm başkaldırmalarına karşın onu teslim bayrağını açmaya zorlayacak duyguyla bir noktada birleşecektir. Akıl ta doruktur, ama kendi kendini yiyip bitirmesini önleyen bir şiirsellikle atbaşı gider...Michelangelo, kutsal düşünle yüz yüzedir, ölümsüz simgecilikle boğuşmaktadır. En yüce simgeye dokunduğu, en son soyutlamanın, Tanrı'nın kıyısına geldiğini hissettiği an, yalnızlığının verdiği ürküntüyle umutsuz bir çabaya girişmekte, bir fırça darbesiyle en kusursuz dengeyi yaratmakta, müthiş bir şiddetle biçimin içerisine şöyle hayal-meyal seçtiği hiçlik'i yerleştirmektedir." s: 160 
Elie Faure**- Yeniden Doğan Sanat, çev: Bertan Onaran, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1993

*'Üçüncü Adam' filminde Orson Welles'in canlandırdığı Harry Lime.
**Fransız deneme ve sanat tarihi yazarı Elie Faure'nin bu anlatımını her okuduğumda beni etkiler. Ayrıca bu kitabı babama imzalayan arkadaşı Bertan Onaran'ın da çevirisi harika.

2 yorum :

  1. Güzel , dolu ve ilgi çekici bir blog.Emeğiniz için tebrik ederim.
    Kürşat Zaman

    YanıtlaSil
  2. Yorumunuz için teşekkürler.

    YanıtlaSil